Geçidin ucunda gördükleri, üç devasa dağın çevrelediği dairesel koca bir alan olmuştu. Çeşitli ağaçlar, tarlalar ve köy evlerinin sonunda Ramkarsa Krallığı görünüyor, dağların arasında yeşil otlarla bezeli toprağı yaran nehre dökülen iki şelale dağ havasına ferah bir koku katıyordu. Hatırlayınca yüzüne bir tebessüm kondurdu Chris.

Kırsaldan çıkıp şehre girdiklerinde genç kadının bir şeylerin yolunda olmadığına dair düşüncelerinde haklı olduğu ortaya çıkmıştı. Sokaklarda tek bir cüce dahi yoktu. Güneş batmıştı, iki uydu yoğun bulutlardan gözükmüyordu. Şehri önüne almış en büyük dağın içine oyulmuştu kralın sarayı. Halkına seslendiği geniş, süslemeli teras, cüceler için gereksiz yere büyük olan pencerelerin ortasında kalmıştı.

Aynı şekilde gereksiz yere büyük olan çift kanatlı kapıyı açıp saraya ayak bastıkları anda etraflarını sarmıştı cüce askerleri ve hemen sonra kendilerini toprak altına inşa edilmiş zindanda bulmuşlardı. Laren durumu anlayana kadar denilen neyse onu yapmalarını söyledikten sonra kendisine seslenen bir cücenin yanına gidip bırakmıştı onları. 

Tavandaki taşlar arasından damlayan kaynağı belirsiz su zemine çarptıkça biraz daha sinirleniyordu yeşil gözlü genç adam. İçindeki sıkıntıyı hafifletecekmiş gibi ofladı. Kıpırdandıkça, güvertede yapılanmış sırtı pütürlü tahtaya temas ediyordu ve bu oldukça rahatsızlık vericiydi. 

Jack, karşı duvardaki tahtada bir dizini kendine çekmiş oturuyordu ve yüzüne bakılırsa bu durumdan çok da rahatsız değildi. Eğlenceli sayılabilecek bir ritimde ıslık çalarken duvardaki ufak pencereye dikmişti mavi gözlerini.

Gerçi pencereden bakılınca gökyüzünden ziyade nöbet tutan askerlerin ayakları görünüyordu ama yine de bu yarı ıslak, soğuk zindandaki taşlarda dolaşan parlak, renkli böcekleri izlemekten daha iyi bir seçenekti. Dışarıdaki karanlığı yaran silik, cılız ışık, sütunlar halinde pencereden içeri giriyor ve iki gencin arasındaki alana düşüyordu.

Loş ortamda tavanı izlemekten bunaldı Chris. Tekrar sıkıntıyla oflayıp elleriyle saçlarını karıştırdıktan sonra yattığı yerden doğruldu. Oturup yüzünü sıvazladı, sırtını duvara yasladı. 

"Bu böyle olmayacak, içim daraldı oturdukça. Konuşalım, yeter ki ses olsun!" diye yakındı.

O sırada pencereden dışarıyı seyrederken cücelerin deri çizmeler içindeki ayaklarının kısa boylarına göre orantısız bir büyüklükte olduğunu düşünüyordu Jack.

Ayrıca tam olarak seçemese de ortak dili kullandıkları bir arada ıslık sesinin onları rahatsız ettiğiyle ilgili bir konuşma yaptıklarını duymuştu ve daha sesli, daha ritmik bir melodiye geçiş yapmıştı. Nöbetçileri rahatsız etmek ona ufak bir zevk veriyordu. Chris'in sesini duyduğunda kurumuş dudakları oynamayı kesti. Islık sesi kesildi. Boynunu ovuşturup genleşirken sordu yavaşça.

"Laren'e güveniyor musun?"

Chris, bu soru ardından düşünme gereği hissetmeden konuştu. "Güven, öyle çabucak kazanılan bir şey değil. Yine de o Üç Bilge tarafından seçildi. Güvenmek istiyorum." Kısa bir andan sonra devam etti.

"Sen güveniyor musun?"

"Hayır."

Sarışın, cevap vermek için hiç beklememişti. Tepki hızına bakılırsa bu konuyu çoktan kafasında tartıp bir karara varmış, diye düşündü Chris ve Jack'i dinlemeye devam etti. 

"Ona güvenmiyorum. Açıkçası büyük ihtimalle burada karşılaştığım çoğu kişiye de güvenmeyeceğim. Üç Bilge'nin onu seçmesi de umurumda değil, onlar istedi diye biriyle takım olmayacağım ama sana güveniyorum. Merak ediyorum yine de hiç mi tereddüdün yok?"

Achernar 1: Üç Bilge'nin YoluHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin