25| want to remember the smiling face

135 23 27
                                    

Victor, Elena ve Theo'yu ülkelerine geri dönmek üzere yolcu ettiğimiz sabah, benim için bir prova gibiydi. Çok değil, yalnızca üç gün sonra biz de gidecektik ve yaklaşık olarak birbirinin aynısı sahneler bekliyordu bizi.

Bu köyde onlarla en çok yakınlaşmış kişi olarak ben, bayağı bir zorlayarak yanımda getirdiğim Kyungsoo ve yardımcı olmak adına onlarla birkaç kez iletişim kurmuş olan Daniel ile Jihyo, bir de köyün meraklı yerlisi tanıklık etmişti onların bu uğurlanma merasimine.

Daniel ve Jihyo, onlarla fazla yakın olmamanın verdiği mesafeli yaklaşımla birlikte birkaç adım geriden izlerken ben hepsine sarıldım teker teker. Önce Elena, sonra ise Victor ve Theo.

Kyungsoo da aynı diğerleri gibi arkaplanda kalmayı tercih ediyordu bu sırada. Onlara sarılmak yapacağı en son şey bile değildi ki yalnızca saygıdan başını hafifçe eğerek selam vermişti donuk bakışlarıyla. Cidden, Kyungsoo yakın olmadığı insanlara karşı fazla can sıkıcı bir adamdı. Bu köye ilk geldiğim zamanlar ona karşı hissettiklerimi, şimdi bu üçlünün de içten içe hissettiğini sezebiliyordum.

"Umarım bir gün yeniden görüşebiliriz." dedim onlar arabalarına binmeden hemen önce. Theo içten bir şekilde gülümseyip el sallarken "Umarım." diye yanıtladı Elena. Victor o sırada valizleri araca yüklemekle meşguldü ve bagajdan başını kaldırdığında, tek elinin tersiyle alnındaki ter damlacıklarını silerken çarpık bir tebessüm belirdi dudaklarında. "Ben de öyle umuyorum ve bir gün bu gerçek olursa, umarım o zaman erkek arkadaşın bizlere daha iyi davranır."

Tepkisini merak ettiğimden, Kyungsoo'ya doğru çevirdim başımı yavaşça. Yüz ifadesinde herhangi bir değişim yoktu. Ne sinirlenmiş, ne de yumuşamıştı. "Zaman gösterecek." derken ses tonu, aynı yüzündeki ifade gibi renk vermiyordu.

"Elbette." diye yanıtladı Victor olabilecek en rahat ifadeyle, ardından mavi ince gömleğinin yakasına iliştirdiği güneş gözlüğünü çevik bir hamleyle gözlerine taktı.

Onlar arabaya bindiğinde de, araç harekete geçtiğinde de Elena el sallamaya devam etti özellikle bana doğru. Gözden kaybolana kadar seyrettim onları. İçimde tuhaf bir burukluk vardı. Her ne kadar yeterince yakın olmak için vakit bulamamış olsak da nihayetinde arkadaşımdılar ve şimdi gidiyorlardı.

"Gidelim."

Kyungsoo'nun sesini duyduktan hemen sonra elimi tutan parmaklarını hissettim. Ona baktığımda yüzü hala ifadesiz olsa da tehlikeli bir beladan kurtulmuşçasına bir rahatlık çöktüğü de gözümden kaçmamıştı. Her zaman yaptığı gibi, onlar giderken bile bir şeyleri kafasında büyütmeye devam etmişti anlaşılan.

Yürümek için ilk adımımı attığım sırada Jihyo'yla göz göze geldim. Ah doğru, onların da orada olduğunu unutmuştum. Ikisinin de yüzüne, bir şeyleri anlamlandırmaya çalışan bir ifade hakimdi.

"Onlarla aranda bir şey mi oldu?" dedi Daniel hafifçe gözlerini kısarken, Kyungsoo'ya bakıyordu. Tabi onlar bilmiyorlardı haftalar önce kasabada başıma gelen o olayın ayrıntılarını ve başkahramanlarının tam olarak kimler olduğunu.

Kyungsoo bu konulara girmek istemediğinden olacak ki, yalnızca omuz silkmekle yetindi. "Her yeni tanıştığım insana öylece güvenmiyorum."

"Öyle mi? O zaman bizle tanıştığın zaman neden güvenmiştin hemen?" Sorgulayıcı bakışlarıyla birlikte Jihyo, çok doğru bir noktaya değinmişti aslında. Zira Kyungsoo'nun sözlerinin nasıl da kendiyle çeliştiğinin bir göstergesiydi bu.

Zaten çok havasında değildi bizimki, bir de üzerine sorguya çekilmek hoşuna gitmemiş olmalıydı. O ikisine doğru ters bir bakış fırlatırken "Aynı şey değil." diye mırıldandı ve bir an önce o sorgudan kurtulmak için elimi bırakıp uzaklaştı.

struggle for life, kyungyeonWhere stories live. Discover now