❇ Anlarsın Ya

1.2K 71 73
                                    

İşkence gibi geçmezdi mi?

Bunu düşünürken aklından neler geçiyordu böyle? Sabahın köründe, önlerini görmemelerine neden olan bu sisli havada -ki bu nedenle Granger sürekli tökezlemişti, Draco da tökezlemişti ama bunu fark ettiremeyecek kadar profesyonelce hareket etmişti- , hava tüm soğuk rüzgarını ikisinin de üzerine vururken ve lanet olası Granger, Hogwarts'ın kapısında karşılaştıklarından bu yana soluk almadan konuşurken belki de işkence gibi geçmeyeceğini nasıl düşünmüştü ki?

Tam anlamıyla işkenceydi.

Her dakikasıyla.

Her saniyesiyle.

Her anıyla.

"...ve tabi ki de yetişmeyecek. Profesör'ün aklından ne geçiyor bilmiyorum ama eğer bu, bu şekilde devam ederse tüm her şeyin bir yanlış anlaşılma olduğunu Dumbledore'a açıklayacağım. Yoksa bu hiç-"

"Bir dakika. Bir dakika." dedi Draco, az kalsın şaşkınlıktan önündeki küçük kayayı göremeyecekti. "Düştüğümüz durumu anlatacaksın. Hem de Dumbledore'a."

"Elbette. Profesör Dumbledore düştüğümüz durumu anlayacaktır. Onun bizi farklı bir konuma çekmeyeceğine eminim, en azından McGonagall'dan daha anlayışlı olacaktır. McGonagall'a nazaran onun bizi bir arada düşünecek kadar hayal dünyası olmadığını düşünüyorum."

Draco, 'bizi ' derken genç kızın bunu ne kadar da kolay telaffuz ettiğine dikkat etti. Ama buna aldırış etmemeye çalışarak küstah bir gülüş eşliğinde sordu.

"O sivri dilin McGonagall'a karşı neler diyor, Granger. Yoksa Profesör'e sinirli misin?"

"Ne? Tabiki de hayır. Ama düştüğümüz durum," yarıda bırakıp derin bir nefes aldı. O sırada yüzünü incelemekte olan Draco, genç cadının yanaklarının soğuğun etkisiyle mi kızardığını yoksa kelimeleriyle mi yandığını ayırt edemedi. "Sadece, demek istediğim ben de Dumbledore'a lüzumsuz olayı anlatıp onun gözünde gülünç olmak hatta küçük düşürülmek istemem ama yine de bu derslerimi, ödevlerimi ve zamanımı çalıyorsa gerekli olanı yapmak istiyorum."

"Kendinde gerçekten bu cesare-" Tam o sırada hala kızın yüzüne bakarak yürümekte olan Draco büyük -gerçekten büyük- bir kayaya ayağını çarptı ve ikisi de şaşkınlıkla durdular.

"Ah! Bu lanet kayanın burada ne işi var? Hay aksi! Ayağım, ayağım," Sol ayağını hızla sallayıp acının verdiği dürtüyü azaltmayı denedi genç adam. "Bu işkenceye daha ne kadar tahammül edebilirim, Cincüceler aşkına! Ah, ayağım, ah, ah,"

Hermione, gördüğü manzara karşısında ne kadar mutlu olduğunu tarif edecek kelimeler bulamıyordu. Ayakta bir çocuk gibi zıplayan Draco'nun havalanan saçlarına bir kez daha bakıp sessiz sessiz güldü. En sonunda ağzından firar eden kıkırdama sesi, inmekte oldukları tepede yankılandığında acısı daha da şiddetlenen Draco mavi gözlerini genç cadıya dikiverdi. Yüzü hem acıyla hem de alayla buruşturmuştu. Ama çoğunluğu acıyla kıvrılmıştı.

"Bu o kadar komik mi, Bulanık?"

İşte; acı çekiyor olsa bile, havada tek ayağının üstünde zıplıyor olsa bile o kelimeyi söylerken sesindeki o ton...o tını... Aynı. Hiç değişmiyor.

Hermione, gözlerindeki parıltının gitmemesini umarak tıpkı onun yüzünde gördüğü o alaylı gülümsemenin bir benzerini dudaklarına yerleştirdi. "Seni böyle görmek mi? Bana nasıl zevk verdiğinden haberin dahi yok."

Sonra genç kız saçlarını savurarak arkasını döndü. Hızlı adımlarını kısa sürede ufak bir koşuya çevirdi. Sisli tepeden fütursuzca inip -hayret ki hiç takılmamıştı, sanırım yeni doğan öfkesi daha da dikkatli olmasını sağlamıştı- Hagrid'in kulübesine ulaştı. Daha fazla o katlanılamaz Syltherinli'nin yakınında bulunmaya katlanamazdı.

MudPureBlood | Draco Malfoy & Hermione GrangerWhere stories live. Discover now