17.Bölüm

43 7 0
                                    


Keyifli okumalar.

*

"Bütün bu olaylardan çıkardığım sonuç; hayat..."

*

Defneden

Nefes alış veriş sesleri... Evet. Sadece kulaklarımı dolduran sesler bunlardı. Çok sakindi. Haddinden fazla hem de. Sanki demin Bedirhan Bey'i döven de, üniversiteyi ayağa kaldıran da benmişim gibi. Adeta bir seri katil soğukkanlılığını taşıyordu. Gerçi şu saatten sonra katil olsa ne yazardı ki? Sonuçta alışmıştım onun bu boştan öfke patlamalarına. Beni öldürse de artık umurumda olmazdı ki şu an da yüzündeki ifadeye bakılırsa beni öldürebilecek kapasiteye de sahipti. Ne ağzını açıp tek kelime ediyordu, ne de bir kere de olsun bana bakıyordu. Bir çift kara boncuk gibi olan gözlerini yola dikmiş arabasını kullanıyordu. Tabi normalden biraz daha fazla hızlı kullanıyor olması da dikkatimden kaçmıyordu.

Gidişata bakılırsa yol uzun, sessizlik de sürecek gibiydi. Madem öyleyse benim de kafamın biraz kötü olan bütün düşüncelerden sıyrılmaya, hatta düşünmemeye ihtiyacı vardı. Gerçekten şu dakika her şey öyle üstüme geliyordu ki. Bu bunalmanın verdiği çaresizlik hissi yüzünden her şeyden vazgeçebilirdim. Yorgunluk, bitkinlik, acizlik. Sonuç ise vazgeçmekten vazgeçmek. Evet... Vazgeçmekten bile vazgeçirmişti henüz on sekiz yaşımda. Her şeyi kafamda salıp, cama yaslandım. Yağmur yağıyordu. Biz bütün bu olayları yaşarken zaman da akıp gidiyordu haliyle. Yazın kalpleri ısıtan güneşi gitmiş, yerini kahverenginin en hüzünlü tonlarını alınca dökülmeye başlayan yapraklar almıştı. Yağmur sesiyle birlikte kapadım gözlerimi.

Yarım Saat Sonra

Hareket etmiyorduk. Gözlerimi açtım ve arabanın durduğunu, Ferman'ın da sürücü koltuğunda olmadığını gördüm. Oturduğum yerde camı aşağı indirerek sağa sola bakınmaya başladım. Bu şekilde olmayacağını anladım ve arabadan inmeyi düşündüm. Düşündüm ama Ferman'ın kapıları kilitleyip gitmesi de bir ihtimaldi. İçimden dua ederek elimi kapı koluna doğru götürdüm. Yavaşça aşağı doğru baskıladım ve kapıların açık olduğunu gördüm. Sevinerek derin bir oh çektim ve bir çırpıda arabadan aşağı indim. Şu anda bulunduğum yere bir göz gezdirdim. Kafamda bir çok soru işaretleri oluşmuştu. Ferman neden bizi dağın tepesine, uçurumun kenarına getirmişti ki? Daha doğrusu neden beni burada bırakıp gitmişti? Aslında şu dakika zamanımı bu sorularla boşuna çürütüyordum. Aklıma gelen bir düşünceyle hemen arabanın sürücü bölümünün kapısını açarak kontağın üzerinde anahtarın olup olmadığını kontrol ettim. Anahtarlar oradaydı. Üstelik sadece anahtarlar da değil, Ferman'ın telefonu, cüzdanı, ceketi de yan koltukta duruyordu.

Bütün bu olaylardan çıkardığım sonuç; hayat... Şu hayat denen şey gerçekten benimle oynamaya bayılıyordu. Ne yaparsam yapayım beni bir şekilde ikilemde bırakmayı başarıyordu. Şimdi ben arabayı alıp eski hayatıma mı dönecektim, yoksa Arabanın geldiği yolun aksi tarafındaki sık ve büyük ağaçların olduğu tarafa doğru gidip Ferman'ı mı arayacaktım? Hadi buyur! Çık çıkabiliyorsan işin içinden. Gerçekten, ama gerçekten sürekli seçim yapmaktan bıkmıştım.

Tabi ki vicdanıma söz geçiremeyip Ferman'ın telefonu, ceketi, arabanın anahtarı ve bagajda bulduğum genişçe ve siyah bir şemsiyeyle birlikte ağaçlık alana doğru yürümeye başladım.

Yirmi dakika sonra

Yaklaşık yarım saattir sadece ağaç görüyordum. Sadece ağaç. Yağmur da atıştırıyordu ama ileri dakikalarda bastıracak gibiydi. İyi ki şemsiye almayı akıl etmiştim. Hoş, tek iyi yaptığım şey de buydu ya, neyse. Yürümekten artık ayaklarıma kara sular inmiş, dizlerimde derman kalmamıştı. Bir kaç adım daha attıktan sonra bir ağacın dibine çöküverdim. Öne eğdiğim başımı kaldırarak hafif doğruldum ve nefes alış-verişlerimi kontrol etmeye başladım. Tam o sırada gözüme ihtişamlı bir ahşap ev takıldı. Kapısı yarı açıktı ve bacasında duman tütüyordu. Bir süre gözlerimle evin etrafını gezerek Ferman'ın burada olup olmama ihtimalini değerlendiriyordum. Her ne kadar kendi kafamda değerlendirip kurgulasam da oraya gitmeden orada kimin olduğunu bilemezdim.

Sakince kalktım önüne çöktüğüm ağacın altından. Yanıma, sararmış yaprakların üzerine indirdiğim Ferman'ın ceketini de elime alıp, göz kamaştırıcı ahşap eve doğru ilerlemeye başladım. Eve yaklaştığımda içimi nedenini bilmediğim bir ürperti sarıyordu. Her ne olursa olsun buraya kadar gelmişken geri dönmeye niyetim yoktu tabi ki. Bu nedenle de adımlarımı serileştirdim. Kapının önüne geldiğimde girişte durup sessizce içeride kimsenin olup olmadığını gözlerimle yokladım. Ortalık temizdi. An itibariyle içeriye doğru bir adım daha atmış bulundum.

Her adımımda daha da dikkatli olmaya çalışıyordum ama her adımımda da içerisi biraz daha sessizliğe gömülüyordu sanki içeride kimse yokmuş gibi. Ben içeri girdikçe üzerime sanki biraz daha rahatlık çöküyordu. O rahatlığın bana verdiği komutla elimi kolumu sallaya sallaya girdim girişte durduğum zaman solumda kalan ilk odaya.

Gayet şık ve görkemli duran koyu kahve geniş koltuklar, ahşaptan pencereleri süsleyen açık renk kabarık perdeler, halı görevi gören boydan yeri kaplayan yumuşacık ayı postu ve son olarak kapalı şöminenin verdiği müthiş sadelikle oda gayet şık bir mükemmelliğe sahipti. Odanın büyüsüne öylesine kapılmıştım ki buraya gelmemin asıl amacını unutmuştum. Hızlıca bu görkemli odadan ayrılıp diğer odaya girdim.

Bu oda ötekine benzetilmeksizin bir odadan daha çok harabeye benziyordu. İçinde herhangi bir mobilya yoktu. Duvarları ise sanki yanmış da söndürülmüş gibi, kapkaraydı. Bu odaya ne olduğunu anlamak için içeri girdim ve odayı incelemeye başladım.

Ferman'dan

Yol boyunca çok düşünmüştüm. Acaba şu an ben nasıl bir insandım? Ne yapıyordum? Neden sürekli kırıp döküyordum? Kendimi gerçekten aciz gibi hissediyordum. Hem de annemin ölümünden sonra ilk kez ama bir taraftan da bugün yaptığım şeyden zerre kadar pişmanlık duymuyordum. Sonuçta annemi vahşice katleden adamın oğluydu o. Babası babamın elinden sevdiğini almıştı, o da benim elimden, karımı. Tamam onu sevmiyor olabilirdim ve o da beni sevmiyor olabilirdi ama sonuçta o bir Adıvar'dı ve kimse, özellikle de soysuz Soysalların kapısında ekmek yiyen herhangi biri Adıvar soyadını taşıyan hiç kimseye yaklaşamazdı. O Defne'nin içten "Bedirhan Hocam" dediği herif, benim hayatımı mahveden adamın oğluydu. Şimdi de babasının babama yaptığını bana yapmaya çalışıyordu. Evet, annem bu kadar varımızın yoğumuzun içinde acı çekerek veda etti hayata ama en azından anneme en az annem kadar benzeyen bu kadına da aynı şeyleri yapmalarına izin vermeyecektim.

Bu şekilde eğer eve gitseydik, uyuyan Defne'yi uyandırmak istemediğim için bir şekilde içeri taşımam gerekecekti ama aksi bir durumda uyansaydı yine öfkeme hakim olamayıp canını yakabilirdim. Bu nedenle de doğup büyüdüğüm yere, annem, babam ve benim yani üçümüzün mutlu bir yaşam sürdüğü o eve gelmek istemiştim. Eskiden kalabalık bir kasaba halinde olan bu yer, şimdilerde bütün evlerin yıkılıp devlete satıldığı arazilerden oluşturulan dev ağaçların bulunduğu ormanlık alandı. Bizim de satmamızı söylemişlerdi ama annemin sıcacık yemeklerini pişirdiği mutfağı, beni gıdıklayarak uyandırdığı odamı, annem hasta olduğunda babamla birlikte anneme kahvaltı hazırlayıp üstüne bıraktığımız yatağın bulunduğu yatak odalarını ve her sabah namazından sonra şömine için odun almaya indiğimiz odunluğu nasıl yıkmalarına izin verirdim? Nasıl annemin hatıralarına saygısızlık ederdim?

Bir kere daha annemin hatıralarıyla kendime gelmeye gelmiştim. Arabayı, arabanın içinde de Defne dahil telefonu, ceketimi vs. açık arazide bırakıp eve doğru ilerlemeye başladım. Şimdi de yazları misafir ağırladığımız yemyeşil bahçemizde ufakça bir ateş yakmış, ateşin içine de deli gibi odun atıyordum. Adeta ateşin kendine has tonlarında kaybolmuştum ki Evin içinden gelen seslerle irkildim. Şu pozisyondayken ahşap ve eski evimiz arkamda kalıyordu. Hızlı bir şekilde evi önüme alarak gelen sesin kaynağını bulmak için seslere dikkat kesilmiştim.

İçeriye doğru bir kaç usul adım attım. Ben her eve yaklaştıkça sanki sesler de bana yaklaşıyordu. Bir süre sonra artık evin içindeydim; büyükçe olan salonunda. Sanırsam içeride, hem de annemin odasında biri vardı. Hangi cüretle girmişti buraya bilmiyordum ama az sonra onu enseleyince bu yaptığına bin pişman olacaktı. Yavaşça odanın hafif yanmış kapısına yaslanarak siper aldım. Kafamı azıcık uçtan odanın içerisinde soktum ve göz gezdirmeye başladım. O da ne? Bir kadın mı?

Evet evet şu an içeride bir kadın sağı solu inceliyordu. Hızlıca arkasından yanına yaklaştım ve kolundan tutarak benden tarafa dönmesini sağladım. Bu eylemi gerçekleştirirken konuşmayı planlamıyordum ama şaşırdığımı da gizleyemezdim;

"Defne!"

Devam edecek...

A'VAZ (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin