10.Bölüm: Demokles'in Kılıcı

189 74 287
                                    

Merhabalar!! Yeni yıla yeni bir bölüm ile geliyorum, dilerim güzel bir yıl bizi bekliyordur.

 Ve işte soruşturmanın sonuna geldik. Bölüm sonunda bir açıklama yapacağım lütfen orayı okumadan geçmeyin. İyi okumalar dilerim!

Neyse- Siyah

"Siz ne işe yarıyorsunuz?" Zeynep komiserin öfkeli sesi hastane odasında büyük bir sessizliğe yol açtı. İpek Kozlu'nun ölüm haberini aldığımız da aceleyle hastaneye geldik. İpek Kozlu'nun odasına girdiğimiz de ise o cansız bedeni görmüştük. Oysa kurtulmuştu değil mi? Almıştık o katillerin elinden bu kızı, belli ki kurtaramamıştık. Kurtulmuş olsa şuan nefes alabiliyor olurdu. Gözlerim Bora'yı bulurken onun donmuş ifadesini gördüm. Bora kurtarmıştı bu kızı, gözleri kızın cansız bedeninde takılı kalırken sinirle ısırdığı dudaklarının ütüne yumruk yaptığı elini götürdü. Öfke bedenini ele geçirirken kendi hakim olamayıp duvara bir tekme atmıştı. Kafasının içinde yankılanan sözleri tahmin edebiliyordum. Yanında kalması gerektiğini, ölümünün kendi suçu olduğunu düşünüyordu ama değildi. Gözlerim tekrar yatağın üzerinde hareketsizce yatan kıza takıldı.

İpek Kozlu, on sekiz yaşında hayatının baharında bir öğrenci. Bugün hayata veda etti. Genç kızın beyaz teni solmuştu, sarı saçları omuzlarından aşağıya dökülüyordu. Alnının ortasında boş bir delik arıyorum ama bu sefer ki farklı. Silah kullanılmamış. Boğularak ölmüş, bu tenindeki mora çalan kızıllıkları açıklar. Hastane elbisesi yok üzerinde aceleyle beyaz bir elbise giydirilmiş, ayakları çıplak. Beyaz hareketsiz ellerinin arasında pembe bir nilüfer var. 

Ölüm, insanı ansızın kollarının arasına alıp hapsediyor. Merak ediyorum, ölüm bizi almaya gelmeden önce anlayacak mıyız gerçekten öleceğimizi? Bunun son anımız olduğunu, gördüğümüz son insanın katilimiz olduğunu? İpek Kozlu öleceğini biliyor muydu? İlk cinayette olmasa bile sonra ki cinayetler de biliyor muydu, sıranın ona geleceğini? Ya da kaçırıldığında anlamış mıydı öleceğini? Ne kadar kolay çıkıyor ağzımdan ölüm sözü, alışa gelmiş bir sözcük gibi dökülüyor dudaklarımın arasından. Ölüm dudaklarımdan dökülen bir şarkı, ama şarkıyı söyleyen ben değilim. Ben öldürmedim bu kadar insanı. Ben sadece şarkıyı soğukkanlılıkla tekrar ediyorum. 

Gözlerimin önündeki ceset beni korkutmuyor, üzmüyor. Acıyorum sadece koca bir hayat bu insanların ellerinin arasından kayıp gidiyor. Acıyorum ama katile mi kurbanlara mı? Bu genç kızın yaşayamadığı hayata acıyorum, Duru'nun acı sonuna üzülüyorum. Hak etmiyor bu insanlar bu ölümleri. Ama en çok Duru, Duru ölmeyi hiç hak etmemişti. Hele onca insanın içinde yardım çığlıkları boğazından haykırırcasına çıkarken, hayır hiç hak etmemişti. Duru'nun ölümü ile insanlık da öldü! Uzatılmayan o yardım eli yüzünden on insan daha öldü, öldürüldü. Belki bir tanesi daha ölecek. Peki bu katili haklı kılar mı?

"Hastane de bir an da bir karmaşa çıktı. Bir adam doktorlardan birine saldırdı, ne olduğunu anlayamadan bir kavganın ortasında kaldık. Çok kısa sürdü, kavgayı ayırdıktan sonra geri döndüm buraya. Kızın öldüğünü ancak kontrol için odaya girdiğim de anladım." Yirmili yaşlarının başlarında benimle yaşıt olduğunu düşündüğüm polis olanları bir bir anlattı. Operasyona katılan polislerden biriydi. O yüzden kızın önemini biliyordu, bu yüzden görür görmez Zeynep komiseri aramıştı. Biz de aceleyle buraya gelmiştik.

"Kavga çıkaran adamı merkeze aldınız mı? Ben alacağım sorgusunu." Zeynep komiser, ciddi bir tonda konuşurken sesinden canının ne kadar sıkıldığını anlaşılıyordu. Bir can daha gitmişti, engel olamamıştık.

"Merkez de komiserim, iş büyüyünce bir ekip çağırdık." Zeynep komiser onaylarcasına başını salladığında işi bittiğini anlayan polis odadan ayrıldı. Oda da sadece üçümüz kalmıştık bir de ceset.

NilüferWhere stories live. Discover now