Bölüm 40

785 95 1
                                    

Özgür'le beraber galeriye girdiğimiz sıra içeride gezinen müşterilere keyifle gülümseyip masama geçtim. Sergiyi açtığımızdan beri satışlarımızın çok iyi gittiğini görmek beni sevindiriyordu. Zaten hayatımda giden tek iyi şeyin bu olduğunu düşünürsem garip garip buna mutlu olmaktan başka elimden hiçbir şey gelmiyordu. Bugünün önemini unutmaya çalışarak işime odaklanmak zorundaydım.

Henüz bilgisayarı açmıştım ki Laylay önümüze türk kahvelerini koyduğunda şaşırdım. Normalde karton bardakla latte getirirdi.

"İç!" dedi normalde türk kahvesini nadiren içtiğimi bildiği halde böyle bir şey söylemesi (hatta emretmesi) dikkatimi çekti.

"Kovulmak mı istiyorsun Laylay? Hiç günümde değilim. Hazır yerine biri de bulmuşken şansını zorlamasan mı?" dedim kaşlarımı kaldırıp. Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Laylay gelip karşıma kurulduğunda Özgür ve ben merak içerisinde ona bakıyorduk.

"Falına bakacağım! Lütfen şunu içer misin?" dediğinde güldüm ama ciddi olduğunu anlamam uzun sürmedi. Zaten çok da sıcak olmayan kahveyi bir kaç yudumda içtim ve ters döndürüp Laylay'a verdim.

"Senin bu boş şeylerle uğraşmaktan başka işin yok mu acaba?" diye çıkıştı ona Özgür. Bu ikisinin didişmelerini artık tatlı bulmaya başlıyordum.

"Susar mısın? Sen geldiğinden beri üzerimizde büyük bir kötü enerji var zaten!"

"Sen buradayken bana gerek olduğunu sanmıyorum. Arada bir de olsa uğursuz olduğunu düşünüyor musun?"

Elimi kaldırıp kavganın devamının gelmemesi için, "Yeter. Hadi şu fala bak bakalım. Yüreğim kabarmış mı?" dedim geriye yaslanarak.

Parmağıyla kahve fincanına dokundu ve soğuduğundan emin olunca açtı.

"İçim karardı. Bak görüyor musun şurası nasıl karanlık, nasıl pis işler dönüyor.."

Dediği yere baktığımda sadece kahve telvesi gördüğüm için kafamı sallamakla yetindim. Sonra devam etti.

"Ama öbür taraf ne kadar berrak. Üç vakte kadar güzel haberler alacaksın."

"Uydurma!" dedi Özgür. Bu günün kötü bir gün olduğunu o da en az benim kadar biliyordu. Kafamı başka şeylerle meşgul etmeye çalışsam da bugünün düğün günü olduğunu aklımdan hiç çıkarmıyordum. Ölü evi gibiydim, sessiz bir matem vardı ama hayat da devam ediyordu. Yalnız kalınca acısını çekeceğimi bilerek bunu geciktirdikçe geciktiryordum.

Çalan telefonumla onları didişmeleriyle başbaşa bırakıp telefona cevap verdim. Fulya'nın aradığını görünce heyecanla ayaklandım ve merdivenlere yöneldim. Müdirüyete çıkarken telefonu nihayet açtım.

"Efendim?"

Sesim kesik kesik çıkmıştı.

"Feyra! Ne yapıyorsun?"

"Galerideyim."

"Ah! Gerçekten hiçbir şey yapmayacaksın yani?"

"Ne konuda?" Oldukça kısa tuttuğum konuşmayı Fulya uzattıkça uzatıyordu. Kalbimi acıtmak istemiyordum ama peşimi bırakmayan şeyler vardı.

"Sana inanmıyorum Feyra. Şu an neredeyim biliyor musun? Düğün salonunda! Mete ve Gülden nikah masasında. Gelip durdurmayacak mısın? Şu ana kadar bekledim ama artık buna göz yumabileceğimi düşünmüyorum."

"Fulya! Lütfen bana bunları söyleme. O, beni sevseydi orada olmazdı. Bunları daha fazla dinleyemeceğim!" diyerek telefonu kapatacaktım ki Fulya ufak sessiz bir çığlık attı.

"Ne oldu?"

"Evet dedi! Evet. Anladın mı? O evlendi!"

Telefonu suratına kapattım. Müdiriyete girip kapısını sert bir şekilde kapattığımda binanın salladığını hissettim. Bir yerleri tekmelemek kırmak istiyordum.

"Allahın belası! Pislik. Senden nefret ediyorum!" diye bağırarak ordan oraya deli gibi gidip geliyordum. Kalbim o kadar acıyordu ki kendi ellerimle söküp atmak istemiştim. Sonra aklıma Laylay'ın biraz önce söyledikleri geldi.

Üç vakte kadar güzel bir haber ha?

Gülmeye başladım. Bir süre sonra gülmem kahkahaya dönüştü. Gülücüklerimin arasında "İnşallah o boyun devrilir de dünya evine giremezsin!" diyerek Mete'ye beddua etmeyi de ihmal etmedim. Sesim git gide cılızlaştı ve gülmekten yaş gelen gözlerim, yaşlarını hız kesmeden ağlamam için devam ettirdi. Hıçkırarak ağlamaya başladım.

Kendimi müdiyete kilitlemiştim ve kaç saat burada kaldığımı bilmiyordum. Sakinleşince çıkmayı planlıyordum ama sakinleşemiyordum.

Hepsi bir şaka gibi gelmişti şimdiye kadar. Hep ümit etmiştim. Gelecekti, hatırlayacaktı. Ama bugün o ümitlerim bir bir yıkılmıştı. Gelmemişti. Ben ne zaman pencere önünde çaresizce beklesem, beklediğim hiçbir şey gelmiyordu. İstenmeyen önemsenmeyen taraf olmaktan artık yorulmuştum. Kendime bu acıyı daha fazla çektirmemek adına eve gitmek için ayaklandım.

Kalbimi acılar içinde kilitli bir sandığa koyarak galeriden çıktım. Havanın yağmurlu olması benim zaten kedere boğulmuş ruh halimi daha da kötü yönde etkiliyordu.

Yağmur şimdi daha anlamlı...

Gözlerimi kapatıp başımı sallayarak bu anılardan kurtulmaya çalıştım. Hiçbiri gözümün önünden gitmiyordu. Eve vardığımda karnıma giren bir sancı yüzünden acıyla kasıldım. Kendimi koltuğa atıp bir süre geçmesini bekledim. Elim karnıma gittiğinde ilgilenmem gereken bir sorun olduğunu hissediyordum...

Hayır! Lütfen, şimdi değil...

KORUYUCU -ANAHTAR 2- TAMAMLANDIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin