Bölüm 2

1.6K 137 8
                                    

Anahtarı kilide sokup yavaş yavaş kapıyı açtım. Ağır adımlarla içeri girerken beni, koca bir toz bulutu ve kasvetli bir hol karşıladı. Bu ev, bana ne kadar da soğuk geliyordu artık. İki katlı bu şirin villa önceden bir yuvayken şimdi sadece tuğlalarla örülmüş boş bir yapıydı benim için. Ağlayarak salona geçtim. Duvardaki tablolara gözüm kaydı. Kahverengi üçlü koltuğun üstündeki Son Akşam Yemeği tablosunu seçerken büyükbabamın söylediği sözü hatırladım.

''Herkes katiliyle aynı sofraya oturup yemek yer Rosaline''

Saçlarımın kızıl olmasından dolayı küçüklüğümden beri bana hep böyle seslenirdi. Tabloyu duvardan alıp masanın üzerine koydum. Sonraki tablo bir kadın ve erkeğin öpüştüğü bir resimdi. Kadın ve erkeğin farklılıklarına rağmen hep bir arada olduğunu anlatan bir resim.

Edgard Eliot Fitzgerald...

Büyükbabamla benim en sevdiğimiz ressam. Tablolarında altını, pırlantayı ve elması kullanmasıyla ünlü bir ressamdı ve buradaki altın varaklar insanı büyülüyordu. Onu da alıp diğer tablonun yanına koydum. Eşyaların üstünü örtüyle örttüm. Ne büyükbabamın odasına girmeye cesaretim vardı ne de başka eşyalara dokunmaya. Burada daha fazla kalacak gücü kendimde bulamadım ve yanıma büyükbabamın bana bıraktığı en değerli şeyler olan tabloları alıp, eve kilit vurarak oradan ayrıldım. Büyükbabam artık yoktu... O da annem, babam ve erkek kardeşim gibi gitmişti. Ben de artık bu evde yaşayamazdım.

En büyük hayalimizi gerçekleştirdiğimiz yere gidip orada hayatımı yaşayacak ve çok mutlu olacaktım...

Bir kaç gün sonra...

Bugün kötü bir gün mü? Kesinlikle hayır. Bugün berbat bir gün! Şu an elimdeki kahveyi ve kucak dolusu dosyayı yere düşüreceğim kadar beni etkileyen bu durumla beynimin kısmi bir felç geçirdiğine yemin edebilirim.

Yıllarımın karşılığı olan sanat galerimden eser yok!

Bu görüntüyü görmek beni kurtulması zor bir uçurumdan aşağı itmişti. Her yer dağılmış, heykeller yerlere saçılıp kırılmış, tabloların olması gereken duvarlar bomboştu! Bu görüntünün yıkıcılığıyla neredeyse düşüp bayılacaktım.

"Aman Allahım! Patron neler olmuş burada?" diyen asistanım Laylay'ın (asıl adı Kubilay ama ben böyle sesleniyorum.) sesi çok uzaklardan geliyordu. Tepkisizce hala kapının önünde dikilirken koluma girdi ve beni içeriye alıp oradaki sandalyelerden birine oturttu. Eline telefonu alıp polisi aradığını duyabiliyordum.

Gözlerim yeniden boş duvarlara kaydı. Beyaz duvarlarda tabloların bıraktığı gri lekeler dışında hiçbir şey yoktu.Beynimin inkar ettiği gerçeği yeni yeni algılıyordum. Galerim soyulmuştu! Sergim için özenle seçip hazırladığım tablolar! Gitmişti!

Endişeyle, heykel ve antika eserlerin parçalarının olduğu yığından geçip üst kata yöneldim. Alt katın aksine buraya dokunulmamış gibi görünüyordu. Bu katta profesyonel resim çekimleri vardı. Hayvanlar ve doğa fotoğraflarından oluşan bu kat aşağı katın beyaz sadeliğine oranla daha renkliydi. Bir duvarı ikiye bölen flamingo ve kaz fotoğraflarının olduğu duvara ilerleyip uzaktan görülemeyecek olan kapıdan içeri girdim ve müdüriyete çıktım. Burası büyükbabamla benim işleri yönettiğimiz ofisimizdi. Burası da bıraktığımız gibi düzenli duruyordu. Kasayı açtım, paralarda yada evraklarda herhangi bir eksik yoktu. Gözüm masanın üstüne kaydı. Büyükbabamın oturduğu yerdeki duvara onun gözbebeği olan fotoğrafımızı koymuştum. Fransa'ya ilk geldiğim yıl çektirdiğimiz fotoğrafı. Sonraki duvara öpüşen çifti ve sonrakine Son Akşam Yemeği'ni. Her şey yerli yerindeydi. Ayaklarımı sürüyerek alt kata indim.

"Merhaba ben polis memuru Engin Yıldırım. Siz de galeri sahibi Feyra Ateş olmalısınız."

Dalgın dalgın son merdiven basamağından inerken bana kendini tanıtan adama boş gözlerle baktım. Kendimi o kadar kötü hissediyordum ki en son isteyeceğim şey bir polise ifade vermek olurdu herhalde. Bu yüzden sadece başımı sallamakla yetindim. Kalbimden, gözlerimden hatta avuç içlerimden bile derin bir keder boşalıyordu. Cevap vermediğimi görünce devam etti.

"Tablolar dışında çalınan başka bir şey var mı?"

"Hayır, çalacak bir şey bırakmamışlar zaten!" dedim öfkeyle. Adam anlayışla kafa salladı.

"Öfkenizi ve endişenizi anlıyorum. Bana daha detaylı bir bilgi verirseniz işimi daha iyi yapabilirim."

Ailemi küçük yaşta bir trafik kazasında kaybettiğimde Fransa'daki büyükbabamın yanında kalmaya başlamıştım. Orada konservatuar ve sanat tarihi okuyup resim yapmaya başladım. İyiki de başlamışım. Resim yapmak benim bütün hayatım olmuştu. Küçüklükten beri büyükbabamla tek hayalimiz bir galeri açmaktı. İki yıl önce Türkiye'ye gelmiştik. Geldiğimizden bir kaç ay sonra da bu galeriyi açmıştık. Ses getiren bir açılış olmuş, herkes sergimize hayran kalmıştı. Yeni bir sergi hazırlığı içindeydik ama bir kaç gün önce büyükbabam kalp krizi geçirip bana veda etti. Bense ona söz verdiğim gibi hayatımı bu galeri için adamıştım. Ama artık hayatım dediğim bu yer de ellerimin arasından kayıp gitmişti. Tıpkı ailem gibi...

"Bu galeri benim için manevi olarak çok değerliydi." dedim gözlüğümü ileri itip aradan ufak bir damlayı silerek. Memur Engin'in elinde tuttuğu not defterine bir şeyler karalayıp durduğunu gördüm.

"Bir düşmanınız yada yakın zamanda kavga ettiğiniz biri, birileri var mı? Kişisel bir durum mu olduğunu düşünüyorsunuz?''

"Hayır yok. Türkiye'ye geleli zaten sadece iki yıl oluyor. Burada tanıdığım pek kimse yok."

O sırada kapının önünde, ekibin işinin bittiğini söyleyen adamın sesi duyuldu. Polis memuru Engin Bey bana döndü.

"Pekala, aklınıza herhangi bir şey gelirse bana buradan ulaşabilirsiniz. Arkadaşlarım güvenlik kameralarının kayıtlarını aldı. Sizi bilgilendireceğiz."

Bana kartını uzattı ve ekibini de alıp gitti. O gider gitmez sanki tüm gücüm tükenmiş gibi olduğum yere yığıldım. Hayatımın en önemli şeyleri bir bir beni terk ediyordu. Tutunacak hiç bir şeyim kalmayana kadar da böyle olacaktı ve ben en sonunda işte böyle düşecektim.

Peki şimdi ne yapacağım?...

KORUYUCU -ANAHTAR 2- TAMAMLANDIWhere stories live. Discover now