Bölüm 39

771 95 1
                                    

Mete kol düğmelerini iliklerken aynadaki görüntüsüne baktı. Şık takımının içinde mükemmel duruyordu. Çoğunu sağ tarafa yatırdığı kumral saçlarını eliyle düzeltti. Yakasını kaldırdı ve kravatına uzandı.

Bugün onun düğün günüydü!

Kendini hiç bu kadar ruhsuz hissetmemişti. Hayatının kadınıyla evleniyordu. Mutluluktan havalara uçması gerekirken sanki omuzlarına büyük bir tır binmiş gibi hissediyordu.

Odasına bir annesi bir hizmetliler girip çıkıyordu. Etrafı o kadar kalabalıktı ki bu kalabalıktan boğuluyordu. Tebrik için gönderilen hediyeler, çiçekler, tebrik mesajlarıyla dolu kartlar... Odasında adım atılacak yer kalmamıştı. Hizmetli adam odasına tekrar girdiğinde elindeki büyük kare paket dikkatini çekti. Adam taşırken baya zorlanmıştı. Mete paketin özenle hazırlandığını görünce merak etti. Adamı durdurdu.

"Sen şu çiçekleri organizetöre var de düğün salonuna göndersinler. Burada durmasının bir anlamı yok." diyerek adamı odadan çiçeklerle beraber gönderdi. Oda birden boşalmış gibiydi. Adamın duvara yasladığı pakete baktı. Kurdelenin ortasındaki notu eline aldı. Okurken gözleri o kadar hızlı hareket ediyordu ki başı döndü.

"Saçlarımda, gözlerimde, dudaklarımda çiçekler besliyor muyum bilmiyorum ama yağmurlar anlamını yitirdiğinden beri lotus çiçeğim susuz kaldı. Belki ait olduğu yerde hayat bulur..."

Kalbi acıdı. Notta bir isim aradı ama yoktu. Elleri hızlandı ve paketi açmaya yeltendi.

"Ah seni nihayet buldum!" diyen Gülden'in sesiyle işi yarın kalınca sinirlendi.

"Ne oldu?"

"Çok yakışıklı olmuşsun!" dedi gülümseyerek ve uzanıp Mete'ye tutkulu bir öpücük bıraktı.

"Annem ve babam İzmir'den geldiler, aşağıdalar. Gelip bir merhaba der misin?"

Mete bir pakete baktı bir de Gülden'e. Omuzlarını düşürerek odasından çıkıp aşağı yöneldi.

"Ay, bu eşyalar da biraz eski. Neyse artık düğünden sonra yenilerler."

"Zaten kızımın bu eve gelin gelmesi beni de rahatsız etti. Düğünde de pek kimseyi çağırmamışlar..."

Mete Gülden'in anne ve babasının memnuniyetsiz laflarını duymazlıktan gelerek salonuna girdi. Yarım ağızla kibarca, "Hoşgeldiniz." dedi ve karşılarına oturdu. O bilindik el yine boğazını tuttu ve sıkmaya başladı.

"Düğüne de az bir zaman kaldı. Ben gidip şu kuaförü bir arayayım." diyerek Gülden odadan çıktığında annesi Mete'ye döndü.

"Evlendikten sonra da burada mı oturacaksınız oğlum?"

Mete, düzeninin bozulmasını, yeni evi, yeni eşyaları istemiyordu. Bu ev onun için gayet uygundu. Rahat bir şekilde arkasına yaslandı ve "Evet." dedi.

"Burası bekar evi! Benim kızım burada mı oturacak?" diyen babasına baktı Mete. Kendi babasıyla oldukça yakın olan bu adamı çocukluğundan beri tanırdı ama şu an gözüne oldukça yabancı geliyordu.

"Biz beraber bir yuva kurmak için evleniyoruz. Sizin saçma sapan kaprislerinizi gerçekleştirmek için değil."

Babasının bugün Ankara'dan uçakla buraya geleceği için şükretti aksi halde karşısındaki adama bunları söylediğini duysa kendisini güzelce bir azarlardı.

"Siz yol yorgunusunuzdur. Dinlenin biraz."

Ayağa kalkıp odasına geçti. İnsanlar vazifesi olmadığı her işe burnunu sokmakta bir numaraydı.

Gülden'in hazırlıkları başlamış olacak ki evdeki koşuşturma çoğaldı. Mete de bunu fırsat bilip aklını kurcalayan paketi açmak için odasının kapısını kapattı ve kilitledi. Dünya yansa bile, şu paketi açmadan kimseyle muhatap olmayacaktı.

Elleri pakete uzandı. Kalbi ağzında atıyordu. Neden bu kadar heyecanlanıyordu? Paketin kurdelesini açmaya zorladı ama elleriyle bunu başaramayınca kahverengi kağıdı yırttı ve kurdeleyi boşta bırakarak paketi açtı.

Bir tablo mu?!

Gözüne ilk çarpan şey kızıl bir lotus çiçeği oldu. Yarı eğik yarı açmış bir çiçek. Mete'nin başına felaket bir ağrı saplandı. Gözleri, sarıdan yeşile doğru uzanan ağaçları gördü, en koyu yeşil ağacın gölgesinin kızıl çiçeği koruduğunu. Kahverengi toprağa dokundu. Çiçek bütün umuduyla kök salmıştı. Mete her dokunuşunda elektrik çarpıyormuş gibi hissediyordu. Kafasında çakan şimşekler ona net olmayan görüntüler gösteriyordu.

Mete olmayan yağmurun kokusunu duydu...

Sonra bir ses ona "Gözlerini kapat.." dedi. Kendi sesiydi. Mete gözlerini kapattı. Yine kendi sesini duydu.

"Ne duyuyorsun?"

"Yağmuru duyuyorum..."

Mete birden açtı gözlerini. Duyduğu sesin ait olduğu kadın gözlerinin önüne geldiğinde nefesi kesildi. Boğazındaki kravatı çekiştirerek çıkardı. Karşısında gördüğü kızıl saçlı kızın ona bal rengi gözleriyle nasıl baktığı hatırladı. İçi ısınıyordu. Vücudunu büyük bir buz kütlesi sarmış da yeni yeni çözülüyormuş gibiydi. Mete o günü hatırlıyordu. Resim yaparken nasıl kusursuz göründüğünü, ona bakarken bir saniye bile gözlerini kırpmadığını... Sonra beraber geçirdikleri o geceyi...

Feyra tüm varlığıyla aklına düştüğünde aslında kalbinin bunu ilk andan beri bildiğini anladı. Bedenine çok büyük bir sinir hücum ettiğinde öfkesini kimden çıkaracağını düşündü. Biraz sonra onunla evlenmeyi planlayan Gülden'den mi? Mete'nin fikirlerini önemsemeden hayatını mahvetmeye çalışan annesinden mi? Yoksa bu duruma sessiz kalan arkadaşları Uhud'dan yada Onur'dan mı?

Belki de ona gerçeği söylemeyerek hayatından çıkmasına izin veren aptal sevgilisi Feyra'dan...

KORUYUCU -ANAHTAR 2- TAMAMLANDIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin