30. BÖLÜM - HANGİ PERA?

22.6K 1.7K 496
                                    

Zaman ilerlemiş ve sabah saatleri hızla geride kalmıştı. Günün konsepti değişmemişti fakat kişiler gitmiş geriye sadece bir kişi kalmıştı; Simge...

"Neden bana anlatmadın? Yani tüm bu olanları, sana olanları?" diye sordu Simge. Sesi kırgın gibi geliyordu. Kahverengi saçlarından bir tutam önüne düşerken bakışları da halının desenlerinde gezindi. Sonrasında başını kaldırıp kahverengi, hafif çekik gözlerini bana odakladı.

"İnanır mıydın?" diye sordum bu kez de ben. Cevabı biliyordum; inanmazdı. Kimse inanmazdı. Ben bile yaşayana dek inanmamıştım, o nasıl inansındı.

Başını iki yana salladı Simge. Önüne düşen tutam da başıyla birlikte iki yana savruldu. Yatakta geriye kayıp sırtını duvara yasladığında onu taklit ettim. Gözlerimi kapatıp söyleyeceklerini bekledim. Nitekim çok da beklememe gerek kalmadı.

"İnanmazdım. Yeni bir kitaba başladığını düşünürdüm muhtemelen. Şu çılgın kitaplarından birine..."

Gülüp dirseğimi hafifçe koluna vurdum. Benim sebep olduğum yara sağ kolunda olduğundan canını yakmayacağımı düşünmüştüm ama kurt yeteneklerimde hala uzmanlaşamamıştım. Simge'nin ufak bir nida koparmasıylaysa bir pişmanlık tohumu çöreklendi yüreğime. Canını yakmak istememiştim.

"Üzgünüm," dedim. Adeta bir kedi gibi mırıldanmış olmam fazlasıyla tuhaf gelmişti. "Bu güçlere henüz adapte olamadım."

Simge'nin gülüşü kulaklarıma ulaştı. Uzun sürmeyen bu kahkahası bile bana kızmadığını anlamam için yeterliydi.

"Biliyor musun Pera, buraya gelirken amacımız seni de alıp geri dönmekti," dedi Simge. En başından beri bildiğim bir şeydi bu. "Ama şu an bunu yapmak istemiyorum. Çünkü artık buraya aitsin ve ben bunu görebiliyorum. Ece ve Ceyhun ne yazık ki bunu göremeyecek kadar körler. Hoş, görmek de istemiyorlar zaten. Ne olursa olsun onlar vazgeçmeyecektir, eminim bunu sen de benim kadar iyi biliyorsun. O ikisini umursama olur mu? Ne yaparlarsa ne söylerlerse söylesinler içinden geldiği gibi davran."

Simge'nin sözlerini başımla onayladım. Bazen cidden mantıksız davranabiliyordu ama öyle anlar geliyordu ki en iyi tavsiyeyi de yine o veriyordu.

"Cesur'la konuşmam gerekiyor," dedim oldukça alakasız bir cümleyle. Sürekli erteliyordum bunu çünkü korkuyordum. Hem Dağhan'dan sakladıklarımdan dolayı hem de Cesur'un vereceği tepkiden dolayı. Çünkü ikisine de söz vermiştim, birisini çok seveceğime diğerininse her daim yanında olacağıma dair. Peki hangi sözümü tutacaktım? Dağhan'a yalan söylerken onu çok sevebilir miydim?

"Bence de," dedi Simge. "Ama öncesinde onu bulman gerekiyor çünkü bildiğim kadarıyla en son İstanbul'a gitmişti. Yani sen gittikten bir kaç gün kadar sonra. Hala dönmedi. Yani bulabilirsen konuşursun."

Güldüm. Böyleydi işte. Bir anda ortadan kaybolur sonra belki de aylarca dönmezdi Cesur ama bu şu ana kadar umurumda olmamıştı. Şimdi umursamamın sebebi bir an önce onunla konuşup bu işi bitirmek istememdi.

"Onu seviyor musun?" diye sordu Simge bu kez de. Dağhan'a onu sevdiğimi söylemiştim ama hislerimden bir başkasına hiç bahsetmemiştim.

Usulca başımı salladım. "Evet, seviyorum," dedim. Çok seviyordum onu, aşıktım belki de.

"Peki o seni seviyor mu?"

Hafifçe omuz silktim. Beni sevdiğini söylemişti ama dışarıdan bir gözle bakıldığında bu belli oluyor muydu acaba? Asıl merak ettiğim şey buydu.

"Sence seviyor mu?"

"Bence seviyor," dedi Simge. Bir süre ikimiz de konuşmadık. Sessizliği bölen yine Simge'nin sözleri oldu.

DOLUNAY ||DÜZENLENİYOR||Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin