26. BÖLÜM - CENAZE

23.9K 1.8K 458
                                    

Simge'nin Ağzından...

Ölümü tanımazdım ben. Kimseyi ardından ağlayacak kadar sevmemiştim. Sevdiklerim de zaten ölmemişti. Bu yüzden gelen haber neticesinde darmaduman olmuş kişilere bakarken bomboş hissediyordum. Üzülmüş müydüm, evet ama bu o kadar derinde değildi. Oysa Pera'nın ve kuzenlerinin yüzlerinden bile okunuyordu ne denli yıkıldıkları. Bu yüzden sessiz kaldım. Acılarını yaşamaları gerekiyordu ve biz buna müsaade etmeliydik.

Pera'nın verdiği haber neticesinde apar topar ayrıldık mekandan. Onlar çiftliğe giderken biz Kütahya'ya doğru yola çıktık. Ece ve Ceyhun'un onlarla gitmek istemesini anlıyordum elbette ama ne ölen kişiyi tanıyorduk ne de Pera'nın babaannesiyle dedesini. Orada olmamız oldukça saçmaydı. Zaten onlarda ertesi gün geri dönecekken neden çiftliğe gidecektik ki?

Kazasız belasız, ki iki arkadaşım burnundan soluduğu için kaza yapma ihtimalimiz oldukça yüksekti, şehre vardığımızda saat gece yarısını epey geçmişti. Ece'nin evinin önüne park edilen araçla birlikte kendimi dışarı attım. Toprağı öpme isteğimiyse zar zor durdurabildim. Daha önce bir kaza geçirdiğim için hızdan hoşlanmazdım.

Ben derin derin nefes alıp sağ salim varabildiğimiz için Allah'a dua ederken yanımdan hızla geçip binaya ilerleyen ikiliye baktım şaşkınlıkla. Büyük patırtı kopacaktı, bunu hissedebiliyordum. Arkadaşlarımın peşine takıldım ve onların ardından binaya girdim.

Kütahya, küçük ve sakin bir şehirdi. Hareketli bir yaşantısı olduğu söylenemezdi. İklimiyse fazlasıyla değişkendi. Öyleki 'bir günde dört mevsim' sözünün hakkını veriyordu. Buraya gelirken bunun bilincindeydim elbette, yine de abartıyorlardır diye düşünmüştüm. Ama abartmıyorlardı. Çöllerde gece ve gündüz sıcaklığı arasında büyük bir fark olurdu ya, burada da öyleydi. Gündüz çok sıcakken gece oldukça soğuk olabiliyordu. Bu yüzden üzerimdeki kısa elbiseye lanetler edyordum. Bir taraflarım donmuştu.

Merdivenleri tırmanırken deri ceketimin fermuarını açtım. Dışarıya nazaran bina sıcaktı. Esas anlamadığım şey Pera'nın, İzmir gibi bir şehirde bile üşüdüğü göz önünde bulundurulacak olursa burada nasıl incecik bir kıyafetle donmadığıydı. Onda farklı bir şey vardı ama ben bunu çözemiyordum.

Onun değiştiğini görmüştüm buraya geldiğimde. Asi, deli dolu kız gitmiş yerine duygusal ve empati yeteneği gelişmiş bir kız gelmişti. 'Eski Pera mı yoksa yeni olan mı?' diye sorulsa bocalayacağımdan emindim. Ama en nihayetinde yenisini seçerdim. Çünkü yenisi, aile kavramını tatmış ve sevgiyi öğrenmeye başlamıştı. Eskisiyse ne yazık ki pek çok erdemden uzaktı.

Daireye giren son kişi ben oldum. Kapıyı kapatıp salona doğru ilerledim. Kendimi koltuğa bırakıp salonda volta atan ikiliye baktım. Öfkeliydiler. Öfkeleri belki Pera'nın yanında olamamalarınaydı belki de onun bize gitmemizi söylemesine.

"Bizi istemedi ya!" diye patladı en nihayetinde Ece. Ceyhun da onu onaylarcasına başını salladığında gözlerimi devirmeden edemedim. Bu tarz ufak detaylara takılmalarına anlam veremiyordum. Ailemiz bizi istemiyordu ve biz bile bu kadar büyük bir tepki vermiyorduk.

"Kızın dedesi ölmüş, bizi mi düşünecekti?" Söylediğim cümleyle ikisinin de bakışları bana döndü.

"Elbette bizi düşünecekti!" diye cırladı Ece. "Biz onun en yakın arkadaşıyız! Her anında yanında biz vardık ve o bizi böyle bir durumda istemiyor! Onların yüzünden! Kuzenlerinin!" Ece'nin tükürürcesine söylediği kuzenleri kelimesiyle kaşlarımı kaldırdım şaşkınlıkla. "Beynini yıkadılar onun, bizden çaldılar ve şimdi onlar bizden daha değerli oldu onun için. Oysa her üzüldüğünden yanında olan bizdik. Şimdiyse yerimizi başkaları aldı."

DOLUNAY ||DÜZENLENİYOR||Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin