17. BÖLÜM - SILA

30.5K 2K 1K
                                    

Atilla'nın mükemmel ailesini medyada bulabilirsiniz. Ve tabi bölümde de fazlasıyla isimleri geçecek. 😇 Keyifli okumalar. Seviliyorsunuz. ❤️

~

Birkaç gün içinde kendimi toparlamayı beklemiyordum. O kadar yorgun ve halsizdim ki sanki aylarca yataktan kalkamayacakmışım gibi hissediyordum ama zaman çok hızlı geçti ve bileğim gibi bedenim de kendini hızla toparladı. İyileştiğim gibi yataktan çıkmam kaçınılmazdı.

Üzerime gri bir eşofman ve siyah tişört giydim. Ayağımdaki beyaz çorapları düzeltip terliklerimi giydim. Yaz kış battaniyeyle uyuma alışkanlığımın yanında çorap ve terlik giymekten de vazgeçmezdim. Sarı saçlarımı başımın üzerinde gelişi güzel toplamıştım. Taramaya üşenmeseydim eğer düzleştirirdim ama her ne kadar iyileşmiş olsamda üşengeçliğim yerli yerindeydi.

Kahvaltı için odadan çıktım. Merdivenleri sekerek inip mutfağa geldim. Kahvaltı hazırlarken diğerlerine yardım ettim ve en nihayetinde kurulan sofrada yerimi aldım. Genel bir konuşmanın dışında Asaf Dede'nin kesin talimatına memnuniyetsiz bir bakış atmaktan alamadım kendimi.

Kahvaltıdan sonra ben ve Dağhan ormana gidecektik. Onunla yalnız kalmayı hiç istemediğimden yavru köpek bakışları attığım Asaf Dede'yse başını hafifçe iki yana salladı. Ardından köyde dolaşacağını ve insanlarla sohbet edeceğini söyleyip evden ayrıldı. Derya Teyze ve Samet Dayı'ysa okula gitmişlerdi. Bu yüzden evde yalnızdık ve bu en son olanlardan sonra gerilmeme sebep oluyordu.

"Ne zaman gideceğiz?" diye sordum uzun bakışmamızdan sıkıldığımda. Kollarını göğsünde kavuşturmuş olan Dağhan gözlerini dikmiş bana bakıyordu. Gözlerindeki kıvılcımları çözemiyordum ancak hiç de hayra alamet gibi gelmiyordu bana.

Omuz silkti. Kaşlarını kaldırıp masayı işaret etti.

"Ben mi toplayacağım?" diye sordum. Dehşete düşmüştüm.

"Benim toplayacak halim yok ya," diyerek omuz silktiğinde, zaten gün yüzüne çıkmaya yer arayan öfkem içimde fokurdamaya başladı.

"Sen... Sen nasıl..." diye geveledim. Ne söyleyeceğimi bilmiyordum ve bir türlü cümlenin devamını getiremiyordum.

"Ben ne?" diye sordu Dağhan. Eğlendiği her halinden belliyken, gülümsememek için zor durduğunu görebiliyordum.

"Öküz!" diye bir tepki vermekten alamadım kendimi. En nihayetinde kollarımı aynı onun gibi göğsümde kavuşturup geri yaslandım. "Toplamıyorum ulan."

"Ulan?"

"Evet, ulan. Var mı bir diyeceğin?"

Yeniden omuz silkti. Ayaklarını bana kadar uzattıp bileklerini birbiri üzerine attı. Uzun boyu sağ olsun ayakları bana temas ediyordu ve bu hiç hoşuma gitmiyordu. Bu yüzden hınçla bir tekme savurdum. Keyfi bozulmuş olacak ki paşamız ağzının içinde bir şeyler geveledi. Muhtemelen küfretmişti ama bu umurumda dahi değildi. Hala bana doğru uzatmış olduğu bacaklarına masanın altından şöyle bir bakıp aynı onun gibi yaptım. Sandalyede geriye doğru kaykılıp bacaklarımı onunkilerin üzerine uzattım.

"Yuh Pera!"

Verdiği tepkiye ne kadar gülmek istesem de kendimi tuttum. Bunun yerine ayaklarımı dizlerine yasladım. Pantolonunda toprak izleri bıraktığımdan çok emindim ve o bundan hiç hoşlanmıyordu.

"Pera," dedi uyarır gibi.

"Efendim," diye cevap verdim alaycı ses tonumla. Ee, öyle başa böyle traş olurdu ancak.

"Çek ayaklarını," derken ayaklarımı itti ama bu beni yıldırmaya yetmezdi. Bu yüzden tekrar uzattım ve az öncekinden daha çok yayıldım.

"Sen çektin mi?"

DOLUNAY ||DÜZENLENİYOR||Where stories live. Discover now