Bölüm 2 - Çelişki

111K 4K 590
                                    

Cennetten kovulmak... Ne olduğunu biliyordum. Kanatları kırılan, düşmeye mecbur bırakılan meleklerin düşerken nerede doğru, nerede yanlış yaptıklarının farkındayım. Cennet benim yuvamken, hiç kuşku duymaksızın kendime defalarca sorduğum "Doğru mu yapıyorum?" sorusuna milyonlarca kez "Evet" cevabını verirken Tanrı saklandığı köşeden yüzünü gösterip suçlu ilan ettiğinde oluşan hayal kırıklığının meleğin göğsünde açtığı boşluğun nasıl hissettiğinin farkındayım. Kanatlarının koparılıp alması, kovulması ya da yeryüzüne çarptığında kırılan kemiklerinin acısı göğsünde rüzgar estikçe sızlayan yarayla boy ölçüşemezdi. Hiçbir şey, hiçbir acı bununla kıyaslanamazdı. Bu, belki de hayal kırıklığıydı.

Lakin emin olduğum bir şey varsa içimdeki sesin bana asla yalan söylemediğiydi. İnsan kendiyle çelişirken yalan söylediğinin farkına varırdı. İnsan kendini kandıramazdı. Düşmeyi, ihanetin verdiği boşluğu dolduramazdı. Kaybettiği hiçbir şey ihanetle boy ölçüşemezdi.

Lavanta kokusu duyularımın pencerelerini aralarken zihnimin katmanları teker teker aralandı. Dudaklarıma mühürlenmiş yukarı doğru kıvrımlar tenimin el altına kadar işlemiş, canımı yakmaktan keyif alıyordu. Son pencere aralandığında göz kapaklarımı aşıp gelen parlak ışık yakıcıydı. Yorganı başımın üzerine çekip ışığın geldiği tarafa sırtımı döndüm ve yumuşak, kabarık yorganı başımın üzerine çektim. Yorganın altında lavantanın altında kalmış, tenimden yayılan vanilya, şarap ve ter kokusunu seçebiliyordum.

Benim evim güneş almazdı.

Benim evim lavanta kokmazdı.

Benim yatağım bu kadar yumuşak değildi.

Benim çarşaflarım saten değildi, olmazdı da. Cennetten kovulduğum gece, kemiklerim kırılırken tenimin altında ısınan soğuk çarşaflar satendi. İşte bu yüzden ben satenin güzelliğini asla sevememiş, kucaklayamamıştım.

Üzerimdeki yorganı çabucak itip yatakta doğruldum. Bembeyaz oda sabah güneşinin bütün enerjisini üzerinde topluyor ve acımaksızın gözlerime batıyordu. Gözlerimi kırpıştırarak yattığım yerden kalkıp etrafa bakındım. Battal boy yatak, yatağın iki yanında birer komodin, yatağın karşısında büyükçe bir dolap ve yatağın solunda kalan kapının yanında makyaj masası vardı. Yerler yumuşak, boydan boya halıyla kaplıydı ve odanın her zerresi bembeyazdı.

Güneşin çıplakta kalan karnımı ve bacaklarımı ısırmasıyla gözüme ilişen saten sabahlığa yürüdüm. Üzerimde sadece iç çamaşırlarımın olmasını ve bu evi anlamlandıramıyordum. Neredeydim? Ne yapmışlardı bana?

Ya da ne yapacaklardı?

Sezgilerimi takip ederek yatağın solunda kalan, yakınımdaki kapıyı araladım. Tahmin ettiğim gibi kapı koridora açılıyordu. İçerde cılız keman ya da viyola sesi vardı. Yayların inceliği bana keman olduğunu düşündürüyordu. Sese doğru adımlarken bunun hangi parça olduğunu da çıkarabiliyordum. Devil's Trill. Tartini tarafından gördüğü rüyadan ilham alınarak bestelenmişti ve çok fazla dinlemeyi tercih etmediğim bir parçaydı.

Koridoru arşınlayıp merdivenleri teker teker inmeye koyulduğumda parça başa sarmıştı. Tartini bir gün rüyasında Şeytan ile anlaştığını görür. Tüm dilekleri yerine getirildikten sonra Tanrı'nın bir zamanlarki gözdesi, becerikli kovulmuş meleğinin nasıl keman çaldığını görmek ister. Kemanını Şeytan'a uzatır. Şeytan'ın parmaklarından dökülen notalar Tartini'yi öylesine etkiler ki uyanır uyanmaz kemanını, kalemini ve kağıdını alıp en az onun kadar iyi bir şeyler ortaya çıkarmaya çabalar. Her ne kadar yazdığı eseri güzel kabul edilse de Tartini o gece Şeytan'ın parmaklarından dökülen, parmaklarıyla dans eden kemanın tiz notalarını unutamaz. "Büyüleyici"dir sığ kelime haznesiyle. Öyle etkilenir ki müziği bırakmayı bile düşündürtür bu rüya ona.

Siyahın Vedası | TeslimiyetHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin