16. Mavi ♣

1K 104 30
                                    

Mavi, derin ve delici gözler.

Zift gibi kara bir leke zihnime yayılmadan hemen önce gördüğüm son şey, bir çift mavi gözdü. Her nedense bu berrak rengin diğer tüm renklerden daha asil olduğuna inandırmıştım kendimi, ne beyaz gibi kirlenmeye meyilli, ne de siyah gibi tozu toprağı yutmaya hevesliydi. Mavi, en sıcak renkti ama o sıcaklık Deniz'in gözlerine giden yollarda buz tutmuştu. Deniz'in gözleri mavi rengi aykırı bir hisle buluşturup soğuk, cam gibi ruhsuz hale getirmişti ve o camın saydam yüzeyinde kendi aksimi görmek yüreğimi tuhaf bir gıdıklanma hissi ile dolduruyordu. İki el aynı anda kalbimi avuçları arasına alıp sıkıyor ve tüm duygularım o parmaklardan süzülen kana karışıyor gibiydi.

Ve kalbimden damlamış kan çukurunun içine o eller, o ince parmaklar tarafından itildiğimi bilmek, damağıma hiç geçmeyecek bir zehir tadını yayıyordu. Deniz tıpkı dediği gibi gözünü kırpmadan beni savurduğunda, buzdan yapılma gözlerinin içinde kendi yansımamı görmüştüm; yüzüme korkunun somut izleri bulaşmıştı ve içimde yanan hayal kırıklığının varlığı, gözlerimde yanan aleve dönüşmüştü. Deniz'e güvenmek hataydı; Deniz'e inanmak, Deniz'e bağlanmak, Deniz'e değer vermek, hepsi birer hataydı.

Ağzıma kapatılan solunum cihazını ve dudaklarıma serttçe üflenen havayı hissedebiliyordum, mekanik sesler yığınını rahatça duyabiliyordum, kalp atışlarımı takip eden gösterge ve fokurdayan su sesine benzer şeyler kulağıma çalınıyordu ama insan sesine dair bir ses yığını yakalayamamıştım. Yalnız olmamdan destek alarak gözlerimi aralarken beklediğim şey, boş bir duvarla burun buruna gelmekti fakat biraz ileride, camın ağzındaki koltukta oturan Savaş'ı fark etmemle şaşkınlık ağırlaşıp üzerime çöktü.

Savaş'ın burada ne işi vardı? Onu en son ne zaman gördüğümü hatırlamıyordum ama epey olmuştu, üstelik aramızda ince bir ip üzerinde gidip gelen kıvam bulmamış bir ilişki varken beni ziyaret etme amacını kestirememiştim.

"Selam," diye mırıldandı, uyandığımı fark edince.

Cevap veremeyince gözlerimi acıyla yumarak solunum cihazını ağzımdan çıkarmayı denedim. İlk saniyelerde alışmak o kadar zordu ki, ciğerlerim kül yutmuş gibi hırsla şişerken öksürüklerin ardı arkası kesilmiyordu. Bir ton su içsem bile alevi geçmeyecek türden bir öksürük kriziydi, ciğerlerimin söküleceğini düşündürecek kadar felaket bir hale büründüğünde, Savaş'ın bana uzandığını göz ucuyla fark edebildim. Savaş elle tutulur bir telaşla çıkardığım cihazı tekrar ağzıma yerleştirince içime çektiğim şey nefes değil, bir avuç hayat gibiydi.

"Ne yaptığını sanıyorsun sen? Bu yaptığın ne kadar tehlikeli haberin var mı?" diyerek yatağa uzanmam için omzumdan bastırdı. Katı ve istikrarlı ses tonunun baskısıyla sırtımı yatağa yasladım ve ölüyormuş gibi hızlı hızlı solumaya başladım.

"Bir daha bunu asla yapma," diye uyardı sertçe. Gözüm şu an onu görmüyordu bile, tamamen göğsümü döven kalbimin çarpıntısına odaklanmıştım. Biraz sonra derim yırtılacak ve parçalanan kaburgalarımın arasından kalbim fırlayacakmış gibi hissediyordum.

"Neden buradasın?" diye fısıldadım cihazın içinden. Beni duymayacağını tahmin ama anlamış gibi başını salladı.

"Seni o odadan ben çıkardım," dedi keyifsizce. Yere düştüğümde duyduğum acı, yanağımın çizilişi ve o yaradan sızan kanın sıcaklığı, aklımdaki çürümeye yüz tutmuş anıların arasında hala taptazeydi.

"Ona ne oldu?" Onun sesini duyup yüzünü hatırlamak kalbimin üzerine tükürülmüş gibi hissettiriyordu.

"Bir şey olmadı, işin içinden bir şekilde çıktı." diyerek ağzının içinde gevelediğinde bedenimi dikleştirdim ve açılan yere yerleşerek yatağımın ucuna oturdu. Yüzünde samimi bir ifade vardı ama bu sıcaklık sesine ulaşamamış gibiydi, belki de konu Deniz'in etrafında dönüyor olduğu için bu kadar tatsız bir hava oluşmuştu. Birbirlerinden nefret etmeye yakın sularda yüzdüklerini biliyordum.

NEFESWhere stories live. Discover now