14. Sessizlik ♣

925 85 17
                                    


Kaç saniye kol kola girerek dakikaları, kaç dakika sırt sırta verip saatleri doğurmuştu, bilmiyordum. İçinde bulunduğumuz arabanın kime ait olduğuna ve nerede bulunduğumuza dair en ufak bir fikir tohumuna da sahip değildim. Zihnimin ortasına oturup ötelenmeyen tek bir düşünce vardı ki, bunu ayık bir kafayla hatırladığım zaman kendimi aşağılık biri olarak görecektim ama şu an Deniz'e sarılıyor oluşum, her türlü sıfata göğüs germeye değerdi.

Bir eli omzumda özensizce duruyor, diğer eli rüzgârı okşar gibi camdan sarkıyordu. Beni sıkıca tutmamıştı, tenime değen elleri sahiplik içgüdüsünden çok uzaktı. Onun yerine kafasını benim kafama yaslamıştı. Dökülmeye pek hevesli sarı saçlarım, onun simsiyah tutamlarının arasına karışmış; soğuk tenim, onun yanan ruhunun alevinden peydahlanarak ısınmaya başlamıştı. O kadar güzeldi ki bu an, ölmeyi diledim. Üstüne başka bir şey daha yaşamadan, gözlerimi kapattığımda boğazıma bir yumru oturtacak görüntünün sahibi Deniz olsun istedim. Tek bir koltukta iki kişi oturup kafa kafaya verdiğimiz bu buruk adamın kokusu, eksik kalan boşluklarımı doldursun; bu adamın yıllanmasına sebep olmuş yaşanmışlıkları, benim yaşanmayacaklarıma adansın istedim.

Sanki birbirine değen kafalarımız, aynı düşünceyi paylaşıyormuş gibi tam ben konuşacakken fısıldadı. "Gelecek için ne düşünüyorsun?"

O böyle konuştukça yıllar önce rafa kaldırdığım bir kitabın tozlu sayfalarına kuvvetlice üflenmiş gibi hissettim. Bu gibi geleceği avuçlayan konuları mühürleyip el sürmeyeli ne kadar oluyordu sahi? Hayallerimden vazgeçeli ne kadar oluyordu?

Ciğerlerime dolan nefes, bir an içimde patlar gibi oldu. "Hiçbir şey."

Renksiz bir gülümsemeyle, "Birilerinin her şeyi olmak varken, kimsenin hiçbir şeyi olmak mı istiyorsun?" dediğinde gecenin karanlığına meydan okuyan gözleri, bana döndü.

O gözlerle karşıladığım zaman dilimin ucuna gelen her kelime devrilip parçalanıyordu.

Derin bir nefes alırken, "Kimse beni her şeyi yapacak kadar çaresiz değil," diyerek homurdandım. Gerçek bir ayna gibi önümde duruyorken aksini iddia etmemin bir anlamı yoktu.

Deniz'in bakışları gözlerime değdiğinde, kendimi geri çekme fikri istemsizce aklımda belirdi. Sert ve içinde zerre kadar yumuşaklık barındırmayan buzdan bakışları, beslendiği öfkeyle yüzümde dolaşırken; yüzlerimizin arasındaki mesafe bana arafı anımsattı. Geri çekilmek Cennet, ilerlemek Cehennem.

"Kendini bu kadar küçümsemediğin bir zaman, dünyadaki en çaresiz adam bile olabilirim." dedi Deniz Günsur ve aklımı bulandıracak kelimeleri ardı ardına sıraladı. Bir silahından namlusundan taşan kurşun misali her bir kelime, benim fikirlerimi paramparça ederken saçılan barut kokusu burnuma doldu.

Deniz çevik bir hareketle omzumdaki elini çekip yerime geçmemi söyler gibi yerinde hareketlendi. Üzerimdeki şaşkınlık elbisesini soyunamadan kendi koltuğuma geçerken sessizliğe gömülmeyi seçtim. Açıkçası şu an onun ne dediğine odaklanacak kadar kendimi toparlayamıyordum çünkü aklım tamamen bulutların üstündeydi; diğer her şeye silik bir perdenin arkasından bakıyor gibiydim.

Deniz arabayı çalıştırıp hafif sesli bir müzik açtı, müziğin yanı sıra arka fondan bir adamın radyoculuk yaptığı bir kanaldı. Adamın tuhaf sesi ikimizin arasını kaplarken, Deniz'e olan tüm duygu ve düşüncelerim birbirine karışmış hissi veriyordu. Ondan nefret mi ediyordum, yoksa geçirdiğimiz vakitler gizliden gizliye hoşuma mı gidiyordu? Mantıklı tarafım ilk seçenek için yalvardı.

Karanlık çöküp güneş yavaşça arabanın camlarını baltalamayı bırakırken önümüzdeki yol gözümde büyümeye başlamıştı, Deniz'in içtiği onca içkinin nereye gittiğini de merak ediyordum açıkçası. Alkolün tesirine maruz kalmamış gibi açık ve dik duruşuyla, direksiyonu gayet sağlam tutuyordu. Oysa ben daha gram bir şey içmeden yıllardır içkiciymiş gibi kafayı bulmuştum.

NEFESWhere stories live. Discover now