17. Ruhsuz ♣

1K 85 23
                                    

Sana yaşattıklarım için özür dilerim.

Deniz'in sözleri sanki somutlaşıp acı verecek bir nesneye dönüşebilirmiş gibi kalbimin üzerine yakıcı bir şeyin döküldüğünü hissettim. Bunu, benden özür dilemesini, beklemiyordum; bu yüzden hazırlıksız yakalanmanın verdiği o tuhaf his yumağı içimde büyüyordu. Düşündüğüm zamanlarda, Deniz ve özür dilemek gibi iki zıt kavramı aynı torbaya koymaya hiçbir zaman cesaret edememiştim çünkü zihnimde canlandırmaya çalıştığım her seferde sonu gelmeyen, noktalayamadığım karelerle burun buruna gelmiştim. Sanki bu kelimeler onun dudaklarından dökülürse, zehir kıvamını alırmış gibi hissediyordum ve benden yüzeysel bir özür dilediği an içimde hareketlenen o duygu hala tazeydi, gerçekten yürekten gelen bir özür değildi elbette ama bunu dile getirmesi bile benim için minik bir umut kırıntısı taşıyordu.

"Seni hiçbir zaman anlayamayacağım," dedim güçsüz bir sesle. Çoktan beri kabul ettiğim bir acı gerçeği ilk defa kelimelere döküyordum. "Asla çözemeyeceğim."

Ağzına kadar dolmuş büyük küvetin içine yan olarak oturmuştuk ve ayaklarımız dışarı sarkıyordu, zaman zaman betona çarpan su damlaları ben konuşana dek ikimizin arasındaki sessizliği bölen tek şeydi. Özür kelimesini telaffuz ettiğinden beri ağzını bıçak açmıyordu ve ben de içimde alev alev yanan utanç duygusunun varlığını ancak konuşarak bastırabiliyordum.

Deniz gözlerini sabitlediği noktadan ayırmadan başını bana çevirdiğinde profilinden, gözlerinin rengi çok net seçiliyordu. "Çözülecek bir durumum yok. Sen önünde duran apaçık bir şeyi karmaşıklaştırdığın sürece, bu mantığını bırakamazsın zaten."

Deniz'in bazen beni gerçekten kendimden şüphelendirecek kadar karışık, yetersiz hissettirdiği doğruydu. O konuştuğu zaman yalın haldeki harfler, birbiri üstüne devrilip çözümsüz sözcüklere dönüşüyordu ve benim tek yapabildiğim boş boş bakmakla sınırlı kalıyordu. Tıpkı şu an olduğu gibi.

"Ne demek istiyorsun?" dedim koca bir kafa karışıklığıyla.

Gözleri yüzümde dolanırken ne hissettiğini, ne düşündüğünü çözmem için önsezilerden çok daha güçlü bir yeteneğe ihtiyacım vardı çünkü sert bir çelik kadar sağlam maskesini yüzüne örtmüştü. Bazen o maskenin gerçekten elle tutulabilir bir şey olduğunu düşünüyordum; saydam bir şey duyguları, hisleri ve en önemlisi açık bir kitap gibi okunması gereken ifadeler, bu kadar mükemmel gizleyemezdi.

"Aynı şeyi yapıyorsun, dediklerim sıradan olmasına rağmen onları ilahlaştırma çabasındasın." diyerek kendini beğenmiş bir ifadeyle bana baktı. Bir an içimde onu tersleyip ağzının payını vermek gibi sayrılı bir his belirmişti ama bu isteğe kucak açan tarafımı susturdum, yeni yeni çiçek açan durumumuzu kökünden koparmak istemiyordum.

"Seni neden ilahlaştıracakmışım ki? Basit, sıradan birisin." dedim büyük bir soğukkanlılıkla. Dilimin yalan söylerken takılacağını düşünmüştüm ama aksine, günlük bir şeyi tekrarlıyormuş gibi tavrıma doğal bir rahatlık sinmişti.

"Küçüksün, Ada. Çok küçüksün." Yüzündeki minik tebessüm silindi. "Reşit olmak hiçbir şeyin başlangıcı değil, yani yaşına güvenerek tecrübeliymiş gibi durman başka biri için gülünç bir manzaradan öteye gitmiyor."

Kelimeleri, umutla beslenerek bir anda büyümüş heveslerimi balatalarken ona bakakaldım. Bir insanın bunu bilerek yapabilmesi imkânsızdı, üstelik her seferinde nokta vuruşu yapacak kadar sert konuşması normal birinin sürdürebileceği tarzda bir iş de değildi. Ne zaman bir adım atsa yüzümde beliren aciz gülüş, onun attığı adımları da alarak geriye doğru koşmasıyla son buluyordu.

NEFESWhere stories live. Discover now