7. İyiliklerin Sebebi ♣

2.1K 146 37
                                    


Bana yakışan, benliğimle bağdaşan en güzel şey ölümdü belki de. Birbirinden farklı dört harfin meydana getirdiği bu kelime üzerimde o kadar güzel duruyordu ki, insan ölümü ruhuma kundak edişimdeki aykırılığı düşünmeden edemiyordu. Ama sırtında bir çok anlam taşıyan, söylenişi saniyeleri alan bu sözcüğün derinlerinde gizlenmiş apaçık manalar, korkutuyordu beni. Kimsenin dizginleyemediği ruhumun yakarışlarını, dipsiz bir çukurun yutacak olduğunu bilmek beni ölümden soğutan yegane nedendi. Mezar diye adlandırdıkları kutsal çukura gömülüp sadece kemik kalıntılarından ibaret olacağımı düşündükçe ürperiyordum ve ne kadar kendini özüme benimsettirse de ölüm gözüme aniden yabancılaşıyordu. Ben daha yolun yarısı olarak nitelendirilen otuz yaşına bile varamamıştım, kim on sekiz yaşına reşit olma, yetişkinliğe atılan adım derse desin; çocuktum. Hayatım masaya yatırıldığında ceviz kabuğunu dolduracak bir hatam dahi yoktu.

Benim için ölmek, yeni gidilen misafirlikten çay içemeden dönmek gibi yavan bir durumdu, daha yapılması gereken şeyler vardı. Adamakıllı hatalar yapıp üzülmem, aşık olmam gerekirken yerin dibine postalanacağımı bilmek acıtıyordu. Zamansız ölme fikri biraz da şey gibiydi, daha kızaramadan dalından koparılan, yiyenin ağzında buruk bir tat bırakan elma gibi.

Aslında; arafta kalan zavallının teki de sayılırdım. Savaşmaya, bu hastalığı mağlup etmeye gücüm yoktu. Hayat bana öyle bir tokat atmıştı ki, bıraktığı sadece yanağımda oluşan basit bir iz değildi. Zeminle beni bir edecek kadar sert vurmuştu darbesini.

Her şeye, anlık değişimlere maruz kalan düşüncelerime rağmen; üzerimde ne kadar tapılası durursa dursun, ölmek istemiyordum ama nedenini sorsalar, boşluğa düşerdim. Dünya'nın yer çekimi son bulmuş gibi havada asılı kalır, içimde kaybolan kendimi sorgulama cesaretini bulana dek öylece kalakalırdım. Beni bu dünyaya bağlayan neydi? Kimdi?

Cevapsız sorular aklımı kurcaladığı sırada küçük hastane odamın içinde, yeni uyanmanın getirdiği mahmurlukla dolaşıyordum. Pencerenin önüne gelmemle anlık bir tökezleme yaşasam da üzerime yapışan çekingenlik elbisesini sıyırarak göz ucuyla dışarı baktım. Gözlerimi kısmama sebep olacak bir güneş yoktu havada ama hatrı sayılır bir parıltı seçiliyordu. Pastel renkli perdeler pencelerin üstünü kaplamış, işlevini yerine getirerek tek bir demet ışık kümesi sızdırmıyordu. Odayı daha da hastalıklı bir hava haline getiren perdeleri aralayıp temiz havayı soludum.

El kadar odada yapabileceklerimin sınırına geldiğimde sessiz olmaya çalışarak yatak ucuna oturdum. Üzerime bol gelen siyah kazağımı çekiştirerek, gerginliğimi hafifletmeye çalışıyordum ama pek bir işe yaramıyordu. Deniz benim odamda uyurken sakin kalmam mümkün müydü? Evet, Deniz sırf benim olduğu için zavallı gözüken koltuğumda uyuyordu ve bu yüzden serbestçe davranamıyordum.

Başını koltuğun arka kısmına yaslamış, her hareketinde iyiden iyiye gerinen kaslarıyla uyuyordu. Ne yazık ki uyurken bir bebeği anımsatmıyordu. Kaşları çatık, dudakları derinleyen uykusuna rağmen gergindi. Sadece sert yüz hatları, gözleri kapalı olduğu için bir nebze yumuşuyordu ki bu haliyle bile beni kendisinden uzak tutacak kadar korkutucuydu.

Birkaç kez uzandığı koltuk yüzünden boynunun tutulacağını düşünmüş ve içimi kemiren korkuya rağmen yanına yaklaşacak cesareti kendimde bulmuştum fakat istikrarlı olamadığım için en ufak bir homurtusunda beyaz bayrak sallayarak kedi gibi geri çekilmek zorunda kalmıştım.

Derin bir nefes alıp, artık işini yapmaktan bıkmış ciğerlerime yeni bir sorumluluk yükledim. Ciğerlerim usul usul, kendini fark ettirmeden.sızlıyordu. Başımın ağrısı daimi olduğu, beni hiç terk etmediği için onu belirtmiyordum. Başımdaki o ağrı kafatasımda sıkışmış, matkap gibi beynimi içten içe deler olmuştu. Tüm organlarım vadesinin dolduğunu kanser vasıtasıyla dile getiriyordu aslında. Doktorlarım kabullenmek istemese de gerçek, havası alınan bir balon gibi söndüğümdü. Bunu ben bile kabullenmiştim, neyin çabasıydı bu tedaviler?

NEFESWhere stories live. Discover now