15. İyi Biri ♣

948 90 13
                                    


Donakalıp etkisini yitiren bütün korkak iradem, Sedat Bey'in odasının kapısında eriyip bir avuç tereddüde dönüştüğünde; geri dönmek için uygun bir zaman olmadığını biliyordum ama bu cesur tavırları sergileyip tüm riskleri Deniz uğruna göz önüne alıyor olmam, tamamen kışkırtıcı bir sebepti.

Kapıya vurarak, Sedat Bey'in ağır sesini duyana kadar bekledim ve ardından, tahtadan yapılmış gibi kaba sesiyle, "Gelebilirsin, Ada." diye seslendi. Aramızdaki kalın tabakalı kapıyı gözden geçirince şaşırmamaktan kendimi alamadım. Kapı camdan yapılma değildi, bu yüzden beni bu şekilde fark edeceğini sanmıyordum ve yakınlarda kameraya benzer bir cihaz da yoktu. Ben olduğumu nasıl anlamıştı?

Gram isteksiz içeriye girdiğimde, bekleyeceğim en son şey yenilenen bir rehberlik servisiyle burun buruna gelmekti. Bembeyaz duvarlar, uyumlu eşyalar ve her yerden el sallayan, abartılı çiçekler. İçimden yoğun bir istekle göz devirmek geldi. Beyaz duvarların her bir köşesi, israftan kaçınılarak renkli eşyalarla kapatılmıştı ve eğer pencerenin kenarında çıplak bırakılan kısa bir alan olmasa, duvar rengini çözemeyeceğimi de biliyordum. Ellerine bir kalem aldıktan hemen sonra, kaş yaparken göz çıkarmak deyimini duvarlara apaçık kazımış gibilerdi.

"Merhaba, Ada." diyerek samimiyetsiz bir gülüş sergiledi. "Hoşgeldin."

Bakışlarında öyle bir oyun vardı ki, karşısındaki insana kendini ansızın değersiz hissettirebiliyordu ve sanki şu an bunu deniyor gibi bir hali vardı. İtici, soğuk ve oldukça kabaydı.

Masanın önünde duran, deri koltuklardan birine otururken, "Ben olduğumu nasıl anladınız?" diye sordum. Açıkçası bu adamın insanı ürperten bir yanı daha vardı, bastırmaya çalışmasına rağmen somutlaşsa gecenin karanlığında, çıplak gözle bile görülebilirdi.

"Bu aralar beklediğim tek misafirsin. Kapıdan giren herkese aynı şekilde sesleniyorum," diyerek beni şaşırtacak bir itirafta bulundu. Sedat Bey tarafından beklenen biri olmak gururumu okşamamıştı ama şaşırmıştım. Şaşkınlık yüzüme yayılmadan kendimi toparladım.

"Neden?"

Suratını gururlu bir ifade yaladı. "Çünkü Deniz'e katlanman için kendime biçtiğim süre bu kadar. Daha fazla dayanamayacağın konusunda, hemfikir olmalıyız."

Deniz'in mavi gözleri karşımda duran duvarda belirdiğinde, ağzımı düğüm etmiş gibi laflarım boğazımın gerisinde tıkalı kaldı. Onun gözleri, belki de tek başına dünyayı devirebilecek kudretteydi.

"Deniz'le iyiyiz," diye homurdandım. "Onu şikayet etmek için gelmedim,"

Sedat Bey'in elindeki kalem ucunda biriken mürekkebi dışarı salarak masanın üstüne düştüğünde, adamın yüzünde can bulan ifade korkunç kelimesinin her bir harfini içinde saklıyor gibiydi. Kaşları çatılmış, iri burnu öfkeyle şişmişti ve boynunda duran silik yara izi gerilmişti.

"Neden geldin?" Bu adamdan nefret etmek için altı dolu bir neden daha; eğer işine gelmeyen bir şey kulağına çalındıysa o an soluduğunuz havayı zehir tadına çevirebilirdi ve şu an yapmak üzere olduğu şey tam da buydu.

"Çünkü sizin Deniz'den nefret etme sebebinizi bilmek istiyorum." dedim içimde kıpırdayan bir cesaretle. "Aynı şekilde onu neden benimle baş etmesini zorunlu kıldığınızı da bilmek istiyorum,"

Gözlerinin altına sinmiş yaşlılık belirtileri, öfkesini püskürtür gibi belirginleşti. "O seninle baş etmiyor, sen onunla baş ediyorsun."

Ona düz düz baktım, "Çocuk kandırmıyorsunuz. Bunu ilk sefer anlamadım ama şu an Deniz'in bir şey uğruna bana katlandığını görmemek için kör olmak gerek."

NEFESOù les histoires vivent. Découvrez maintenant