30.YARA

296 23 282
                                    

"Bir dik duruşun; kaç yenilgi, kaç gözyaşı, kaç kalp ağrısı ettiğini bilemezsiniz.”

     - Frida Kahlo

   Ruhum, bedenimden çıkmış geri sadece ölü bir beden kalmış gibi hissediyordum. Tam kalbimin üstünde bir yara vardı. O yaranın üzerinde keskin bir bıçak vardı. Sürekli bıçağı yarama itip, canımı daha çok yakıyorlardı. Yaram, iyileşmek yerine daha çok kanıyordu.

   Annem hep; önemli olan yaran değil, yaranın iyileşmesine sebep olan melhemdir, derdi. Bir yaranın ihtiyacı olan tek şey melhemdir. Melhemi bulduktan sonra o yaranın acısı önemsiz kalıyordu. Melhem yaraya derman olurdu. Bazı melhemler var olan yaranın üzerine sürülmezdi. Çünkü o melhemler o yaraya ait olmazdı. Benim melhemim hep Vuslat Arda'ydı. İyişleşmem için melhem diye önüme başka biri getirseler yaram iyileşmek yerine kanardı.

   Benim yaramı açanla, yaramı iyileştiren aynı kişiydi.

    Ne acı. Kalbimin katili ve melhemi aynı kişiydi. Hoş bundan rahatsızlık duymuyordum. Vuslat'ın ben de açtığı yaranın bile acısına katlanıp, Vuslat açtıysa bir bildiği vardır derdim. Şimdi yüreğim aksini söylüyordu. Sol yanım, boştu. Ellerim, boştu. Kalbim, bomboştu. Bas bas bağırıp bana Vuslat'ı geri verin diyerek bağırmak istiyordum. 

    Az önce yurdun şatafatlı giriş kapısından geçerken kısa bir süre kendime bakma fırsatım olmuştu. Kapının yansımasından gördüğüm kız ben olamam diye düşündüm. Çünkü bu kız çok yaralıydı. Efnan, olamazdı. Dizleri çamurluydu. Evet, buraya gelirken kozalak almak için düşmüştüm. Şu an çantamın içinde olan kozalak yüzünden aynı yerde düşmüştüm. Bu sefer ne acıdır ki beni düştüğüm yerden kaldırmaya Vuslat gelmedi. Vuslat yoktu, gelmedi. Ben bugün ne acıdır ki Vuslat'sız kalmıştım.

   Aynada gördüğüm kız, Melek'ti. Acı ile bütünleşmiş geriye sadece ruhsuz bir beden taşıyan o kız çocuğuydu. İtiraf etmesi güçtü ama sanki yansımamdan gördüğüm kız çocuğu, kırmızı kapılı odadan çıkan kızla aynı duyguları yaşıyordu. O gün zihnim ve aklım pek yerinde değildi ama ertesi gün kalktığımda her şeyi çok net hatırlıyordum.

    Çocuk ruhum siyaha bürünmüş, karanlıkta kalmış gibi hissetmiştim. Bir yangın vardı ve bu yangın beni yakmıştı. Ben o yangından sonra geriye kül kalmıştım. Yanan yüreğimdi, küllerini toplaması bana düşmüştü.

   Çamurlu ellerime bakıp iç çekerken dağınık saçlarımı aldırış etmeden çantamı yerde sürüyerek soğuk ve hissiz koridorda yürümeye devam ettim. Üzerimdeki siyah kabanımın kemeri yere doğru sarkıyordu ama elimi atıp onu düzeltmek için bile halim yoktu. Perişan haldeydim.

   Ağır ağır merdivenleri çıktım ve yüzleşmekten korktuğum o odanın karşısına tekrar dikildim. Kırmızı kapılı oda. Benim hayatımın dönüm noktası tam olarak bu odaydı. Bu oda benden almaması gereken çok şey almıştı. Başım ağrıyordu. Birkaç gündür uykusuz kaldığımı düşünürsem başımın ağrısı doğru bir zamanda ağrıyordu. O an zayıfladığımı anladım. Önceden giydiğimde üzerimde zarif bir şekilde duran kabanımın içinde şimdi yokmuşum gibi hissediyordum. Evet, zayıflamıştım. En son ne zaman yemek yediğimi bile hatırlamıyordum.

   Gözlerim uyku diye direniyordu ve göz kapaklarım sürekli kapanık duruyordu. Kendimi kirli hissediyordum. Doğru dürüst kendime vakit ayırıp aynaya bile bakacak zamanım olmamıştı. Şu an lağan suyuna düşsem muhtemelen üzerimdeki kir umurumda olmazdı. Zaten yeterince boğazıma kadar pisliğe batmıştım. Daha ne kadar kirlenebilirdim ki?

VUSLAT ÇIKMAZIWhere stories live. Discover now