2.GEÇMİŞ

875 37 159
                                    

"Gecenin uslanmaz çocuklarıyız. Gökteki yıldızlar kadar umutlarımız var ama her defasında unutuyoruz kapkaranlık bir boşluğun içinde olduğumuzu..."

      -Fatih Alıç

    Somurtarak camdan dışarıya bakarken kar tanelerini izleyip kendi kendime düşünce aleminde geziyordum. Tam karşımda oturmuş olan ve boş boş konuşan Çağrı'yı dinlemek yerine kendi içimde zihnimi dinliyordum.

   Çağrı, gerçekten ama gerçekten boş herifin tekiydi. Dudaklarından çıkan hiçbir cümlenin anlamı yoktu. Kendisi gibi sözleri de boştu. Burada, karşısında oturuyordum. Benimle sohbet ediyordu ama sözleri bana geçmiyordu. Gerçekten ben neden şuan burada oturmuş aptalın tekinin yeni aldığı telefonunun özelliklerini dinlemek zorundaydım? Çağrı yeni telefonunun kamerasını açıp kamerayı kendisi ile birlikte bana doğrulttuğunda yüzümü buruşturdum. "Çeker misin şunu?" diyerek söylenirken beni umursamadan fotoğrafımızı çekti. Oflayarak Çağrı'ya bakarken elindeki son model telefonunu alıp ayağımın altında parçalamak istedim. Onu yaparsam Neslihan Keskiner beni yok ederdi.

    Benim kendime göre büyük dertlerim vardı. Neredeyse bütün gün yarın gerçeklesek olan davete gitsem mi diye düşünüyordum. O davete gidersem Cengiz Saygılı'yı öldürmeden geri dönmezdim. Emindim, o yurda gidersem Cengiz Saygılı'nın katili olacaktım. Bunu çocukluğum için yapacaktım.

   Oflayarak camdan dışarıya bakarken gözlerim sokak arasında saklambaç oynayan çocuklara kaydı. Birbirinden farklı neşeli sesleri ile bağırıp oyun oynuyorlardı. Onlara uzun uzun bakarken aklıma küçükken oynadığımız oyunumuz geldi.

   Bizim kimsenin bilmediği çok oyunumuz vardı. Sessiz Çığlık adını verdiğimiz bir oyunumuz vardı. Hepimiz sıraya dizilir aramızda hangimizin canı yanıyorsa onu güldürmek için çalışırdık. Eğer canı acıyan kişi gülerse onu güldüren kişi oyunu kazanmış olurdu. İçimizde acı dolu bir çığlık vardı ama yüzümüz gülüyordu. Bu yüzden oyunun adı Sessiz Çığlık'tı. Oyunda her zaman beni güldüren kişi Vuslat Arda Demir olurdu. Beni güldürmek için değişik hareketler yapmasına gerek yoktu. O bana bakıyordu, tam olarak gözlerimin içine bakıyordu. Birkaç saniye sonra o kadar güzel gülüyordu ki, dudaklarım benim iznim olmadan kıvrılıveriyordu.

    Beni güldüren ve gülüşümü alan aynı kişiydi. Ne acı.

    Çağrı elini masanın üzerinde duran elimin üzerine koyduğu an yerimde sıçrayıp ters bir bakış atarak direkt elimi çektim. "Efnan?" diyerek gözlerimin içine baktığında ona içimden bağırmak istedim. Rahat bırak işte. Bu dünyada birlikte olamadığım arkadaşlarımı kendi dünyamda yaşatmama izin ver. Kendi içimde nefes almama izin verin bana ya.

"Bugün pek bir düşünceli görünüyorsun? Sorun ne Efnan?"

   Çağrı'dan böyle bir soru beklemiyordum. Gerçekten o an bu düşüncesi ile beni şaşırtmayı başarmıştı. Onun gibi bencil biri nasıl olurda karşısındaki kişiyi önemser olmuştu, aklım almıyordu. Solgun yüzümü Çağrı'ya çevirip kısa bir süre ona bakarken, "Sorun yok." diyerek mırıldandım. Sorun var, Çağrı. Sorun benim hiçbir yere ait olamamam. Mesela ben bu masaya, senin yanına, bu mekana ait değilim. Ben sokağa aitim. Ben arkadaşlarıma aitim. Anlıyor musun Çağrı? Anlamazsın, sen beni asla anlayamazsın.

    "Evden çıkmadan önce biraz annemle atıştım." diyerek ona açıklama yaptığımda başını usulca sallayıp, "Yine seni ders diyerek boğdu mu?" diye sordu. Çağrı'nın bugün bana olan hassasiyeti gözlerimi yaşartıyordu. Başımı evet anlamında salladım. Omuz silkip, "Boşver, güzelim." dedi. Sırtını sandalyesine yaslarken devam etti.

VUSLAT ÇIKMAZIWhere stories live. Discover now