17.DENGE

538 28 190
                                    

"Her şeyi zamana bıraktık. Zamanımız var mi bilmeden."

     - Özdemir Asaf

   Canım acıyordu. Evet, o an içinde bulunduğum çıkmazda kendimi en iyi özetlediğim iki kelime buydu. Sözcükler fazla öteye gitmiyordu. Kelimelerim, zihnimden uçup gitmişti. Neyin savaşını veriyorduk? Biz neden sürekli yeniliyorduk? Aldığımız yenilgiler ne uğrunaydı? Hangi günahın bedelini sekiz çocuk çekmek zorundaydı?

   Küçükken Cengiz ne zaman bizi dövse ne zaman bize zarar verse hatanın biz de olduğunu düşünürdüm. Sanki elli çocuk, bu yurtta kalmaya mahkumduk gibi hissederdim. Yazgımız buymuş derdim. Ailelerimize kızmazdık. Kendimize kızardık. Hatayı hep kendimizde arardık. Ben yurda girdiğim günden beri bir kere bile annemi öldüren babama kızmamıştım. Halbuki beni  yurda sürgün eden babamdı. Hayatımdaki her acının sebebi kabusum olan babamdı. Babama kızmak haddime değilmiş gibi hissediyordum. Hata, bizdeydi. O yurtta başımıza gelen her şey bizim hatamızdı. Suç, Cengiz'di. Mağduru, bizdik.

   Kafam allak bullak bir şekilde derin düşünceler içinde kendimle savaş veriyordum. Üzerime kitli olan kapı, Ceyhun'un odasıydı. Ruh hastası bana burayı layık görmüştü. Oflayarak yaklaşık bir saattir içinde bulunduğum odaya bir kere bile bakmadığımı fark ettim. Ceyhun kapıyı kitler kitlemez kapının önünde oturup öyle kalmıştım. Yerimde hareket dahi etmemiştim. Kendimi tuhaf hissediyordum. Garip. Gözlerim Ceyhun'un odasında gezinirken sorgulayan bakışlar attım.

    Sanırım Ceyhun'un bu odadan başka kaldığı bir yer yoktu çünkü odası bizim odamıza kıyasla fazla doluydu. Duvarlarda yazılar vardı. Harkaza'ya ait notlardı. Çalışma masası bir sürü evrak ile doluydu. Kağıtlar deste deste dizilmişti. Yatağı topluydu ama üzerine yatılmış gibi örtüsü kırışık duruyordu. Yatağının yanındaki minik çekmecenin üzerinde geçen gün benimle çekildiği fotoğraf çerçevelenmiş bir şekilde duruyordu. Derin bir nefes alırken kulağıma gelen sesler ile birlikte dikkatimi kapıya çevirdim.

"Ceyhun şu kapıyı aç yoksa kapıyı kırar ant olsun diye parçalarını götüne sokarım!"

    Vuslat'ın sesi kulağıma dolduğunda heyecanlı bir şekilde yerimden kalkıp, "Vuslat Arda!" diyerek bağırdım. Saat kaçtı bilmiyorum ama Vuslat'ın cezası çoktan bitmiş olmalıydı. Tahmini bir saattir bu odada esir olduğumu düşünürsem saat sekizi geçmişti.

"Anlaman için hangi dilde konuşmam gerek, Vuslat Demir? Cengiz Abi gelene kadar Efnan çıkamaz!"

"Liderin olarak sana emrediyorum! Eğer sözümü dinlemezsen yaptırıma tabi olacaksın! Sorumluluk benimdir, kapıyı aç! Tekrar etmeyeceğim, Ceyhun. Bu gece odanda kapısız yatmak istemiyorsan beni yorma."

    Ceyhun sonunda pes etmiş olacak ki kulağıma kapının kilidinin açılma sesi geldi. Meraklı gözlerle kapıdan uzaklaşırken kapı açıldı. Aralanan kapının ardından Vuslat'ın yüzünü gördüm. Öfkeliydi. Öfkeliydi demek az olurdu. Öfkeden deliye dönmüş gibiydi. Yüzünde nefret dolu bir bakış vardı. Yeşil gözleri benimle buluştuğu an direkt ona doğru koştum. Anında beni kolları arasına aldı. Tamam, ait olduğum yerdeyim. Ben Vuslat'ın boynuna aittim. Tam boynunun orada kendine has bir kokusu vardı. Beni mest eden derin bir kokuydu.

   Vuslat Arda elini belime koyup başımı kalbinin üzerine yasladı. Huzurlu bir şekilde onun kollarında nefes aldım. Uzun süredir delirmek üzereydim ama şimdi kendimi huzurlu hissediyordum. İlacım, Vuslat Arda Demir'di. Bana iyi gelen kişiydi ve  onun kollarında benliğimi buluyordum.

VUSLAT ÇIKMAZIWhere stories live. Discover now