Ölüyor olmanın yan etkisi - 7

35.2K 3.2K 156
                                    

Bu bölüm aslında, "Akmayan gözyaşında kaybolan hatıra" adlı bölümün devamıydı fakat talihsiz bir şekilde silindi :( Tekrar yazdıktan sonra, bu kısmı ayrı bir bölüm olarak ekliyorum. (bu yüzden biraz kısa) Umarım okur ve seversiniz :)

Devasa binalar, zaten zayıf olan gün ışığını emiyor ve etrafı gece karanlığına dönüştürüyordu. Üstelik, sokaklar Hira'nın gökyüzündeyken incelediği gibi heyecan verici görünmüyordu, hissettiği daha çok endişeydi. Kız, uzunca bir süre yürüyüp sonunda kaybolduğuna emin olduktan sonra, bulunduğu sokağın karşı tarafında gördüğü pazar yerine yöneldi. Eski püskü kıyafetler içindeki insanların, birbirlerinin yüzüne bakmadan yürüdüğü garip bir pazar yeriydi burası. Hira, antika ayna satan bir tezgahın önünde durdu ve aynalardan birini eline alıp incelerken, şişman ve suratsız satıcı adama:

"Buralardan geçiyordum ve yolumu şaşırdım, bana büyük trene giden yolu tarif edebilir misiniz?" diye sordu. Adam, kızı baştan aşağı süzdükten sonra kafasıyla ileriyi işaret etti ve anlaşılmaz birkaç cümle mırıldandı.

Ancak Hira adamı dinlemiyordu. Yürürken de takip edildiği hissine kapılmıştı ancak bunu kendi gereksiz paranoyasına yormuştu. Ne var ki elindeki antika el aynasından, arkasındaki tezgahın köşesinde gizlenen siyah maskeli adamın, kendisini gözlediğini görebiliyordu. Oldukça yardımı dokunduğunu düşünür gibi kendinden hoşnut görünen satıcıya teşekkür ettikten ve elindeki aynayı almayacağına onu ikna ettikten sonra aynayı yavaşça yerine koydu ve pazar yerinin çıkışına doğru ilerledi. Ani bir dürtüyle, yaptığı bu aptallığı tarihe gömmeye ve geldiği gibi sessizce malikaneye dönmeye karar vermişti. Bu tecrübeyi kimse bilmeyecek, kimse duymayacak hatta kendisi bile unutacaktı. Ne var ki pazar yerinden çıktıktan sonra, geldiği yolu heyecandan unuttuğunu fark etti - heyecanlı olmasa da hatırlayabileceğini sanmıyordu aslında - ve iyiden iyiye karanlığın çöktüğü sokaklarda hızlı adımlarla, deli gibi çarpan kalbini unutmaya çalışarak ilerledi. Gördüğü hiçbir yer, hiçbir sokak ona tanıdık gelmiyordu. Başka bir dönemeçten sağa döndükten sonra, iki devasa bina arasına sıkışmış dar ve öncekilerden çok daha ıssız bir sokağa girdiğini fark etti. Heyecandan gürültülü bir hal alan nefesi, arkasında fare sessizliğinde yürüyen adamın adımlarını bastırıyordu. 

Hira, elindeki çipi daha sıkı kavradı ve koşmaya başladı. Eğer adam kötü niyetliyse, kendisi gibi o da koşacaktı ve bu iş daha fazla uzamayacaktı. Eğer iyi niyetli biriyse de yersiz korkusundan kurtulmuş olacaktı. Arkasından başka birinin koşma seslerinin gelmediğine emin olana dek koştuktan sonra durdu, rahatlayarak ellerini dizlerinin üzerine yerleştirip soluklandı. Nefesi düzene girdikten sonra doğruldu ve doğrulduğu anda başına aldığı şiddetli darbeyle yere düştü. Deli gibi ağrıyan ve dönen başına rağmen, kanındaki yüksek doz adrenalin, bilincini korudu. Ellerinden destek alarak ayağa kalktı ve arkasını döndü. Bozulmuş dengesi yüzünden dik duramıyordu. Karşısındaki siyah maskeli adamın görüntüsü bulanık ve belirsizdi. Hira, adamın üzerine doğru yavaş adımlarla yürüdüğünü gördüğünde, geri çekilmeye başladı.

"Ne istiyorsun?" dedi titrek bir sesle.

"Sence?"

"İstediğin paraysa..." Adam, maskenin ardından gülümsedi.

"Paranın canı cehenneme."

Adam, Hira'nın kaçamayacağı kadar hızlı adımlarla yaklaşıp arayı kapattığında, kız güçlü bir çığlık attı.

"İstediğin kadar çığlık at. Bu mahallede kimsenin umrunda değilsin, Taşıyıcı." Taşıyıcı kelimesini tükürür gibi söylemişti.

Maskeli adam, morartacak kadar sıkı tuttuğu kolları arkaya çevirip, kızı gürültüyle yüz üstü yere yatırdı ve sırtına bastırdığı diziyle çamurlu asfalt yola sabitledi. Hira, artık çığlık atmıyor, ağzına giren toprağı dahi önemsemiyordu. Burada böyle hakarete uğramaktansa, kara delikte yok olup gitmeyi tercih ederim diye düşündü. Adam, kızın pelerinini çözüp fırlattı ve elindeki bıçakla, elbisesinin arkasını yırttı. Hira:

"Lütfen..." dedi kısık bir sesle.

Ne var ki adamın güçlü elleri, kızın ensesinin sağındaki kolye girişine asıldığında, kısık ses, yırtılır gibi bir çığlığa dönüştü. Kolye ucu, tutunduğu atar damardan ayrılmamak için direnirken, Hira çektiği acıyı tarif edecek bir kelime bulamıyordu. Sonunda, kolye teninden korkunç bir sesle sıyrıldı ve Hira, enerjinin yarısının kolye ucuyla birlikte yok olduğunu hissetti. Kalan enerjisi, ancak gözlerini açık tutmaya yetiyordu.

Buraya kadarmış diye düşündü. Hayatı, gözlerinden bir film şeridi gibi geçmedi; hatırlamaya ya da yeniden yaşamaya değer hiç bir şey kalmamıştı geriye. Daha mutlu ve daha uzun yaşamak isterdim...

Adamın bu işkenceye çabuk son vermesini diledi. Hira, ensesinde kalan son kolye ucundaki enerjiye tutunur ve biraz sonra onun da yok olacağını düşünürken, sırtındaki ağırlığın aniden kaybolduğunu hissetti. Güçlü bir yumruğun, birine çarparken çıkardığına benzer sesi duydu. Ona bir ömür gelen süre boyunca, yapabildiği tek şey karşısındaki binanın renksiz duvarına boş gözlerle bakmaktı. Kafasındaki kan, gözlerine akmaya başladığında, görüşünü de kaybetti. Arkasında bir yerde, darbe sesleri, gürültülü soluklara karışıyordu.

Biri ağız dolusu küfretti ve uzaklaşan ayak sesleri, ıssız sokakta boğulup gitti.

Birkaç saniye sonra, birinin yanına yaklaştığını fark etti ve bu kişi her kimse, tıpkı yeni doğan bir bebeğe sarılır gibi şefkatle kendisini sırt üstü çevirdi ve kucağına aldı. Hızla yürüyen çocuğun güçlü kolları içinde sarsılıyordu kız.

"Hira." dedi ses. "Hira, dayan. Bırakma, tamam mı?"

Kız, kendisini kurtaran çocuğun sesindeki endişeyi silmek, onu yatıştırmak istiyordu ancak yapamadı. Belki de ölüyor olmanın yan etkisiydi bu.

"Hira." dedi çocuk. "Beni bırakma, tamam mı? Beni yalnız bırakma."

Hira, annem yaşasaydı bana böyle seslenirdi diye düşündü. Daha önce hiç kimse adını böyle okşar gibi söylememişti.


KOLYEWhere stories live. Discover now