SANRI ADASI

By Setenaybulutlarda

6K 887 2K

Uyumadan önceki uzaklığını yitirmiş bedeni, bedenimin hemen yanındaydı. Ne gözlerini kapatıp bakışını kesiyor... More

Tanıtım ⚜️
1.bölüm "Kiraz Ağacı"
2.bölüm "Kadın"
3.bölüm "Kedi"
4.bölüm "Cefâpişe"
5.bölüm "Emin"
6.bölüm "Bisiklet"
8.bölüm "Bars"
9.bölüm "Yetkin"
10.bölüm "Beyaz at"
11.bölüm "Deniz Feneri"
12.bölüm "Gülenay"
13.bölüm "Güneş"
14.bölüm "Türkü"
15.bölüm "İtiraf"
16.bölüm "Kavga"
17.bölüm "Karakol"
18.bölüm "Hastane"
19.bölüm "Ortancı"
20.bölüm "Melodi"
21.bölüm "Destan"
22.bölüm "Gün Körfezi"
23.bölüm "Fotoğraf"
24.bölüm "Neva"
25.bölüm "Kuzenler"
26.bölüm "Giray"
27.bölüm "Dövme"
28.bölüm "Aksiyon"
29.bölüm "Aytaç"
30.bölüm "Tanışma"
31.bölüm "Duba"
32.bölüm "Aile"
33.bölüm "Ayten"
34.bölüm "Kıskanmak"
35.bölüm "Melek Kapısı"
36.bölüm "Burada"
37.bölüm "Arbede"
38.bölüm "İlişki"
39.bölüm "Gökyüzü"
40.bölüm "Hayat"
41.bölüm "Türkü"
42.bölüm "Kayra"
43.bölüm "Karşılaşma"
44.bölüm "Sarılmak"
45.bölüm "Mektup"
46.bölüm "Uyanış"
47.bölüm "Gül güzeli"
48.bölüm "Uyku"
49.Bölüm "Gardenya"
50.bölüm "Sevmek"
51.Bölüm "Urla"
52.bölüm "Dövme"
53.bölüm "Yonca"
54.bölüm "Meydan"
55.bölüm "Mutluluk"
56.bölüm "Yumruk"
57.bölüm "Kiraz ağacı"
58.Bölüm "Prizren"
59.bölüm "Mutluluk"
Final ⚜️

7.bölüm "Süreyya"

130 24 34
By Setenaybulutlarda

Süreyya⚜️

Yeni bir hayat gözlerimin önünde adım adım bana ilerliyordu ve ben önünü kesmeyi pek düşünmüyordum. Ne ara bu işlere adım attığımı da bilmiyordum. En son yalnızlığın ne kadar muhteşem bir şey olduğunu savunuyordum ben!

Demek ki büyük konuşmamak gerekiyordu.

Üzgünüm Ayten teyze, oğluna aradığın o gelin adayı listenden beni çıkarman gerekecek. Zaten mühendis oğlun da hiç mi hiç ilgimi çekmiyor yani. Tamam, yakışıklı ve başarılı ama bana göre değil. Bence onu kuzenim Nur'a yapabiliriz. Tabii Nur onu çiğ çiğ yemezse.

Aklım Ayten teyzeden kopup Aybars'a giderken onun tur davetini yanıtlamam gerektiğinin farkındaydım. Ellerimi birbirine vurduğumda başımı omzuma doğru eğiyordum.

"Yavaş yavaş süreceksek, olur."

Güldü. Başını salladı. "O zaman tur başlasın Sayın Seyar."

Birkaç dakika içinde tüm isimlerimi kullanan Aybars bisikletini yatırdığı yerden kaldırırken ben gülmekle meşguldüm.

Soyadımı bile biliyordu... Beni kimden araştırmış olabilir diye düşününce Süreyya ablamın aklıma gelmesi sizi şaşırtmasın. Aybars karşısına geçtiği andan itibaren tüm bilgilerimi önüne dökeceğinden adım gibi emindim.

Beni baş göz etmeyi ne kadar çok istediğini bilmeyen yoktu sonuçta. Bana birini aramaktan ben yorulmuştum ama o yorulmamıştı. Bir afişe bastırmadığı kaldı, 'Sanrı'ya eş aranıyor.' diye.

Neyse.

"Dengemi sağlayamadığım oluyor, o yüzden yanımdan gitsen, olur mu?"

Kendisinden istediğim yardımı ukalalık etmeden kabullenen Aybars, görmezden de gelmiyordu. Hoşuma gittiğini söylemeliydim.

"Yakınından ayrılmayacağım Sanrı. Bırak kendini. Bak, yol akıp gidiyor."

Söylediklerini bir köşeye atmadan dinlemiş ve rahatlamayı seçmiştim.

İlk önce yavaş hareketlerle ilerlerken sonradan normal bir hıza yükselip bisikletin tanıdını çıkarmak yıllar boyunca yapmak istediğim bir şeydi. Artık yapabiliyordum. Zincirlerimi kırmıştım. Kasılan bedenim rahatlamıştı. En sevdiğim çiçeklerin içinden geçerken artık huzurluydum.

Sezen Aksu'nun o çiçeklerin adına söylediği şarkıyı mırıldanmaya başlamam benden beklenecek bir şeydi dostlarım. Bir yaz günü, Sezen'in sesinden kopan o şarkıyı mırıldanıyordum...

Begonvil boy vermiştir şimdi
Yasemen basmıştır bodrumu

Çiçek kokuları burnuma doluyordu. Aybars sesimi duymuş gülümseyerek beni dinliyordu. Ona döndüğümde farketmiştim. Bu güzel bir andı...

Kokusu geldi rüzgarın
Bir kelebek öptü boynumu...

Dinlenmek için durduğumuz bir yerde ne yaptığını anlamadan bisikletinden inerek bana begonvil getirmişti. Şarkıya ithafen... Begonvili verirken de hem kibar bir beyefendi, hem de muzip bir çocuk taşıyordu bakışlarında. Önümde referans yaparak vermişti. Kahkaha atmıştım omuzlarım sarsılarak.

Yolumuz uzadıkça birbirimizin yolunu kesmeye çalışırak eğlendiğimiz zamanlar o turun en eğleneceli kısımlarıydı.

Bana iyileştirdiği hayvanları anlatmıştı. Sonra gittiğimiz şehirlerden, beğendiğimiz mekanlardan konuşmuştuk.

Mesela Aybars'ın en sevdiği hayvanın koala olduğunu, iş için en çok İç Anadolu ve Doğu Anadolu taraflarına gittiğini, Alaska da tatil yapmak istediğini öğrenmiştim. Hatta onun üzerine, Alaska'da da ne yüzülür şimdi, dediğimde kahkahasını bile işitmiştim.

Komikte değildi hâlbuki, garip.

Ben o bisikletin tepesinde adayı turlarken Aybars hakkında çok şey öğrenmiştim. Keza kendim hakkında da o kadar çok konuşmuştum ki başım hafiften ağrımaya başlamıştı.

Saatime baktığım bir anda bisiklet öğrenirken 4 saat geçirdiğimizi farketmiştim. Yan tarafımda ara ara gözü bana değen bu adamla bir tık daha yakınlaşmamız bisiklet sayesinde olmamış mıydı?

Güneş batımına az bir süre kalana kadar adayı turlamıştık. Sonra da asıl göstereceği yere sıra gelmişti.

"Artık bisiklet turumuzun sonuna geldiğimize göre asıl mekana geçme vakti." diye konuşurken gelmiş olduğumuz yerde bisikletini kenara bırakıyordu. "Güneşin batışına yetişmeliyiz."

Ben de bisikletimi onunkinin yanına bırakırken nereye gideceğimizi cidden merak ediyordum. Hani, geldiğimizde etrafa bakarak neresi olduğunu anlarım diye düşünüyordum ama yok. Burada bir mekanın olduğunu bile bilmiyordum. O yüzden bilinmezliğin heyecanıyla Aybars'ı takip etmeye başlamıştım.

"Burası bir tanıdığa ait. Kendisi pek arkadaş canlısı olmadığı için pek bilinmiyor."

Toprağın eşilerek merdiven haline geldiği yerden inerken biraz dik olduğu için bana elini uzatmıştı. Eline elimi koyduğumda buradan hiç düşmeyecekmişim gibi hissetmek güzel bir şeydi.

Adam biraz da yapılı, ondan olmasın, diyebilirlersiniz ama ondan değildi canım. Maddi değil maneviyattı asıl olan.

"Hazır mısın?"

Gözlerinin içi gülerken göreceğim şeyi beğenmeme dururumunda yıkılacakmış gibi hissetmem normal miydi bilmiyorum ama Aybars yüz ifadeleriyle çok iyi kullanabilen bir adamdı. Yani ne düşündüğünü göstermek istemezse karşısındakinin hiçbir şey anlatmayacağını düşünüyordum. Bunu restoranda ki yaptığımız konuşmadan anlamıştım sanırım. Şu an gösteriyordu ama bu her an değişebilirmiş gibiydi.

Onun aksine ben ifadelerimle pek çok şeyi açık ederdim. Sözlerimi sakınmaz, içimde kalmasını pek sevmezdim.

Hazır olup olmadığımı soran bu adam, fazlasıyla ilgimi çekmeye başlamıştı mesela.

"Hem de nasıl."

Hazır olduğumu belirttiğimde elimi bırakmadan beni yüksek bir yerden indirmiş, küçük ağaçlarla dolu olan minik bir bahçeye sokmuştu.

Çeşit çeşit meyve ağaçları vardı burada. Çok büyümemişlerdi. En fazla 5 yaşında diyebileceğim ağaçlardı. Üzerlerinde azar azar meyvelerin olması bile mutluluk vericiydi.

Elimi bıraktığında benim önüme geçerek ağaçları geçtiğimizde asıl yer gözükmeye başlamıştı. Ağzım açık kalmıştı dostlarım.

Tahtadan uzun bir iskele vardı burada. İskelenin üzerine beyaz güller çizilmişti. Bir sanatçının eseri olduğu belliydi bu çizimler. İskelenin başında bir bank, iki yanında ise meşaleler duruyordu. Akşam karanlığı için olmalıydı. Bankın arkasında canlı beyaz güller hayat buluyordu.

Asıl vurucu kısım iki yanında meşaleler dizili olan beyaz güller işlenmiş iskelenin sonundaydı. Orada kocaman bir salıncak vardı. Tamamen denizin üzerine doğru sallanacak şekilde yapılmış olmalıydı.

Sanki bu yerin tek rengi vardı. O da güllerin rengi... Beyaz.

"Burası... Mükemmel Aybars."

Gülümseyerek benim tepkilerimi izleyen Aybars memnun gözüküyordu. Daha önce buraya nasıl gelmediğimi sorgularken bulmuştum kendimi. O sırada Aybars bana yaklaşmış, salıncağa doğru bir bakış atmıştı.

Bankı geçip iskeleye çıktığımız da sonuna ilerlerken batmak üzere olan güneş dikkatimi çekmişti. Güneş o kadar yakın duruyordu ki sanki denize atlayıp ona doğru yüzsem yetişebilirmişim gibi. Tıpkı bize yakın zannettiğimiz ama aslında çok uzak olan insanlar gibi.

Güneşin batmadan önce etrafına verdiği o turuncu kırmızı karışımı renk cümbüşü etrafı sararken salıncağa gelebilmiştik.

Gelirken yerdeki beyaz gülleri incelemiştim. Her biri birbirinden farklı açıda çizilmiş gibiydi.

O sanatın üzerinden geçmek bile üzüyordu insanı ama yapacak bir şeyimizin olmadığının da bilincindeydik.

Manzaranın mükemmelliği beni gafil avlamıştı. Sonra salıncağı tutarak benim oturmamı beklemesi ve oturduğumda da sıkı tutunmamı söylemesi... Bunlar da.

Ben batan güneşe doğru hafif hafif sallanırken, denizin kokusunu içime çekmiş, gözlerimi kısa bir süre kapatıp anın tadını çıkarmayı seçmiştim.

Oturduğum yerden iterek beni sallayan Aybars ise sessizce duruyordu arkamda.

Biz hiçbir şeyi sevmeyen, her şeyde bir kulp bulmak için didinen canlılardık. Hâlbuki biraz etrafı dinlesek, şu güzellikleri izlesek, başkalarını yargılamaktansa kendi hayatımıza baksak.

Sadece içimizdeki ruhu beslesek iyi olmaz mıydı?

En azından ben ruhumu beslemeyi seçenlerdendim.

Dalgaların kayalıklara çarpmasıyla oluşan ses adeta müzik gibi geliyordu kulaklarıma.

Biz beraber güneşin batışını izliyorduk.

"Aybars?" diye fısıldadığımda anı bozmayı istemiyordum aslında ama merakım ağır basıyordu.

Başımı omzuma döndürüp, arkama bakamasamda onunla konuştuğumu belli ederken "Neden beyaz gül?" diye sormuştum. Sonra ise yeniden manzarayı izlemeye koyulmuştum.

Sorduğum sorunun cevabını beklerken bakışlarım batan güneşin etrafına yansıttığı son ışık süzmeklerinde geziniyordu.

"Buranın sahibi, bir ressam. Adem ağabey. Yıllar önce bir kadına aşık olmuş. Anlattığına göre beyaz gülleri çok seven, deli dolu, kendi gibi ressam olan bir kadınmış. Mutlularmış..." Hafif esen rüzgar sallanmamdan dolayı bacaklarıma ve yüzüme daha da vururken Aybars'ın kendine verdiği nefes aralığı dolmuştu. "Ama sonları mutlu bitmemiş. Kadın, adamı terk etmiş... Adem ağabey demişti ki; 'Her yere onu çizdim. O aslında benden hiç gitmedi.' Sonrada bu konu hakkında hiç konuşmadı."

Adem ağabey dediği kişiye üzülürken o kadının niçin böyle bir şey yaptığını merak ediyordu insan. Ama elden ne gelir. Sebebi sonsuzluğun sayfalarına saklanmış varlığını belli ediyor ama ne olduğunu da gizliyordu.

"Çok üzüldüm. Umarım her ikisi içinde güzel şeyler olur."

Beni sallamayı bırakıp yanıma doğru adımlarken "Umarım." demesini işitiyordum. Yanımda yerini almak üzereydi.

Bağdaş kurarak denizi sol yanına alıp bana dönük yere oturan Aybars'a baktığım da sol yanı güneşin artakalan ışıklarından nasibini almaya başlamıştı ve bu, biçimli suratına çok yakışıyordu.

Düşüncemi kendime saklama niyetim pek yoktu. Ondan salıncağımı ayaklarımla oynattığım dakikalarda "Güneş." demiştim. Bakışlarının ufuktan bana dönmesini sağlayarak... "Güneşin yansıması... Yüzüne çok güzel vuruyor."

Yüzünde ilk önce şaşkınlık, sonra minik bir utanç ve genişleyen gülümsemesiyle ne yapacağını bilemeyip etrafa bakması...

Saniyeler içinde izlediğim ifadelerdi bunlar. Karşımdaki yaşanan o ifadeler beni gülümsetiyordu.

Pek utangaç bir adama benzemeyen Aybars'ın bile bir kırık noktası olduğunu anlamıştım. İltifat...

Bakışları pek dolaşmadan beni bulduğunda bakışlarının tesirinde kalmıştım.

"Kendini görseydin, fikrin değişirdi Deniz."

Benden aldığını bana mükemmel bir şekilde satarken dişlerimi göstererek gülmüştüm dostlarım. Utangaçlığı saniyelikmiş...

Omzumu silkerken yamuk bir gülüş ve oyunbozan bir sesle, "Akşam güneşi güzellere vururmuş." dediğimde kahkahası etrafta yankılanıyordu. Bugün ne çok gülmüştük beraber...

"Bir erkek ve güzellik mi?"

Kahkahası arasında konuşurken başımı sallıyordum 'Evet.' demek için. "Güzellik sadece kadına özgü bir şey değil ki. Bir erkekte güzel olabilir, bir kuş, bir çanta veya bir manzarada. Sen de güzelsin Bars. Güneş vuran yüzün güzel. Beni saatlerdir çeken sabrın ve merhamet dolu yüreğin güzel."

Hayvanlara olan merhameti her şeyden güzeldi.

Ben konuşurken gülmesi durmuş bir tebessümle beni izlemeye koyulmuştu. Bakışların da ne vardı deseler, az önceki güzellik olgusunu bakışları içinde söyleyebilirdim. Bakın gözlerine değil, bende olan bakışlarına... Boş değildiler çünkü. Manalar içeriyordu sessiz sessiz.

Güzel bakıyordu işte. Kısalttığım adını bile farketmemiş olabilirdi.

Açık sözlülüğüm bazen başımı yaksada ben halimden memnundum dostlarım. Karşındakini pek yaralayacak bir şey olmadığı sürece içimde kalmasını pek sevmediğimi söylemiştim.

"Neden öyle bakıyorsun?" demiştim bakışlarının ardından. Bakışlarını çekmedi. Birkaç saniye bekledi. Hava kararmıştı artık.

Ve o, "Bunları her şeyiyle güzel olan bir kadından duyduğum için mutluyum." demişti. Başka bir şey demesine gerek yoktu. Güzel olduğunu söylediğimde gerçeklerden bahsediyordum. Düşüncelerimizin karşılıklı olduğunu, zoraki bir şekilde söylemendiğini de biliyordum. İnsana değer veren bir yapıda olduğunu bugün saatler süren öğrenme aşamasında öğrenmiştim.

Kararan havayla o hoş anları meşaleleri yakmak için bozarken bile üzgün değildim.

Dostlarım, ben uzun zamandır böyle güzel saatler geçirmemiştim.

⚜️

"Necmi amca, vallahi tokum. Aç olsam niye söylemeyeyim?"

Evet, tam olarak bu cümleyi kararmış havanın altında Ayten teyzenin yanından çıkmış, Süreyya ablama giderken yakalandığım Necmi amcaya söylüyordum. İnatla oğlu Arif amcaya benim için bir tam tavuk döner atmasını söylüyordu. Neymiş, kurumuş kalmışım, niye kendime bakmıyor muşum...

"Bak bir de vallahi diyor. Büyüdü demem alırım ayağımın altına."

Necmi amcanın Arnavut kökenli olduğunu söylesem inadının nasıl bir şey olduğunu tahmin edebilirdiniz, değil mi?

Yahu ben aç olunca dükkanın önüne kurulup 'Arif amca bir yarım atsana bana?' diye burnunun dibinde biten biriydim. Aç olsam gelmez miydim?

Babamın çocukluk arkadaşı olan Arif amcaya yardım bakışları atsam da omuz silkip bıyık altından gülerek babasıyla beni izliyordu.

Keşke bir el atsaydın Arif amca. Kızın Ayşen de benim çocukluk arkadaşım. Ayıp ama yani.

Ah Necmi amca! Sen de büyükbabam ile nasıl da didişirdin bu inadın yüzünden.

Neyse ki yıllardır bu dükkanın ne kadar çok ekmeğini yediğimi Necmi amcaya tane tane anlatırken, aç olsam girip kendim yapacak raddeye geldiğimi belirtmiştim de, düşünüp hak vermişti bana.

Tabii gitmeme izin verirken 'Buralarda aç dolanıpta yanıma gelmezsen günahı senin boynuna.' demeyi de unutmamıştı.

Yahu ben 27 yıldır geliyorum zaten, diye söylensemde burun kıvırıp omuz silkiyordu. Ah yaşlandıkça çocuklaşan Necmi amcam. 80 yaşını şurada büyükbabamla devirebilseydin keşke.

"Sanrı, güzelim. Nereden geliyorsun?"

Çiçekli elbisesiyle ışıl ışıl gözüken Süreyya ablam dondurma dükkanlarının önünde telefonuyla ilgileniyordu. Tabii ben gelene kadar...

"Sorma Süreyya abla. Necmi amcamın radarına yakalandım da zor kurtuldum elinden."

Gülmeye başlayan Süreyya ablam, selamlaşma faslını gerçekleştirirken "Kurtulduğuna şükretmiyor da." diye söyleniyordu.

Haklıydı ne diyeyim.

"Gel, şöyle. Köşeye geç sen. Ben de en sevdiğin dondurmadan getireyim."

Masalar olan dükkanın yan bahçesinde köşeye geçtiğim de Yetkin bisiklet kenardan görünüyordu. Dün geçirdiğim o güzel anları, güneşin batışıyla taçlandırmıştık. Eve döndüğümde bile kendimi sırıtırken buluyordum. Çok acayip.

Duştan çıkmış kendimi yatağıma attığım o anlarda gün sonu değerlendirmesi yaptığım Kumsal hala inanamadığını söylüyordu mesela. Neymiş, tüm garezim onlara mıymış ta, bisikleti öğrenmemek için her şeyi yapan bana ne olmuş ta... Daha neler neler.

Tabii Aybars'ın etkisini derinlemesine konuşmak istediği zaman yorgun olduğumu söyleyerek yüzüne kapatmama sinir olmuş olmalıydı. Evet, ben kapatmıştım. Ara ara da olsa yüzlerine kapatma şansını bulabiliyordum dostlarım. Alkış bana!

"İşte damla sakızlı dondurman!"

Görüyorsunuz. Ada sakinleri bana nasıl da güzel bakıyor.

Teşekkür amaçlı bir öpücük atıp dondurmamı kaşıklarken Süreyya ablam minik bir tebessümle beni izlemeye koyulmuştu. Hayır, bu sevgi dolu bir izleme değildi dostlarım. Sakın kanmayın. Bir şey söyleyecek. Onun ifadesi bu.

Şimdi ağzındaki baklayı dökmek için derin bir nefes alıyor. Geliyor bomba.

"Sanrı?" ağzıma attığım dondurmayı yarı dolandırma yarı yeme halinde ona baktığım da beni süzüyordu. Başı hafif yana düşmüş hazırlanma haliydi. Ve bom!

"Aybars ile dün nasıl geçti?"

Burada hiçbir şeyin gizli kalmayacağını unutmuştum. Zaten Süreyya ablamdan bu zamana kadar ne kaçmış ki ben kaçayım?

"İyiydi iyi olmasına da, sen dünü nereden öğrendin abla?"

Hakikaten, nereden öğrenmişti?

Süreyya ablamın dişlerini gösterircesine sırıtması boşuna değildi. "Dün Aybars iki bisikletle dükkana giderken yanından geçiyordum. Bisikletlerde ne, deyince o söyledi."

Bu kadından korkulur. Bir şekilde seziyor mudur, nedir?

"Ee neler yaptınız?"

İki dondurma yiyeceğim, onu da boğazıma dizdin abla.

"Bisiklet sürmeyi öğrendim işte. Sonra da adayı turladık. Başka da bir şey yapmadık."

Yalnız verdiğim cevapla yetinebileceğine siz de inanmadınız değil mi? Gözleri büyümüş inanamaz bakışlar atıyordu bana.

"Sadece tur ha?" Sadece tur değildi elbet. En son gittiğimiz yer, Adem ağabeyin mekanıydı. Orayı da Adem ağabey pek bilinmesini istemediği için kimseye söylememe kararı almıştık.

Yani evet. Sadece tur. "Evet, abla! Sadece tur. Zaten öğrenmem o kadar saati aldı ki sonrasında çok az turlayabildik."

Öğrendiklerinin içinde işe yarar bir şey olmadığı için yüzü huysuz bir hal aldığında "Zaten nasıl öğrendiğini anlamış değilim." diye söylenmişti. Nasılda beni destekleyici sözler!

"Uğur ağabeyin bile öğretmeye çalışmıştı da kaçmıştın öğrenmekten. Şimdi ne oldu da öğrendin Sanrı hanım?"

Damla sakızlı dondurmamın muazzam tadı olmasa çocuklar gibi tripler atabilirdim ama dondurmam depresyonvari hareketlerimi mükemmel bir şekilde engelliyordu. Ondan sebep, sadece omuz silkmiştim. "Öğrendim işte bir şekilde. Bolca sabır ve bolca cesaret işte..."

Kaşları kalkınca hayret verici bir ışık patlamıştı gözlerinde. "Bayağı sabretti değil mi sana? Yoksa nasıl öğreneceksin sen?"

Vallahi pes, billahi pes. "Abla, az daha ez beni. Ne demek nasıl öğreneceğim. Öğrendim işte! Keşke sevinsen biraz benim için!"

İnsanın bir tanıdığı bile normal olamaz mı!? Hoş, Aybars diğerlerine göre biraz daha normal ama olsun. Bu Süreyya ablamın normal olduğunu göstermiyor.

"Hem bırakalım beni, bak Uğur ağabeyim iki saattir seni izliyor."

Asık suratı, eşinden konuşulurken düzelmiş gösterdiğim yere bakınca da kocaman gülümsemişti.

Birkaç dakika önce bahçenin uzağında gözüken Uğur ağabeyime tebessümle selam verdiğimi görmemişti Süreyya ablam. O sıralar bana somurtup saçını atma eylemini gerçekleştiriyordu da yüzünde gülümsemeyle onu izleyen Uğur ağabeyimden habersizdi.

Şimdi onu görünce yüzünde gülücükler açmıştı. Birbirlerine sessizce uzaktan bakmaları bana diyecek söz bırakmıyordu.

Çok güzellerdi.

İzmir'de tanışmışlardı mesela. Uğur ağabeyim ilk görüşte vurulduğunu söylerdi tatil için İzmir'e gelen Süreyya ablama. Aşklarını yaşamak isteseler de anaokulu öğretmeni olan Süreyya ablam, Antalya'ya geri dönmek zorunda kalmış. Hayatlarının 5 yılı mesafelerle geçmiş. Geçen yıllarda olumsuzluklar ve aileler yüzünden araya giren mesafenin onları ne kadar yıprattığını ikisinden de uzun uzun dinlemiştim. Hatta bu yüzden ayrıldıklarını da biliyordum.

Babasından ona miras kalan dükkanı bırakıp Süreyya ablama gidemeyen Uğur ağabeyimin derdinden yataklara düştüğünü ilk öğrendiğimde ise şaka zannetmiştim ama gerçekten öyleymiş. Ateşler içinde 1 ay yatınca annesi dayanamamış Süreyya ablamı arayarak halini anlatmış. Ayrı yaşayamayacaklarını anlayan Süreyya ablam, olan biteni de duyunca her şeyi geride bırakmaya karar vermiş.

Uğur ağabeyim ile evlenerek burada yaşamaya başladıklarında Uğur ağabeyim mesleğini bırakıp buraya gelen Süreyya ablam için kolları sıvayıp ada sakinlerinin çocukları için kreş çalışmalarına başlamıştı. Adaya geldikçe Süreyya abladan gizli gizli yardım etmeye giderdim. Uğur ağabeyimin gözlerindeki mutluluk öyle çoktu ki gecesini gündüzüne katmıştı bitirmek icin. Her şeyi hazır ettiğinde de Süreyya ablam havalara uçmuş mesleğini burada devam ettireceği için çok mutlu olmuştu.

O kendinden ödün vererek her şeyi geride bırakmıştı. Uğur ağabey de geride bıraktığı ne varsa binbir güzellikle yeniden vermişti ona.

Artık hem mesleğini yapıyor hem de sevdiği adam ile birlikte mutlu bir hayat yaşıyordu.

Tabii mutlu dediysem hep bir gölgesi kalıyordu o mutluluğun.

Bu mutlu yuvalarını bir çocuk sesiyle şenlendirmek istemeleri o gölgeyi getirmişti peşi sıra. Hayatlarının ikinci sınavıyla o zaman karşılaşmışlardı. Süreyya ablamın hamile kalma ihtimalinin çok düşük olduğunu öğrendiklerinde bende yanlarındaydım. İstanbul'a yanıma gelmişlerdi. Biz de Kayra sayesinde bir doktor ayarlamış, onunla görüşmüşlerini sağlamıştık.

Süreyya ablamın doktorun odasından çıkarkenki beti benzi atmış bembeyaz yüzü hala dün gibi aklımdaydı. Ne yapacağımı bilememiştim. Doktor, Allah'tan ümit kesilmez, diye yine de bir açık kapı bıraktığın da o ümidi gönlünde yeşertmeyi tercih edip etmeyeceğini bilmiyordum. Süreyya ablam ne kadar üzülsede Uğur ağabeyim onu kocaman sarmış, asla üzülmemesini söylemişti. Olacak olursa bir şekilde olur, derdi.

Çocukları olmasa bile kaderlerine razı gelip mutlu olmanın hep bir yolunu bulacaklarını biliyordum.

Bu yüzden aşkları masalsı bir hikaye gibi gelirdi.

Ben inanıyordum. Sevgileri her zorluğu yenmişti, yine yenecekti. Evleri çocuk sesiyle şenlenecekti. Belki karnında büyüyecekti belki kalbinde... Ama Süreyya ablamın altın kalbine sahip minik bir beden buralarda dolaşacaktı. Ve ben onların mutluluğuna sonsuza kadar kefil olacaktım.

"Ben neden senin yanında bir gönül sırdaşı istiyorum, biliyor musun?"

Eşine bakarken kurduğu sözlerin muhatabı ben olduğumu biliyordum ama öyle güzel sormuştu ki, afallamıştım. Gönül sırdaşı diyordu. Eşinin kendi gönül sırdaşı olduğunu bilerek kuruyordu bu cümleleri. Ne kadar değerliydi...

Ondan sebep dondurmayı kaşıklamayı bırakmış sakince onu dinlemeye koyulmuştum.

"Ne kadar o, bu, şu desemde hepsi gırgır şamata. Gönlünden geçen derdi anlayabilen tek kişi, sırdaş olarak gönlüne kabul ettiğin kişidir. Bak benim sırdaşıma."

Uğur ağabeyime döndüğüm de bacaklarına sürtünen kediye eğilip kafasını okşamasını izliyordum.

"Benim sırdaşımın gönlü büyük, sevgi dolu. Hayat yolunda arkadaşım o benim. O yolda önüme çıkan her taşı, her derdi kendinin bilip savaşan bir adam. Böyle bir sevgi yoksa insanın hayatında, hep bir şey eksik kalır."

Kısa bir sessizlik paylaşmıştık sözleriyle. Bakışlarını bana çevirdiğinde elimi tutmuş hafifçe sıkmıştı.

"Bu sevginin varlığından mahrum kalmanı istemiyorum. Olurda hayatında kimseyi istemezsin diye tüm endişem."

İçten sözleri içimi sıcacık yaparken elimi tutan elini bende sıkmış kocaman gülümsemiştim.

"Giray'dan ayrıldığım da aslında hiç üzülmemiştin değil mi? Başta seviyordun sen de Giray'ı ama sonra..."

Farklı bir yerden giriş yaptığımda o da çok garipsemeden kabullenmişti konuyu ve başını sallayarak onaylamıştı beni. "Giray'ın sana olan sevgisinden hiçbirimiz şüphe duymamıştık. Zaten sorun sevgisi de değildi. Sorun, senin gittikçe azalan mutluluğundu. Doğru kararı vermiştin. Huzur kalmayan bir yerde sevgi işe yaramazdı."

Haklılığına başımı bir kez eğerek katılmıştım.

Doğruydu. Sevgi işe yaramamıştı.

Bir ilişkiden geriye kötü anılar bırakmamak için ipleri koparmıştım. Benim için hala çok değerliydi tabii. Büyükbabamın ölümüyle yüzleştiğim yıl beni o kadar sarsmıştı ki, kendime gelememiştim. Giray... Bir zamanlar sevdiğim adam. Ben ağladığımda ağlamış, düştüğümde tekrar ayağa kaldırmıştı. O zamanları asla unutamazdım. Ayrılırken bile beni kırmamak için istemese de ses çıkarmamış, ardımdan kırk parçaya bölünmüştü. Hatasını biliyordu. Af dilese bile her şeyin çok geç olduğunun farkındalığı onun derin bir hüzne boğmuştu. Benden sonra çok zor toparlamıştı.

Arada konuşuyorduk avukatım olduğu icin. İlk zamanlar acı veren sesi şimdi yüzümde tatlı bir tebessüme yer bırakıyordu. Ben içimdeki onu öldürdüğüm gün hatasını affetmiştim. Elbette ki hata dediğim şey bir aldatma olayı değildi. Giray, karakterli bir adamdı. Beni aldatması olası bile değildi. Hem saygınlığının arkasında da işinde çok iyi, profesyonel bir avukattı.

Görüşmelerimizin bir çoğu bu sebepten oluyordu zaten. Kız çocuklarının hayatlarını koruma altına alırken bazen aile üyeleri fazlasıyla sorun çıkarabiliyordu. O anlarda da yıllardır avukatlım olan Giray devreye giriyordu. Açıkçası bu gibi durumlarda ondan başka güvenebileceğim ve ondan daha iyi bir avukat tanımıyordum. Hem o da bu işlerde olmaktan mutluluk duyuyordu. Kıvrak zekâsıyla işleri kısa bir sürede yoluna koyuyordu.

Hoş, aramızdaki o incelmiş ipliği de koparan, kıvrak zekası değil miydi?

"Benim için endişelenme Süreyya abla. Bak bisiklet öğrenemeyen ben bugün bisiklet sürebiliyorum. Zaman her şeye tek çare..."

Başını tatlı tatlı sallarken "Haklısın." diyordu.

⚜️

Güzelliğimle aynaların çatlayacağına dair bana yağ yakanlar çok tanıdıktı dostlarım. Kim bu yağlama yıkama yapanlar derseniz... Ya Kumsal ya da Nil'di tabii ki. Karakter bakımından da benzer oldukları için yan yana geldiklerinde onlardan iyi kimse olmuyordu mesela. Ama ne yaparsınız, insan bu. Karpuz değil ki vura vura seçebilelim. Hayır, seçebilsek Kumsal ve Nil'i direkt elerdim ben zaten. Hiç kusura bakmasınlar.

"Bunları atsan atılmaz, satsan..."

"Satılır." diye canlı bağlantıyla birbirimizi gördüğümüz Nil sözümü kesmişti. "Koy Letgo'ya, gör bak nasıl satılır."

Nil'in kötü esprileri ve oluşan sessizlik Nur'a başını ümitsizce sallatıyordu, sallatmasın mı? "Ya biz seninle nasıl ikiz olabiliriz. Hayır, anlamıyorum, ben annemle babamın mükemmel genlerinden nasiplenirken sen ne yapıyordun acaba?"

Üzülme Nur, senin bu dünyada ki sınavın da kardeşten yanaymış.

"Sanrı, ben mi Nil mi, diye sormamın tam sırası bence."

Kum hanıma bakın hele. Nil'i iki dakika da oyun dışı etti. "Ben oyumu Nur'dan yana kullanıyorum."

Nur kahkaha atarken Kumsal bana sövmekle meşguldü. Bu üçlüyle niye konuştuğumu sorarsanız aslında ben ilk Nur'u aramıştım. Arama nedenim iş içindi.

Önceden de söylediğim gibi babam ve amcalarım denizaşırı taşımacılık yapan bir şirketin ortaklarındandı. Harun ve Nil kendi işlerini yapıyorlardı. Karun, ben ve Nur da babalarımızla beraber şirkette çalışıyorduk.

Ben bir vakıfta görevli olduğum için uzaktan çalışırken bazı pürüzler çıkabiliyordu. Bu pürüzlerden birini Nur ile konuşmak için aramıştım ama ikizi Nil konuştuğumuzu görerek bize katılmış diğer yandan da Kumsal'ı eklemişti.

"Nur, Rusya'ya giden nakliye gemisi dün sabah karaya ulaşmış fakat eşya sahibi bir paketin eksik olduğu konusunda ısrarcı. Listenin tamamını gönderdiğimizi söylüyorum ve yanında yazılı kanıtta sunuyorum ama yok. Attığım kağıtta o madde yazılı değilmiş ama bize baştan söylenmiş. Bu adamı gidip parçalamadan bana bu adamın ilk geldiğindeki isteklerini mail olarak atsana. Bize bir şey demediğini anca öyle kesinleştiririz."

Nur çıldırmak üzere olduğumun farkındaydı sanırım. "Hemen bakıp atıyorum sana."

Başımı sallarken elimi alnıma koymuş masamın üzerine doğru çökmüş vaziyetteydim. İşlerin en yoğun olduğu zaman nakliyenin başlangıç ve bitiş zamanları oluyordu.

"İyi ki kendi işimi yapıyorum. Şunlar gibi sinir stres sahibi olmadan para kazanmak mükemmel bir şey."

Nil homurdanırken bildirim çubuğu inerek birinin mesaj gönderdiğini gösteriyordu. Kimden geldiğine baktığım da minik bir şaşırma anı yaşamıştım.

Aybars Yetkin

İsmini görünce gözlerimi fazlaca büyük açmış olmalıydım ki Kumsal hemen fark etmişti. "Gözlerinin yuvalarından çıkmasına neden olacak ne görmüş olabilirsin ki ekranda?"

Onu takmadan mesajı okumaya başlamıştım.

Merhaba Sanrı.
Müsait olunca beni arayabilir misin?

Ne olduğunu merak ederken onu arayabilmem için görüntülü konuşmayı bitirmem gerekiyordu. Bu yüzden bildirim çubuğunu yok edip kızlara çevirdim bakışlarımı. "Kızlar, bir görüşme yapmam gerekiyor, kapatmam lazım. Sonra konuşuruz. Nur maili bana atarsın."

Nur baş parmağını göstererek beni onaylarken başka bir şey deme gereği duymamıştı. Garip bir şekilde ikizi Nil de pek meraklı değildi ama Kumsal öyle mi, tabii ki de değil. Sorularını sıralamadan yüzlerine kapatmam bu yüzdendi sanırım.

Aybars'ı aramaya aldığımda masamdan kalkmış en üst kata yani bir zamanlar fenerin ışık yuvası olduğu şimdilerde ise güzel bir terasa çevrildiği camekana çıkıyordum.

"Sanrı?"

Sesini duyduğum da görüşmeyeli 2 gün geçtiğini fark etmiştim. O 2 günde sosyal medyadan takipleşmiş ve sabırla bisiklet öğrettiği için benden istediği her şeyi dileyebileceğini söylemiştim.

"Merhaba Aybars, mesajını gördüm, bir sorun yok değil mi?"

Konuşmaya mükemmel bir dalış şekli. Işık hızıyla.

"Endişelenecek bir şey yok. Sadece senden bir konu hakkında yardım isteyecektim."

Yardım lafını duyduğumda zaten her ne isterse kabul edeceğimi biliyordum. O kadar kahrımı çeken bir insanı yüz üstü bırakamazdım. "Tabii, ne istersen. Söylemen yeterli."

"Bu pazar, adada, engelli yaşamının farkındalığı adına bir bisiklet turu düzenlenecekmiş. Tura katılmak isteyenlerin feribotla adaya geçecekleri söyleniyor. Yani kalabalık olduğu söylenilen bu insan topluluğuna yetişebilmek çok zor olacak. Bana bu konuda yardım edebilir misin?"

Ne olursa diye belirttiğim için sormasına bile gerek yoktu aslında.

"Elbette ederim Aybars. O gün sağ kolun olacağıma emin olabilirsin."

Söylediğime gülerken "Sadece kağıt işlerine baksan yeterli. Seni yormayacağım zaten." dese bile beni tanıdıkça böyle işlerde yerinde duramayan biri olduğumu kavraması çok da uzun bir zamanı almayacaktı dostlarım. Ağır iş yapan birinin yanında kolaya kaçmak pek davranışlarıma uygun değildi.

Atalarımız, ne güzel demiş, 'Bir elin nesi var, iki elin sesi var.' diye. Hayat gayem olarak hayali defterimde yazdığım mükemmel atasözlerinden biriydi.

"Katılımcıların adaya kaçta geleceği hakkında bir bilgin var mı?"

Bana pazar günü olacak olan tur hakkında bilgi verirken güneşin batışını gösteren muazzam manzara da gözlerimi gezdiriyordum. Bugün perşembeydi. Yarın bisikletleri kontrol edeceğini, cumartesi de bisikletlerin üzerine sayılar yerleştirmeye başlayacağını öğrendiğim Aybars'a bu konuda da yardım etmek istediğimi söylemiştim. O ise yarın zor bir işinin olmadığını belirtmiş cumartesi gününü de kendisinin halledebileceğini söylemişti.

Beni yormak istemediğini bildiğimden minik bir çemkirme seansı geçirmiş olabilirdik. Zorla kendimi cumartesi de yardım etmeye kabul ettirmiştim yani. "Anlaştık o halde. Cumartesi görüşürüz Aybars."

Kabul etmek zorunda kalan Aybars'ta karşılık birkaç şey söylerken cumartesi için sözleşmiş bulunuyorduk.

⚜️

Yorumlarıyla beni çok mutlu eden; yongiee ithafen...

Sakin geçen bölümlerin ileride hareketleneceğini belirterek bölümü burada bitiriyorum. Umarım beğenmişsinizdir.


Gelecek bölüm de görüşmek üzere 🌛

Continue Reading

You'll Also Like

170K 10.3K 24
Berdel konulu bir GAY hikayesidir. Eşcinsel evliliğin yasal ve normal olduğu bir evrende geçmektedir. •Şiddet, cinsellik ve olumsuz öğeler içermekted...
Haz By 🍀

Romance

87K 1K 12
"Siktir, kırmızı senin rengin." Sütyenimin açıkta bıraktığı göğüslerimi öpmeye başladı. Bir eliyle kalçalarımı sıkıyor diğeriyle de kasıklarımı okşuy...
5M 275K 29
Sarhoş olduğu gece bir adamla birlikte olan Kayra, sabah uyandığında kendini tanımadığı bir adamla bulur. Evden apar topar kaçan Kayra, birlikte old...