Rüzgarın Gölgesi

By No_463

205K 21.6K 60.7K

İçine kapanık ve insanlarla iletişim sorunu olan Yağmur sosyal medyadan tanıştığı biriyle sevgili olur. Daha... More

Giriş
1. Bölüm: Denk gelişler.
2. Bölüm: Perde açılsın.
3. Bölüm: Mecaz gerçekler.
4. Bölüm: Issız.
DUYURU'
5. Bölüm: Yalnızlığın sonuncu evresi.
6. Bölüm: Adım adım idama.
7.Bölüm: Kuşkunun çığlıkları.
DUYURU..!
9. Bölüm: Kalabalık gerçekler.
10. Bölüm: Zincirleme yalanlar.
11. Bölüm: Günahların özkıyımı.
12. Bölüm: Kanlı beyazlar.
13. Bölüm: Çürük masallar.
14. Bölüm: Kıyıdaki tebessüm.
15. Bölüm: Sevda takvimi.
16. Bölüm: Vuslatın rengi.
17. Bölüm: Bir damla acı.
18. Bölüm: Hoşça kalamadım.
19. Bölüm: Günah ve vicdan.
20.Bölüm: Halının altındaki kırgınlıklar.
21. Bölüm: Bir gülümseme meselesi.
22. Bölüm: Sınırsız eksikler.
23. Bölüm: Gürültü.
24. Bölüm: Gün sonu mutluluğu.

8. Bölüm: Sevgiye bulanmış tuzaklar.

6.4K 801 3.1K
By No_463

NOT: BÖLÜMDEKİ ANILAR GERÇEKTİR! DALGA GEÇMEYİN, üzülürüm ahdlwldkemsm♡

VE BU ARADA YENİ KAPAK NASIL?

Okumazsınız diye ilk onları yazdım. Şimdi selamlar ^^ Nasılsınız?

6079 kelimelik bölümü 8510 kelimeye çıkardım. O yüzden bu kadar beklettim. Epey uzun bir bölüm oldu. Umarım beğenirsiniz. ))

Çok uğraştım arkadaşlar, her satırarasına yorumlarınızla dalın lütfen...

Bölüm müziği: Suzan Hacigarip - Yağmur.

Keyifli okumalar!

(Aşağıdaki boşluk wattpad'in bana bir tuzağı. Kafayı yedirtti.)

zehraaorhaan görsel için çok teşekkür ederimmm, emeğine sağlık♡

__

8.Bölüm: Sevgiye bulanmış tuzaklar.

'Ben sarılacaktım; ya beni öldürecek koca bir tuzağa ya da sevginin en koyusuna.'
___

Neredeyse bir saat süren bir çatışma geçmişti üzerimden ve yine bir sonuca bağlayamadan savaşı olduğu gibi bırakıp arkama bakmadan kaçmıştım. Bahanemse hazırlanmaktı. Eray gece çıkacağımızı söylediği için kalkmıştım ve çantamı hazırlıyordum.

Üzerimi değiştirmem gerekirse diye mavi eşofman takımını mor renkli çantama yerleştirdim. Bunun dışında kulaklık, şarj aleti, cüzdan ve ped gibi az yer tutan özel eşyalarımı da çantaya koydum. Kapının zil sesi evimi doldurduğunda bir an irkildim. Dalgınlığımı üzerimden silkeleyerek gidip kapıyı açtım.

"Rüzgar?" Yorgun bakışlarını kaldırıp bana baktı, bir eli başındaydı. "Ne oldu?"

"Halis amca..."

Elini çekip dudaklarını birbirine bastırdı, benim dikkatim anında gözlerime çarpan kızarıklıktaydı, kaşının hemen üzerindeki kızarıklıkta. Gözlerim irileşti. Panikle birkaç adım daha atıp kızarıklığa bakarken dokunmak için elimi kaldırdım fakat acır diye duraksadım.

"Nasıl yaptı?"

"Baston." diyerek gülünce kaşlarımı çattım.

"Komik mi Rüzgar?"

Gülüşleri anında soldu.

"İyiyim ben... Eray mesaj attı, onu haber vermek istedim. Hazırlan sen de, birazdan gelirler. Ses olmasın diye aşağıda bekleyecekler."

"Buz koydun mu?"

"Evet." dedi, "Yukarıda koydum."

"Halis bey önce vurup sonra buz mu koydu?"

Kaşları çatılırken güldü ve başını yana yatırdı.

"Halis bey öyle yaptı, evet."

Gözlerimi devirerek ben de güldüm. Çocukluğumdan beri samimi hitaplar kullanamıyordum. Yurttaki bakıcı kadına bile herkes anne derken ben isminin sonuna hanım ekleyerek hitap ediyordum.

"Dalga geçme." diye çıkıştım yapay bir sinirle.

Gözleri irileşti ve gülüşünü bastırmaya çalışarak geriledi, ellerini havaya kaldırmıştı.

"Dalga geçmiyorum."

Neşeli olmak ona bu kadar yakışıyorken, neden hep böyle olmadığını sorguladım içimden birkaç saniyeliğine.

"Hadi sen hazırlan. Eray gelip apartmanın önünde bağırarak milleti ayağa kaldırmadan çıkalım."

Gülümsemeye çalışarak başımı salladım. O kendi evine giderken ben de eve girip yarım saat içinde son hazırlıklarımı tamamladım. Yüzümü toparladıktan sonra küçük sarı makyaj çantamı büyük sırt çantama koydum. Aynanın karşısına geçip giyindiğim lila renkli oversize crop tişörtle açık mavi mom jeansin üzerimde nasıl durduğuna baktım.

Açık bıraktığım saçlarım gözüme tuhaf gözüktüğünden dolayı
ellerimle saçlarımı düzelttim. Yeni duş aldığım için saçlarım şiş duruyordu ve ben hem üşendiğim için hem de şampuanın tatlı kokusunun yerini yanık kokusu almasın diye saçlarımı düzleştirmek istememiştim. Çantamı alıp evden çıktım ve Rüzgar'ın evinin kapısını çaldım.

Zile basar basmaz 'acaba beklese miydim?' diye düşünmeden edemedim. Çok mu hevesli gözükürdüm? Zihnime saldıran anksiyete süslü soruları Rüzgar aldı üzerimden, kapıyı açarak. Beyaz tişört altına siyah eşofman altı giymişti, elinde de siyah renkli spor çantası vardı. Çıkıp kapıyı kapattı.

"Geliyorlarmış, inelim mi?"

Onu onayladım ve birlikte aşağıya indik. Rüzgar apartmanın kapısını açıp geçmem için kenara çekildi. Önden ben, hemen arkamdan o çıktı. O kapıyı kapatırken benim gözlerim onun kaşının üzerindeki kızarıklıktaydı. Gözleriyle etrafı arşınladı, bense dayanamayıp yaraya dokundum. Anında gözleri bana ilişti.

"Merak etme." dedi, bakışlarımdan derdimi anlamıştı. "İyiyim."

"Niye vurdu ki?" Elimi çektim. "Yukarı çıkarken sakinleşmiş gibiydi, en azından seni dinliyordu."

"Amca dedim diye."

Kendimi tutamayarak güldüm sessizce.

"Halis bey demekte haklıymışım."

Gülerek başını salladı. Görüş hizama sokağın başında görünen bir araba girdiğinde ışık gözümü aldığı için bakışlarımı kaçırdım.

"Geldiler."

Rüzgar'ı onaylayarak yerimde kıpırdandım. Eray arabayı önümüzde durdurunca kaygıyla dolan bakışlarımı Rüzgar'a çevirdim.

"Sen uykunu alabildin mi?"

Gözlerini kırptı. Bu, evet demekti.

"Uykusunu alamadıysa bile o kullanacak arabayı Yağmur'cuğum, ben önden söylemiştim."

Eray arabadan inip yanımıza gelmişti, Gizem de arkadaki yolcu koltuğundaydı. Cam açıktı, kollarını cama, başını da kollarına yaslamış bize bakıyordu.

"Rüzgar?"

"Tamam Eray, ben kullanacağım." Rüzgar elini belime yerleştirerek beni arabaya yönlendirdi. "Ne bekliyoruz, gidelim hadi?!"

"Dur bir dakika." dedi Eray ondan beklemediğim bir ciddiyetle. "Senin başına ne oldu?"

"Ne olmuş?" diyerek anında arabanın kapısını açtı Gizem.

"Bir şey yok. Sakin olun." Gizem çoktan inmiş ve Rüzgar'ın başına bakıyordu fakat fazla yakındı. "Halis amca yaptı." diye açıkladı Rüzgar. "Önemli bir şey değil."

"Niye?" Eray'ın sesi bu sefer de şaşkınlığın izlerini taşıyordu.

"Halis amcayı tanımıyor musun Eray?"

Gizem önce yaraya dokundu sonra birkaç kez üfledi. "Acıyor mu çok?"

Derin bir nefes aldım, içimde garip bir öfke rüzgarı esmeye başlamıştı. Bu kadar yakın olmaları normal miydi?

"Acımıyor. İyiyim."

Rüzgar'ın birkaç adım arkasındaydım. İçimdeki öfkeye yenilerek Rüzgar'ın elini tutup geriye çektim.

"Gidelim mi artık?" Rüzgar önce elime sonra gözlerime baktı. Kahvelerimde her ne gördüyse kaşları havalandı.

"Gidelim." Yutkundu. "Gidelim."

Gizem'le çok kısa bir an gözlerimiz buluştu ama o hemen arabaya bindi.

"Başın ağrıyorsa ben kullanırım."

"Gerek yok." dedi Rüzgar, gözleri hâlâ gözlerimdeydi ve elini de daha bırakmamıştım. "Ben kullanacağım. Sen arabaya bin."

Eray da hiçbir şey demeden arabaya bindi, normalde bir şeyler söylerdi. O yüzden bu gece ikinci kez tavrıyla beni şaşırtmıştı. Rüzgar kapının kapanma sesini duyar duymaz kulağıma doğru eğildi, muhtemelen Gizem ve Eray'ın duymalarını istemediği bir şey söyleyecekti.

"Yağmur, elim..." diye fısıldadığında anlamayarak başımı geriye çektim, yüzünü buruşturduğunu görünce kaşlarımı çattım. "Elim... Senin deyiminle çürüdü."

Gözlerim açılırken elimi elinden hızlıca çektim. Rüzgar elini kaldırıp avucuna bakarken tırnak izlerimi görmem utanmama neden oldu. Resmen eline tırnaklarımın izi çıkmıştı.

"Ben..." diye mırıldandım.

Bakışları bana çarptı bir kez daha, gözleri gülüyor gibiydi ama bu, dudaklarına uğramamıştı.

"Gidelim mi?"

En mahcup ifademi takındım.

"Rüzgar,"

"Gidelim, Yağmur." dedi tekrar, "Sonra konuşuruz."

Pes ederek arkadaki yolcu koltuğuna, Gizem'in yanına geçtim. Rüzgar da arabaya binince aynada gözlerimiz tekrar buluştu. Ben ona üzgün bakışlar atarken o kendi kendine sessizce güldü ve elalarını benden ayırdı.

Yarım saat kadar herkes sessiz kaldı. Gecenin geç saati olduğu için herkes yorgun olmalıydı belki de bu yüzden kimse konuşmuyordu. Bakışlarımı yanımda oturan Gizem'e çevirdim. Uyuya kalmıştı. Gözlerim uyuyor olmasını fırsat bilip üzerinde oyalanmayı tercih etti. Fazla bakımlıydı. Sarı saçları kelimenin tam anlamıyla parlıyordu, saçlarını hiç dağınık görmemiştim. Gözleri zaten renkliydi ve bu sanki onu daha havalı yapıyordu. Sadece burnunda estetik olduğu belliydi ama bu da ona yakışmıştı. Bakışları bile keskindi, ben kadın hâlimle onu fazla çekici buluyordum. Öyle güzeldi ki ben yanında resmen sönük kalıyordum.

Her seferinde kendimi Rüzgar'la aralarındaki ilişkiyi sorgularken buluyordum. Neden bu kadar yakınlardı? Arkadaşlık böyle bir şey miydi? Eğer öyleyse bile bu arkadaşlık beni rahatsız etmeye başlamıştı. Gergin bir nefes verip önüme döndüm ve parmaklarımla oynamaya başladım. Rüzgar'a bunu açıklamak yeni bir kavgaya kapı açmak demekti. Belki de tüm bunlar bana göre değildi, belki de ben bir ilişkiye hiç hazır değildim.

"Eray," Başımı kaldırıp Rüzgar'a baktım. "Kuzenin gelmeyecek miydi senin?"

Eray gözlerini telefonundan ayırmadı.

"Kendi arabasıyla gelecek."

Bunun dışında pek bir şey konuşulmadı. Bir süre daha öylesine karanlık yolu izledim. İlerledikçe ıssızlaşıyordu, ilerledikçe biraz daha kararıyordu. Hayata benzettim o an için içinde olduğumuz yolculuğu. Yaşadıkça ıssızlaşan, yaşadıkça kararan hayata. Kendi hayatıma.

Canım sıkıldığı için önüme döndüm ve yanımda duran çantamdan kulaklıklarımı çıkarıp taktıktan sonra telefonumdan en son indirdiğim şarkılardan birini açtım. Başımı geriye yaslayıp son bir kez diğerlerinin ne yaptığına baktım. Gizem hâlâ uyuyordu, Eray hâlâ telefonuyla ilgileniyordu. Rüzgar da sessizdi ve tüm dikkati yoldaydı. Kulaklarıma dolan şarkının melodisi öylesine sakindi ki benim de göz kapaklarıma yavaş yavaş ağırlık çöktü.

__

Başımın omzuma düşmesiyle uyandım, hâlâ yoldaydık ve ben ne kadar süre uyuduğumdan emin değildim. Bakışlarımı kaldırıp arabayı taradım. Eray uyuyakalmıştı, Gizem hâlâ uyanmamıştı.

"Canın mı sıkıldı?"

Rüzgar konuşunca zaten teki çıkmış kulaklığın diğerini de çıkardım. Gözlerim Rüzgar'ın aynadan bana bakan elalarına değince başımı salladım.

"Sen sıkılmadın mı?"

"Bilmem."

"Daha çok var mı?" dedim yorgun çıkan sesimle, sanki günlerdir sürüyordu bu yolculuk.

"Biraz var." deyince dudaklarımı birbirine bastırıp öne eğildim. Kollarımı dizlerime yaslayıp başımı da ellerimin arasına aldım. Yanıma bir kitap almayı nasıl unuturdum?

Aniden arabayı saran bir melodi sesiyle başımı kaldırdım. Rüzgar'dı, müzik açmıştı.

"Uyanmazlar mı?" diye mırıldandım sessizce.

Omuz silkti. İstemsizce gülümsedim ve tekrar yolu izlemeye koyuldum.

"Belki bir gecenin koynunda sevgilim, her şey güzel ve doğrudur."

Kendi gürültümü geride bırakıp şarkıdaki sözlerin kollarına atladım.

"Belki bir rüyanın en orta yerinde sen giriyorsundur. Belki bir rüyanın en orta yerinde sen bana gülüyorsundur."

Gözlerimi yoldan ayırmadan kendi kendime tebessüm ettim.

"Yağmur yağsın, rüzgâr çıksın." diye devam etti şarkı ve benim gözlerim gideceği adresi bu sefer kendisi seçti, gözlerimiz buluştu.

Şarkıda aynı cümleler tekrarlandı ve buruk tebessümlerimiz birbirinden ayıramadığımız bakışlarımıza el uzattı.

"Bir söz, bir nefes, bir dokunuş... Yetti bana, ben olmama. Bir otobüs, bir kâğıt belki de bir yanlışlık. Geldin ya bitti yalnızlık."

Bir anda kalbime anlamsız yağmurlar yağmaya başladı. Adını huzursuzluk koydum. Üşüme hissiyle kaşlarımı çattım ve gözlerimi onun gözlerinden ayırdım.

'Belki de bir yanlışlık.' diye tekrar ettim içimden. 'Geldin ya bitti yalnızlık.'

Rahatsızca kıpırdandım.

'Belki de bir yanlışlık.'

Bu cümle hislerime kara bulut olmuştu. Başımı usulca geriye yasladım ve gözlerimi kapattım. İçime düşen şüphelerin tokatlarına karşı siper arıyordum kendime fakat olmuyordu. Ne yapacağıma, nasıl kaçacağıma, nereye sığınacağıma dair tek bir çözüm yolu yoktu. İnsan yerinde durarak yaşadığı yerin mevsiminden kaçabilir miydi? Kaçamıyordu... Kaçamıyordum.
___

Hareketlenme hissedince kendimden bağımsızca kaşlarım çatıldı. Bir şeyler oluyordu ama bilincim tam anlamıyla uyanamadığı için ben hiçbir şeye anlam veremiyordum. Uykunun terk etmediği gözlerimi hafifçe araladığımda Rüzgar'ın yüzüyle karşılaştım, daha doğrusu yeni yeni sakallarının çıkmaya başladığı çenesiyle.

"Rüzgar?" Doğrulmaya çalıştım, henüz kendime gelememiştim.

Rüzgar başını eğip bana bakınca durdu. Arabada değildik, ben Rüzgar'ın kollarındaydım ve nereye yürüdüğü hakkında bir fikrim yoktu. Etraftan sesler gelince bakışlarımla etrafı taradım. Eray arabayı boşaltıyordu.

"Uyandırdım..." dedi Rüzgar sessizce, "Özür dilerim."

Bir an bakışları gözüme o kadar masum gözüktü ki gülümsemeden edemedim.

"Sorun değil." Tebessümüm suratımda bir süre daha misafirlik yapmaya karar verdi. "Uyandığıma göre yürüyebilirim."

"Gelmeden önce nikah dairesine mi uğrasaydık?" Başımı bizden birkaç adım uzakta durup bize bakan Eray'a çevirdim, gözlerim kısa bir an elinde tuttuğu büyük siyah çantaya kaydı. "Gelmişken balayı işini de aradan çıkarırdık." Gözlerini devirerek güldü. "Bakmayın öyle! Yeni evli çift gibi dikilmeyi kesip yardım etseniz ben de böyle espriler yapmam."

"Tüm gece arabayı ben kullandım ve sen tüm gece sadece uyudun." Rüzgar'ın sözleriyle ani bir farkındalık yaşadım, hava aydınlanmıştı. "O yüzden şimdi hiçbir şey yapmayacağım."

Gizem de bahçeye çıktı. Gözlerlerimiz buluşunca ben irislerimi ondan ayırıp merakla etrafı inceledim. Geniş bir bahçedeydik ve bahçe hem yeşile hem huzura yuvaydı. Taş evin çok az uzağında bahçenin içinde ahşap bir çardak vardı. Sanırım orada oturup saatlerce kitap okuyabilirdim.

"İyi ki bir araba kullandın."

"Sabaha kadar Eray. Biz biraz yürüyeceğiz." Kaşlarım havalandı. "Artık gerisini siz halledersiniz."

Rüzgar beni indirmeden onlara arkasını dönüp yürümeye başlarken ben yerimde kıpırdandım.

"Rüzgar, nereye?" dedim hayretle. "Daha yeni geldik."

Rüzgar beni usulca yere bıraktı.

"Biraz yürüyüp döneriz diye düşündüm, uykumuz açılır. Tabii eğer istemiyors-"

"Hayır." dedim hemen, ellerimi istemsizce kaldırmıştım. "Yani olur."

Rüzgar gülümseyerek eliyle bana yolu gösterdi, ona başımı sallayıp önden yürümeye başladım. Bahçenin etrafını saran renkli çitlere ve çitlerden belli aralıklarla asılmış el yapımı figürlü saksılara baktım.

"Çok güzel."

Rüzgar'ın da gözleri onları izliyordu.

"Eray'ın anneannesi yapıyor bunları. Baksana," Gülerek işaret ettiği beyaz renkli saksıya baktım, tavşan figürlüydü. "Aynı Eray gibi bakıyor."

Yüzümü buruşturarak ben de güldüm. Birlikte bahçeden çıktık ve bu, ikimizin de sessizliğe doğru adımı gibiydi. Bir süre etrafa bakınarak yürümeye devam ettik. Birbirine uzak taş evler vardı her yerde ve her yer yeşillikti. Çok sessizdi ve insanın tüm hücrelerine huzuru işliyordu. Bazen insan hayatını kucağından silkeleyip kaçmak ve saklanmak istiyor. Burası saklanmak için fazlasıyla uygun bir yerdi.

Aniden kulaklarımı dolduran köpek sesiyle irkilerek Rüzgar'ın elini tuttum.

"Merak etme." diyerek hemen yanımızdaki evi gösterdi. "Şu evin bahçesinden geliyor."

Gözlerimi evin bahçesine diktim. Hiç durmadan havlayan köpeğin görünüp görünmediğini merak ediyordum. İri yapılı simsiyah köpekle göz göze geldiğimiz an artık arkamızda kalan evden kahvelerimi aldım ve önüme döndüm.

"Göz göze geldik." Derin bir nefes verdim. "Çıkamaz, değil mi?"

Rüzgar gülecek gibi oldu ama hemen kendisini toparladı.

"Çıkamaz herhâlde." Adımlarımı hızlandırdığımda elini tuttuğum için Rüzgar da benimle birlikte hızlandı. "Yağmur, sakin ol. Çıkamaz."

"Çıkar çünkü çok büyüktü."

"Çıkamaz, ayrıca uzaklaştık."

Aklıma gelen bir anıyla burnumdan güldüm. Bu, daha çok küçümseyici bir gülüştü.

"Ne oldu?"

"Hiç." Omuz silktim ve sağ ayağımı toprağa karışmış küçük taşlarla oyalayarak yürümeye devam ettim. "Aklıma bir şey geldi."

"Ne geldi?"

"Küçükken yolda gördüğüm bir köpeği beslemek istemiştim. Çantamda ekmek vardı. Onu çıkarıp verdim. Yemedi. Ben de çocuk aklımla büyük olduğu için yiyemediğini düşünüp ekmeği ikiye bölerek veririm diye köpeğin önünden alınca bana saldırdı." Buruk bir gülüş suratıma yayılırken önüme eğdiğim başımı iki yana salladım.

"Ne?"

"Gülebilirsin." diyerek başımı kaldırıp ona baktım. "Kendini tutmana gerek yok."

Kendisini tutmaya çalışsa da beceremedi, kısa bir an gülüp gülüşünü durdurmak için yutkundu. Tekrar önüme döndüm.

"Şans eseri oradan geçen bir sınıf arkadaşım beni görmüş ve bunu bütün arkadaşlarına anlatmıştı. Okula gidince dalga geçtiler. Ben de günlerce rezil oldum diye ağladım." Tekrar Rüzgar'a baktım, artık sadece gülümsüyordu. "Şimdi düşününce gerçekten komik." diyerek güldüm ve etrafa baktım. "Köpeğin önünden yemek almak ne demek ya?"

Bakışlarıyla sol tarafımızdaki ağacı işaret etti. "Şurada biraz oturalım mı?"

Onu onayladım ve ağaca doğru adımladık birlikte. Ben ağacın yanına çöktüm, hemen ardından Rüzgar da yanıma çöktü, dizlerinden birini karnına doğru kırdı ve nereden bulduğunu bilmediğim hatta aldığını bile yeni fark ettiğim ince dal parçasıyla toprağa bir şeyler çizmeye başladı.

"Bir çocuğun yaptığı böyle küçük hatalar sorgulanmamalı bence."

Kısa bir dalgınlık anından sonra güldü. O güldüğü için kaşlarım çatıldı ve yarım ağız bir gülümseme belirdi dudaklarımda.

"Ne oldu?"

"Benim de hâlâ anlatıp anlatıp güldükleri bir anım var." Bana baktı. "Hiç tanımadığım bir adamı arkadan görünce dedem sanıp peşinden gitmiş ve kaybolmuştum. Adamın dedem olmadığını anlayınca da dedem olmadığı için onu suçlamıştım." Kaşlarım havalandı. Gülmemek için yanaklarımın içini ısırarak başımı salladım. "Tabii ben hayal meyal hatırlıyorum. Düşün, o kadar küçüktüm ama detaylarına kadar anlatıp gülüyorlar bana da."

Aramızda yaşanan kısa ve sessiz bir gülüşmeden sonra bir süre sessiz kaldık. Başta tereddüt etsem de kendimi cesaretlendirerek başımı Rüzgar'ın omzuna koyup sessizce etrafı izledim.

"Uykun yok mu?" diye sordum.

"Biraz."

"Eve gidelim o zaman."

"Eray uyutur mu sence?"

Gülümsedim.

"Burada uyu o zaman." diyerek başımı kaldırdım. "Uzan."

Kaşları çatıldı. Dikkatli gözlerle yüzümü izledi ve bu saniyelerini aldı. Yine aynı şeyi yapıyordu. Benimleydi ama tereddütleri de yanındaydı. İçime devrilen hayal kırıklığımdan birkaç parça gözlerime düştü ve ben bakışlarımı ondan ayırdım. Az sonra Rüzgar kıpırdandı, ben ayağa kalkmasını beklediğim için toparlanacakken o başını dizime koyarak uzanır bir pozisyon aldı.

Çok kısa bir an şaşkınlık yoklasa bile beni belli belirsiz tebessüm ettim. Hafif rüzgâr esintisi saçlarımı okşayınca başımı gökyüzüne doğru kaldırdım ve rüzgârın yüzüme çarpmasına izin verdim. Elim istemsizce Rüzgar'ın elini buldu, bir süre okşadıktan sonra bakışlarımı indirip eline baktım. Tırnak izlerimi görünce kahvelerim utanca teslim oldu.

"Rüzgar," diye mırıldandım. "Ben özür dilerim." Bir an ne olduğunu anlamasa da hemen sonra farkındalık ona da erişti. "Farkında değildim."

Gülümsedi.

"Önemli değil."

Ona Gizem'le arasındaki yakınlıkla ilgili tedirginliğimi söyleyip söylememek arasında gidip gelirken parmaklarımı kaşının üzerindeki kızarıklığa dokundurdum. Hafif dokunuşlarla okşadım. Gözlerim gözlerine dokundu, dikkatli ve anlam veremediğim anlam yüklü bakışları beni izliyordu. Aniden silkelenir gibi oldu. Boğazını temizleyip doğruldu, yüzüme bakmıyordu.

"Gidelim mi artık?"

Kaşlarım çatıldı.

"Ne oldu?"

Eli ensesine giderken gözucuyla bana baktı.

"Merak ederler."

Tavrını anlamlandıramasam da onu onayladım çünkü benim de evde işlerim vardı, bir an önce lavaboya girme ihtiyacı gibi. Rüzgar ayaklandı sonra elini bana uzatıp beni de kaldırdı. Pantolonumdaki tozu ellerimle temizlemeye çalıştım ve birlikte evin yolunu tuttuk. Yürürken yine aynı merakla az önce yanından geçtiğimiz evleri izledim.

Geride kalan kısa zamanın ardından renkli çitler görününce rahat bir nefes verdim. Köpek bu sefer bizi fark etmemişti. Bahçeye girdiğimizde görüş hizama giren ilk şey ikinci bir arabaydı. Araba tanıdık geldiği için kaşlarım çatıldı merakla ama çıkaramamıştım.

"Nerede kaldınız siz ya?" Eray söylenerek bize doğru yürüyordu. "Kahvaltı hazırladık, sizi bekliyoruz."

"Kuzenin mi geldi?" diye sordu Rüzgar, o da arabaya bakıyordu.

"Evet." dedi Eray. "İçeride... Hadi siz de acele edin."

"Benim çantam arabada mı kaldı?" Eve girdik.

"Mor çanta mı? Gizem içeri getirmişti."

Başımı salladım.

"Koltuğun üzerine bıraktım Yağmur." diye seslendi Gizem ama görünürde değildi.

Duyması için hafiften yükselen ses tonumla teşekkür ettim çantama doğru ilerlerken.

"Kahvaltı edebilecek miyiz artık?"

Başka birine ait tanıdık sesle bakışlarımı elime aldığım çantamdan ayırdım. Gözlerim bir çift tanıdık gözle çarpışınca kaşlarım düz çizgi hâlini aldı.

"Barış?"

"Yağmur?" dedi, o da şaşkındı.

Anında bakışlarım Rüzgar'ı buldu. İfadesiz gözlerle Barış'ı izliyordu.

"Senin kuzenin Barış mıydı Eray?"

"Evet." Eray afalladı. "Siz nereden tanışıyorsunuz?"

Barış bizden önce davranarak, "Üniversiteden." diye yanıtladı onu ama ben zaten hâlâ şaşkınlığın ellerinden kendimi kurtarmaya çalışıyordum. "Hoş geldiniz."

"Sen de hoş geldin." dedi Rüzgar, sesinde anlayamadığım bir ima sezmiştim.

"Hadi tamam, ne güzel! Tanışıyormuşsunuz işte... Artık kahvaltımızı edebilir miyiz?"

Barış Rüzgar'a kısa bir bakış atıp ahşap masaya kurulmuş sofraya geçti. Bense Eray'a yerini sorduktan sonra lavaboya gittim ve birkaç dakika içerisinde işlerimi halledip çıktım. Ben sofraya geçerken Rüzgar da ellerini yıkayacağını söyleyerek lavaboya gitti. Barış ve Eray baş köşelerde oturmuştu, Gizem'se tam karşımda ve ikimizin de yanı henüz boştu. Az sonra Rüzgar geldi ve o da benim yanımda oturdu. Şaşkınlığımı üzerimden atamamışken anlamsız bir gerginlik de sarmıştı dört bir yanımı.

"Yağmur," Soran gözlerimi Gizem'e diktim. "Neden yemiyorsun?"

Başımı salladım.

"Yiyorum."

Kafamı dağıtmak için kahvaltı sofrasını incelemeye başladım. Sıradan bir kahvaltı sofrasıydı. Domates, salatalık, zeytin, peynir, reçel ve ek olarak omlet. Tabağıma biraz peynir alıp oyalanmaya başladım. Gözucuyla Rüzgar'a baktım, hâlâ Barış'a bakıyordu.

"İlginç." diyerek tüm sessizliği bozdu Barış. Rüzgar'a hitaben konuşuyordu. "Eray'ın arkadaşı olmana rağmen seni daha önce hiç görmedim."

"Beni de daha önce hiç görmedin." Gizem çatalındaki omleti zarif bir tavırla ağzına götürdü. İkisinin de ses tonu iğneleyiciydi. "Değil mi?"

Barış bakışlarının odağını değiştirmeden gülümsedi daha sonra Gizem'e döndü.

"Görsem unutmazdım."

"Görüp de unutabildiklerin varsa ben de kaydımı yaptırayım Barış."

Barış samimiyetsiz bir tavırla güldü. Onu daha önce bu kadar yapay görmemiştim.

"Niye öyle diyorsun kuzen?"

"Yemeğini yemeye devam et Barış."

Barış bir cevap vermek yerine gülümsedi ve önüne döndü. Kesinlikle bugün bu şekilde çok zor geçecekti.

"Kahvaltıdan sonra bir şeyler yapmayalım mı?"

"Sizi bilmem ama ben biraz daha uyuyamazsam bayılacağım."

"Rüzgar kalıp uyur, biz çıkıp biraz dolaşırız." Gizem'le göz göze geldik. "Ne dersin Yağmur?"

Hissettiğim gerginlik tüm heveslerimi paramparça etmişti ve artık herhangi bir şey yapmak istemiyordu canım. Bunun yanı sıra özel günüm devam ettiği için karnımda ağrı da vardı.

"Siz gidin. Ben de biraz dinlenmek istiyorum."

"Buraya uyumaya mı geldiniz?"

Eray aniden yükselince ne diyeceğimi bilemedim. Kendine göre haklıydı ama ben de kendime göre haklıydım. Ama belki de bunlar küçük bahanelerdi. Gitmemem için en önemli nedenim Rüzgar'dı. Eray ve Gizem'le ne kadar zaman geçirmiş olursam olayım, onların yanında Rüzgar'ın yanında olduğum kadar rahat hissetmiyordum.

Sınırlarımı yeterince zorluyordum ama bu kadarı fazlaydı. Kimse bir anda değişemezdi, benim de zamana ihtiyacım vardı. Kendimi degişime bu kadar zorlamak ve kendime acımasız davranmak, ileride yine kendimle aramın bozulmasına neden olabilirdi. Ve ben bunun olmasına izin veremeyecek kadar yalnızdım.

Yalnızlık kalabalıklarla ilgili değildi. Güvenmek size ne kadar uzaksa kalabalıklar da size o kadar uzaktır. Eğer güvenemiyorsanız yalnızsınızdır. Yalnızlığı anlamak, onu yaşamak kadar çetrefilli değildi. Ben onu hem anlıyor hem yaşıyordum. Ve bu, bana tek başınalığın kollarına sığınıp yine tek başınalığıma ağladığım gecelerin armağanıydı.

Dakikalarla birlikte aynı yol üzerinde ilerlerken onlar bir bir yere düştü ve geride kaldılar. Herkes kahvaltısını yaptı. Herkes bir işin ucundan tuttu, birlikte sofrayı topladık. Mutfakta Gizem ve ben kaldık, mutfaktaki işim bitince salona döndüm. Eray, Barış ve Rüzgar koltuklarda oturmuştu. Az sonra Gizem de geldi ve aramızdaki gergin sessizliğin üzerine bastı.

"Çıkıyor muyuz?"

"Çıkarız." Eray'la gözlerimiz buluştu. "Gelmek istemediğine emin misin?"

Başımla onayladım. Gözlerini devirip Barış'a döndü.

"Sen geliyor musun?"

Barış Rüzgar ve bana saliselik bakışlar atıp histerik bir şekilde güldü.

"Gelirim."

"O zaman kalkalım." diyerek ayaklandı Eray. "Siz de niye geldiniz anlamadım." Rüzgar bıkkın bir nefes verdi ama yine de Eray'a karşılık vermedi. "Söyleseydiniz ben size bir mağara ayarlardım, kış uykunuz bu kadar beklemezdi."

Kimsenin mimiği oynamadı. Herkes fazlasıyla gergindi ve kimsenin bu gerginliğin nedenini bilmediğine emindim. Kulaklarıma çarpan yüksek bir ses ve bir korku nidasıyla irkildim. Başımı sağımda, cam kenarında duran Gizem'e çevirdim. Dehşet hissine sarılı gözlerini dikmiş, yerdeki kırık parçalara bakıyordu.

"Gizem?" Eray onun yanına gidince Gizem başını kaldırdı, gözleri dolmuştu ve bunu görünce kaşlarımı çattım.

"Özür dilerim." dedi Gizem, sesi titriyordu.

Özgüvenli, dimdik ve her an parladığını düşündüğüm kadın bir anda un ufak olmuş gibiydi. Anlamaya çalışır gibi Rüzgar'a hayret dolu kısa bir bakış attım fakat aradığım cevabı ona bakarak da bulamamıştım. Zira o da merakla Gizem'i izliyordu.

"Sadece bakacaktım, bir anda elim çarptı." Tekrar baktığımda başının öne eğik olduğunu gördüm. İçinde yaşlar biriktirdiği mavilerini kaldırdı. "Özür dilerim Eray."

"Gizem," Eray da endişeliydi, Gizem'in yüzünü avuçladı. "Alt tarafı bir saksı."

"Ama-"

"Bende misin Gizem?"

"Anneannen geldiğinde evi olduğu gibi bulmalıydı." dedi, titrek bir nefes verdi. Tepkileri içinde birikmiş korkularım dışa vurumuydu sanki. "Her şey mükemmel olmalı."

Eray saksının kırık parçalarının üzerine basarak ona doğru bir adım atıp sarıldı.

"Hiçbir şey mükemmel olmak zorunda değil."

Gizem önce onun sarılmasına karşılık verdi sonra cümlesini tamamlar gibi fısıldadı, gözleri kapalıydı.

"Çünkü evde değilim."

"Evet."

Kısa bir süre sonra Eray geri çekildi ve onun yüzünü tekrar avuçladı. Parmaklarını dudaklarının kenarlarına bastırarak yukarıya doğru kıvırmaya çalıştı.

"Bir tek gülüşün mükemmel olacak... Söz vermiştin."

Gizem yeniden dolan gözleriyle gülümsedi ve başını salladı ağır ağır. Lâkin sessiz kaldı, hiçbir şey söylemedi.

"Şimdi git elini yüzünü yıka, toplarım ben. Hadi."

Gizem onu tekrar onayladı ve hiçbirimizin yüzüne bakmadan salonu terk etti. Eray onun arkasından dalgın bakışlar atarken ellerini kaldırıp saçlarından geçirdi.

"Sizin bu gerginliğiniz benim ruhumu lime lime ediyor." Bize döndü. "Haberiniz olsun."

Yerdeki parçaları toplamak için eğildiğinde kendime gelerek hızlı adımlarla yanına gittim ve kırıkları temizlemesine yardım ettim. İşimiz bittikten sonra Eray tekli koltuklardan birine, bense Rüzgar'ın yanına oturdum.

"Nesi var onun?" Sormak istediğim soru Barış'ın dilinden dökülünce merakla Eray'a baktım.

"Hiç." diyerek geçiştirdi.

Başımı kaldırıp kahvelerimi Rüzgar'a dikince dudaklarını birbirine sıkıca kenetleyip gözlerini kaçırdı. Gizem salona geri geldiğinde gözlerim bir süre onun üzerinde oyalandı. Makyajını tazelemişti ve yüzünde özgüvenli bir tebessüm vardı. Sanki az önce hiçbir şey yaşanmamış gibi. O an içten içe ona bir hayranlık duyduğumu sezdim ruhumun derinliklerinde ve neden onun gibi olamadığımı görünmez sorularla sorguladım.

"Gidelim mi artık?"

Eray onu onayladıktan sonra Rüzgar ve bana dinlenebilmemiz için birer oda gösterdi ve nihayet kısa bir vedalaşma faslından sonra üçü de evden ayrıldı. Birkaç saniye yerdeki açık kahverengi parkeleri izledim daha sonra başımı kaldırdım.

Salon genişti. Duvarlar beyazdı fakat bir kısmı kahverengi desenlerle süslenmişti. Salonun her yerinde hayvan figürlü saksılar vardı, ayrıca duvarlara da çiceklerden ve dallardan yapılma süsler asılmıştı. Kahverengi koltuk takımı, büyük ahşap masa ve sehpa, açık kahverengi halı, yine üzerinde kahvrengi desenler olan beyaz perdeler salonla bütünlemiş gibiydi. Fazlasıyla hoş görünüyordu lâkin ben en çok el yapımı süsleri ve saksıları sevmiştim. Salonun güzelliğine gülümseyip Rüzgar'a döndüm.

"Sen git uyu artık." dedim, "Çok yorgun görünüyorsun."

Ayrıca sessizliği de beni endişelendirmeye başlamıştı. Barış geldiğinden beri sadece bir kere konuştuğunu duymuştum, o zaman da ellerini yıkamak için lavaboya gideceğini söylemişti. Bunu Barış'a değil, yorgunluğuna ve uykusuzluğuna bağlamak istiyordum. Yine hiçbir şey söylemedi, başını sallayıp ayaklandı.

Odaya doğru yürürken durup yoğun ama adlandıramadığım duygularla bezenmiş irislerini bana dikti.

"Sen de dinlen... Bir şeye ihtiyacın olursa da beni uyandır."

Gözlerimi kırptım. O odaya gittikten sonra tek başıma sıkılacağımı bildiğim için dediğini yaparak odaya geçtim. Bu odaya da hatta burada gördüğüm diğer odalara da kahverenginin tonları hâkimdi. Derin bir nefes verip yatağa uzandım ve zihnimin tüm kapılarını düşüncelerimin yüzüne kapattım. Düşünmek istemiyordum. Düşündükçe yok oluyordum.
____

Saatler geçti ve ben ne kadar denesem de uyuyamadım. Bu süre zarfında da Rüzgar'ı uyandırmamak için odada kalmayı tercih edip sadece telefonla uğraştım. Evet, böyle bir yerde saatlerce telefondan başımı kaldırmadım. Belki de Gizem'lerle birlikte çıkıp dolaşmak daha iyi olacaktı. Ama ben bir kez daha ayaklarıma pranga takmış korkularıma yenildim.

Gözlerimi devirerek ayaklandım ve ışıkları açtıktan sonra odadaki kahverengi çerçeveli aynanın önüne geçtim ama kendime bakmak yerine aynadaki süsleri inceledim. Kenarlarında renkli deniz kabukları asılmıştı. Elimi uzatıp hafifçe dokundum ve gülümsedim. Kesinlikle evimi süslemek istiyordum, bütün bunlar çok güzeldi. Nihayet gözlerimi süslerden ayırıp aynadaki yansımama baktım ve anında tebessümüm söndü.

"Hayır ya." diye mırıldandım büyük bir üzüntüyle. "Sen ne ara çıktın?"

Çenemde çıkan sivilce yetmezmiş gibi bir de sol yanağımda bir sivilce çıkmıştı. Uzun uzun kendimi izledim ve sinirli bir nefes vererek çantamdan makyaj malzemelerini çıkardım. Elimden geldiğince sivilcelerimi kapatıp yüzümü toparladım.

Biraz daha iyi göründüğümü düşündüğümde aldığım malzemeleri topladım ama içime bir mutsuzluk düşmüştü. Gizem'in ve gün içinde karşıma çıkan diğer kızların bu kadar bakımlı ve güzel olması içten içe onlara imrenmeme neden oluyordu. Bu kadar utangaç ve korkak olmak zorunda mıydım? En azından arkadaş edinebilir ve bir şekilde bir şeyler öğrenebilirdim. Yalnızken bazı şeylere yetemiyordum.

Sıkıntılı bir nefes verip odadan çıktım. Mutfağa geçip kahve yapacaktım. İçten içe Rüzgar'ı uyandırmak istesem de tüm gece araba kullandığı için dokunmayacaktım. Ben tam mutfağa girecekken Rüzgar odasından çıktı. Görüş hizama girer girmez kendimi tutamayıp güldüm. Saçları birbirine girmişti ve sağ yanağında yastık izi vardı ayrıca tamamen uyanmış sayılmazdı. Kaşlarını çattı ve sol gözünü ovuşturarak dudaklarını araladı, yarı açık yarı kapalı olan sağ gözüyle de bana bakmaya çalışıyordu.

"Niye güldün?"

Dudaklarımı birbirine sıkıca kenetledim gülüşlerimi bastırmak amacıyla.

"Hiç.

Rüzgar elini gözünden çekti ve şüpheyle kıstığı gözleriyle bir süre beni izledikten sonra tekrar odaya girdi. Ben de hemen birkaç adım daha atıp içeride ne yaptığına baktım. Aynaya baktıktan hemen sonra kapıyı kapatınca kendimi bastırma gereği duymadım ve başımı iki yana sallayarak güldüm.

"Kahve yapıyorum." diye seslendim içeriye doğru. "İçer misin?"

"Olur."

Mutfağa geçip iki kupa çıkardım ve kahveleri yapmaya başladım. Birkaç dakika sonra Rüzgar içeriye girdi, saçlarını düzeltmiş, kendisini toparlamıştı. Daha dinç görünüyordu.

"Uykunu alabildin mi?"

Başıyla onayladı. Kahveler hazır olana kadar ikimiz de tek kelime dahi etmedik. Nihayet işim bitince kırmızı renkli kupayı Rüzgar'a uzattım, mavi kupayı ben aldım. Ve bu sefer ilk konuşan o oldu.

"Bahçeye çıkalım mı?

Teklifini sessizce kabul ettim, birlikte dışarıya çıktık. Hafif rüzgâr esintisi hâlâ devam ediyordu, aniden dışarı çıkınca çok kısa bir an üşüdüğümü hissettim. Hava bulutlu olduğu için saat o kadar geç olmasa da gökyüzü kararmıştı. Çardağa gelince ikimiz de birer sandalye çekip karşı karşıya oturduk. Kadın çardağı bile renkli ampullerle süslemişti, masanın ortasında yine baykuş figürlü bir saksı vardı.

"Eray'ın anneannesi süsü seviyor olmalı." dedim hayranlıkla ampüllere bakarken.

"Öyleymiş... Beğendin mi?"

Süsleri gördüğümde gülümsemeden edemiyordum.

"Çok." Kahvelerim Rüzgar'ın elalarına kondu. "Bir gün kesinlikle evimi süsleyeceğim." Çocuksu heyecanım onu da gülümsetti.

"Senin evinin sen varken bir süse ihtiyacı yok gibi." dedi, dalgın bakışlarına tebessümü eşlik ediyordu.

Ben ne diyeceğimi bilemezken o aniden gözlerini kaçırdı, tebessümü ağır ağır söndü ve kahvesinden birkaç yudum aldı. Bir saniye önce bir cümlesi ile kalbimi okşarken bir saniye sonra tavırlarıyla kafamın içinde bir arbede çıkarıyordu.

Tavırlarını anlamlandırmaya çalışırken ben de kahvemi içmeye başladım. 'Niye bu kadar dengesizsin Rüzgar?' diye geçirdim içimden, üzgün bakışlarla onu seyrederken.

Rüzgar'ı çözmeye çalışmak yapmak zorunda olduğum her şeyden daha zordu. Onu anlamaya çalışmak, arkası boş kilitli bir kapıyı çalmak gibiydi.

"Biz geldik!"

Eray'ın neşeli ses tonu kulaklarıma iliştiği an bakışlarımın yönü değişti. Eray ve Barış önde yürürken, Gizem arkalarında telefonuyla ilgileniyordu. İlk önce bizim yanımıza geldiler ve Gizem telefonundan başını kaldırmadan geçip yanıma oturdu. Eray yüzündeki geniş tebessümle bize bakarken, Barış'ın ifadesiz gözleri üzerimizdeydi.

"Çok eğlendik, keşke gelseydiniz." Eray Gizem'e kısa bir bakış atıp gözlerini devirdi. "Gerçi onlar eğlendi. Zira ben sadece Gizem'in fotoğraflarını çektim."

Nihayet Gizem başını kaldırıp ona dikti gözlerini.

"Ben senin fotoğraflarını çekmedim mi?"

Eray ona cevap vermek yerine yürümek için kıpırdandı.

"Ben duş alıp geleceğim."

O eve doğru adımladı. Barış da üstünü değiştireceğini söyleyerek arkasından gitti. Geriye sadece üçümüz kalmıştık.

"Gizem, sen kahve ister misin?"

Gizem çekingen bir ifade takındı.

"Sana zahmet olmayacaksa."

Gülümsemeye çalışıp ayağa kalktım.

"Sen dur." dedi Rüzgar, elimden yarısını içtiğim kahveyi almaya çalıştı. "Ben hallederim."

"Gerek yok." dedim yüzüme konan tebessümümle. "Sen otur."

"Hayır Yağmur, hep sen yapacaksın diye bir şey yok. Otur lütfen."

"Rüzgar," diyerek araya girdi Gizem. "Biz biraz konuşabilir miyiz?" Bana baktı. "Lütfen kusura bakma Yağmur."

Aniden içime düşen merak zihnimi kemirirken ben sadece anlayışla gülümsemeye çalıştım. Rüzgar çatık kaşlarla kısa bir süre Gizem'i izledikten sonra istemeye istemeye kupayı bıraktı. Onları orada bırakıp eve doğru yürümeye başladım. Tabii ki merak ruhumda dans ederken gidip kahve yapmayacaktım. Yanlış olduğunu bilmekle beraber dinleyecektim yoksa kafayı yerdim.

İçeri girdim ama kapıyı tam kapatmadım, çardak evden çok az uzaktaydı. İçimden seslerini duyabilmeyi dilerken arkama dönüp birilerinin görüp görmediğine baktım. Salonda kimse yoktu.

"Dinliyorum."

Rüzgar'ın sesini duyar duymaz Gizem'in ne söyleyeceğini beklemeye başladım lâkin fazlasıyla gergindim. Eray ya da Barış gelecek ve görecek diye ödüm kopuyordu.

"Dün olanlar hakkında konuşmak istiyorum Rüzgar." Bunu söyledikten sonra sessizleşti. Neredeyse çıkıp 'ne söyleyeceksen söyle artık' diye bağıracaktım. "Yağmur seni benden mi kıskanıyor?"

"Ne?"

"Tekrarlamama gerek olduğunu sanmıyorum. Tavırlarını ikimiz de gördük, değil mi?"

"Gizem..."

Rüzgar da sustu. Bense konunun nereye varacağını merak ediyordum, bu kadar belli ettiğim için de kendime kızgın hissetmeye başlamıştım.

"Rüzgar, biz arkadaşız. Neredeyse dört seneyi devirdik birlikte. Eray'la da aynı şekilde. Kusura bakma ama benden sonra hayatınıza giren kadınlar bana bu tavrı gösteremez." Kaşlarım havalandı, tırnaklarımı bilinçsiz bir sinirle sol avuç içime batırdım. "Ben Yağmur'a elimden geldiği kadar ılımlı yaklaşmaya çalışıyorum. Ona samimi duygularla gidiyorum. Ama onun tavrı beni rahatsız etmeye başladı. Gerekirse onunla da konuşur-"

"Gerek yok." Daha önce Rüzgar'la aramızda Gizem konusu açıldığında bana onu savunmuştu. Bunu bildiğim için yeni bir hayal kırıklığına kendimi hazırladım. "Senin de dediğin gibi biz uzun zamandır arkadaşız." O duraksadı, hayal kırıklığıma zemin hazırlayan bu cümleyi duyduğum an hissettiğim korku ve gerginlikle gözlerimi kapattım. "O yüzden seninle açık konuşacağım."

Kaşlarım çatıldı. 'Sen haklısın' demesini bekliyordum. Gergin bir nefes verdim.

"Bak Gizem, Yağmur benim hayatıma daha yeni girdi." Bir kez daha duraksadı. "Yani çok yeni sayılırız daha... Dolayısıyla, sizinle de yeni tanıştı. Tamam, ben senin arkadaşlığından şüphe duymuyorum. Seni tanıyorum, biliyorum. Ama Yağmur seni tanımıyor." Sustu. Zorlanıyor gibiydi. "Açık konuşmak istiyorum çünkü ikimizin de aklında soru işareti kalmasını istemiyorum. Niyetim seni kırmak değil. Ama ben Yağmur'un aramızdaki yakınlıktan rahatsız olmasını anlayabiliyorum."

"Yani?"

"Yani... Senden de onu anlamanı rica ediyorum."

Ne hissedeceğimi şaşırmış durumdaydım. İçeriden gelen seslerle hızla mutfağa geçtim, bahçe mutfak camından görünüyordu. Ama onların dikkatinin bende olduğunu sanmıyordum. Rüzgar'ın beni savunmasını asla beklemiyordum hatta benimle konuşacağını söyleyerek Gizem'i ikna edeceğini düşünmüştüm.

Dikkat çekmemek için düşünürken bir yandan da kahveleri hazırlıyordum. Aklım hâlâ onlardaydı, Gizem'in vereceği cevabı merak ediyordum. Gizem haklı olabilir miydi? Hayatlarına sonradan girmiştim, Rüzgar'ı dört senelik arkadaşından kıskanmam ne kadar doğruydu?

Başka bir gözle baktığımda Gizem'e hak veriyor olsam da kendi bakış açımdan baktığımda aralarındaki yakınlık beni rahatsız ediyordu. Arkadaşlıklarına bir lafım yoktu fakat bu kadar yakın olmaları gerekmiyordu. Bunu düşününce bile içimde yoğun bir öfke rüzgârı esiyordu.

"Yağmur," Barış kapı pervazına yaslanınca ona saliselik bir bakış atıp işime döndüm. "Kahve kim için?"

"Gizem." dedim, "Sen de ister misin?"

"Karşılıklı bir kahve içemedik." Gülümsedi. Kollarını birbirine bağladı. "İçimde kalmıştı. Elinden bir kahveye hayır demem."

Zorla gülümsedim.

"Sen istersen bahçeye git. Kahveler hazır olunca getiririm."

"Buranın manzarası daha güzel."

Duraksadım. Bakışlarımı ona çevirdiğimde gülümseyerek beni izlediğini gördüm. Tekrar önüme döndüm, gerilmiştim.

"Neyse." Ona bakmasam da yerinde hareketlendiğini anladım. "Ben dışarıda beklesem daha iyi olacak sanırım."

Hiçbir şey demedim. O da bir süre muhtemelen bir cevap bekledikten sonra yanımdan ayrıldı. Dış kapı kapanır kapanmaz Eray mutfağa girdi. Kaşları çatıktı ve yüzünde endişenin izleri vardı, tedirginlik anında bedenimi ele geçirdi. Acaba Gizem ve Rüzgar'ı dinlediğimi mi görmüştü?

"Ne oldu?" diye sordum tereddütle, "Niye öyle bakıyorsun?"

"Yağmur," Bakışlarını camdan tarafa çevirdi, bir süre dışarıdakileri izledi. Bana döndüğündeyse, "Ya da neyse, boş ver." diyerek geçiştirdi ve bakışlarını tekrar kaçırdı.

"Eray?" dedim ısrarla, "Ne oldu?"

Bana doğru birkaç adım attı.

"Barış..." Kaşlarım çatıldı. "Ona dikkat et Yağmur."

"Ne?"

"Kuzenim... Onu neredeyse herkesten iyi tanıyorum. Bana güven ve dediğimi yap. Lütfen."

Daha fazla bir şey söylemeyerek önce mutfaktan sonra evden çıktı. Bense peş peşe duyduklarımın şokunu üzerimden atmaya çalışıyordum. Bu da ne demekti? Tezgaha yaslandım. İnsanlar neden bu kadar belirsiz varlıklardı? Söylemek istedikleri bir şeyleri neden doğrudan söylemek yerine bilmece gibi konuşup bizim çözmemizi bekliyorlardı?

Kendimi toparlamaya çalışıp kahvelerle uğraşmaya devam ettim. Dakikalar sonra kahveler hazır olduğunda taşıması zor olacağı için bir tepsi yardımıyla kahveleri çardağa götürdüm. Önce Eray'a sonra Gizem'e ve sonra da Barış'a kahvesini verip Rügzar'ın karşısında, Gizem'inse yanında duran boş sandalyeye geçip oturdum. Rüzgar gözlerini yanında oturan Barış'ın elindeki kupaya dikmişti. Barış ona bakınca sinirli bir nefes verip önüne döndü.

"Çok şey kaybettiniz bizimle gelmeyerek." Eray kahvesinden birkaç yudum aldı. "Her şey çok güzeldi. Gizem, fotoğrafları gösterdin mi?"

Gizem 'hayır' anlamında başını salladı, dalgın görünüyordu. Muhtemelen o konuşmadan sonra canı sıkılmıştı. Lavaboya gitmek için ayaklandım, saklanıp birileri fark edecek korkusuyla gizlice konuşmalarını dinlemek bu ihtiyacımı körüklemişti. Çocukken de ne zaman saklansam tuvalete gitmek isterdim.

Düşüncelerime karşı kendimi tutamadım ve sessiz bir gülüş firar etti dudaklarımdan. Herkesin bakışları zaten ayağa kalktığım için bendeyken şimdi dördünün de kaşları çatılmıştı. Toparlanarak lavaboya gideceğimi söyleyip onlardan uzaklaştım. Birkaç dakika sonra işimi halledip döndüğümde bir şeyler konuşuyorlardı, oturup konuyu yakalamak için onlara dikkat kesildim.

"Hadi artık." diye isyan etti Eray. "Yağmur, hadi sen de düşün. Oyun arıyoruz. Yemekten sonra oynarız."

Dudaklarımı sarkıttım. Ne oynayabilirdik ki? Bir süre sonra Eray aniden "Buldum!" diye bağırdı. Herkes meraklı gözlerini ona çevirince "Doğruluk mu, cesaret mi?" dedi.

"İyi ki yaratıcı bir oyun dedim." Barış gözlerini devirdi. "Klişesin kuzen."

"Öyle mi? Ne oynamak istersiniz Barış bey, rus ruleti mi?" Eray geriye yaslandı. "Yaratıcı değil belki ama bu ekibe uygun bir oyun."

"Bu ekibe itiraf oyunu da fazlasıyla uygun olur gibi..." Gizem'in bakışlarını üzerimde hissettim. "Ne dersiniz?"

Rüzgar boğazını temizleyerek ayaklandı.

"Hava soğudu iyice. İçeri gidelim mi?"

"Hava o kadar da soğuk değil, otur Rüzgar." deyip Gizem'e döndü Eray. Rüzgar'sa pes ederek tekrar oturdu. "Mesela? Bir şey itiraf etsene Gizem'ciğim."

"Artık içeri gidelim mi?" diye Rüzgar tekrar araya girdi.

"Kardeşim, senin derdin ne?"

Rüzgar Eray'a cevap verecekken Barış araya girdi ve onun konuşmasını engelledi.

"Hayırdır Rüzgar, itiraf etmekten korktuğun bir şey mi var?"

Yerimde rahatsızca kıpırdandım. Rüzgar histerik bir şekilde güldü. Bakışları masadaydı. Başını salladı.

"Evet." Gözlerini masadan ayırıp Barış'a baktı, öfkesi az önceki gülüşün yerini büyük bir hızla kapmıştı. "Ama itiraf edersem sen zararlı çıkarsın."

Neyi ima ettiğini anlamaya çalıştım. Sanırım, Barış'a duyduğu öfkeden bahsediyordu. Ondan hiç hoşlanmıyordu ve bunu anlamamak imkânsızdı. Barış cevap vermedi ve aralarında sessiz bir savaş başladı.

"Bence de artık içeri girelim." diyerek ayaklandı Eray, gerginliğin büyümesini engellemeye çalışıyordu muhtemelen.

Ben ve hemen ardımdan Gizem ona ayak uydurarak ayağa kalktık.

"Rüzgar," diye mırıldandım. "Hadi."

Bana baktığı an bakışları yumuşadı ve beni onaylayarak ayağa kalktı. Eray ve Gizem önden yürümeye başladı. Ben de boşları tepsiye dizdim ve Rüzgar'la birlikte biz de eve doğru adımladık. Başımı kaldırıp gökyüzüne baktım, ya zaman çok hızlı geçmişti ya da hava erken kararmıştı.

İçeri girdik, arkamızdan da Barış geldi. Rüzgar dışında herkes salona geçerken ben mutfağa yöneldim ve Rüzgar da benimle geldi.

"Sen neden geldin?"

"Asıl sana sormalı, sen niye geldin?"

"Yemekl-"

"Yemekleri ben ısıtırım Yağmur." Elimden tepsiyi alıp tezgaha bıraktı. "Daha önce de söyledim. Buraya bunu yapmaya gelmedin. İçeri git."

"Ama-"

"Aması yok, hadi."

"Yardım etseydim."

"Eray!" İçeriye doğru seslenince gözlerim irileşti. "O bana yardım eder. Sen git." Aklına her ne geldiyse duraksadı. "Ya da gitme. Burada otur ama hiçbir şeye dokunma."

Eray mutfağa girince bakışlarımız ona döndü.

"Ne oldu?"

"Yardım et, sofrayı kuralım."

Rüzgar buzdolabını açıp yemekleri çıkardı. Eray'sa herhangi bir şey söylemeden tabakları alıp içeriye gitti. İstemsizce gülümsedim. Eray mutfağa döndüğünde Gizem de peşinden geldi.

"Yardım edebileceğim bir şey var mı?"

"Biz hallediyoruz." dedi Rüzgar.

Gizem omuz silkip yanıma oturdu.

"Canıma minnet."

"Sahi, bu yemekleri hazır mı aldınız?"

Eray soruma cevap verirken bana bakma ihtiyacı duymadı.

"Annem yaptı buraya geleceğimizi duyunca."

Sessizce onayladım. Eray içeriye bu sefer de çatal bıçak götürdü. Bu şekilde her şeyi içeri taşıdıktan sonra son olarak yemeklerin ısınmasını bekledik. Bir süre sonra onlar da hazır olunca onu da Rüzgar halletti. Sofra tamamen hazır olunca hepimiz içeriye gittik.

Ve yine herkes sessizce yemeğini yedi. Çünkü Rüzgar ve Barış aynı ortama girdiklerinde aralarındaki gerginlik hepimizi susturuyordu. Yemekten sonra ısrarlarıma rağmen Rüzgar yine izin vermedi ve sofrayı Eray'la birlikte topladılar. Nihayet hepimiz salonda toplandığımızda Eray boğazını temizleyip söze girdi.

"O zaman 'doğruluk mu cesaret mi?" oynuyoruz." Gözlerim cama kaydı, hava tamamen kararmıştı. Ve ben günümü hiçbir şey yapmayarak geçirdiğim için pişmandım. "Hazırsak başlayalım. Yerde oynayacağız."

Sadece Eray yerde oturmuştu. Ben Rüzgar'la birlikte iri koltukta, Gizem ve Barış tekli koltuklardaydı. Biz yerde oturmak için ayaklanacakken aniden elektrikler gitti ve hemen ardından gök gürledi.

"Bu neydi şimdi?" dedi Gizem, "Eray?"

"Burada sık sık elektrikler gider." Ses Barış'a aitti. "Gelir birazdan."

"Hayır." Eray'ın fısıltısı kulaklarımı doldurduğunda dehşete kapıldım. "Siyahlı kadın geldi."

Rüzgar'la aynı anda "Ne?" deyince Eray işaret parmağını dudaklarına bastırıp etrafına baktı. Kendisi de fısıltıyla konuşuyordu.

"Eray, ne saçmalıyorsun sen?" diye söylendi Gizem.

"Saçma sapan masallar anlatıyor. Kuzen, sırası mı sence?"

"Ne masalı? Sen de biliyorsun hikâyeyi."

"O hikâye uydurmaydı."

"O yüzden mi-"

"Sus Eray."

"Her neyse." Eray telefonun ışığını açtı. "Anlatacağım. Barış, benimle gel."

"Nereye?"

"Mumları alacağım."

"Telefon yetmiyor mu?"

"Şarjımı niye bitireyim? Hem de böyle bir durumda. Her an gitmemiz gerekebilir."

Ben hiçbir şey anlamayarak onları dinlerken Eray'ın tavırları beni tedirgin etmişti. İkisi de içeriye gitti ve bir süre sonra mumlarla geri döndüler. Eray sehpanın üzerine dizdiği birkaç tane mumu yaktı ve tekrar yere oturdu. Mumların loş ışıkları yüzlerimizi aydınlatıyordu ve bu şekilde her şey daha da ürkütücüydü. Artık hepimiz onu izliyorduk.

"Bana bunu küçükken anneannem anlatmıştı." Fısıltıyla konuşması beni daha da geriyordu. Koltukta Rüzgar'a doğru hareket ettim. "Bundan seneler önce komşulardan biri çocuğunun eline bir kova meyveyi vermiş ve anneanneme getirmesini söylemiş. Akşam saatleriymiş ve sokak karanlıkmış."

"Eray, bence sus." Gizem'in korkusu sesine yansımıştı. "Uyduruk hikâyelerini anlatma bize ya!"

"Sussana kızım, buraya mı gelsin istiyorsun?" Gizem öfkeli bir nefes verdi ve kalkıp beni Rüzgar'a doğru itekleyerek yanıma oturdu.

Eray'sa anlatmaya devam etti. "Çocuk elinde kova çıkmış evden, yolda gelirken yerde yatan birini görmüş. Siyah elbiseli bir kadın ama yüzü gözükmüyor." Gergin bir nefes verdim. Arka plandan gelen gök gürültüsü sesi de resmen daha fazla korkmamız için yükselen bir melodi gibiydi. "Çocuk kadına bir şey olduğunu, baygın yattığını sanmış ve yanına yaklaşmış. Birkaç kez dürtmüş kadını. Sonra kadın bir anda..." Eray devam etmek yerine sessiz kaldı. Aniden bağırınca hepimiz irkildik. "Yüzünü çevirip çocuğun ayağına yapışmış!"

"Bize susun deyip niye bağırıyorsun Eray, sen hasta mısın?"

Eray gözlerini devirdi. Daha sakin ama gergin bir ses tonuyla devam etti. "Ama yüzü bir insan yüzüne benzemiyormuş."

Kendimi daha fazla tutamayıp Rüzgar'ın göğsüne sokuldum. Başımı kaldırıp sadece onun duyabileceği şekilde konuştum.

"Rüzgar, şuna bir şey söyle. Ben evde yalnız kalıyorum."

Rüzgar başını eğip bana bakınca gülecek gibi oldu ama Eray'ın sesi yeniden ona dönmemizi sağladı.

"Sonra çocuk kendini kurtarıp eve doğru koşuyor. O kurtuluyor ama o siyahlı kadının gizemi hiç çözülmüyor."

"Ya belki çocuk yanlış görmüştür, uyduruyordur." Eray Gizem'in söylediklerine karşı başını iki yana salladı.

"Sanmıyorum. Ayrıca buna benzer başk-"

"Eray, sus artık." Rüzgar'a minnetle baktım. "Saçma sapan şeyler anlatıp insanların kafasını bulandırma."

"Cemile misin salak?" İstemsizce güldüm. "Var diyorum ya! Siyahlı kadın bu köyde."

Gözlerim cama kaydı. Bir gölge görür gibi olunca Eray'a küfretmemek için kendimi tutmaya çalıştım. Bilinçaltımı bulandırmıştı. Gizem oflayarak yerinde kıpırdandı.

"Senin yüzünden gece asla uyuyamayacağım Eray."

"Döndüğümüzde evde yalnız kalacak olan da benim."

"Siyahlı kadın bizim apartmana gelemez Yağmur, sen merak etme."

Rüzgar'ın alaylı ses tonuna karşılık sertçe geri çekildim ve ondan uzaklaştım. Korktuğum için benimle dalga geçiyordu. Koluma dokundu, anında kolumu kendime çektim.

"Kızma tamam, ben şimdi gidip bakarım siyahlı kadın burada mı diye."

Ayağa kalktı. Bakışlarıma dolan şaşkınlıkla ona baktım.

"Ciddi misin?"

Güldü.

"Sen ne inanıyorsun şu adamın söylediklerine. Hiçbir şey yok, biraz hava alıp döneceğim."

"Yağmur böyle yağarken nereye?"

Dudakları anlamlı bir tebessüm çizmek için yukarıya doğru kıvrıldı. Daha sonra kulağıma doğru eğildi.

"Bir tanıdığım yağmurun insana iyi gelebileceğini öğretmişti." diye fısıldadı, gülümsedim. Geri çekildi ve gözlerimiz buluştu.

"Ben de geleyim."

Başıyla reddetli.

"Hemen döneceğim zaten, otur sen."

Tereddüt etsem de Eray'ın anlattıkları beni yeterince korkutmuştu ve istesem de dışarıya çıkamazdım. O yüzden kabullendim ve Rüzgar dışarıya gitti.

"Aptal bu. Kendisini yem edecek."

"Eray!" dedim sinirle, sabrım tükenmişti.

"Siz bana inanmayın." Barış'a döndü. "Hatırlamıyor musun çocukken olanları?"

"Ne oldu ki çocukken?" diye mırıldandım korkuyla.

Barış kollarını oturduğu tekli koltuğun yanlarına vurdu ve ayaklandı.

"Sen anlatadur. Ben dışarı çıkacağım, boğdun beni kuzen."

Barış yanımızdan ayrıldıktan hemen sonra Eray bize döndü, tam dudaklarını aralamış bir şey söyleyecekken Gizem elini 'dur' dercesine kaldırdı.

"Lütfen sus artık Eray. Geldiğimize bin pişman ettin bizi."

Eray pes ederek sustu. Bense başımı iki yana sallayıp geriye yaslandım. Gizem haklıydı, kesinlikle geldiğime pişman olmuştum.

___

Yazarın anlatımıyla.

_

Rüzgar kollarını ferforje bahçe kapısına yaslamış, bahçeden çıkmadan dışarıyı izliyordu. Zihni her zamanki gibi kalbinin gündemindeki konuyu kurcalıyordu. Yağmur'dan uzak durması gerekirken ona bu kadar yakın davranmasının nedenini düşünüyordu. Yağmur'la karşı karşıya geldiğinde neden kendisine söz geçiremiyordu?

'Belki de Yağmur gerçekleri hiçbir zaman öğrenmemeli.' diye düşündü. Bu, bir itiraf mıydı? Oflayarak başını öne eğdi ve sağ elini ıslanmış saçlarından geçirdi.

"Ne saçmalıyorum ben?"

"Bilmem." dedi bir ses, Rüzgar sesi tanır tanımaz gözlerini kapatıp öfkeli bir nefes verdi. Ama arkasına bakmadı. "Ne saçmalıyorsun sen?"

Barış Rüzgar'ın tam yanında durup onunla aynı pozisyonu aldı, kollarını demir kapıya yasladı. Rüzgar kendi kendine sessizce gülerek başını iki yana salladı, gülüşü yapaydı. Arkasını döndü ve eve doğru birkaç adım attı ama Barış'ın sözleri durmasına neden oldu.

"Yağmur'u sevmiyorsun."

Rüzgar gerilmedi, gözlerini devirerek omzunun üzerinden ona baktı.

"Ne anlatıyorsun Barış?"

Bu sefer ona bakmak yerine arkası dönük bir şekilde dışarıyı izleyen taraf Barış'tı.

"Ben değil, bakışların anlatıyor. Onu sevmiyorsun."

İkisi de aynı anda tüm vücutlarıyla birbirlerine döndüler. Aralarında neredeyse üç koca adımlık bir mesafe vardı. Barış demirlerin ıslak olmasını umursamadan sırtını kapıya yasladı. Kısık gözleri Rüzgar'ın üzerindeydi.

"Söylesene," dedi Barış. "Onunla derdin ne?"

Rüzgar bir elini cebine yerleştirdi ve başını öne eğerek güldü.

"Kendini bu ihtimale inandırarak mı rahatlatıyorsun?" Ciddi bir ifade takınarak Barış'a doğru bir adım attı. "Nasıl oluyor sevgiyi anlatan bakış? Oynamasını iyi biliyorsun, sen anlat."

Barış alayla sırıttı. Kaşlarıyla Rüzgar'ı işaret etti.

"Seninki gibi olmadığı kesin."

"Oynadığını inkar etmiyorsun."

Barış'ın tebessümü söndü ve yüzüne öfke sıçradı.

"Benim kimseyle oynadığım yok. Beni kendinle karıştırma." Alaya alma sırası Rüzgar'daydı. Kaşlarını kaldırıp gülümsedi ve ağır ağır başını olumlu anlamda salladı. "Tek derdin kaçmak. Aklınca okları bana çevirerek kaçıyorsun." Barış ona doğru bir adım attı. "Söylesene, sen niye inkar etmiyorsun? Yoksa kendinden de mi kaçıyorsun?"

Rüzgar bir kez daha güldü, içten içe öfkeliydi.

"İnkar etmiyorum. Çünkü ben senin aksine, duygularımı kanıtlamak zorunda hissetmiyorum. Özellikle de senin gibi birine. Yağmur aptal değil Barış. Bir şeylere inanıyorsa iyi niyetinden." Gülüşü soldu, dişlerini sıktı. "Ama eğer onun iyi niyetini kullanmaya kalkarsan ben onun kadar iyi niyetli davranmayacağım."

Barış ağır ve kısa adımlarla yürüdü, Rüzgar'ın tam karşısında durdu.

"Senin gerçeğini öğreneceğim Rüzgar. Ve ben öğrendiğim an Yağmur da öğrenecek." Kaşları havalandı, başını sallayarak ekledi. "Bundan emin olabilirsin."

Barış Rüzgar'ı orada bırakarak eve gitti. Rüzgar'sa öfkeyle bir küfür savurdu. Her şeyin farkındaydı. Barış'ın Yağmur'a arkadaşça yaklaşmadığının farkındaydı. Ayrıca öteki duygularının da gerçekliğine inanmıyordu. Rüzgar'a göre, Barış'ın tek derdi Yağmur'u elde etmekti, çoğu insan gibi kazanmak için gerçek yüzünü saklıyordu sadece. İlk kez o an kendi yalanı için 'iyi ki' dedi. İyi ki bu yalan vardı ve iyi ki Rüzgar Yağmur'un yanındaydı.
__

Yağmur'un anlatımıyla.
_

Barış içeri girer girmez bize bakmadan telefonun ışığıyla odasına geçince tedirgin hissederek ayaklandım.

"Nereye?"

"Rüzgar'ı çağıracağım Eray."

Ona kızgındım çünkü onun yüzünden ben de bu gece uyuyamayacaktım. Telefonumun ışığını açarak gidip dış kapıyı açtım, yağmur hâlâ yağıyordu lâkin şiddeti azalmıştı. Gözlerim bahçede Rüzgar'ı taradı, demir kapının yanında durmuştu.

"Rüzgar!" diye seslendim yanına gitmek yerine. "Gelsene, hasta olacaksın."

Rüzgar dalgın gözlerini bana çevirdi, bir süre tepki vermeden sadece baktı. Daha sonra gülümseyerek onayladı ve yanıma doğru yürümeye başladı.

"Yağmur, şu ışığı gözlerimden çekecek misin?"

Telefonu hızla aşağı indirdim, Rüzgar içeriye girer girmez yine telefonun ışığıyla onu inceledim.

"Sırılsıklam olmuşsun."

"Bir şey olmaz, merak etme. Üstümü değiştiririm ben şimdi."

Başımı salladım, gülümseyerek gözlerini kırptı. Daha sonra kendi telefonunu çıkarıp sabah uyuduğu odaya gitti. Bense Eray ve Gizem'in yanına geçtim.

"Eray, benim uykum geldi." dedi Gizem.

"Ninni mi söyleyeyim?"

"Hayır Eray, masal anlat." Gizem'in kinayesi Eray'ı güldürdü. "Saçmalama, nerede uyuyacağımı soruyorum."

Eray sıkıntılı bir nefes verdi.

"Barış gelmeseydi iyiydi ya."

"Niye?" diyerek yanımıza geldi Barış. "Ne rahatsızlık verdik yine kuzen?"

"Oda yetmiyor."

"Sen kuzeninle aynı odada uyu o zaman Eray."

"Sarışınım, açık açık git intihar et deseydin daha az bozulurdum. Siyahlı kadınla aynı odada uyurum, daha iyi." Eray gözlerini devirerek bakışlarını ondan ayırdı. Sonra aklına bir şey gelmiş olacak ki bana döndü. "Sen ve Gizem aynı odada uyuyun. Hem korkuyordunuz. İyi denk geldi."

Kaşlarım düz çizgi hâlini aldı. Gizem'in de irisleri anında bana dönmüştü.

"Kabul mü?"

Dudaklarımı birbirine bastırarak onayladım ve gözucuyla Gizem'e baktım.

"Benim için bir sorun yok."

Dudaklarında belli belirsiz bir tebessüm oluştu, ifadesi kesinlikle samimiydi.

"Bana da uyar."

Bu durumu garipsedim çünkü Rüzgar'la aralarında geçen konuşmadan sonra benden nefret edeceğine neredeyse emindim. Ama Gizem gerçekten bana ılımlı yaklaşıyordu ve benimle iyi bir iletişim kurmak için çabalıyordu. Nedenini anlamıyordum. Onunla açık açık konuşmak istiyordum lâkin buna cesaretim yoktu.

Sağ yanımda hareketlilik hissedince dalgınlığım bedenimi terk etti, Rüzgar gelmiş ve yanıma oturmuştu. Mavi bir tişörtün altına lacivert bir eşofman altı giyinmişti. Telefonun ışığını açıp ona tuttuğumda gözlerini kısıp bakışlarını kaçırarak güldü.

"Yapma."

Sessizce güldüm ve ışığı kapatıp önüme döndüm.

"Ben burada siyahlı kadın geld-"

"Kalkın." diyerek araya girdi Barış. "Gidip uyuyalım yoksa Eray'ı öldürerek köyün yeni hikâyesi olacağım."

"Çok komik!" Eray alayla güldü. "Yeni hikâyemizin adı da Barış'lı adam mı?"

Barış yaslandığı yastığı aldı ve uzanıp Eray'ın kafasına vurdu.

"İğrençsin Eray."

"Senin kadar değil."

Eray yerden destek alarak ayağa kalktı.

"Gelin odalarınızı göstereyim. Uyuyalım, bir an önce sabah olsun ve gidelim şuradan."

"Yağmur, sen sabah gösterdiğim odada. Gizem'le birlikte. Geri kalan herkes odasını biliyor zaten."

"Gizem'le mi?"

Rüzgar'ı onayladım. Barış çoktan gitmişti, Gizem de lavaboya gitmek için yanımıza ayrıldı. Eray mumları üfledi, üçümüzün arasında geçen 'iyi geceler' dileme faslından sonra odalara dağıldık. Telefonu odayı aydınlatması için ters bir şekilde yatağa bıraktım ve Gizem'in gelme ihtimaline karşı aceleyle üzerimi değiştirdim. Daha sonra yatağa uzanıp uyumaya çalıştım ama uykum yoktu.

Uzun dakikalar geçmesine rağmen Gizem de gelmeyince yerimde doğruldum. Ben bakmak için ayağa kalkacakken kapı açıldı ve Gizem içeriye girdi.

"Yağmur, Rüzgar buraya gelse, ben onun odasına geçsem senin için sorun olur mu?"

"Ne?" dedim şaşkınlıkla, "Neden?"

"Öyle gerekti."

Yüzümü buruşturdum, Gizem'in söylediklerine ve tavırlarına hiçbir şekilde anlam veremiyordum.

"Senin derdin ne?"

Gergin bir nefes verdi, elindeki ışık yüzünü az da olsa aydınlatıyordu. Mavileri odanın her yerine dokundu.

"Bir derdim yok." Düşünür gibi oldu. "Sadece bu oda fazla ürkütücü."

Tek kaşım havalandı.

"Bu odaya daha yeni geldin Gizem. Ayrıca yalnız uyuyunca korkmayacak mısın?"

Bir cevap daha arar gibi oldu fakat sonra kaşlarını çatarak bana baktı.

"Beni bu kadar düşündüğünü ve benimle uyumak isteyecek kadar sevdiğini bilmiyordum Yağmur." Bıkkın bir nefes verdi. "Rüzgar'ı çağırmam senin için sorunsa salonda uyurum."

Hayretle güldüm.

"Salon buradan daha güvenli, öyle mi?"

"Yağmur, bir karar verecek misin?" diye yükselince öfkeyle soludum.

"Ne yaparsan yap Gizem."

Tekrar yatağa yatıp battaniyeyi başıma kadar çektim.

"İyi öyleyse, Rüzgar'ı çağırıyorum."

Gözlerim irileşti, anında doğruldum ama Gizem yoktu ve kesinlikle benim bu gece uyuyabilme ihtimalim çürümüştü. Ne yapacağımı bilemeyerek yerimde kıpırdandım. Kalp atışlarım bir anda hızlandı, gözlerimi odanın karanlığında dolaştırdım. Rüzgar bu odanın neresinde uyuyacaktı?

Onu bekliyor gibi görünmek istemediğim için yatağa yattım. Ama bekliyordum. Gergin bir nefes verip sağıma döndüm. Bu kadar gerilmem normal miydi? Elim boğazıma gitti. Derin derin nefesler aldım ve verdim. Uzun bir süreyi geride bıraktıktan sonra odanın kapısı çaldı. Hızla doğruldum sonra tekrar yattım. Saçmaladığımı düşünerek bir kez daha doğruldum.

"Gel." dedim titreyen sesimle, sesim neden titriyordu?

Kapı yavaşça aralandı, içeri önce bir ışık sızdı sonra da Rüzgar içeriye girmek yerine kapıda durup bana baktı ve hemen sonra gözlerini kaçırdı.

"Yağmur, ben..."

Sustuğunu görünce kendimi tutamayarak "Gizem söyledi." dedim.

"Biliyorum... O yüzden haber vermek istedim." Duraksadı. "Salonda uyuyacağım."

"Ama-"

"Beni merak etme."

"Salonda hiçbir şey yok ki. Yastık, battaniye..."

"Eray'dan isterim."

Ona 'odada kal' diyemezdim. Yanlış anlamasından korkuyordum. Battaniyeyi üzerimden çekip ayağa kalktım ve telefonun ışığıyla odadaki dolaba doğru yürüdüm.

"Bekle bir dakika." Dolabın kapağını açtım. "Burada yastık falan varmış." Elime geçen birkaç şeyi alıp Rüzgar'ın yanına geçtim. "Eğer isterse-"

"Teşekkür ederim." diyerek elimdekileri aldı. "Sen rahatsız olma lütfen. Beni de merak etme. Ben halledeceğim."

Daha fazla bir şey söylemedim, sadece başımı salladım ve o gittikten sonra geriye dönüp yatağa yattım. Bir sağa, bir sola dönerek dakikaları devirdim. Bir türlü uyku tutmuyordu. Bunun yanı sıra aklım Rüzgar'da kalmıştı. Koltuk uyumak için hiç rahat değildi.

Bir süre daha yatakta kendi kendime kıvranıp durdum. Eray'ın anlattığı hikâye yüzünden dışarıya da çıkamıyordum. Oflayarak yatakta doğruldum. İfadesiz gözlerimi karanlık olmasına rağmen odada gezdirdim. Gerçekten gece olunca bu oda korkunç görünüyordu.

Yataktan çıktım. Su içme bahanesiyle Rüzgar'ı kontrol edecektim. Aklım hâlâ ondaydı. Telefonumu aldım, şarjının bitmek üzere olduğunu görünce moralim biraz daha bozuldu. Yarın yolda nasıl oyalanacaktım? Telefonun ışığını açıp paytak adımlarla odadan çıktım, çıkmadan önce elektriklerin gelip gelmediğini kontrol etmiştim ama hâlâ gelmemişti.

Sessiz olmaya çalışarak salondaki koltuğa doğru yürüdüm. Koltuğun arkasından eğilip Rüzgar'a bakacakken aniden doğrulunca irkilerek iç çektim, elim anında kalbime gitti.

"Yağmur?" Şaşırmıştı. "Sen miydin?"

"Başka birini mi bekliyordun?"

Gülümsedi.

"Siyahlı kadını bekliyordum."

Gergin bir nefes verip arkama baktım.

"Rüzgar bir de sen başlama."

Başını önüne eğerek güldü. Tekrar bana baktığında gülüşleri ağır ağır söndü, geriye sadece silik bir tebessüm kaldı.

"Uyku mu tutmadı?"

Onayladım.

"Sen niye uyumadın?"

"Beni de uyku tutmadı."

Anladığımı belli etmek için başımı salladım.

"Dışarıya çıkıp biraz hava alalım mı?" diye sordu, ben hâlâ Eray'ın anlattıklarının etkisinden çıkamamıştım.

"Ama-"

"Yağmur! Siyahlı kadın diye bir şey yok. Eray nereden anlattı bu lanet kadını size?"

Daha sonra ayaklandı ve koltuktaki mavi battaniyeyi alıp yanıma geldi.

"Sadece bahçeye çıkacağız... Tabii istemiyorsan o ayrı."

"Hayır." dedim, "İstiyorum." Başımla onayladım. "Tamam, çıkalım."

Rüzgar gülümsedi ve birlikte önce dış kapıya doğru yürüdük sonra sessiz olmaya çalışarak bahçeye çıkıp çardağa gittik. Tabii ben yürürken bir yerlerden bir şeyler çıkar korkusuyla bahçeyi göz hapsine almıştım. Rüzgar çardağın ışıklarını yakmak için elektrik anahtarına bastı ama sonra elektriklerin gitmiş olduğunu hatırlayarak oturduğum sandalyenin arkasına geçti. Elindeki battaniyeyi arkadan sırtıma attı ve bedenimi sarmasına izin verdi. Daha sonra yanıma oturdu.

"Sen üşümüyor musun?"

Gülümsedi.

"İyi böyle."

"Hasta olacaksın Rüzgar."

"Önemli değil, beni düşünme."

Onu dinlemedim çünkü soğuktan titrediğini görebiliyordum, sandalyemi onun sandalyesine yaklaştırdıktan sonra sol kolumu açtım ve battaniyenin yarısını onun sırtına attım. Battaniyenin ikimize de yetmesi için onun göğsüne yaslandım.

"Pes etme, tamam mı?"

Gözlerimi kapalıyken güldüm ve omuz silktim.

"Galiba burada uyuyabilirim."

"İyi alıştın."

"Bu, kötü bir şey mi?"

Sessiz kaldı. Dayanamayarak gözlerimi açtım ve doğrulmadan ona baktım, onun da bakışları anında gözlerime kondu. Elaları acıya evini açmış gibiydi.

Aslında onunla ilgili şüphelerim azalıyordu. Çünkü normal zamanlarda bana karşı tavırları fazlasıyla iyiydi ve bir gariplik yoktu. 'Başından beri böyle biri olsaydı onu yine de sever miydim?' diye bir soru geçmişti zihnimden günler önce. Severdim. Kesinlikle severdim. Çünkü kibardı, nahifti, duygusaldı. Rüzgar'ın insana kıyamayan bir tarafı vardı. İçinde sakladığı güzel cümleleri vardı, arada dudaklarından çıkıp kalbime dökülüyordu.

Ben biraz da bu yüzden ellerimle ona karşı bir güven duygusu inşa etmeye çalışıyordum içimde. İhtiyacım vardı. Böyle bir adamın beni sevdiğine inanmaya ihtiyacım vardı. Benden ailemi alan hayatın bana olan sevgi borcunu bu şekilde ödediğini düşünmek istiyordum.

Rüzgar'ın tek sorunu belki de dengesiz olmasıydı. Saniyeler önce olduğu gibi. Bunu da zamana yayarak halledebilirdik. En azından ıssız geçmişim buna inanmak istiyordu, geleceğe bakıp gülümseyebilmek için.

Oysa farkındaydım, bütün bunlara hükmedemezdim. Acılar, hayal kırıklıkları, kalp kırıklıkları... Belki de kapının önünde kalbime dalmak için doğru zamanı bekliyorlardı. Duygular kalbimize ev sahipliği yapmak için bizden onay beklemiyordu. Sanki ruhumuz bize değil de hislerimize aitmiş gibi.

Ama ben bütün bunlara rağmen Rüzgar'a güvenmeyi her şeyden çok istiyordum. Hayatımda ilk kez birine güvenmek istiyordum. Yanlış mıydı yürüdüğüm yol? Sahiden kapıda doğru zamanı bekleyen koca bir hayal kırıklığı mı vardı? Ben bunu nasıl anlayabilirdim?

'Aklından neler geçiyor Rüzgar?' diye geçirdim içimden.

Belki şüphelerim azalmakta hata ediyordu. Belki de tek başınalığımın doğurup kollarıma bıraktığı çaresizlik öylesine ağırdı ki ben beni öldürecek tuzakların omzunda ağlayacak kadar kör olmuştum.

Gözlerimi ondan ayırıp masaya odaklandım ve bir işaret diledim. Rüzgar'a inanmak için bir işaret. Şüphelerimi yere serecek doğruları diledim. O doğruları bana fısıldayacak bir işaret. Ya da belki de beni kendine inandıracak yeni yalanlar. Sevginin koyusuna bulanmış yalanlar.

İnsanın inanabileceği yalanlara ihtiyaç duyacak kadar yalnız olmasının nasıl bir şey olduğunu sorarlarsa bir gün, benim adımı verin.

Kahvelerim masadaki bir noktaya dalmışken bir anda çardağın kenarlarından sallanan renkli ampüllerin hepsi yandı. Ve ışıklar yüzüme bir tebessüm çizdi.

Hayranlıkla ampullere bakarken içime düşen tarifsiz bir duygunun etkisiyle Rüzgar'ın göğsüne daha çok sokuldum. Bu neydi, bilmiyordum. Belki sadece bir raslantıydı. Belki de gerçekten bir işaretti. Belki doğruların fısıltısı, belki yalanların haykırışı. Bilmiyordum. Tek bildiğim çaresizliğimin inançlarımı uyandırdığıydı.

Ben sarılacaktım; ya beni öldürecek koca bir tuzağa ya da sevginin en koyusuna.

____

Tekrar merhaba. ))

Bekletmeden sorularımı sorayım. Sizce Gizem'in amacı ne?

Bu arada bana sövmeyin, her şey zamanla. ))

Peki Barış?

Ve Rüzgar'la aralarında geçen ufak çaplı kriz?

Bu arada Eray'ın anlattığı hikâye de gerçek, yani bir tanıdığımın yaşadığı bir olaydı ahzpwlsowkskwjs ama siz takılmayın.♡

Yıldızları parlatalım...

Görüşmek üzere. )

Continue Reading

You'll Also Like

790K 45.8K 34
Kuru öksürükleri durmadı bir süre. Boğazının acısını ben hissetmiş gibi yüzümü buruşturdum. Hastalığı benden kaptığı için kendimi iki kat kötü hissed...
671K 44.5K 31
Peyda, bir Gerçek Aile/Kaçırılmış Çocuk klasiğidir. "Şimdi, on yedi yıl sonra annem ve babam karşımda dikiliyorlardı. Onları görüyor, onlarla aynı m...
25.2M 900K 78
♌ İNTİKAMDAN DOĞAN TUTKULU BİR AŞK ♌ Küçük yaşta anne ve babasının ölümüne şahit olan acımasız genç bir adam... Edim Demiray. Daha on sekizinde uyuş...
382 54 8
Bazı şeyler olur ve kendi yolunuzu çizmek zorunda kalırsınız. Biz de kendi yollarını çizmek isteyen üç arkadaşız. Nasıl veya ne kadar birbirinden far...