Achernar 1: Üç Bilge'nin Yolu

By ACHERyy

71.3K 12.6K 25.3K

WATTSY 2021 FANTASTİK KAZANANI ✳️ Tuhaf bir şehirde tanıştı iki Tanrı soyu... More

-Öɴ sᴏ̈ᴢ-
-Iʀᴋ Tᴀɴɪᴛɪᴍ Kᴀʀᴛʟᴀʀɪ-
-Aᴄʜᴇʀɴᴀʀ Eᴠʀᴇɴ Tᴀɴɪᴛɪᴍɪ-
Giriş
1- Nefes Aldığın Sürece
2- Müzik Dinleyen İnsanlar
3- Umut Işığı: Lotus
4- Kırmızı Garaj
5- İki Mihtirin
7- Ahnerti
8- Maih ve Jack
9- Son Yargı: Dünyanın Sonu
10- Achernar
11- Üç Bilge ve Güneş Olacak Adamlar
12- Seçilen Yasakçı
13- Bir Araya Geliş
14- Oroden Panayırı
15- Fradin'in Atölyesi
16-Tan Sheline'ın Ağaç Han'ı
17-Eridnapis
18- Fırtına
19- Sarhoşun Ağzından
20-Mut Limanı ve Çolpan'ın Evi
21-Ramkarsa
23- Yaşam Varisi
24- Ait Tutun Yüreklerinizi!
25- Diyarda Soluyan İlk Ejder
26- Bükrek'in Doğuşu
27-Toplantı ve Yas
28- Kader Kemeri
29- Dingin bir Gece
30- Arçura Zehri, Us ve Düş
31- Demir Kıynak

22 - Ölüm Büyücüsü

597 223 507
By ACHERyy

Selamm! 

Heyecanlı bir bölümle geldim! Bölüm 3000 kelimelik. Bölümler arasında dengesizlik olduğunun fakındayım. Bu dengesizliğin nedeni Wattpad üzerinde değil Word üzerinde yazıp bölümleri kelime sayısına göre değil de o bölümün içereceği olayların bitişine göre yazıyor olmam.

Eğer durumdan rahatsızsanız bana bildirin lütfen, değiştirir ve tekrar düzenlerim. Bir de görselleri beyaz arka plana göre koyuyorum. Sayfa renginiz beyazsa daha iyi gözükür.

İyi okumalar!

________________________

"Bekle! Nereye gidiyorsun? Bir savaştan bahsedip öylece gidemezsin Laren! Buraya dön, seni iğrenç hain!"

Laren, Jack'in söylediklerini duyduğu gibi duraksadı. Hışımla geri dönüp yanlarına vardığında gözlerindeki derin öfke, aslında yalnızca şu ana has değildi, ona hain denilen her an içindi. 

"Bana hain mi dedin sen?" 

"Doğru duymuşsun. Birlikte yaşadığın halka savaşı getirdin! Şimdi de bize her şey planladığım gibi oldu, hadi gidip savaşın diyorsun!"

Ofkelense de kadın sol eliyle kılıcının kabzasını sıkı sıkı tutmaktan öte gitmedi.  Birbirlerine tehditkarca bakıyorlardı. Laren'in elinin kılıcında seğirdiğini gördüğünde Jack, duruşunu diklestirdi. Ölmüş ruhlar, bir sözü ile yaşayan dünyaya gelebilirdi. Kalbinde mezarlıklar taşıyan Laren'in karşısına, hangi dostu çıkarsa daha etkili olurdu?

Atmosfer fazla basıklaştığında, ikili arasındaki gerginliğe karşın Chris, "Neden kendinizi dizginleyemiyorsunuz?" diye bağırdı.

"Hayvan, dizginlenir Chris. Ben yargı istiyorum." Dedi Jack. Laren'e bakarak kelimelerin üzerine basa basa konuşmuştu. Chris iç çekti.

Ardından, ciddileşip dikleşti. Çenesi yukarıda, göğsü dışarıdaydı ve ara sıra takındığı o güçlü ifadesi ve gür sesiyle dikte etti.

"Haklı ya da haksız olmanız umrumda değil! Tekrar tartışmanızı dinlemek istemiyorum. Konuyu askıya alın, Tanrı aşkına! Laren, az önce Neferlerin sınırları aştığını söyledi! Bir savaştan bahsetti! Savaş kelimesinin ağırlığını biliyor musunuz siz? Sorumlu olduğumuz canlardan haberiniz var mı? Odaklanacağımız nokta tam olarak bu. Biriniz ışık birliğini temsil eden Ozatik'li, birinizse acunu korumak icin doğan Mihtirin. Aptallığınızı sonraya saklayın. "

Zındanda yankı bulan sözlerinin ardından Jack iç çekip geri çekildi ve kollarını göğsünde bağladı. Laren, bir süre Chris'in yüzüne baktı. Genç adam onun ne düşündüğünü anlamadı ama elini kılıcından çektiğinde başarılı olduğunu fark edip derin bir nefes aldı. 

"Savaşacağız. Olayların gelişme kısmına etki edemiyorsak sonucu değiştiririz. Achernar'a korumak için geldik! Onu boş ver, koruyalım diye var edildik. Şimdi düşman, masum bir halka saldırıyorsa da yapacağımız şey belli. Olaylara etkisi olan kişiler ve durumlar, yarının konusu.

Bugün, buradayız ve ne yapacağımızı düşünmeliyiz. Laren, krallığın durumu hakkında ne biliyorsun? Jack ve ben, cüceleri nereye tahliye edebiliriz ve tahliyeden sonra, toplayacağını söylediğin savaşçılarla nerede buluşacağız?"

Laren, birlikte hareket etmenin getireceği yükten çekindi. Şimdiye kadar tek başına savaşmıştı. Yasakçı sınavı etraftakileri umursamadan yükselmen gereken, bireysel bir sınavdı.

Mihtirinler ne derse desin, şimdiye kadar alıştığı düzenini değiştirmek istemiyordu ama kişisel düşüncelerini kılıcına yansıtacak kadar toy da değildi.

"Krallık bir süredir kötü durumda. Fikir almaya geldiğimiz kişi burada değilmiş. Halkı tahliye etmek için düşmandan bahsetmeniz yeterli. Bahçealtı'nda gizli geçitler var, yer altına kaçacaklardır. Dibinde akik taşından bir çember olan en büyük ağacın bulunduğu yere meydan deniyor. Orada buluşuruz." dedi soğukça. Çelişkilerini göz ardı etti ve yüzünü Chris'ten öte tarafa çevirdi. 

"Yapmanız gerekeni anladığınızı varsayıyorum." 

Kadının son sözü ardından Chris, "Bizi gerçekten küçümsüyorsun, değil mi? Anladık tabii ki, Laren." dedi. Laren, ona arkasını döndü ve başka bir şey söylemeden uzaklaştı.

O gittiğinde derin bir nefes aldı. Yapması gerekeni yapıyor, söylenmesi gerekeni söylüyordu ama ne kadar gergin olduğunu uzun süre saklayabilecek kadar iyi bir konuşmacı değildi. 

Gergindi. Yutkundu. Başından beri savaşmaları gerektiğini biliyorlardı zaten ama Achernar'a gelişlerinden sonraki aşağı yukarı bir ay içinde Neferler ve Cüce savaşçıları arasındaki olaylara dahil olacaklarını düşünmemişti. 

Bir savaş! Ne yapacaktı?

"Zamanı geldi demek." Diyen Jack'in uzaklara dalarak derinlik kazanmış gözleri, savaşacak olmanın verdiği hazla gülen dudaklarıyla çelişkili bir uyum yakalamıştı. Lacivert kristallerle dolu odada ya da ruhlara erişemediğinde hissettiği o zayıflığı telafi edebileceğini düşünüyordu.

 Achernar'a gelmenin ve korumanın hayalini kurmuştu. Kendini bu ana hazırlamıştı; yıllar boyunca sınırlarını aşmaya çalışarak güç elde etmeyi denemişti.

Maih'in desteği ile güçlenmeye başlamış, o öldükten sonra da kendi yöntemleriyle ruhların efendisi olma rolüne bürünmüştü. Şimdi, kendini kanıtlayabilecekti. Korksa da gülmek istiyordu; çarka kahkaha atmak! O, bu savaşa uzun zamandır hazırdı.

Zamanın azaldığının bilinciyle zindandan çıkmak için geniş koridorda koşarken, öncesinde Laren'in yere serdiği nöbetçilerin baygın bedenleriyle karşılaştılar. Jack, sırt üstü uzanan cücenin kılıcını alıp yola devam etti. 

Birkaç yanlış dönemecin ardından taştan, spiral merdivenlere vardıklarında Chris, nefesinin kesildiğini hissetti.

Adımlarını kendisi atmıyormuş gibi bilinçsizce yürümeye başlamıştı. Terliyordu ancak bu endişe ya da korkudan değildi. Vücudu zorla hareket ediyordu sanki. Bir tutukluk vardı üzerinde. 

"Sen git!" diye bağırdı önden giden sarışına. İçinde bulundukları durumda kimseye engel olmak istemiyordu. Hislerini gizlemek için uğraşarak ekledi.

"Meydanda buluşuruz, yapmam gereken bir şey var."

Jack arkasına döndü. Yapması gereken şeyin ne olduğunu deli gibi merak ediyordu. Sormak için ağzını açmıştı ki Chris, aklındna geçeni anlamış gibi susturdu onu.

"Bir şey işte, lütfen üsteleme." 

Sarışın anladığını belli ederek kafasını salladı. Meşale ışıklarıyla aydınlanan merdiven loştu. Turuncumsu ışık altında Chris'in yeşil gözleri hafifçe parlıyordu.

Bir eliyle tırabzana tutunurken hafifçe öne eğilmiş bedeni hasta gibiydi ve yüzü, donuk bir ifadeye sahipti. Jack, yutkundu. Endişelenmişti ama belli etmek istemedi. 

Hiç düşünmeden elindeki kılıcı sivri ucu yere bakacak şekilde tutup uzattı Chris'e. Güven verircesine bakıyordu ona. iki eliyle genç adamın omuzlarını tuttu ve sıvazladı. 

"Kendini öne atıp saçma şeyler yapma. Seni bekleyeceğim. Git ve işini hallet."

Sözünü bitirdi, merdivenlerden yukarı koşmaya başladı. Kılıcını Chris'e vermişti çünkü onun için endişelenmişti. Ona konuşma fırsatı vermeden ortamı terk etmişti çünkü yapacakları konuşma muhtemelen kendisi için boğucu olacaktı. 

Kılıca ihtiyacı olup olmaması önemli değildi; zaten ruhlara sahipti. Her ne kadar henüz Achernar'daki hiçbir ruha seslenmese de o, Zahwa'ydı. Güçlüydü. Kendine güveni, etrafındakileri aşağılayacak derecede çoktu. 

Yürüdüğü merdivenlerin sonundaki tahta kapıyı ardına kadar açtı, gıcırtı sesleriyle birlikte içeri girip kapıyı kapadı. Dar bir koridorda buldu kendini ve koridor onu sarayın karşılama salonuna götürdü. Ana kapının bulunduğu ve zindanda götürmek üzere yakalandıkları yerdi burası.

Gri taş duvarlarda asılı tablolar ve tavandan sarkan bayrakla soğuk bir asilliğe sahip odanın ortasında, iki taraftan yükselen süslü merdivenlere kahverengi bir halı serilmişti. İlerlerken kendi etrafında döndü ve tavana baktığında içinde bulunduğu durumdan uzaklaşarak cücelerin neden bu kadar yüksek bir tavana ihtiyaç duyduklarını düşündü. İçten içe alay etti onlarla. Bu duruma alışmıştı, dağınık bir dikkati vardı; ne kadar berbat şartlarda da yaşasa muhakkak kendini o şartlardan soyutlayacak bir şey buluyordu. 

Çocukken edinmişti bu alışkanlığı. Gözünde perde yoktu. Diğer insanların göremediği ruhları görüyordu. Birileriyle konuşurken odanın bir köşesinde oturan bir ruhu görmezden gelmek zordu o zamanlar.

"Ruhları görmekten korkuyorsan gözlerini kapa, zihnine erişemezler ki Jack." demişti Maih bir keresinde. Zihnine de erişebildiklerini bilmiyordu.

"... Ben de ceza odasındaki karanlıktan korkuyorum ama gözlerimi kapayıp hayal kurduğumda güvende hissediyorum. Dünya bizim gibiler için çok daha zor ama en azından düşlerimizde özgürüz. Kurallara bağlı olmak zorunda değiliz, mekanlara bağlı değiliz. Kafamızın içi bizim dünyamız."

Herkesin anlayabileceği bir gerçek değildi Zahwa ve Maih anlayamasa da kabul etmişti onu. Bu yüzden sadece abisi olarak değil, bir gün olmak istediği kişi olarak görürdü Maih'i. Aklına geldiği esnada yüreğinden geçen anıyla, devasa kapıya bakarken iç geçirdi. Kararlıydı. Artık o ruhlardan korkmuyordu. Hatta onlarla bir olmadığı, sessiz sakin geçirdiği yirmi küsür günde sıkılmıştı. 

Eğer yetimhaneden kaçmak istemeseydi, bir süre sokakta yaşamak zorunda kalmazlardı ve Maih'in hastalığı ilerlediğinde onu tedavi edebilirlerdi belki. Ellerinde dolaylı olarak abisinin kanı vardı. Yaşadığı zorlukların boşa gitmesine izin vermeyecekti. Hain de olsa Laren'in dediği gibi halkın tahliyesine yardımcı olacak ve sonra Neferlerle savaşacaktı. Yutkundu, zaman azalıyordu. Ana kapıya koşarken arkasından, taş duvarlara çarparak yankı bulan zehirli bir kadın sesi yükseldi.

"Cüce zindanlarında bir insan demek... Kırmızı saçlı o kadının yanında getirdiklerinden misin yoksa? Ona olan hıncımı onun arkadaşı olan senden çıkaracağım o halde, zavallı sefil!"

Tek kaşını kaldırarak arkasına döndü Jack. Dudaklarında alaycı bir gülüş vardı. Kendisini aşağılayan kişinin kimliğini koyu yeşil göz boşluklarından, zengin giyinişinden ve başındaki sarı, üç sivri, uzun çıkıntısı olan taçtan anladı. Kontrol edilen kral olmalıydı bu.

Cücenin etrafındaki enerji ürkütücü denecek kadar tanıdıktı ve o tanıdıklık, kesinlikle doğrudan değildi. 

Jack, hislerinde yanılıyor olmayı diledi. Aldığı enerjideki tanıdıklık, rahatsız ediciydi. Düşman, erkek bedenindeki yankılı kadın sesinin sahibiydi.

Jack, küstah bir tavır takıntı. Kollarını bağlayıp omuzlarını gevşeterek yanıtladı onu. Amacı karşısındakini sinirlendirmekti.

"Hınç mı? Açıkçası, bu özgüvenin başka bedenleri kontrol ederek kendisini göstermekten korkan birinde ve zayıf iradesi yüzünden zihninin ya da bedeninin, her neresininse işte, kontrol edilmesine müsaade eden bir kralda olmaması gerekir."

Kralın bedenindeki varlık, bu sözlerden sonra gülmeye başladı. Sinirlenmemişti aksine, karşısındaki insanın cesaretine gülüyordu ancak garipti gülüşü. İçten değildi, duygusuz bir gülüştü.

Boş bakan gözlerine ve durgun yüze tezat bir şekilde garip sesler çıkardığı sözde kahkalahları ürkütücüydü. Kesik kesik attığı kahkahalar son bulduğunda suratındaki gülüşün anlamı değişti; bir katilin tebessümüydü, kralın yıllanmış çizgilerle dolu suretinde yer alan sırıtış ama o bile sahici değildi sanki. Sanki, büyücü kadının duyguları yoktu da sadece tonları taklit ediyordu.

"Bu sözleri asla sarf etmemeliydin! Cesaretini sevdim insan. Seni de kendime ait kılacağım, Neferlerim geldiğinde bize katılacaksın!"

Çılgınca bir sevinç taklidiyle konuştu ve kral diz çöküp merdivenin soğuk yüzeyine iki elini de bastırdı. Sarışın, ne olduğunu anlamayarak bakıyordu ona. Kral, sağ merdivenin başındaydı. Jack, burun kıvırdı. Onu net görmek için kafasını biraz kaldırmak zorunda oluşu hoşuna gitmemişti.

Kral ellerini yere değdirdi ve bir çarşaf misali dalgalandı oda. Hareket etmeye başlayan taşlar ayrışıyor ve sonra tekrar bir araya geliyordu. Tavandaki ufak parçalar zemine dökülüyor, birleşen kayaların kesişme noktalarından tozlar saçılıyordu etrafa.

Zeminden ayrılan taşların ardından kaynağı belirsiz, açık kahverengi bir sis kapladı havayı. Zift gibi siyah, leş gibi kokuşmuş cıvık sıvı ayrılan taşların bıraktığı boşluklardan  yükseldi. Çürüyen etler mikserden geçirilmiş de yarı çamurumsu bir hal almış sanki, diye düşündü Jack.

Yaşayan bir şeymiş gibi hareket eden bu balçığımsı sıvıyla zemin, git gide görünmez bir hal aldı. Nefes aldıkça zihine işkence eden kekremsi koku, sise karışmaya başladı. Siyah sıvı ayaklarına ulaştığında ve yükselerek bacaklarını sardığında dehşete kapıldı Zahwa; bu düşündüğü şey miydi? Bütün odayı kaplayan bu siyah balçık neden ruhlarla aynı frekansta titreşiyordu? Yaşayanlara yasak olanı çiğneyebilecek bir yürek cesur muydu yoksa kibirli mi?

Göz bebekleri büyümüştü, gözleri önünde gerçekleşen olayların hiçbiri, olmamalıydı. Ölüm, oyuncak değildi.

Derken, balçığımsı sıvıdan tiz çığlık sesleri yükseldi. Tavanda gezen kahverengi sisin içinden sık ve ince bir şekilde kan yağmaya başladı.

Zemin okyanus yüzeyi gibi sul usul dalgalanıyor, taşların birbirine çarpma sesine bir de cıvık sıvı içinden yükselen feryatlar ekleniyordu. Kan yapıyordu sicim gibi ve kral, bu karanlığın arasında parlak yeşil gözleriyle gülüyordu.

Ölüm diyen gözleri aksine eğleniyorum gibi gülen katillerinki gibiydi simasındaki çarpıklık.

Belki de yüzlercesi bir araya gelmiş siyah, iskeletimsi kollar yerden ve duvarlardan çıkıyor, bir şeyleri tutmaya çalışıyordu. Duvarı ve zemini kaplayan siyah balçık karşılama salonunu yumuş gibiydi. Kollar, sarışının paçalarını tuttuğunda ve bacaklarına dolandığında giydiği pantolonun üzerinden etine değen soğuk tırnaklara rağmen hareket etmedi sarışın.

Balçığın içinden çıkan kolların ardından bacaklar da görünmeye başladığında dahi tepki vermedi. Hızlanan kalp atışı ve kaynayan kanındaki öfke hariç bir şey hissetmiyordu.

Eksik vücut parçalarıyla kan ve siyah kemikten ibaret iskeleler karanlığa terk edilmiş cesedin kokuşmuş rahminden çıkar gibi siyah balçıktan doğdu. İskeletimsi bedenlerde tek tük yer etmiş çürük et parçalarının bir kısmı eklemlereine sabitken bir kısmı da yaratıkların ortaya çıktığı balçık gibi katranımsı kemiklerinden sarkıyordu. 

Feri kaymış gözleri, açıkça görülen iltihaplı organları ve belirgin iskelet yapılarıyla hafifçe hırıldayan varlıklar sarışının etrafında bir çember oluşturduğunda kralın bedenine hükmeden düşman konuşmaya karar verdi. O kadar heyecanlıydı ki... Yahut üzgündü belki de. Hissettiği belli belirsiz duyguları sınıflandıramıyordu kadın. Hayatındaki en değerli şeyi sunan ve takdir bekleyen bir çocuk gibiydi

"Ne vahşet ama! Ne güzel bir görüntü! Korkuyorsun değil mi? Merak etme birazdan bütün acıların geçecek! Bak, bu gördüğün şey..."

"Ölü bedenler." diyerek lafını kesti Jack, fısıldayarak. 

Başı aşağı düşmüştü, sesi hiçbir duygu barındırmıyordu. Kan yağmuru devam ediyor, güneş tarafından öpülmüş gibi görünen sarı saçlarını kırmızıya boyuyordu. Konuşulmadığı anlarda kan yağmurunun yerdeki yapışan balçığa çarparak çıkardığı şapırtı sesleri yankı buluyordu alanda. Küçümseyen bir homurtu çıktı kralın dudakları arasından.

"Biliyormuşsun. Her neyse, bu gördüğün sıvı benim eserim! Birazdan vücudundaki bütün boşluklardan girecek içeri, ruhunu yiyeceğim! Kuklam olacaksın. Hepsini kontrol etmek yıllarımı aldı ama buna değdi. Şimdi hem büyümle hem de İfri adını verdiğim bu sıvıyla itaat ettiriyorum! Ne müthiş değil mi? Kork hadi, dehşete kapıl!"

Jack, olduğu yere çivilenmişti sanki. Siyah balçık bataklık gibi onu biraz daha bağrına çektiğinde bilekelrine kadar gömüldü sıvıya. Ortaya çıkmış ölü bedenler güçlü hırıltılar eşliğinde dişlerini birbirine vurduğundaysa gerçekten korkmuş gibi görünüyordu. 

Gözleri fal taşı gibi açılmıştı, kapatamıyordu sanki. Elleri, dudaklarındaki titremeye eşlik etti. Yavaşça eğdiği kafasını iki eli arasında sıkıştırıp kesik kesik nefesler almaya başladı. Çıldırmış da çarka feryat ediyormuş gibi acı bir çığlık attığında manzara, düşmanının hoşuna gitti. Kafasını saklayarak inleyen, korkudan titreyen aciz insanı izlemek hem muazzam bir zevkti hem de amacına ulaştığının göstergesiydi. Gülüyordu. Tiz kahkahası karanlık balçığına, organları kaburgasından taşan, bağırsakları sarkan ölülerine ve kan yağmuruna karışıyordu.

O sırada İfri suyundan doğmuş kanlı bedenlerden biri düşmüş kafatasını döndürerek başına yerleştirdi. Yüzü yoktu. Olayları anlamlandırmaya çalışırken kafasını kollarıyla gizleyen, dudakları seğiren sarı saçlı insana doğru koşmaya başladı. 

Birkaç adımı kalmıştı sadece; kolu olması gereken uzvunu savurup yaralayacaktı insanı ancak aniden boğazına yapışan elle durduruldu. Jack, boğazından yakalayıp havaya kaldırdığı çürük bedenin gerisinden alayla düşmanının gözlerinin içine baktı.

Öncesinde korkuyormuş gibi yere indirdiği kafasını kaldırmıştı, duruşu dikleşmişti ve bastıramadığı kısa kahkahası yankılandı salonda. İronik bir şekilde komikti her şey. Sol eliyle gözünde biriken yaşı sildi ve aynı elini boşluğa savurdu. 

Siyah balçık büyük bir gürültüyle patlayarak çevreye sıçradı. Parçalar eriyip yok olurken kan yağdıran kahverengi bulutlar da silikleşti. Geride sadece o tuhaf sıvının şekil verdiği bedenler kalmıştı. Jack, sağ eliyle çırpınan, kanla kaplı varlığın boğazını tutmaya devam ediyordu. Avcu altındaki küflü kemikten, eli boyunca bir yol izleyerek koluna doğru akan bayat kandan zerre kadar iğrenmemişti.

"Yıllarını aldığını mı söyledin?"

Sesi isli bir perdenin ardından geliyormuş gibi buğuluydu. Yükselen siniri, kralı yöneten büyücünün cüretini aşağılamasına engel değildi. Sarı saçları kan yağmurundan nasibini almıştı; duştan çıktıktan sonra boynuna akan su taneleri gibi birikmişti saçlarında kırmızı sıvı.  

Kime ait olduğunu bilmediği kan damlalarının yüzünde izlediği düz çizgiler onu olduğundan daha çılgın gösteriyordu. Dudaklarındaki çarpık, alaylı gülüşün ardında zihninin en berrak noktasından seslendi ölmüş canlara.

Geri dönün asalaklar.

Sadece karşısındakiler değil, Achernar'ın bütün ölü ruhları Zahwa'nın sesini duydu. Hepsi, yeni bir efendinin varlığından haberdar oldu ve yer altından yeni efendiye ulaşmak için titrediler. Çığlıklarını duyan bir yaşayan, muhtemelen aklını kaçırıp yaşamına son verirdi.

Jack'in ruhundaki dinginliğin sonuydu bu. Şimdi hepsi onun peşinden gelecek, ona yalvaracak, ona konuşacak ve af dileyecekti. Jack yine, her şeyiyle Zahwa olmuştu.

Bütün bunları geciktirip yirmi küsür gün boyunca sadece sıradan biri gibi yaşamak hoş bir deneyimdi ama o süre boyunca hissettiği eksiklik, şimdi tamamlanmıştı. 

Bu büyücünün yaptığı şey affedilemezdi. Zahwa'nın geri dönün emriyle odada bulunan ruhlar yer altında döndüğü anda büyüle bir araya getirilmiş ceset parçaları güçlü bir titremeyle patladı. 

Yoğun, yapışkan kan duvarlara sıçardı, zeminde birikip Zahwa'nın ayak bileklerine kadar ulaşan bir göl oluşturdu. Patlayan bedenlerse çamura dönüşerek kan gölüne karıştı. Biri hariç; Zahwa halen birinin boğazını tutuyordu. 

Kralın bulanık yeşilce parlayan gözlerine baktı ama büyücü kadına hitap etti.

"Kork, kork mu dedin bana? Neden bütün düşmanlar bana bunu söylüyor? Hepiniz mi delisiniz? Ben, Zahwayım! Rüyalarım bile bütün bunlardan daha korkunç. Yaptığın şu kara balçıkla yıllar boyunca canlıları öldürüp ruhlarını hapsettin, öyle mi?" 

Jack olarak karakteri silinmişti, konuşan, diğer benliği olan Zahwa'ydı ve ölümün efendisinin kudretli sesi sarayda yankı buluyordu. Hesap soruyordu. Yineledi kendini.

"Yakaladığın ruhlardan özgürlüklerini çalıp yarattığın siyah sıvının içinde tuttun, öyle mi?"

Sesi, ölülerin af dilemesini sağlarken içi oyulup da saray yapılmış dağ inliyordu. Bağırırken bir yandan da anlamaya çalışıyordu.

"Yıllarca itaat etmelerini sağlamakla uğraştın ama onlara verdiğim emre uymaları sadece beş saniye sürdü. Etrafına bak, ruhlar gitti. Korkuyor musun, A-kiir yandaşı sefil? Bütün uğraşını elinden almak beş saniye sürdü."

Perdeler arkasındaki büyücü konuşamadı. Büyünün yasaklarını sınır olarak görmüştü hep. Ölüm büyüsü yapabilmenin yolunu yaratığı İfri suyunda bulmuştu. Kişisel isteği ve neferlere güçlü bir ordu oluşturmak için yıllarca amacı uğruna öldürüp kan deneyleri yapmıştı. Zamanını, enerjisini, hayatının yarısını harcamıştı. 

Bunu yapabilmek için kendi bedenini gözden çıkarmıştı! Kolu çürüyordu! Ancak bin bir cefayla kurduğu düzenin yıkılışı beş saniye mi sürmüştü? İçinde garip bir şeyler hissediyordu. O garip şeyin ne olduğunu bilmiyordu ancak genelde, kaybettiği zamanlarda oluyordu o his.

"Üstüne, beni öldürebilmesi için bu zayıf ruha mı güvendin?" diye sorguladı Zahwa.

Tuttuğu boğazı sıktığında kemikli beden formunu koruyamayıp etrafa dağıldı. Farklı varlıklara ait organların yamanmasıyla bir araya getirilen yapay bedene hapsolan ruh, özgür kaldı. Daha öncesinde Zahwa'nın verdiği emre uydu, usulca yer altına indi. 

Kendiliğinden bir ışık yayıyordu etrafa, günahlarla ölmemişti. Zahwa, yer altına girene kadar inceledi onu. Bakışlarında kendinin bile fark etmediği bir merhamet vardı. Ruh yaşayan dünyayı terk ettiğinde, dinmemiş öfkesiyle düşmanına döndü. 

Şimdi karşısında kontrol edilen ahmak bir kral değil de o büyücünün bizzat kendinin olmasını ne çok isterdi! Kirlenmiş ellerini birbirine çarparak kemiklerin tozunu temizlerken, öfkeyle konuştu.

"Haddini bil, büyücü! Oyuncak zannettiğin şey asla dokunamayacağın, asla aklının alamayacağı bir sis! Ruhların ve ölümün kendisi olan ben, Zahwa olarak affetmeyeceğim seni!"

Sadece ölüler bilirdi affedilmemenin getirdiği ızdırabı ve hâlâ yaşayan büyücü çok da önemsemedi bu sözün anlamını. 

Tıpkı Chris'e Maih'in ruhunu gösterdiği zamanki gibi simsiyah oldu gözlerindeki beyaz ve mavi hareleriyle Kral'a baktığında, ölümün rengini gördü Zahwa. Kralın etrafında hareketlerini yöneten bir ruh vardı. Büyücü kadın, bir ruhu kontrol etmeyi mi öğrenmişti? 

Bu nasıl mümkün olabilirdi anlamıyordu Zahwa ve bütün bunlar sona erdiğinde Alandos'a, Üçüncü Bilge'ye bunun hesabını soracaktı. Bilgelerden olması, yargılanmasına engel değildi. Kralın içindeki ruha, müzede güvenlik odasındaki Gözcü ile savaştığı zaman olduğu gibi karanlığı barındıran kollarından birini uzattı. Krala bakıyor ama içindeki ruhu izliyordu ve safir gözlerini, direkt olarak ruhun göz boşluklarına odakladı.

Geri dön ve beni bekle, cezalandırılacaksın.

Korku içindeydi ruh. Büyücünün komutuna ihanet edip Zahwa'ya itaat ettiğinde normale dönen gözleriyle olduğu yere yığılıp merdivenlerden yuvarlandı kral. İçine giren ruh gittiğinde büyücüyle olan bağı da kesilmişti.

                                                                                    ***

O sırada Nefer Loncaları'nın hemen hepsini yöneten Demir Kıynak'ın merkezindeki geniş mağarada, kendisi için yaptırdığı süslü, altın ve kristallerden oluşan tahtında otururken yönettiği ruhun ihaneti ve kralın kontrolünü kaybetmesinin ardından, o ihtişamlı tahtın kolluğundaki yumruğunu sıktı büyücü. Elleri ve ayakları üzerinde bir köpek gibi duran insanın sırtına ayaklarını uzatmıştı. 

Sinirle ayağını salladığında çizmesindeki taş insanının çıplak sırtını kesti. Derin kesikten oldukça fazla kan akmasına rağmen mimiği oynamamıştı insanın. Kadın ayağa kalktığında çeşitli ırkların yüzülmüş derisinden yaptırdığı pelerinin uçları havalandı. Mağaranın içinde volta atmaya başladı. Büyünün sınırlarını yok sayıp araştırmalar yapmıştı. 

Ölüm Tanrısı'nı hep kıskanmıştı. İtaat edilmesi gereken biri varsa, kendisiydi ve A-kiir, Ölüm'ün Tanrısı gibi sınırlar koymuyordu. A-kiir, özgürlüktü. O, yanlış anlaşılandı; tıpkı kendileri gibi. Efendi A-Kiir, haksızlığa uğrayandı.

Hem, patron söz vermişti bir kere. A-kiir-Aham yükseldiğinde ölümün kontrolünü devralacaktı büyücü. Hırslı soluyuşları kahkahalara dönüştü. Kahkaha atmayı bilmiyordu ama gözlemleri sonucunda duyguları iyi taklit edebilmeye başladığını düşünüyordu. 

Kaybetmişti ama bir hazine bulmuştu. Uzun zamandır yeni bir efendinin geleceğini hissediyordu büyüsü ve efendi, gelmişti. Zahwa makamında oturan genç bir çocuktu sadece.

 Kontrol etmesi kolay olacaktı.

                                                                                            ***

Jack, gözleri eski haline döndükten hemen sonra kanlı zeminde adım atarken çıkan vıcık sesler eşliğinde kralın yanına gitti. Adamın kendinden geçtiğini gördüğünde kollarından sürükleyerek az önce geçtiği dar koridora götürüp sırtını bir duvara yasladı, oturma pozisyonu almasını sağladı. Kralın pelerini kanla sırılsıklam olmuştu ama Jack, bunu önemsemedi. Ulu orta bir yerdense burada daha güvende olacağını düşündü ve sinirle çıktı saraydan.

Sahip olduğu güç oyuncak değil, büyük bir sorumluluktu. Ölüm hırslı ve güç isteyenlerin eline düşmemesi gereken, tek gerçek ve adil olguydu. Büyü ile böyle şeyler yapılabildiğini bile bilmiyordu sarışın. Kendisi olmasa dahi Zahaw, dedesi olacak Bilge bu duruma nasıl göz yumabilmişti anlamıyordu. 

Düşündükçe işin içinden çıkamadığını fark ettiğinde, aklının karışmasına engel olmak için düşünmemeyi seçti ve oradan oraya koşturan cücelerin arasından sıyrılarak etrafı inceledi. Laren'in bahsettiği, civardan soyutlanıp da kabak gibi ortada olan büyük ağacı gördüğünde, meydanı bulduğunu anlayıp oraya ilerledi. Yol boyunca evlerine sığınan cücelere seslenerek dışarı çıkmaları için ikazlarda bulundu. Yanındaki ruhlar, sesini daha çok yaşayana ulaştırdı.

"Evlerinizin duvarları mezarlarınıza taş olsun istemiyorsanız dışarı çıkın da böyle zamanlarda nerede saklanıyorsanız oraya gidin!"

Bağırmaya devam ederken Laren, arkasında elli küsür sayıda savaşçı grubuyla görüş açısına girdi ve rahatladı Jack. Düşmanın kaç kişi olduğunu bilmiyordu. Kendine güveni tam olsa da tedirgindi. İlk defa böyle bir olayla karşı karşıyaydı sonuçta, ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Sadece savaş ve yen, diyordu mantığı. Ufukta, Laren'in destek olması için çağırdığı savaşçı grubunu gördüğünde bu nedenle rahatladı.

 Gerçi, kimin kime destek olduğu muallaktı. Yanlarına gitti. 

_____________________

Tekrardan merhaba!

Hikaye nasıl gidiyor sizce?

Bu bölümün Jack'in sürekli "Ben Zahwa'yım!" diyerek övündüğü Zahwa yönünü böyle etkili bir şekilde ilk kez gördünüz, ne düşünüyorsunuz?

Ramkarsa, bir dönüm noktasıydı. Hikaye o bölümden itibaren hız kazandı ve tüm bölümleri üçe ayırırsak şayet, sonuç kısmına geldik. Finale giderek yaklaşıyoruz, ikinci kitap da hiç hız kesmeyeceğiz. 

Okuduklarınız hoşunuza gidiyordur umarım, kendinize çok çok iyi bakın! Sornaki bölümde buluşuruz umarım <3

Continue Reading

You'll Also Like

129K 7.7K 43
🌸Lina'nın B612'eki Kitap Fabrikası Gururla Sunar!!🌸 ⭐#201~EXO~13.05.2018 ⭐#11~Baekhyun~16.05.2018 ~Playboy Prince!/2.Sezon👑//Baekhyun~ ☆Hobit yaza...
GURFA By Nehir&Ateş

General Fiction

5.3K 1K 12
Gözlerim, babamın ölümüyle başlayan bu karmaşık yolculuğun kararmış sokaklarında dolaşıyordu. Kalbim, bir yandan intikam ateşiyle yanarken diğer yand...
12.6K 1.3K 23
"Ölen bir kuş, uçmayı unutmamayı öğretti bana Bora Kuşu. Öyle ya, kuş ölür, sen uçuşu hatırla." ...
398 20 1
BU HİKAYE TARİHTEN ESİNLENEREK YAZILIP TAMAMEN HAYAL ÜRÜNÜ OLMAKTADIR. "Tarih her zaman tekerrür etmezdi. Tarih bazen bozguna uğratarak bedel de öde...