Achernar 1: Üç Bilge'nin Yolu

By ACHERyy

71.3K 12.6K 25.3K

WATTSY 2021 FANTASTİK KAZANANI ✳️ Tuhaf bir şehirde tanıştı iki Tanrı soyu... More

-Öɴ sᴏ̈ᴢ-
-Iʀᴋ Tᴀɴɪᴛɪᴍ Kᴀʀᴛʟᴀʀɪ-
-Aᴄʜᴇʀɴᴀʀ Eᴠʀᴇɴ Tᴀɴɪᴛɪᴍɪ-
Giriş
1- Nefes Aldığın Sürece
2- Müzik Dinleyen İnsanlar
3- Umut Işığı: Lotus
4- Kırmızı Garaj
5- İki Mihtirin
7- Ahnerti
8- Maih ve Jack
9- Son Yargı: Dünyanın Sonu
10- Achernar
11- Üç Bilge ve Güneş Olacak Adamlar
12- Seçilen Yasakçı
13- Bir Araya Geliş
14- Oroden Panayırı
15- Fradin'in Atölyesi
16-Tan Sheline'ın Ağaç Han'ı
17-Eridnapis
18- Fırtına
19- Sarhoşun Ağzından
20-Mut Limanı ve Çolpan'ın Evi
21-Ramkarsa
22 - Ölüm Büyücüsü
24- Ait Tutun Yüreklerinizi!
25- Diyarda Soluyan İlk Ejder
26- Bükrek'in Doğuşu
27-Toplantı ve Yas
28- Kader Kemeri
29- Dingin bir Gece
30- Arçura Zehri, Us ve Düş
31- Demir Kıynak

23- Yaşam Varisi

560 195 533
By ACHERyy

Selam! Medyaya eklediğim müzikle okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum! İyi okumalar!

 Chris, Jack'i gönderdikten hemen sonra kesilen nefesini düzene sokmaya çalışarak taş duvarın dibine oturdu.

Kesikler atılıyormuş gibi acıyan başını iki eliyle sıkı sıkı tutuyordu. Damarları patlıyor, kafası üstünde tonlarca ağırlık taşıyordu sanki.

Hissettiği acının sonunda yavaşça bilinci kapandı. Gözlerini tekrar açtığındaysa koyu lacivertin hükmü altındaki bir mekânda buldu kendini. Lacivert o kadar koyuydu ki siyahla karıştırdı ilk önce.

Ayağa kalkıp bedenini kontrol etti, sapasağlamdı. Nefes alışı normaldi. Ağrı ya da benzeri bir şey hissetmiyordu ve bu mekâna nasıl geldiğini de bilmiyordu.

Tek renkten oluşan bir boşlukta gibiydi, pervasız adımlarla yürüyordu etrafta. Bulunduğu alanın ucu bucağı yoktu. Garipti ama görmese de hissediyor ve bir şekilde buranın sonsuz bir boşluk olduğunu idrak edebiliyordu.

Derken, soluk sarı tonlarında parıldayan bir beden gördü ve korktu. Yalnızca ışıktan bir siluetti gördüğü.

Kısa boylu parlak siluet ürkütücü bir şey görmüş olacak ki hızlandı. Chris'in üzerine doğru koşuyordu. Genç adam anlık bir panikle kenara çekilmeye yeltendi ama ışıktan varlık bedeninin içinden geçip yoluna devam etti.

Işıktan bedenin kaçtığı noktaya baktığında başkalarının varlığını fark etti. Her biri parlak, onlarca ışık sureti ellerinde bir şey varmış gibi birbirlerine saldırıyorlardı.

Yukarıda, havada süzülen kocaman bir varlık değdi gözlerine. Kanatlarını savurarak geri püskürtüyordu diğerlerini.

Bu gördüklerinin ne anlama geldiğini bilmiyordu. Kafası karmakarışıktı. Yine de bulunduğu alanın ve ışıklı bedenlerin güzel olduğunu düşündü. Gün ışığı gibi berrak insanımsı bedenler ve havada yeşil yeşil süzülen kanatlı ışık gerçekten güzeldi.

Yüreğinde bir coşku hissetti, nedense buradayken sürekli yutkunası ve garip bir şekilde saygı duyası geliyordu. Neye saygı duymalıydı ya da neden baskı altında hissediyordu peki? Ve neden kalbi her şeye rağmen sevgi doluydu?

Sessiz bir boşluktaydı ama aynı zamanda da tamamen sessiz değildi alan. Bir şeyler duyuyor gibi hissediyordu ama somut bir şey duyamıyordu. Tuhaf bir histi. Düz bir zeminde yürüyor ama boşlukta sallanıyor gibi hissediyordu. Midesi bulandı.

Ayakları altında çok daha küçük, uzun yahut kısa ışık huzmeleri varken başını kaldırdığında havada süzülen büyük ışıklar ilişti yeşillerine. Havadakilerin kanatları varmış gibiydi.

Gözlerini ovuşturup kafasını salladı. Bir elini ense köküne attığı esnada her şeyin rüya olabileceğini düşünüyordu. Belki de zindanda kendinden geçmişti ve bütün bunlar da bir çeşit hayaldi?

Gerçeklikten uzaktaydı sanki ama bir şeyler hiç bu kadar gerçek hissettirmemişti.

Başka bir yöne ilerlediğinde kendini ışık siluetlerinden oluşan bir kalabalıkta buldu. Etrafa altın sicimler saçan bu yüzsüz varlıkların kim ya da ne olduğunu da geldiği bu yerin neresi olduğunu da bilmiyordu. Onları izlerken nefes almayı unutuyor ve ara ara soluksuz kaldığı için öksürüyordu. Tuhaftı.

Varlıkları incelerken durduğu noktanın etrafında altın renkli ateşten bir çember belirmeye başladığında da endişe içinde izlemekle yetindi Chris. Çemberin ortasında kaldı. Dışarı çıkamıyordu; adım attıkça yürüdüğü noktaya doğru hareket ettiği için nereye giderse gitsin çemberin içinde kalıyordu. Ne olduğunu bilmese de izni dahilinde olmayan bu durum, ürküttü onu.

Karanlık laciverti aydınlatan siluetlerin her birinin bedeninde bir zincir belirmeye başladığında Üç Bilge'nin odasındaki kristallerden çıkan zincirlere benzetti onları.

Göğsüne değdiğinde hissettiği acıyı hatırladığında yüzünü buruşturdu. Yine öyle bir şey olabileceğini düşündüğünde bir elini istemsizce kalbine götürdü.

Kristal Oda'daki zincirler göğsüne saplandığında enerjisi çekiliyor gibi hissetmişti. Aynı şeyin olabilmesi ihtimaline karşın bir süre tedirgince durumu analiz etti ve sonunda, benzer bir durum olmadığını anlayıp rahatladı.

Bu alandaki zincirler sadece ışıklı bedenlerden çıkıyor, zeminde belirginleşip gölge gibi hareket ediyordu.

Etrafı biraz daha incelerken başını tekrar kaldırdığında ucu görünmeyen alanda yavaşça belirginleşen, hareket halindeki kırmızı iplikleri gördü.

Havada süzülüyor, kırmızı bir ışık yayarak silikçe parlıyor ve bütün ışıklı bedenleri defalarca ve defalarca birbirine bağlıyorlardı. Kırmızı bir ağ vardı varlıklar arasında, her biri binlerce ihtimal arasında koza kuruyordu sanki.

Manzara açıklanamayacak kadar kafa karıştırıcı olduğu halde muazzam bir atmosfere de sahipti. Garip bir şekilde huzurlu hissediyordu, bedeni karıncalanıyordu.

Her şey birbirine bağlıydı ama bir o kadar da birbirinden uzaktı.

Zemindeki parlak zincirler oluşumlarını tamamladıkları anda büyük bir hızla Chris'in ortasında durduğu çembere kilitlendi ve genç adam kemiklerini sızlatan kenetlenme sesiyle birlikte anlamlandıramadığı sesler duymaya başladı; Ağlayışlar ve kahkahalar, içsel konuşmalar ve dillendirilen diyaloglar, bağırışlar ve fısıltılar... 

Çok mutu hissetti, mutluluğunu tarif edecek kadar büyük bir kelime yoktu sanki! Hemen ardından derin bir acı duydu, yüreğine bıçak saplanıyordu sanki!

Umudunu kaybetmiş, yaşamaktan vazgeçmiş birinin düştüğü kuyudaydı. Kuyuya düşene öfkelenen, onunla alay edenlerdi.

Ona ne de güzel gülüyormuş oysa diyen ve gülüşünü çaldığı halde yine onu yargılayan topluma kin güdendi. Korkandı o.

Aynı zamanda tatlı bir heyecan içindeydi. Sakin bir yerde huzur içinde uyuyandı. Koşup annesine çizdiği resmi gösteren bir çocuktu.

İlk kez kendi başına hareket eden, ayakları üstünde durmayı öğrenmeye çalışan uçuk bir özgürlük hissiydi.

Hiçbir yerde değildi ama her yerdeydi. 

Bir olduğunda insan böyle bağlarla sarılıyordu demek...

Kulakları kanayacak, zihni patlayacak gibi hissediyordu şimdi! Kulaklarını tıkayıp yere çöktü, dizlerinin bağı çözülmüştü. Bir süre sonra binlerce duygu akın etti içine. Hiçbiri kendine ait değildi.

Canı yanıyordu ve acısını atacakmış gibi çığlık attı. Zemin olduğunu var saydığı yerde cenin pozisyonu almıştı. Acı içindeydi. Üzgün olmadığı halde ağlıyordu ve aynı anda çok da mutlu hissediyordu kendini. Karman çorman olmuştu. Hıçkırdı, gözyaşları üzerinde yattığı koluna damladı.

Böyle birisi değildi oysa.

Anlayamadığı şeyler karşısında diz çökmemişti hiçbir zaman. Portal'da her ne hissederse hissetsin, pes etmemiş ve dört ay da sürse sorularının cevabını bulmuştu.

Hiç gücü olmadığını zannettiği zaman bile geri durmamış, Jack'in yanında yer almıştı. Kristal odada onu bağlayan zincirlere rağmen ayağa kalkmıştı.

Eridnapis'de ilk defa kocaman, karanlık dalgalar arasındayken dahi güverteden kaçmamıştı, denize atlayamamış da olsa Arat denen balığı öldürmek için plan yapmıştı, neredeyse ölmek üzereyken başka bir gezegene gelmiş ama uyum sağlamaya çalışmıştı ve şimdi de ne kadar canı acırsa acısın, çöktüğü yerde bir aciz olarak ağlayıp çığlıklar atmaya devam edemeyeceğini söyledi kendi kendine.

Bütün bedeni titrerken doğrulabildiği kadar doğrulup nefes aldı. Çektiği akıl almaz acıya karşın tamamen ayağa kalkabildiğindeyse koşmaya başladı. Nereye gittiğini bilmiyordu. Nereye koşuyordu sahi?

O koştukça çember de zincirler de onunla geliyordu. Takati kalmadığında  görünmeyen bir sınır çizgisi varmış da onu geçmişçesine aniden kesildi sesler. Şimdi nefes alabiliyordu işte.

Işıklı bedenler, kırmızı ağlar ve zincirler yok oldu. Diz çöktüğü yerde titreyen elleriyle göz yaşlarının yüzünde bıraktığı izi silip nefes almaya çalışırken bedeninin zangır zangır titremesini durduramıyordu. Dili damağına yapışmıştı. Kalbi hiç olmadığı kadar hızlı atıyordu. Az önce her ne yaşadıysa, çok ağır gelmişti. Fazla ağırdı...

Zihni aciz, kalbi titrek kalmıştı bir anda. Oysa o ikisini düşünceleriyle güçlü tutmaya çalışıyordu yıllardır.

İncinmek çok basitçe gerçekleşebiliyordu. İnsanın bütün savunma duvarları bir anda anlamsız, küçük bir şeyle yıkılabiliyordu.

Soluklarını düzene sokunca ve kendisini daha iyi hissettiğine karar verince yavaşça ayağa kalkıp sinirleri boşalmış elleriyle yüzünü ovuşturdu. Elleri titriyordu. Çenesine akmış gözyaşlarını sildi. Bir adım attı ileriye doğru.

Adımıyla yer yükseldi, iç içe geçmiş daireler ve onları birbirine bağlayan bağlayan çizgilerle dolu dairesel bir platform bütün mekânı kapladı. Yukarıdan, nereden geldiği belli olmayan kapılar gürültülü şekilde bir bir düşerek o dairenin etrafında konuşlandı.

Üç devasa kapı da kapalı ve mühürlüydü. Dördüncü kapı tam karşısına düştüğünde sıçradı Chris. Ardına kadar açıktı, içindeyse yalnızca ateş vardı ve kor sesi sadece kulağıyla değil, ruhuyla da duyuyor gibiydi. Çatırtı ve har sesini duyduğunda biraz olsun huzurlu hissetti.

"Tebrikler, Yaşamın Üçüncü Varisi! Hayat Elementleri Kulesine gelebildin."

Harabeye döndüğünü hissettiği zihninde Astor'un sesini duyduğunda daha da rahatladı. Kendini bulduğu çıkmazda tanıdık bir ses güven vericiydi. Saçlarını karıştırıp burnunu çekti yavaşça. Zayıf hissediyordu.

"Kule mi?" dedi kendinden çıktığına emin olamadığı titrek sesiyle.

Eliyle yukarıyı işaret etti Astor. Binlerce başka kapı, kafasının üzerinde dairesel bir hatta duruyor ve silindirik bir yapı oluşturuyordu.

"Neredeyim ben? G-geri dönmeliyim, Ramkarsa'ya Neferler saldırıyor. Jack'e sonra buluşacağımıza söz verdim ve Laren cüceleri tahliye edin demişti."

Geri dönmeliyim derken kekelemişti. Sesi fazla titrekti. Düşüncelerini toplayamıyordu. Vücudu titremeye devam ediyordu. Kullandığı kelimeleri zayıfça telaffuz etmişti.

"Anlamadın mı? O sarı ışıltılı bedenleri gördün değil mi? Yaşayan ruhlardı onlar çocuğum.

Yaşayan ruhlardan zemine akan zincirler altın çemberde birleşti ve çemberin ortasındaysa sen vardın. Sence neredesin?"

Chris, kollarını birbirine dolarken, "Bilmiyorum. Düşünemiyorum." dedi aheste aheste. Bomboştu sanki. Başı ağrıyordu. Gözleri yanıyordu. Kalbi acıyordu. Göğsünde birleştirdiği kolları titremeye devam ediyordu.

"Buranın bir adı yok aslında. Önceden, senin durduğun çemberin ortasında Kazome vardı. Ardından kızı onun yerini aldı ve şimdi de sen, çemberin gücüne sahipsin.

Gördüğün kırmızı ağlar kaderin ipleriydi. Çembere kilitlenen zincirler ise bağlı oldukları bedenlerin yaşamı. Kontrol etmeyi bilmediğin için etrafındaki çoğu ruha aynı anda bağlandın.

İnsan daha kendi içindeki duygularıyla baş edemezken sen kendine ait olmayan duyguları yaşadın. O nedenle böyle azap çektin. Kaderin iplerineyse dokunamaz ve müdahale edemezsin. Görebilirsin. İdrak edebilirsin. Bilginin gücü böyledir.

Zincirler konusuna gelirsek, tek seferde bir tanesine bağlanmayı öğrenmelisin. Bu sayede bağlandığın kişinin yaşamını, kendi yaşamınmış gibi bütün berraklığıyla görürsün ve bütün duygularını hissetmekle beraber, yönetebilirsin ama yaşamın kutsallığına hakaret olur bu.

Gücü kontrol etmeyi öğrenmelisin, karşındakinin duygularını ve yaşamını görebilirsin fakat olan şeylere müdahale etmemelisin. Buna hakkın yok, çocuğum. Senin işin burayla, kuleyle."

Sözlerini bitirip dairesel alanda dolaşmaya başladı Astor. Ateş kapısına geldiğinde durdu ve açıklamasına devam etti. 

"Bu kapılar, hayat olan her sistemde yaşamak için gerekli elementleri barındırır.

Yukarıda gördüklerin varlığından haberdar olmadığın sistemler, hiç gitmediğin gezegenlerde hayat koşullarını sağlayan elementlerin sırrıdır.

Dünya'da yaşadığın ve Dünya'nın bilgisine sahip olduğun için elinde olanlar bu dört kapı; hava, su, toprak ve ateş.

Her kapı başta mühürlüdür. Kapıların ardındakini kullanabilmen için kendini kanıtlaman gerekir. Anlamalı ve öğrenmelisin. Eğer münakaşanda yara alırsan, ruhun yara almış olur. Yaralar kritikleşirse, ölürsün."

Bütün bunlar bir anda öğrenmek için fazlaydı! Zaten pelte olmuş zihniyle Astor'un dediklerinin hepsini anlamasa da kendisi için önemli olan şeyler söylenmemişti.

Bu konuşmayı yapmanın sırası değildi. Ramkarsa'da onu bekleyen bir çeşit savaş vardı ama daha şimdiden yorgun hissediyordu. Bir yerlerde uyumak ne de iyi olurdu!

Her şey normal, sıradanmış gibi açıklama yapan Bilge'yi susturdu genç adam.

"Bir dakika, dur! Dediğine göre, Kazome, yani Azek-Mahar'a annem ile mi bağlıyım? Annemin de buraya geldiğini söyledin. A-annem... Ben, hiç düşünmemiştim... Sadece bu konuyla ilgili bir sürü sorum var..." dedi çatallaşmış, derin bir sesle.

Yanku'nun tablosu geldi aklına. Kadın ve bebeğin görüntüsü zihninde dolaşırken, iç çekti ve konuşmaya devam etti.

 "... Ama şimdi sırası değil. Öncelikle, neden ateş kapısı açık? Ateşin takdirini kazanmadım ben. Hemn, ateşin takdirini kazanmak mı? Bütün bu dediklerin de ne demek oluyor?

Dediğin gibi böyle bir çeşit gücüm vardıysa neden şimdi öğreniyorum her şeyi? Yirmi bir yaşındayım, biraz geç olmadı mı? Neden Yaşam Tanrısı yerine sen anlatıyorsun bunları? Yapabildiğim tek şey ateşi kontrol etmek, yaşamla bir ilgim yok benim. Bunlara ayıracak zamanım da yok, Ramkarsa da bir savaş başlayacak! Gitmem gerekiyor. Beni geri gönder!"

Gitmeyi isteme nedeninin burada olmak istemeyişi mi yoksa gerçekten Ramkarsa'ya dönüp düşmanları alt etmek mi olduğundan emin değildi gerçi.

Astor, çocuğun duruşunu dahi kadim dostuna benzetiyordu; pervasızlığı ve konuşma şekliyle bile. İç çekip ellerini yeşil işlemeli beyaz cübbesinin ardında birleştirerek kapıların oluşturduğu kuleye dikti gözlerini. Yıllanmış yüzünde ıssız bir ifade vardı. Chris'in içinde bulunduğu çekilmez durumu görmezden geliyordu.

 Karşısında küçüldükçe küçülmüş, canı yanmış, kafası karışık biri değil de Achernar'a ilk geldikleri gece oturup konuştukları zamanki kendinden emin, heyecanlı genç varmış gibi söze girdi.

"Ateş kapısını açan annendi. Sen de alevleri kullanabiliyorsun çünkü henüz bebekken, annen ateş kapısının bilgisini işledi zihnine. Bütün bunları ben anlatıyorum çünkü Denge'nin Tanrısı benim. Ölüm ve Yaşam arasında istediği gibi gezinebilen kişi benim.

Bir temasım olmasa ve güce sözüm geçmese dahi hem ölümün hem yaşamın genel bilgisine sahibim. Ölen her ruh için doğacak yeni ruhu bulan da benim.

Şimdi anlatıyorum çünkü mühür bozulur bozulmaz güç buraya çekti seni. Ben getirmedim, sen geldin lacivert alana.

Sahip olduğun şeyin kutsal ve değerli olduğunu anlamalı ve ağırlığına saygı duymalısın, çocuğum. Kazome dahi çok zorlandı. Annen kontrol edemedi.

A-kiir'den saklanmak için Jack gibi Achernar'dan uzaklaştırılmalı, zamanı gelince uyanıp Dünya'da büyümek zorundaydın sen.

Gücünü kontrol etmen için yol gösterenin olmayacaktı ve bu gücün ağırlığını taşıyamazdın. Hatta kim bilir, ölürdün belki.

Annen, içindeki güç Dünya'da ortaya çıkmasın diye ruhuna bir mühür işledi ve kalıcı olması için dua etti bize.

Achernar'a gelebilirsen belirli bir süre sonra yok olacaktı mühür ve öyle de oldu. Bundan böyle bu mekânda ben olmayacağım. Sana burada rehberlik eden Üç Bilge'den biri de olmayacak."

"Kim olacak peki?"

Az önceki olayın etkisinden çıkamadığından zar zor dinlemişti Astor'u ve konuşmanın bir kısmını anlamadı, sonu ise ona göre asıl önemli olan şeydi.

Buraya tekrar gelmek istemiyordu. Bir rehber olmadan hele hiç gelmek istemezdi. Ateşi kullanarak eğitim alabilir ve o şekilde güçlenebilirdi. Bu yer her neresiyse, uğramak istemediği bir yerdi.

Bir daha o hislerle başa çıkamazdı, tekrar ayağa kalkıp kuleye gelene dek koşabilir miydi bilmiyordu. Normal şartlarda söylense büyük bir coşkuyla hevesleneceği ihtimallerle dolu olan bu yer, öncesinde yaşadıkları dolayısıyla sadece acı veren bir yerdi.

En azından şimdiki ürkek haline göre, böyleydi. Astor, Chris'e baktı sevecence. Ardından yanında, Chris'e oldukça benzeyen biri belirmeye başladı ve tepki veremedi Chris.

Karşısında, kendiyle aynı görünüşe sahip ama daha soluk tenli bir insan vardı! Üç boyutlu yansıması yahut ikizi ona bakıyordu.

Aslında ondan daha kaslı, daha uzun, daha güçlü bakan, daha bilgin ve güven verici biriydi; bir lidere benziyordu. Belki de çok yetenekli ve saygın bir savaşçıydı. Bütün bunları düşünerek genele bakınca, aralarında yüzleri hariç benzerlik göremedi.

Astor, onun karmakarışık ifadesine bakarken gülerek konuştu.

"Eğitimlerin en iyisiyle olacak; kendi kendini eğiteceksin!"

Derince iç çekerek sıçradı Chris.

Kopyası olan insan yoktu. Astor yoktu, o lacivertimsi mekânda değildi. Işıklı siluetlere dair bir iz de yoktu ve kapılar gözükmüyordu. Nihayet, nerede olduğunu idrak edebildi. Zindandaydı.

Konuşma bittiği gibi gittiği o yerden uzaklaştırılmıştı. Bütün o şeyler bir rüya gibiydi sanki. Anlamadı. Astor'dan duyduklarının çoğu çok uzakta kalmış gibiydi ama o yerde tattığı acının bedeninde bıraktığı iz son derece gerçekti. Ter içindeydi, göğsü hızla inip kalkıyordu. Duydukları ve gördükleri geri dönüşü olmayan bir yol sunuyordu ona.

Titremesi hafiflese de geçmemişti. Bir süre olduğu yerde büzülüp hissettiği korkudan kurtulacakmış gibi bağırdı ve öncesinde içinde kalan siniri boşaltacak yaşların akmasına izin verdi. Ardından, derince nefes aldı. İşe yaramadığında tekrar ve tekrar derin, yavaş nefesler almaya devam etti. Düşünmek için, anlamak için zamanı yoktu.

Zındandaydı. Ramkarsa'daki zındanda. Neferlerle savaşması gereken krallıkta. Oysa bir çocuk gibi oturup içli içli ağlamak istiyordu. Damağında acı bir tat vardı.

Derince iç çekti. Gözlerinde biriken yeni yaşları sildi. Belirsiz bir durum hakkında kafa patlatacağına ona harcayacağı zamanı birbirlerini korumak için kullanmaya karar verdi.

Şimdi ve burada, dedi kendine.

Acıyla çömeldiği köşeden dikleştirdiği omuzları, koyulaşan gözleriyle kalktı. Merdivenlerden yukarı koşup sarayın girişine vardı.

Öğrendikleri aklının sınırlarını zorluyordu. Yok edici bir şey değil, bilginin gücüydü sahip olduğu ve nasıl doğru şekilde kullanabileceğini öğrenecekti. O lacivert odaya olabildiğince az gidecekti. Her gidişinde böyle bir azaba maruz kalacaksa, belki de hiç gitmezdi. Öte yandan, elementlerin gücü cezbediciydi.

Sarayın girişine vardığında karşılaştığı manzara dudak uçuklatan cinstendi. Leş kokuyordu. Zemin, kanla kaplıydı. Havada asılı kahverengi, tuhaf bir sis kalıntısı vardı.

Koluyla burnunu ve ağzını kapatıp ilerledi, kan gölünden geçtiğini göz ardı edip dışarı çıktı. Cücelerin evlerini ve tozlu sokaklarını geçip yerleşkeden uzaklaştı. Bastığı yerde kanlı botlarının izi çıkıyordu.

Zihnini yeni şeylerle meşgul ederse öncesinde yaşadıklarını atlatabileceğini düşündü.

Krallığı çevreleyen dağlardan birinin eteğindeki açıklık alana vardığında derin bir nefes eşliğinde zihnini boşaltmayı denedi. Etrafına bakındı. Biraz uzağındaki açık alanda, koca ağacın altında bekleyen yüze yakın cüce vardı. 

Yanlarına gitti. Kalabalık alanda sıraya girmişti cüce savaşçıları. Zırhlarında, zindandaki nöbetçide gördüğü sembol kabartması parlıyordu. Yanlarından geçerken ona garipçe bakan yetmiş altı cüce saydı.

En önde üst zırhına sardığı kahverengi bezle taşların ardında gizlenip ileriyi izleyen bir cüce vardı.

Cücenin hemen yanında Laren, Laren'in yanına da Jack konuşlanmıştı. Yüksekteydiler. Konumları, muhtemelen düşmanın geleceği noktayı yukarıdan izlemelerine olanak sağlıyordu. Geldiğini gördüğünde merakla konuştu Jack. Chris farklı görünüyordu, gözlerinde garip bir ifade vardı.

"Hallettin mi işini?" dedi tek kaşını kaldırarak

Jack'in sorgulayıcı bakışını yakaladığında silkelendi genç adam. Zaman algısı şaşmıştı. Lacivert odanın etkisinden tamamen kurtulabilmiş sayılmazdı.

"Evet, anlatacağım ama şimdi değil. Zindandan çıktığından beri ne kadar zaman geçti?"

Sesindeki titreklik fark edilmeyecek gibi değildi. Laren de kulak kabarttı konuşmalarına. Jack, şaşkınlığını gizlemeyi deneyerek cevapladı onu.

"On dakika az önce doldu. Hemen önümüzdeki dağ var ya, ona Radelha diyorlar. Radelha sınırlarından giriyor Neferler. İçlerinde büyünün sınırlarını umursamayan bir günahkâr var. Ben de bunu daha sonra anlatacağım. İçeri yaklaşık iki yüz küsur Nefer giriyormuş. Neyi bekliyoruz bilmiyorum ama bekliyoruz. Laren'in yanındaki adam ordunun generaliymiş. Krallıkta olanlar yüzünden ordu dağıtılınca Laren sadece bu kadar savaşçıyı ve generali toplayabilmiş."

Chris anladığını belirtmek için kafasını salladı tekrar. Bir şey demeden Jack'in yanına gitti ve diğerleri gibi beklemeye başladı.

Jack daha da şaşırdı bu duruma. Normal şartlarda Chris'in krallığa tam olarak ne olduğunu falan sormasını beklerdi. Ya da şu yerleşke olayını sormasını, belki de kendi aklına gelmeyecek başka bir sürü kültürel şeyi merak etmesini...

Zaten yorgun görünüyordu Chris. Tam olarak ne yaptığını merak etti ancak bir şeylerin yolunda olmadığını hissetti ve sormadı. Daha sonra, anlatmasını sağlayacaktı.

General, geyik boynuzu gibi yukarı uzanan yarım miğferini başına geçirdi.

"Asırlar önce atalarımız tarihimizi yeniden yazdı! Radavka'da, Osalon'da! Radelha, Karbius ve Szelyn bize yoldaş olsun! Vatanımıza saldırmayı göze aldılarsa, gözlerine sokalım kılıçlarımızı!"

Tükürükler saçarak konuşmuştu adam ve her cümlesini onaylayarak bağıran savaşçılar, son cümle ile iyice arttırdı naralarını. Neferlerin karışık ırklardan oluşan birliği sınırda göründü.

Krallarının hasta olduğunu düşündükleri, kralın hastalığından çok daha öncesinden açlıkla sınandıkları, krallığın zayıfladığını ve kazananları kimsenin hatırlamayacağını bildikleri halde, kılıç tutan elleri sıkılaştı. Dudaklar dualar etti Üç Bilge'ye. Yetmiş altı kişiydiler ve hepsi zayıflamıştı.

Birkaç aydır içilebilir su kaynakları önemli ölçüde azalmış, zehirlenen hayvanlar yüzünden hem besinleri sadece toprağa bağlanmış hem de hayvanlardan elde edilen ürünleri kullanamaz olmuşlardı. Son zamanlarda toprak da verimsizdi.

Kara büyü diyordu bazıları. Su ve toprak, zehirlenmişti. Nedeni ne olursa olsun birkaç aydır krallığın durumu iyi değildi. Bir ay öncesinde kralın hastalanması salgın korkusu yüzünden herkesi eve kapamıştı. Zaten sayıca azlardı, güçten düşmüş olmaları daha da kötü bir duruma sokuyordu onları ama kimse sırf bunun için geri çekilecek değildi.

Yanlarında Kırmızı Fisir vardı. General diğer cücelerden daha güçlüydü. 

Bedenleri zayıf da olsa yürekleri bir yere aitti.

Kaybetmeyeceklerdi.

                                                                                                       ***

Ramkarsa'da başlayan çatışma ruhu Ozatik'in Mut karargahında uyuyan ışık büyücüsünü yatağından kaldırdı. Anguis ruhuna sahip büyücü, bir kehanet gördü.

Chris'in öncesinde görüp de unuttuğu, rüya dediği görüntülerdi zihnine akın edenler. Tanrılar değişmişti, düşman ırklar birleşmiş, Birleşik Işık Orduları adı altında yeşil bir sisle parlayan yaratıklarla savaşıyordu. Dudakları titreyetek hareket etti.

"Çaresizlik..."

Birkaç ay önce yeni bir savaş olabileceğine dair kısa bir kehanet bildirmişti ışığın tarafındakilere. Geçen ay, çok büyük, çok önemli bir başka görüntü görmüştü. Diyarın kaderini değiştirecek olanı görmüştü. Şimdiyse, gelecekteki savaşı çok daha ayrıntılı ve berrak bir şekilde izlemişti.

Kehanetler görene geldikten sonraki bir hafta içinde zihinden silindiğinden, görür görmez yazıya geçiriyordu büyücü. Bu nedenle görüşündeki gelecek hafızasından silinmeden hemen önce parşömene yazdı ve tavanla bir penceresinin pervazına çıktı.

Orman manzarasına karşı tiz bir ıslık çaldı. Birkaç saniye içinde dört kanatlı, mor gözlü şahin benzeri devasa kuşu geldi pencerenin önüne.

Uzun, ok tüylü kuyruğu arasındaki mor kamçı, kuş kanat çırptıkça havada süzülüyordu. Büyücü kuşun üstüne atladığında aşağıda, karargâhın kapısı önünde nöbet tutan askerler panikledi. Olağan gücüyle seslendi turuncu saçlı olanı.

"Yüce Anguis! Nereye gidiyorsunuz?"

Ozatik büyücüsü, kuşun üzerinden aşağı bakarken sesinin duyurmak için bağırdıkça bağırdı.

"Ramkarsa'ya! Desteğe ihtiyaç var!" 

Ardından oturduğu eyere iyice yerleşti. Beyaz kuşun kafasını okşadı. Sevecence konuştu onunla.

 "En hızlı halini göster bana, Loter." 

Kuş çığlık atarak kanat çırptı ve gökyüzüne yükselirken Ozatik'in nöbetçileri, hayretler içinde baktı arkalarından. Askerlerden biri diğerini dürterek söyledi aceleyle.

"Gümüş General'e haber sal! Yüce Anguis Ramkarsa'ya yardıma gitti!"

Continue Reading

You'll Also Like

571K 28.5K 82
Mert'in Türkiye'den Tibet'e giderek kendisini Nirvana yolunda geliştirme çabaları, Yu-Mi'nin işe karışmasıyla Kore'de son buldu. Yu-Mi ile tanıştıkta...
10.7K 1.7K 88
**Sizi yavaşça yakacak, sıcacık bir aşk hikayesine hazır mısınız? 🔥 Hem de ölümden sonra.** Burası Yurt. Burada hepimiz ölümle yaşam arasına sıkışmı...
3.7M 306K 84
Ölüm uşaklarını peşime salmıştı. Soluğum korkunun soluğuna karışmıştı. Koşuyordum. Sivri dalların berelediği bacaklarım hiç durmadan hareket ediyor...
12.7K 1.3K 23
"Ölen bir kuş, uçmayı unutmamayı öğretti bana Bora Kuşu. Öyle ya, kuş ölür, sen uçuşu hatırla." ...