Yedi Saniye Virüsü | TAMAMLAN...

By DacyGazelle

219K 26.2K 36.5K

Bilim Kurgu | Romantik | Her şey üç buçuk yıl önce Güney Afrika'da başladı. Güney Afrika'da Tabari adında ell... More

TANITIM | TEASER VİDEOSU
BÖLÜM 1 ⚜ KAPANIN SAHİBİ
BÖLÜM 2 ⚜ GİTMEDEN ÖNCE
BÖLÜM 3 ⚜ TANIMIYORUM SENİ
BÖLÜM 4 ⚜ CİĞERİNİ DELDİM
BÖLÜM 5 ⚜ YOK MU BİR ÇARESİ?
BÖLÜM 6 ⚜ KURŞUN ASKER HİKAYESİ
BÖLÜM 7 ⚜ SAKİN KALMALIYIM
BÖLÜM 8 ⚜ NEDEN BEN?
BÖLÜM 9 ⚜ HADİ TUT ELİMİ
BÖLÜM 10 ⚜ YAVRU CEYLAN
BÖLÜM 11 ⚜ YOKUŞ
BÖLÜM 12 ⚜ BİR YALANI YAŞIYOR
BÖLÜM 13 ⚜ BİRBİRİNİZİ ÇEKİYORSUNUZ
BÖLÜM 14 ⚜ O KIZIN ADI
BÖLÜM 16 ⚜ Ş.D. KİM?
BÖLÜM 17 ⚜ SENİ KAYBEDEMEM KAPANIN SAHİBİ
BÖLÜM 18 ⚜ AZRAİLİNE GÖTÜRÜYORUM SENİ.
BÖLÜM 19 ⚜ ...O KİŞİNİN SEN OLMASI
BÖLÜM 20 ⚜ ZAMANI GELDİ
BÖLÜM 21 ⚜ AVINI KAPANA KISTIRDI
BÖLÜM 22 ⚜ KURBAN EDİLEN ÇOCUK
BÖLÜM 23 ⚜ UMUDU ÖLDÜRMEK
BÖLÜM 24 ⚜ YAKLAŞMA!
BÖLÜM 25 ⚜ UZAK DUR
BÖLÜM 26 ⚜ HAİN
BÖLÜM 27 ⚜ MİRZA KORKMAZ
BÖLÜM 28 ⚜ UNUTTUM
BÖLÜM 29 ⚜ AYNI SAFTAYIZ
BÖLÜM 30 ⚜ ENFEKTE
BÖLÜM 31 ⚜ ÜÇ HARF, BİR KELİME
BÖLÜM 32 ⚜ SAVAŞ MEYDANI
BÖLÜM 33 ⚜ GÖK GÜRÜLTÜSÜ
BÖLÜM 34 ⚜ NE ZAMAN YAKALADIM SENİ
BÖLÜM 35 ⚜ HAYALET TARAF
BÖLÜM 36 ⚜ ÖLÜME GİDEN YOL
ÖZEL BÖLÜM ❝Çift Çizgi❞
BÖLÜM 37 ⚜ DİRENİŞ
BÖLÜM 38 ⚜ YARA BANDI
BÖLÜM 39 ⚜ KULÜBE | YSV'NİN 1. YILI
BÖLÜM 40 ⚜ GARİP BİR BURUKLUK
BÖLÜM 41 ⚜ EMİR'İN İNİ
ÖZEL BÖLÜM ❝YENİ YIL❞
BÖLÜM 42 ⚜ SÖYLE
BÖLÜM 43 ⚜ ÂN
BÖLÜM 44 ⚜ AMA EN ÇOK...
BÖLÜM 45 ⚜ KIRMIZI FULAR
BÖLÜM 46 ⚜ KABUS
BÖLÜM 47 ⚜ DOĞUM
BÖLÜM 48 ⚜ KAVUŞMA GÜNÜ
BÖLÜM 49 ⚜ KAMP 54
BÖLÜM 50 ⚜ ZERRE
BÖLÜM 51 ⚜ KÖTÜLÜK VE UMUT
SEZON FİNALİ
SON SÖZ
Aşı Sonrası 1 || MEKTUP
Aşı Sonrası 2 || GÜLÜMSEMEN
Aşı Sonrası 3 || KAPI
Aşı Sonrası 4 || İSPATLA
Aşı Sonrası 5 || LANETLİ KAN
Aşı Sonrası 6 || UMUT
Aşı Sonrası Final || KIRMIZI FULARLI KIZ

BÖLÜM 15 ⚜ YENİ KAMP

3.4K 478 313
By DacyGazelle

Alt Başlık ⚜ O, beni kendine doğru çekiyordu ama bundan haberi bile yoktu.

Caner'le ayrıldıktan sonra Sevil ablanın yanına gittim. İçim, Sevil ablanın üst katta Deren'e serum taktığını söylediğinde telaşla yukarı çıktım. Odaya girdiğimde Deren yatakta elini başına koymuş  yatıyorken Sevil ablayla konuşuyordu. "Ne oldu?" derken nefes nefese kalmıştım.

Sevil abla "Bayılmış hanımefendi. Stres yapma, bebeğin durumunu bilmiyoruz diyorum ama kime diyorum?" dedi çatık kaşlarla Deren'e bakıp.

Deren'in başına gidip yatağa oturdum. "Sana ne dedim ben? Kendini de Can'ı da üzme demedim mi?"

Cevap vermeyince dudaklarımın arasından sesli bir nefes bıraktım. "Neden bilerek tüm kötü huylarını onun üzerine salıyorsun anlamıyorum. Yakında tahammülü kalmayacak."

 "Kalmasın zaten! Benim ondan nefret ettiğim gibi o da benden nefret etsin, böylece peşimde dolanmayı bırakır!"

"O senin peşinde dolanmıyordu zaten! Aynı sokakta yaşayıp aynı işte çalışıyorsunuz! Bunu sen de biliyorsun!"

"Hayır ondan bahsetmiyorum ben. Bebeği öğrendiğinden beri sürekli benimle konuşmaya çalışıyor. Daha önce yüz kere söylediğimi, onun yüzünden neler yaşadığımı sen biliyorsun Bilge! Neden bilmiyormuş gibi konuşuyorsun şimdi?"

"Biliyorum evet ama artık işler değişti. Bebeği öğrendiğimden beri ona iyi davran diyorum. Bebeği senin taşıyor olman onun tamamen sana ait olduğunu göstermez. O ikinizin bebeği. Sakın onu Can'dan ayırmaya çalışma." 

Söylediklerim karşısında Deren'in ağzı açık kaldı. O bebek Deren'in olduğu kadar Can'ın da bebeğiydi. Her ne kadar Deren kardeşim olsa da bu haksızlığa göz yummayacaktım. Can, Deren tarafından yeteri kadar görmezden gelinmiş, itilmişti. Bu tavrına devam ettiği sürece ben de Can'ın tarafında olacaktım. 

Sevil abla "Kızlar tamam ortam gerilmesin. Haklısın Bilge ama Deren'in de haklı olduğu noktalar var. Şu an bunu tartışmamız kimseye iyi gelmeyecek. Lütfen aranızın kimse tarafından bozulmasına izin vermeyin." dediğinde aramızın bozulmayacağını biliyordum ama Deren'in dengesizliği aklıma geldiğinde bir an için tedirgin olup ona baktım. O da beklentiyle bana bakıyordu. Elini tuttum. "Kimse bizim aramıza giremez zaten."

Belli ki o da tedirgin olmuştu. "Umarım Minik Fare, teyzesine benzer." dediğinde birden o kadar yumuşadım ki. Deren'le birbirimize sarıldık. Geri çekilirken gözlerinden yaşlar akıyor "Şu an duygusal bir anne fareyim." diyordu. 

Sevil ablayla gülerken o da yatağın diğer tarafındaki ayak ucuna oturdu. "Hayır ağlamak yok. Kendimi tutamayabilirim." 

Deren gülüp akmaya devam eden gözyaşlarını silerken "O zaman hazır dedikodu oturuşu yapmışız, Bilge bana olanları anlatsın."

Sabahki mevzudan bahsediyordu, anlatacağım demiştim bir kere. "Çok da önemli bir şey yok aslında. Aras'ın ameliyathanede bayıldığı gün Sevil abla bana Aras'la birbirinizi çekiyorsunuz dedi ama tabi ki benim açımdan öyle bir şey yok. Sonuçta ben nişanlı biriyim." deyip sözü Sevil ablaya bıraktım. Gerçi artık değildim. Deren hem şok içerisindeydi hem de gülüyordu. "Nasıl yani?"

Sevil abla sözü devraldı. "Ben size baktığımda gördüğümü söyledim."

"Ne gördün ki? Sana bunu söyleten ne?" Bunu daha öncede sormak istiyordum. Sakince cevabını bekledim.

"En başından beri aranızda bir sürtüşme var zaten ama sanırım şu son damla oldu. O gün ameliyathanede Aras kucağındaki bebeği sana verirken gözleri parıl parıldı, yüzü maskeyle kapalı da olsa sana bakınca gülümsemesinin genişlediğini gördüm. Bebeği senin kucağına bırakırken sana bakıp çok güzel dedi ya, o an ikiziniz çok güzeldiniz. Gerçekten çok güzeldiniz. Ben o ortamda bile hissettim Bilge. Nasıl anlamadığını söylüyorsun inanamıyorum sana. Sen ne zaman odaya girsen ayağa kalkıyor, yavrum ya. Çok tatlı." İçimde bir şeyler oluyordu, neler olduğunu bilmiyorum ama tuhaftı. Sorun şu ki hiç de rahatsız hissetmiyordum.

Deren, Sevil ablayı susturup "Aaa!" diye araya girdi. "Sevil abla sen düştün çocuğa ama bir dakika yolu kapamayalım, lütfen." Yatağında doğrulup yüzünü yüzüme yaklaştırdı. "Demek sana çok güzel dedi." değişiyle bir an kalbim tekledi. Hayır hayır dur, böyle yaparsanız beni inandırırsınız.

"Bana değil bebeğe dedi." 

"Tabii canım." Dudaklarını büzerek "Üzüm sever misin Aras?" diye taklidimi yaptığında koluna vurdum. "Seni döverim vallahi!"

Deren kahkaha atarken ben de kızardığımı görmemeleri için yataktan kalkıp camın önüne gittim. Sevil abla ciddi bir şekilde lafa girdi. 

"Bir dakika kızlar." Arkamı dönüp onlara baktım. "Deren sen hep Caner üzülmesin diye uğraşırdın. Aras'tan hoşlanmadığını biliyorum. Neler oluyor burada?" Deren'le birbirimize baktık. Bilmiyor muydu? Sevil ablanın Caner'le arası benimle olduğundan daha iyiydi, Caner ona nasıl söylememişti? Konuşmaya devam etti. "Caner'i dün gördüm. Yüzüğü yoktu ama bir şey olmuştur, unutmuştur diye düşündüm?" Gözlerime soru işaretleriyle bakarken konuşamadım. Sanki dilim tutulmuştu, hiçbir şey söyleyemedim. 

Benim yerime Deren konuşmaya başladı. "Caner Bilge'den ayrılmış."

"Caner mi ayrıldı?" dedi sakince. Sanki bu beklediği bir şeydi ama ondan değil.

"Evet. Ben de anlamadım." 

"Ne zaman?"

"O akşam, eve gitmeden önce kliniğin önünde karşılaştık." dedim.

Bakışları şüpheyle gölgelendi. "Tam da konuşmamızdan sonra yani?" 

"Ben de şüphelendim ama bizi duyması imkansız."

"Umarım." Yüzü düşmüştü. 

"Öyle bir ihtimal yok Sevil abla, lütfen beni de şüpheye düşürme." derken yanına gittim. 

"Biliyorum." deyip mahzun mahzun gülümsedi. Bu konu hepimizin ortak sessizliğiyle orada kapandı.

Deren "Hiç Melek'le konuştun mu?" diye sorduğunda "Hayır." diye yanıt verdim. "Senden çekiniyor."

"O bana söylemeye çalıştı ki, İçim araya girince söyleyemedi ama söyleyecekti."

"Aras'tan özür dilemiş..."

"Hocam!" dışarıdan gelen bağırışla Deren birden sustu. Odanın kapısı sertçe açılıp duvara vurunca hepimiz yerimizde zıpladık. Tuğkan nefes nefese "Hocam Ümit yaralanmış, aşağıda!" dediğinde hemen kırmızı alarma geçtim. Sevil ablayla beraber koşa koşa acile geldik. Ümit acilin yatağında inleyerek yatıyordu, yatağa yaklaşıp Aras'ın olduğu tarafa geçtiğimde şokla elimle ağzımı kapadım. Karnında ince, borumsu bir cisim vardı. Tişörtünün yarısı kanla kaplanmış, acayip kan kaybediyordu. İçim serumuna bir şeyler enjekte ederken Aras stetoskopla ciğerlerini dinliyordu. Sevil abla yatağın yanına gidince Aras'a bakıp "Durum ne?" diye sordu. Aynı zamanda elleriyle muayene ediyordu. Ümit'in gözleri kapalıydı ama Sevil ablanın dokunuşunu hissettikçe yüksek sesle inlemeye başlıyordu. 

"Çekumu sıyırmış gibi gözüküyor, iç kanaması olmalı. Kan basıncı düşük, oksijen seviyesini ölçemedik. Pnömotoraksı var." Cisim bağırsağını sıyırmıştı, bu ciddi bir ameliyat demekti. Ameliyat olması gerekiyordu ama burada nasıl olacaktı? Burada böyle bir ameliyat gerçekleştiremezdik! (Pnömotoraks: Akciğerlerimizden havanın göğüs kafesi içine dolması sonucu akciğerin çökmesi ve işini yapamaması durumuna, akciğerden hava kaçağı veya tıp dilinde "Pnömotoraks" denilir.)

Sevil abla "Pnömotoraks sende. İçim kanı hazırla." deyip yataktan uzaklaştı ve acilin girişindeki Fuat'ın yanına gidip bir şeyler konuşmaya başladı. Şaşırarak ona baktım. Durum ciddiydi neden bizi onunla yalnız bırakmıştı?

Aras "Bilge yardım et." deyince hemen yatağın baş ucuna gittim. Eldiven giyip makasla Ümit'in tişörtünün koltuk altından itibaren kestim ve kolunu yukarı kaldırıp başının hizasında bıraktım. Aras da malzemeleri hazırlarken Ümit'in başının altındaki yastığı kaldırdım. Beni duyup duymadığında emin değildim ama düz durup sakin olmaya çalışmasını söyledim, onu kurtaracaktık. Kurtarmak için elimizden geleni yapacaktık. Aras kaburgalarına lokal anesteziyi yaptığında etki göstermesi için beklemeye başladık. Hepimiz nefesimizi tutmuştuk. Yatağın yanında dizlerimin üstünde durarak bir operasyon gerçekleştireceğimi düşünmemeye çalıştım, başarabilirdik. Ona güveniyordum, ben sadece yardım edecektim zaten. 

Acilde Sevil ablayı görmeye çalıştım ama yoktu. Bu ölüm kalım anında nereye gittiğini bilmiyordum ama Ümit'i kurtarmak için uğraştığına adım gibi emindim. Burayı bana, İçim'e ve Aras'a bırakması bize güvendiğini gösteriyordu. Tuğkan elinde kanla koşa koşa geldi, onlar İçim'le beraber kanamayı kontrol altına almaya çalışıyorken Aras anestezinin etki gösterdiğine karar verip temizledikten sonra neşterle kolunun altına kısa bir çizik attı, hemen tampon yaptım. Ben kesiği açık tutarken o  tüpü yerleştirdi. İlk defa böyle bir şey yapıyordum. Doğru yapıp yapmadığımdan emin bile değildim. Odaklanmaya çalıştım yanlış bir şey yapsam Aras tepki verirdi.

 O kadar dar ve basık bir ortamdaydık ki ama Kapanın Sahibi iki karış ötemde sanki ameliyathanedeymiş gibi odaklanmıştı. Onu ameliyattan sonra ilk defa bu kadar ciddi gördüm. Kaşlarını çatmış, gözleri kısılmış direkt yaraya odaklanmıştı. Elleri hızlı hızlı hareket ediyordu. İşi bittiğinde ellerimi çıkartıp tampona devam ettim o da dikiş atıp yarayı kapattı. Ben sorun çıkmadan yapmış olmanın verdiği rahatlamayla olduğum yere otururken Aras hemen kalkıp eldivenlerini çıkardı ve diğerlerine durumu sordu. Ümit'in bayılmasından başka bir değişiklik yoktu. Kan ve ağrı kesici takılmıştı. Şimdi de oksijen seviyesini bile ölçemiyorken burada nasıl ameliyat edeceğimizi kara kara düşünme aşamasına geçmiştim. 

Aras ne kadar ciddi de görünse aslında üzgündü. Daha sabah olanları atlatamamışken Ümit'in başına gelenlerin  onu üzdüğünü görebiliyordum. Yerden kalkmadan önce kanlı eldivenlerimi çıkartıp ikisini de sağ elime aldım. O an bana doğru iki adım atıldı, tam elimin yanımda Aras'ın ayakkabılarını görünce başımı kaldırdım. Elini bana uzatmış bekliyordu. Elini tutarsam kaslarımın acısı yüzünden kalkamayacağımı bildiğim için "Öyle kalkamam, sen eldivenleri al." deyip eldivenleri uzattım ama eldivenleri almayıp yanıma çökmesini beklemiyordum. Belime sardığı koluyla kendisiyle beraber beni de ayağa kaldırdığında şaşırmıştım. Gözlerime aynı hüzünle bakıyordu, sanki Ümit'e endişelendiği kadar benim için de endişeleniyordu. Birden bir şeyin farkına varmış gibi bakışlarıyla beraber kolunu da benden ayırıp "Başkasının eldivenine dokunmayı sevmem." diyerek uzaklaştı. Dediği şeyin saçmalığıyla kaşlarımı çattım. Sanki benim eldivenimde ki kanla onun eldivenine bulaşan kan farklıydı, sanki elim eline hiç değmemişti, ne fark ederdi? Tuhaf işte! 

Eldivenlerimi acilin başındaki çöp kutusuna atarken Sevil ablanın kapıdan girdiğini gördüm. Benim yanımdan geçerken koluma dokundu, beraber Ümit'in yatağının olduğu yere geldik. Diğerleri de buradaydı. Lider bakışları beni güvende hissettirdi. "Ümit'i nakil edeceğiz."

Herkesin içine bir ferahlık geldiğinden adım gibi emindim. Onu burada kurtaramazdık, yeterli donanıma ve doktora sahip değildik. "34B'ye kadar sabredemez, onu tehlikeye atamayız 41'e gidecek. Her şey ayarlandı bile, onu hazırlayın."

İçim "Tek mi gidecek?" diye sordu. 

"Bilge, Aras ve İçim, siz de hazırlanın."

"O yaralı ama." dedim Kapanın Sahibi'ni göstererek.

"Tuğkan'a ihtiyacım var, Aras'ın toparladığını düşünüyorum. Gidebilirsin değil mi?"

"Gidebilirim." deyip kestirip attı ve Ümit'in başına geçip hazırlamaya başladı. 

İçim "Bilge de yaralı, o dinlensin biz gideriz." dediğinde gözlerimi devirmemek için zor tuttum. Beni istememesinin sebebini biliyordum. 

"Eminim o, ikinizden daha çok işe yarayacak. Bilge, ameliyathanede sana ihtiyaç duymasalar bile sen dışarıda olan biteni gözetle diye gönderiyorum seni. Seni sağlıkçı olarak değil güvenlik şefimiz olarak gönderiyorum ama gerekirse sağlıkçı da olacaksın. Tamam mı?" dedi gözlerimin içine bakarken, o an bana olan güvenini hissettiğim andı. 

"Tamam." 

Herkes hazırlandığında Ümit'i ambulansa bindirdik. Ambulansı Fuat kullanıyordu, onun yanına oturdum. Diğerleri de arkada Ümit'in durumunu stabil tutmaya çalışıyordu. Yol boyunca sakin kalmaya çalıştım. Fuat yavaş ve dikkatlice sürerek yaklaşık kırk beş dakika sonra varacağımızı söyledi. Kampın iki güvenlik şefinin de birkaç günlüğüne kamptan uzak olacak olması içimi ayrı bir sıkıntıya sokmuştu. Fuat endişelendiği için gelmeyi teklif etmiş ve yerini Tarık ve Can'a bırakmıştı. Ümit'le kampa geldiğinden beri arkadaş olduğunu biliyordum, birkaç gün biz olmasak bir şey olmaz demişti. Ben de öyle düşünecektim, sanki kampımız her zaman saldırıya uğruyormuş gibi endişelenmemi gerektirecek bir durum yoktu. 

Kamp 41'in giriş kapısına geldik. Burada neler yaşayacağımızı bilmiyordum, umarım Ümit yüzümüzü güldürürdü. Fuat kapıdakilerle konuştuktan sonra direkt tarif ettikleri hastaneye sürdü. Buraya ilk defa geliyordum, bizim kampımızdan çok daha büyüktü. Bizde genelde müstakil evler olsa da tek tük apartman da vardı ama burası tamamen apartmandan oluşuyordu. Kamp girişindeki apartmanlar yüksekti ama mahallelerdeki apartmanlar genelde iki üç katlıydı. Çocuk parkları, egzersiz alanları, yaya geçitleri, tertemiz sokaklar, içinde koltuklar olan dükkanlar, sanırım insanların buralarda toplanıp muhabbet etmesi için boşaltılmıştı. Biz daha mütevazi mahalle toplulukları gibiydik ama burası Kamp 34'e benziyordu. Hastaneye geldiğimizde gerçek bir hastaneyle karşılaştım. En son 34B'de böylesine büyük bir hastane görmüştüm. Bizim kliniğimiz buranın yanında gerçekten küçük kalıyordu.

Acilin önünde durduğumuzda hemen arabadan indim. Görevliler de ellerinde sedyeyle acil kapısından koşarak gelmişlerdi. Sanırım giriştekiler onlara haber vermişti. Arka kapıları açtığımda dört acil görevlisi çıkıp Ümit'i sedyeye yatırdılar ve bizimkilerle beraber acilden içeri girdiler. Fuat ve ben de arkadan takip ettik. Ümit acil yatağında yatıyorken İçim ve Aras acil doktoruna durumu açıklıyordu. Acildeki yatakların boş oluşu dikkatimi çekti. Sedyenin etrafı kalabalık olduğu için hiç yanlarına gitmedim. Bir durum olursa Kapanın Sahibi'nin iletişime geçeceğini biliyordum. Doktor yanlarından ayrıldıktan iki dakika sonra Ümit'i de götürdüler. İçim onlarla giderken Aras yanımıza geldi. Gözleri Fuat ve benim aramda gidip gelirken "Testleri yapıp ameliyata alacağız." dedi.

"Doktoru nasıl? İyi mi sence?" diye sordum elimde olmadan. Pat diye gelip tanımadığımız birinin ellerine vermiştik, başka seçeneğimiz yoktu ama endişelerimi durduramıyordum.

"O doktor girmeyecek, dahiliyeden biri girecekmiş. Kim olursa olsun başka seçeneğimiz yok." Morali çok bozuktu. Onu kurtarma fırsatımız var işte, neden bu kadar üzgün gözüküyorsun Kapanın Sahibi?

"Moralini bozan bir şey var gibi." Gözlerini yere indirdiğinde sabahki halini hatırladım.

"Ambulansta komplikasyonlar yaşadık, durumu kötü. Ben yanlarına gideyim, şu an için yapacak bir şey yok."

Fuat "Tamam kardeşim size emanet, biz buralardayız." deyip ne kadar saklamaya çalışsa da üzgün gözüken Aras'ı teselli etmek için elini omzuna koyup dudaklarını birbirine bastırdı. 

Güçlü duracaktım, ne olursa olsun güçlü duracaktık. Fuat arkasını dönüp kampa girerken gördüğümüz adamlardan biriyle konuşmaya gittiğinde Aras'ın bileğine elimi koyup "Bu kadar uğraşmışken onu kaybetmeyeceğiz merak etme." deyip gülümsedim. Sanki güce, desteğe ihtiyacı varmış gibi gelmişti. Sanki bunu yapmama ihtiyacı varmış gibi gelmişti.

Aras belli belirsiz başını salladı, sakince gözlerime baktıktan sonra gözleri arkamda bir yere kaydı. Öyle bekliyorduk. O gidene kadar bekledim, gereken gücü alana kadar bekledim. Bir adım geri attı sonra bana doğru iki adım geldi. Bileğindeki elimi eline kaydırdı. Aklıma ormandaki o an geldi, elimi bırakmayı reddedip 'Senin için tutmuyorum elini, kendim için tutuyorum!' diye bağırışı ve sonra eldivenime dokunmaktan tiksinişi. İçimden ne dengesiz bir insan diye düşünsem de elimi geri çekmedim. Desteğime ihtiyacı vardı. Belki birkaç saniye durduk böyle, belki bir dakika. Ellerimizi ayırıp "Sağ ol." deyip tepkimi beklemeden arkasını dönüp koridorda ilerledi. Daha demin ne yaşanmıştı öyle? 

Fuat'ın yanına, acilin dışına çıktım. Yanında yirmili yaşlarının sonunda bir adam vardı. Güvenlikten olduğunu kıyafetlerinden ve dik duruşundan anlayabiliyordum. Uzaktan baktığımda asker gibi gözüküyordu. Yanlarına gittiğimde adam sert ama ilgili bakışlarını bana çevirdi. Aynı soğuklukla bakarak elimi uzattım. "Ben Bilge, Fuat'ın yardımcı şefiyim." 

Adamın bakışlarında tuhaf bir ifade belirirken anlam vermeye uğraşmadım. Elimi sıkıp "Korhan. Ben de buranın yardımcı güvenlik şefiyim. Patronunla silahlarınız hakkında konuşuyorduk." dedi. Tavırları yüzünden olsa gerek, içimden bir sinir dalgası geçti.

Elimi indirip sakince konuşmak için ağzımı açtım ama Fuat benden önce davrandı. "Patronu değil arkadaşıyım." Ses tonundan herife gıcık olduğunu anlayabiliyordum.

"Silahlarımızla ilgili ne sorun varmış?" diye sordum.

"Tanımadığımız insanların halkımızın içinde bellerinde silahla dolaşmasını doğru bulmuyorum."

Sırf tavırlarına sinir olduğum için aksi bir ses tonuyla "Ben de yaralanan arkadaşımı ve sağlıkçı arkadaşlarımın güvenliğini sağlamak için silah taşımak kadar normal bir şey olduğunu düşünmüyorum." dedim. Fuat'la dakikalardır konuşuyordu, insan gibi konuşmaktan anlamıyorsa onun gibi konuşacaktık o zaman.

Adam yanaklarını içe çekip burnunu çekti. "Arkadaşlarını korumak için taşıdığını nereden bileceğim? Halkıma zarar gelmeyeceğini nereden bileceğim?"

"Bu benim sorunum değil, bir sıkıntın varsa kamp başkanına iletirsin o da bizim kamp başkanımızla iletişime geçer. Biz sadece üstümüzden gelen emirlere uyarız. Kolay gelsin." deyip onu orada bırakıp Fuat'la beraber acile girdik. 

İçeri girdiğimizde Fuat "Şerefsiz herife bak. Biz buraya ne için geldik, sorun bu mu oldu şimdi?" diye sövmeye başladı.

"Boş ver onu, bizim bu şekilde geleceğimizi tahmin ediyorlardı, belli ki onun derdi başka."

Yaklaşık bir saat orada bekledik. Ameliyat çoktan başlamış olmalıydı, acile iki hasta geldi, küçük bir kız çocuğu yere düşüp dizini fena kanatmıştı, sessiz sessiz ağlıyordu. Dizini bandajlattıktan sonra gitti, diğer kişi de grip belirtileri gösteriyordu. Gelen gidene bakarak vakit geçirmeye çalışıyorduk. Derken hasta olmadığına emin olduğum bir grup insan acile girdi. Kıyafetlerine bakarak üç tanesinin güvenlik ekibinden olduğunu tahmin edebiliyordum, diğer iki tanesi de biri kadın diğeri erkek normal giyimli insanlardı. Fuat'la yan yana oturduğumuz bekleme koltuklarına doğru geldiklerini görünce bizim için geldiklerini anladım. Normal giyinmiş olanlar başımızda ayakta durup gülümsediler "Merhaba oturabilir miyiz?" dedi kadın olan. 

"Tabii." 

"Ben Aysu, Kamp 41'in yönetiminde çalışıyorum, arkadaşlarımla size hoş geldiniz demek için geldik. Acil doktorumuzdan arkadaşınızın durumunu ve önümüzdeki süreci öğrendik. Bir süre sizleri kampımızda ağırlamamız gerekebilir biz de sizi güzelce ağırlamak istiyoruz."

Kafam karıştı. Fuat benden önce "Teşekkür ederiz, ama bu süreci biz de öğrenebilir miyiz?" diye sordu.

"Tabii ki." dedi bu sefer güler yüzlü adam. "Aslında her şey ameliyatın sonucuna bağlı, yine de ne olursa olsun en az bir gün yoğun bakımda kalması gerekecek ve bir süre hareket ettiremeyeceğiz. İki üç gün civarı, tabii dediğim gibi bu koşullar ameliyatın iyi geçmesine bağlı. Bu süreçte biz de sizler için bir yurt ayarladık." Demek bir süre burada kalmamız gerekecekti. Ben bunu hiç hesaba katmamıştım, o an tek düşündüğüm acele etmemiz gerektiğiydi. Bizim düşüncelere daldığımızı fark eden güler yüzlü adam "Bu arada ben Metin. Güvenlikten arkadaşlarımızın adı da Ata, Afra ve Raif." deyip diğerlerini de tanıttı, hepsi güler yüzlü iyi insanlara benziyorlardı, demin gelen güvenlikçinin tam tersiydiler. Fuat ve ben de kendimizi tanıttık. Kamp 41 büyük çaplı bir kamptı, çalışanları da iyi örgütlenmişti ama bu kadar iyi bir misafirperverlik beklemiyordum. Ameliyat bitene kadar bizimle beraber oturdular, beş saat boyunca biraz konuştuk ama çoğunlukla sessizce bekledik. Kritik bir ameliyat olduğunu biliyordum ama Aras'ın o yüz ifadesini gördükten sonra durumun sandığımdan daha da ciddi olduğunu anlamıştım. Güvenlikçiler de yönetimdekiler de beş saat boyunca yanımızda kalıp destek oldular. Gerçekten minnettardım.

Ameliyathanenin kapısında bekliyorduk. Beş saatin sonunda sadece doktor dışarı çıktı. Ümit'in durumunun kritik olduğunu öğrendik. Yoğun bakımda gözlemlenecekti, vücudu kendine gelene kadar uyandırılmayacaktı. Doktoru çıkarken gördüğümde içim umut dolmuştu ama şimdi çökmüştüm sanki. Buraya onu ve diğer arkadaşlarımın güvenliğini sağlamaya gelmiştim. Şimdi mahvolup dikkatimi dağıtamazdım, zaten beş saattir hiçbir şey yapmamıştım. Görevimi yapacaktım. Fuat'ın omzuna elimi koydum. Bu hareket bakışlarımı anlaması için yetti. 

Ümit'i ameliyathaneden çıkarırlarken ben onunla gittim, Fuat da diğerlerinin yanında kaldı. Görevim gereği ona ne yaptılarsa hepsini gözlemledim, iyi olduğundan emin oldum ve yoğun bakımın camlı kapısının yanındaki koltuklarda nöbet tutmaya başladım. Bugün burada kalacaktım. Burada tek başıma beklerken istediğim kadar depresyona girebilirdim. Yaklaşık yarım saat sonra boş hastane koridorunda Fuat gözüktü. Yanıma gelirken "Ne yapıyorsun burada? Her yerde seni aradım." diye soruyordu. 

"Ümit'le gittiğimi gördün ya, niye aradın?"

"Nöbet tutmaya başlayacağımızı konuşmamıştık."

Yanıma otururken "Buraya onları korumaya geldik." dedim.

"Diğerlerinin yanında olman gerekmiyor mu? Ben Ümit'i beklerken sen de onların yanında durmalısın."

Göz göze gelebilmek için başını beni görebilecek kadar eğip "Bilge?" dedi. 

Kaşlarımı kaldırdım.

"Burada kimse bize zarar veremez. Kamplar arası anlaşmalar var, biliyorsun. Takasları birbirimizin üstünden yapıyoruz hem 41'le aramız zaten iyi, nasıl misafirperver olduklarına bir bak. Buraya formalite icabı gönderildik, sen de biliyorsun." Biliyordum, eğer gerçekten 41'e güvenmeselerdi buraya bir orduyla gelirdik ama şu an elimden gelen tek şey buydu. Onun için yapabileceğim tek şey buydu.

"Elimden bir tek bu geliyor Fuat. Onu korumaktan başka bir şey yapamıyorum."

"Onun için yapmamız gereken tek şey güçlü durmak, her şeye hazır olmak. Yapmaya çalıştığın şeyi anlıyorum ama şu an sadece kendini yoruyorsun, bir gün bile dinlenemedin. Nöbeti ben devralırım, sen şimdilik gidebilirsin."

"Gerçekten benim yerime burada tüm gece bekleyecek misin?" diye sordum. Bunun mantıksız olduğunu düşünüyordu ama benim için yapacaktı.

"Hadi hadi, git yemek falan ye. Kapanın Sahibi bir yerlere kayboldu onu bulup biraz kendine getir." dediğinde gülümsedim. "Bunu yapabilecek tek kişi sensin." Bazen bir erkek kardeşim ya da abim olsa aynı Fuat gibi olurdu diye düşünüyordum, biyolojik olmasa da o benim ailemden biriydi. 

KAPANIN SAHİBİ

Ameliyathaneden çıktıktan sonra koridorda Fuat'la karşılaştım. Zor bir ameliyattı, ne olacağını bilmiyordum. Fuat beni birileriyle tanıştırıp Bilge'yi bulmaya gideceğini söyleyince ben de onunla Bilge'yi aramaya başladım. O üst kata çıktığında ben de acile inmiştim. Acilin dışına çıkıp geldiğimiz ambulansa gidiyordum ki birinin beni izlediği hissiyatına kapıldım. Sokağın karşısında küçük bir kız çocuğu gözüme çarptı. Annesi yanındaki çocukla konuşuyorken o da elini tutmuş sessizce bana bakıyordu. Bakışları bile sessizdi sanki. Kız bana o kadar çok birini andırıyordu ki, kendimi istemsizce ona doğru yürürken buldum. Yaklaştıkça daha da tanıdık gelmeye başlamıştı. Birkaç adım ötesinde durduğumda annesi konuşmayı bırakıp "Pardon? Kimsiniz?" diye sordu. Kız ürkek bakışlarla annesine baktı ama kaçmadı. O bakışlarıyla adı dilimin ucuna geldi. Oydu. O küçük kızdı. Berter'e hayat veren küçük kız! Deniz. 

Önünde dizlerimin üzerine çöküp "Deniz? Senin burada ne işin var?" diye sordum. Ellerim sanki onu tutacakmış gibi havaya kalkmıştı. Çocuğun gözleri parladı, annesi sandığım ama annesi olmadığından adım gibi emin olduğum kadın da eğilip kızın beline ellerini koydu ve "Deniz mi? Adın bu mu?" diye sordu.

"Siz kimsiniz?" dedim ama ona kadar merak ettiğim o kadar çok şey vardı ki. Deniz, yüzünü bana dönüp konuşmamı ister gibi baktı, beni tanımış mıydı anlamamıştım. "Burada ne işin var? Annenler nerede? Sen iyi misin?" Dizindeki bandaj hariç iyi gözüküyordu, en son gördüğümden beri çok zayıflamış ve boyu uzamıştı, küçük çocuklar çok çabuk büyürdü.

Deniz konuşmadı ama kadın tek eliyle havada olan kolumu tutup ona bakmamı sağladı. "Onu nereden tanıyorsunuz? Siz kimsiniz?"

"Ben Kamp 54'ten geldim, doktorum. Siz kimsiniz? Deniz neden burada?"

Kadın hem mutluydu hem de şaşkın. "O bundan sonra benimle olacak, onu evlat edindim."

"Nasıl? Ailesi nerede?"

"Ailesiyle ilgili hiçbir bilgim yok. Onu nereden tanıyorsunuz?"

"Ailesini biliyorum, bebekliğini biliyorum. Onunla konuşabilir miyim?" Kadın birden ciddileşip kızı göğsüne bastırdı. 

"Hayır." Tepkisine çok şaşırdım, ona asla zarar vermezdim. Kadın ayağa kalktığında ben de ayaklandım. "Gidin lütfen. Onun ailesi artık benim. Hem onun ismi Deniz değil, Narin."

"Bir dakika hanımefendi. O küçücük bir çocuk. Başına bir şey geldiyse, ona yardım etmem gerekiyor. Onun ailesini tanıyorum, anne babası arkadaşım."

"Ne diyorsunuz siz? Onu benden alamazsınız! Gidin lütfen!" 

"Deniz'le konuşmadan hiçbir yere gitmeyeceğim." dedim kadının tam aksi sakin bir ses tonuyla.

"Narin, abinle git." deyip Deniz'i demin konuştuğu çocuğa doğru iteledi. Bu görüntü tüm sakinliğimi kaybetmeme neden oldu. "Ona düzgün davranın!" Bebekliğinde yaşadığı onca şey aklıma geldi, bu küçük kız hep zarar görmüştü zaten. Onun itilip kakılmasına izin vermeyecektim.

Kadının ağzı şokla açıldığında arkamdan tanıdık bir ses duydum. "Neler oluyor burada? Hala? Aras?" İçim tam yanımda durduğunda yüz ifadesinden hiçbir şey anlamadığını fark ettim. Benim de kafam karışmıştı, bu kadın İçim'in halası mıydı? 

Kadın İçim'e sarılıp "Narin'i tanıdığını iddia ediyor." dedi beni şikayet eder gibi. 

İçim şaşırarak "Gerçekten tanıyor musun?" diye sordu. "Tanıyorum. Onunla konuşmam gerekiyor. Sadece beş dakika, sen de yanımızda durabilirsin."

İçim bir şekilde kadını ikna edince hep beraber kaldırımdaki banklara oturdular. Ben de Deniz'in önünde dizlerimin önüne çöktüm ve konuşmaya başladım. "Beni hatırlıyor musun?" dedim onu birden sorulara boğmadan önce.

Hiçbir cevap vermedi ama bakışları bana, beni hatırladığını düşündürüyordu. Kadın "Genelde yabancılardan kaçar ama senden kaçmadı." diye cevapladı. Belki de tam hatırlamasa bile tanıdık geliyordum.

"Annenlere ne oldu? Dila ve Gökhan nerede?"

Ürkek bakışları yok oldu ve birden canlandı. "Annemler nerede? Babam nerede? Anneannem nerede?" diye sordu isimlerini duyduğu anda. "Onlar nerede abi?" İlk başta doktor olduğum için anne babasıyla sürekli iletişim halindeydim ama sonra Deniz'e yapılanlar bana da çok fazla gelmeye başlamıştı. Onlara elimden geldiğince yardım etmeye, Berter'in doktorunu Deniz'i de düşünmesi için ikna etmeye çalışmaya başlamıştım ve Dila ve Gökhan'la arkadaşlığım bu şekilde başlamıştı. Yanlarına gittiğimde Deniz bana abi derdi, şimdi yine o zamanki gibi abi demişti.

"Hatırladın beni." dedim bakışlarım yumuşarken. Hatırlamıştı. "Onları en son ne zaman gördün?" diye sordum ama daha üç yaşındaydı, konuşmayı biliyordu ama çok küçüktü. Unutmuş olmalıydı, unutmasa bile dediklerimi algılayabilir miydi?

"Rüyamda." dediği an dişlerimi sıktım. Kadın "Ah yavrum!" deyip ağlamaya başlayınca ben de ayağa kalkıp derin bir nefes aldım. Küçücük bir kız, küçücük bir çocuk... Ailesinden ayrılma sebebi neydi, kim yapmıştı bunu! Doğduğundan beri sömürüldüğü yetmiyor gibi şimdi de ailesinden ayrılmıştı. Daha üç yaşında bunca şeyi nasıl kaldırabiliyordu?

Biraz toparlandıktan sonra "Seni buraya kim getirdi?" diye sordum.

"Bir amca."

"Annenler neden gelmedi biliyor musun?"

"Babam gelecek, o beni almaya gelecek."

"Sana öyle mi dedi?" 

Masum masum bakarken başını yukarı aşağı salladı. Kafamda bir sürü senaryo belirdi. Deniz'in dedikleri, Gökhan'ın onu Emir'den kurtarmanın bir yolunu bulduğunu gösteriyordu. Eğer dedikleri doğruysa Gökhan onu birisi yardımıyla buraya kaçırtmış olmalıydı ama burayı seçmesi çok mantıksızdı. Burası Emir'in uğrak noktaları arasındaydı, Emir'in adamlarının şu ana kadar Deniz'i bulamaması bir mucizeydi. Tabii bu bir ihtimaldi.

Şimdilik kadına hiçbir şey söylememeye karar verdim. İçim onlarla kaldığında ben de yavaşça hastaneye doğru yürümeye başladım. 

"Kapanın Sahibi?" 

Bana böyle seslenen sadece bir kişi vardı, o da karşımda durup sorgulayan gözlerle bana bakıyordu. 

"Neredeydin?"

"Beni mi arıyordun?" dedim. Ne  tuhaf, ben de onu arıyordum aslında.

"Evet, neden böyle durgunsun yine? Ameliyat kötü geçti biliyorum ama elinizden geleni yaptınız siz."

"Bilge, o değil." deyip sustum. Her şeyi biliyordu, geçmişte yaşadıklarım, daha iki dakika önce yaşadığım ve gelecekte yaşayacaklarıma da ortak olmak için gönüllüydü. Tanımıyordum onu ama her şeyi anlatıyordum. Sanki o beni kendine doğru çekiyordu ama bundan haberi bile yoktu. Hafif meraklı ama derinlerinde endişe gizli olan gözlerine baktım. Kesinlikle ne yaptığından haberi bile yoktu. "Ben, Deniz'i buldum. O burada."

"Deniz kim?" Birkaç saniyelik düşünme sürecinin ardından gözleri kocaman açılırken eliyle ağzını kapattı. "Yoksa aradığın kız mı? Buldun mu! Ne yapacağız şimdi!"

İleride yaşayacaklarıma ortak olmak için gönüllü olduğunu bile işte böyle fark etmeden belli ediyordu. Ne yapacaksın değil, ne yapacağız demişti. Onun tam tersi bir şekilde sakince yanına yaklaşıp ağzını kapattığı ellerini aşağı indirdim. "O değil. Bebek olan demiştim ya, Berter için kan aldığımız, donör olan."

Kimden bahsettiğimi anladığında biraz düşünüp "Nasıl?" diye sordu. Ben de bilmiyordum. Nasıl olduğunu, neden olduğunu. "Bilmiyorum. Ailesi yok, birisi evlat edinmiş. Görünce tanıdım, o da beni tanıdı. Onu en son yaklaşık bir yıl önce görmüştüm." Sessiz kalıp söyleyeceklerimi beklediğini gördüğümde devam ettim. "Babası onu Emir'den kaçırdı bence. Eğer Berter yaşıyorsa Emir, Deniz'in peşindedir. Kim bilir ne zorluklarla buraya getirdiler onu? Emir'in onu bulmaması lazım."

"Babası onu buraya getirdi diyorsun. Bir bildikleri, planları vardır elbet."

"Üç yaşındaki çocuktan hiçbir şey öğrenemeyiz ama ya Emir onu bulursa? Ya her şey mahvolursa?"

"Hiçbir şey bilmiyoruz Aras. Belki de babasının bir planı var. Bence buna karışmamalıyız." 

"Elimden bir şey gelmiyor zaten. İçim'in halası evlat edinmiş onu."

"İçim'in halası mı? O dediği kız mıymış?" Demek önceden bu konu hakkında konuşmuşlardı. "Çocuğu bırakmışlar ve gitmişler. Bunu duyduğumda neden ailesi de gelmemiş diye düşünmüştüm, gelebilirlerdi ama sadece çocuğu bırakıp gitmişler."

"Bu durum çok kafamı karıştırdı. Ona bir zarar gelsin istemiyorum. Ne olduğunu öğrenmem gerekiyor gibi hissediyorum."

"Bence de senin kafanı çok karıştırmış. İlk hedefin bulman gereken kızı bulmak, ondan sonra Deniz için elimizden geleni yaparız ama o zaten güvende. İçim'in halası ona iyi bakıyor. Eğer içim rahat etmez dersen Emir'den uzak olması gerektiğini kadına söyleyelim." diyerek fikirlerini sunarken ona hak veriyordum. Ortada Deniz'le ilgili acil bir durum yoktu ama Gökhan ve Dila aklıma gelip duruyordu. Deniz'i bulduğumu bilseydiler bir şey yapmamı beklerlerdi. 

Benim düşüncelere daldığımı görünce elini koluma koyup "Gel, yiyecek bir şeyler alalım." dedi. Elini çektiğinde yürümeye başladık. Birden tuhaf bir hissiyata kapılıp gözlerimi sokakta gezdirirken uzakta bir adam gördüm. Sırtını duvara dayamış, elini belindeki tabancanın üstüne koymuş bu tarafa doğru dik dik bakıyordu. Bana mı yoksa Bilge'ye mi baktığını göremedim ama o duruşu, bakışı tadımı kaçırmaya yetmişti. Kaşlarımı çatıp o tarafa bir adım attım ama Bilge dirseğimin üstünden tutup "Şurası mı acaba? Tabelasını göremedim." deyince vazgeçtim. Kafamda binbir türlü şey geziyordu zaten. Tekrar oraya baktığımda adam olduğu yerde değildi. Ben de umursamayıp ana yemekhaneyi bulmaya odaklandım.

Yemeği parkta yemeye karar vermiştik, Fuat için de ekmek arası alırken Bilge lavaboya gitmişti. Onu beklerken dışarıda gördüğüm adama benzeyen birinin lavaboların olduğu tarafa gittiğini gördüm. Bir süre Bilge'nin gelmesini bekledikten sonra içime doğan o rahatsızlık hissiyle elimdeki yiyecekleri masalardan birine bırakıp ben de lavaboların olduğu tarafa yürüdüm.

DIM DIM DIM... Kaos seziyorum, bakalım neler olacak(sinsi gülüş)

ANA KARAKTERLER HARİÇ HANGİ KARAKTERLERİ SEVİYORSUNUZ? Ben Fuat, Can, Sevil abla seviyorumm. Önceden Melek'i de seviyordum ama artık yazmadığım için nötrüm ona karşı. Işık'ı da seviyorum ama öldüğü için sayılıyor mu ve yazmadığım ama 2-3 bölüm sonra ortaya çıkacak birkaç karakteri de :D

HANGİ KARAKTERLERDEN NEFRET EDİYORSUNUZ?(Caner diyenler gelecek bak şimdi sjghd) Ben Emir, Emir ve Emir!

Bölüm uzun bir süre içime sinmemişti o yüzden atamadım bekleyen herkesten özür diliyorum keyifli okumalar. :)

BU ARADA EFSANE TEASERIMIZI İZLEMELİSİNİZ, EFSANE OLDU EFSANE!


Instagram @mooninmymouth hesabıımda anketler, kesitler ve bölüm yazma kafasıyla bir sürü paylaşımım oluyor. Orada online takılıyorum. Sizi de beklerim bölümler hakkında konuşuruz 🌙💙

 16 Mayıs 2020

Continue Reading

You'll Also Like

15.3K 1K 17
rubyyme: orospu cocugu thv: pardon? Rubyyme: Once bobregimi satip aldigim elbiseme ucuz mojitonu dok Sonra pardon de serefsiz oglu serefsiz #Texting...
216K 6.9K 27
ZORLA EVLİLİK VARDIR, ONA GÖRE OKUYUN. Umursamaz tavrı beni sinirlendirmişti, babamın götünden resmen ter akıyordu. Kapıyı kapattı ve stresle bana ba...
YASAK DENEY By 👑

Science Fiction

173K 16.3K 34
Tarih boyunca sadece birkaç kez cesaret edilen ve eşine az rastlanan, insanlık dışı bir yöntemle yapılan dil yoksunluğu deneylerine bundan yirmi iki...
5.7K 177 2
Tek tabancaydı ve o tabanca kendisine bunları yaşatanların şakaklarına acımasızca doğrutulacaktı.