Capricorn-Sekai [Omegaverse]

Da nonkonformist

38.5K 3.4K 4.8K

"Bırak bu tantanayı Jongin, hala masanın üzerinde, doldurmakla mükellef olduğun, boş yapraklara sahip defterl... Altro

Başlangıç
Avuçların Mürekkep Kokuyor
Özgürüm Kirazlarımla
Ölü Okyanus
Kanlı Ay
Arafın Kapıları
Butimar Kuşu
Baş Alfa
Sevgilim
Neden Buradasın?
Pembe Çiçek
Kim Yifan
Sen Bir Aynasın
Yanan Ay Ve Güneş
Çiçeklerim Solacak
Bütün Çiçeklerim Senin
Pata Küte Yuvarlanmak
İhanet
Yeşil Erik
Zamanı Bükeceğim
Korkuları Hediye Etmek
Ruhum Senindir
Benim Yuvam Sensin
Sevgilim Ölüyor
Alfamın Kalbi
Sarhoş Çiçekler
Nisan Yağmuru
Jongin İçin
Hayata Gebe
Günüm Aydı
Prometheus
Sizi Seviyorum
Yaşayamadıklarım Ve Yaşadıklarım
Kavunun Acı Tadı
Dayandım

Seni Seviyorum

1.1K 113 92
Da nonkonformist

Kirpiklerine bıraktığım her dokunuş sonrası Sehun'un göz kapakları aşağı inip - prense kavuşmak uğruna su yüzüne çıkan deniz kızlarının gecenin çökmesiyle beraber güneşin hiç doğmayacağına ve prenslerinin karanlığa gömüldüğüne inanarak sevdiğine yol göstermesi adına kuyruklarını kaplayan pulları etrafa saçtıkları ve güzelliklerini kaybetmeye dayanamadıklarından ötürü canlarına kıydıklarına dair dinlediğim, masaldan ziyade efsaneye yakın anlatının gerçekliğini kanıtlarcasına parıldayan- okyanuslarını benden esirgediği için mızırdanmam üzerine baş alfa bileğime parmaklarını dolamış ve tam nabzımın attığı noktaya dudaklarını bastırmıştı. Avucuma dayadığı burnu mürekkep kokum ile nefeslendiğinin bir kanıtı olarak kırıştığı süre içerisinde zihnim çoktan, insanların puslu bakışlarına rastladığım gün dillendirilmekten çekinmeye başladığım ancak unutmaktan korkarak saman kağıtlarına ince ince işlediğim, Sehun'un ölü okyanuslarına yayılmış pulların ışıltısı vurdukça yerlerini belli eden, dudağının neminde çürümesini istemediğim duygularımı destelemiş, hasır ip yardımıyla tutturmuş ve ipin kenarına kırmızı karanfil iliştirmişti; bu karanfil rengini Sehun'un, parmaklarında yer edinmiş, kan sızdıran yaralarından alıyorken karanfil kuruduğu vakit yapraklarını demleyecek, ruhumu gömdüğüm toprağa dökecektim çünkü kaybolmayan tek hücrem sadece alfamın beni çağırmak için akıttığı kanıyla ehlileşir, yeniden dirilmeyi beklerdi. Şimdi hırçındım, ölümü doğduğu an tanımış olmama rağmen soramadıklarım ilk defa boğazıma bir yumru misali yerleşerek soluğumu sekteye uğratıyordu. Bakışlarımı Sehun'un bileğime sardığı parmaklarından çekemezken yuva bellediğim kucaktaki konforumu artırarak biraz daha yayılmış ve başımı alfamın geniş omzuna düşürmüştüm. Aralanan dudaklarımdan bir, "Özür dilerim." ifadesi çıktığı vakit Sehun okyanuslarının dökülmesine izin vermediğim çehreme bakmaya yeltendi fakat alnımı boynuna doğru sürükleyerek bu hamlesini geçersiz kıldım. Bileğimi tutuşundan kurtardığım sırada huysuzlanmıştı, parmaklarımızı birbirine geçirene dek kıpırdanmalarını sürdürse de esmer tenim ellerinin beyazlığı ile kaynaştığı an homurdanışları birbirimizi hissedeşimizin mahmurluğuna tutularak şarap dolu bir kadehin sessizliğine bürünmüştü. Yeniden, "Özür dilerim." deyip yanağımı çıplak tenine sürttüm, derisinin pütürlü dokusu içimi gıdıklasa da memnuniyetle bezeli tebessüm iznimi almaksızın dudaklarıma konmuştu. Tırnaklarım usul usul çaresizliğinin nişanesi yaraları yokladı, görmemeye ant içtiğim gerçeklikler tenime nüfuz ediyorken, "Piyano çaldın ama gelmedim." diye mırıldanabilmiş, bacağımızdan ağrı ilerleyerek boğazımıza değin ulaşmış sarmaşığın zehirli kısmına dilimi uzatmıştım. Gırtlağımdaki yakıcı tat mide asidime karışmadan evvel Sehun, "Geldin." dedi. Son heceye bindirdiği vurgu mutfaktan geçişi sağlanan kış bahçesinin etrafını çevrelemiş camlara çarpıp yankılandı ve belimdeki parmakları kucağına kurulmuşluğumu hatırlatırcasına, sıklaştı. "Jongin, sen benim her notamdasın. Bana gelmemen mümkün mü? Sadece bana gelmeni geciktirmek için çaldığım parçaları yarıda kestim, işe yaradı."

Yaşlar gözlerimin önüne set kurdu, "Belki de hiç gelmememi diledin." diye fısıldadım. Sehun'un lekelediği bölgeden ruhuma birkaç kanca geçirilmiş, benliğim gökyüzüne çekiliyordu. Bulutların görüş açıma girmesine ramak kala alfam çenemi kavrayarak başımı omzundan hızla ayırdı ve yılın belli günleri dalgaları ile kıyıları döven, oluşturduğu falezlere intiharın imarelerini bırakan ölü okyanusları kirpiklerinden aşağı dökülüp mürekkebimi bulaştırdığım yanaklarını temizledi. "Ne saçmalıyorsun?" Göz altlarına birikmiş tuz, konuştuğu vakit dudaklarına serpilirken sesimi onun yüksek tuttuğu tınısına uydurarak, "Sarang'ı seviyorsun, gelmemi neden isteyesin?" diye diklenişim alnındaki çizgiyi ortaya çıkarmıştı. "Seviyorum." der demez kucağından kalkmaya yeltenmiştim ki cam kesiklerinin kol gezdiği tabanlarımın sızısı hızımı kestiği için Sehun vücudumu bacaklarının arasına sıkıştırabilmişti. "Bırak!" Ben tepindikçe tutuşunun ölçüsünü artırıyordu. "Sehun, bırak!"

"Rahat dur. Sarang'ı sevmek bana öğretildi, seni sevmeyi öğreniyorum. Sarang'ı sevdiğimi sanıyordum, sana bağlanmayı keşfediyorum." Hala ıslaklığından sıyrılmamış gözlerim söylediklerinin beni tatmin etmediğini haykırıyorken derin bir nefes aldı. "Sevgilim beni dinle, tamam mı?" Avuçlarımı okşadıkça kastığım bedenim yavaş yavaş gevşedi fakat kendimi tamamen ona bırakmamıştım, buraya gelirken aramızda canımı acıtacak konuşmaların geçeceğini bildiğim halde kaçmaya yeltenmek ikimizi de hırpalardı. Dinlediğimi belli etmek adına başımı salladım, hemen dudaklarını ıslatmış ve anlatmaya koyulmuştu. "Sarang, Chanyeol ve benim, çocukluk arkadaşım. Ailelerimizin evleri yan yana olduğundan neredeyse beraber büyüdük, belli bir yaşa kadar üçümüz birlikte takılırdık ancak Chanyeol gençlik yıllarını av partilerinde diğer alfalarla geçirmeyi kendine uygun gördü. Ben ise içime kapanıktım; okul haricinde, tıpkı bir omega gibi, odamda vakit geçirir, kimseye ihtiyaç duymazdım. Sarang hariç... Onun ben piyano çalarken dibime oturup bebeklerine elbise dikmesi, kitap okurken yamacımdan ayrılmayışı, akşamları kahve eşliğinde yaptığımız muhabbetler hoşuma giderdi, benim onu sevmekten başka çarem yoktu Jongin." Sehun'u erken tanımayışım, tanısam dahi beni sevemeyecek oluşu ciğerlerimde volkanlar patlatıyordu, lavların yakıcılığına alışmadan Sehun tekrar söze girdi: "Sarang'ın babası, eşi ölünce, oğlunu alıp güneye taşındı, iki sene görüşemedik. O gün, beni evimde beklediğini ve acil yanına uğramam gerektiğini içeren mesajını gördüm ve..."

"Beni yalnız bıraktın."

"Merakım ağır bastı Jongin. Sevgim değil, merakım... Ruhum seninkine bağlanmışken kalbimi dinlemek bir yana tüm sesler sessizliği karşılıyordu fakat arkadaşımı göz ardı edemedim, anılarımın üzerine toprak atamadım." Okyanusları yoğun bir titremeye tutulmuş yüreğinde yer değiştiren levhaların sallantısını bana çekinmeden gösteriyordu, dudaklarım kıpırdasa başımızdan aşağı siyah güller yağardı, ruhum inildese asit yağmurları geçmişimizi yıkardı. "Chanyeol, Sarang'ı arayıp -onu buraya getirebilmek için- baş alfanın kendini ifşa ettiğinden bahsetmiş, güya Sarang'ı yeniden karşıma çıkararak aklımı bulandıracaktı lakin Sarang'ı Era şehrine getiren sebep baş alfanın ortaya çıkışından ziyade, o kişinin Chanyeol olduğunu sanmasıydı. Onunla birliktelik yaşama şansını kaybettiğine inanarak, saatlerce gözyaşı döktü ve ben Sarang'ın kuzenimi sevdiğini bu sayede öğrendim." Hayal kırıklığı sezmiyordum cümlelerinde, aktardıklarının bilgi vermek dışında bir amaca hizmet etmediği o kadar açıktı ki sustuğu an söylediklerini unutmamı sağlayacağına inanıyordum. "Tüm hakikati anlatarak Sarang'ı ikna etmişken Jongdae, Baekhyun ve senin kavgaya tutuştuğun haberini verdi. İşler iyice sarpa sarıyordu; kaldıramayacağın kadar büyük bir yükü omuzlarına bindirmiştim, Chanyeol'un düşmanlığını kazanmıştım, dahası boka battığımı hissediyordum. Düşüncesizce davrandığımın farkındayım, sadece Yeol'un kazdığı kuyuya düşmesini istediğimden ötürü Sarang'a karşı aşk beslediğimi inkar etmedim, onu aramızda bir engel oluşturduğuna inandırarak bir nebze hayatımdan uzaklaştırabilmeyi arzuladım ve kaçtığım sen değil, Chanyeol'un öfkesiydi. Planlarının tersine dönmesini kaldıramayacağını bile bile orada duramazdım." Tutuşundan kurtulduğum halde göğsünden çekemediğim ellerimi yüz hizasına yükseltip suratını avucuma gömerek,"Asıl ben özür dilerim." diye fısıldadı, nefesi mürekkep izlerimi nem tabakası altına itdiyse de aynı cümleyi tekrarlamaktan vazgeçmiyordu. "Özür dilerim aşkım. Güçlü davranmalı, kahrolmana müsade etmemeliydim. Özür dilerim sevgilim, affet. Aramızdaki bağı bir an olsun sorgulamadığıma inanmalısın, sen öyle kollarını uzatarak benden sevgi dilenirken kalbimi sana ait kıldığımı bağıramadım." Son kez avuçlarımı öpüp, "Affet."dedikten sonra açtığım kollarıma sığındı, sigara kokusunun sindiği saç diplerine sıraladığım her busenin ardından omuzları sarsılıyor ancak ensesinden ağrı kürek kemiklerine doğru çizdiğim yol titremesini azaltıyordu. "Seni seviyorum." dedim bir çırpıda. "Avuçlarımdaki mürekkepler ruhuna sızdı, kaybolursan o noktaları takip ederek beni bulabilirsin. Artık benim gelmemi beklemene gerek yok baş alfa Oh Sehun." Saçlarının çeneme değmesini önemsemeden bir anda başını kaldırmış ve "Benimsediğim yegane rotasın baş alfanın eşi omega Oh Jongin." dedikten sonra dudağımı esir almış tebessümün kenarına can alıcı pembelerini bastırmıştı, kıkırdamalarımı durduramıyordum. "Oh Jongin mi? En son soyadım 'Kim'di." Sehun omuz silkip yüzümün dört bir yanını öpücükleri ile buluşturmaya devam ederken ona karşılık veremiyordum çünkü soyadım, bir süreliğine zihnimin arkasına itelediğim, mantığımın reddettiği olayı beynimin ortasına çaktığı gibi babamın aurası yörüngemde dolaşmaya başlayarak midemi bulandırmıştı. "Sehun, sanırım babam benimle konuşmadan gitmeyecek."

"Konuşacak mısın?"

"Denerim." Fısıltım kulağına ulaştığı vakit doğrulup ayağa kalkmama yardım etti. "Ayakların nasıl?" Onun camlara basmasından dolayı oluşan sıyrıklarının iyileştiğini bildiğim için vücut ağırlığımı ona yüklemekten çekinmeyerek ilerlemeye başlayınca sorusunu üstelemek yerine adımlarıma uyum sağladı ve kış bahçesinden çıkıp mutfağa girdik. Baekhyun, tezgaha oturmuş dalgın gözlerini duvara dikmişken bir elmayı kemiriyordı, bizi fark edince "İyi misin?" diyerek tezgahtan atladı. "Gerçi benim bile kafayı sıyırmama ramak kaldı, Yifan babamın içeride kanlı canlı oturuyor oluşu..." Cümlesini tamamlayacak bir ifadenin yokluğu Baekhyun'u dalgınlığına geri döndürdü, onun bu sessizliğinden yararlanarak salona adımladığımız sırada gerginliğim dizlerimin bağını çözüyordu ki Sarang'ı göğsüne yatırmış şekilde koltuğa yerleşen babamı görüşümle beraber Sehun'un arkasına saklandım. "Şefkati ben hariç herkese yetiyor, baksana..." Babam dikkatini bize vermeden evvel isyanımı dile getirdiğim birkaç dakika boyunca kanımın fokurtusu damarlarımı erittiği için her bir hücrem büzülerek inlerine çekildi, parmak uçlarımda yükselmiş sinir krizinin kenarlarında dolanıyordum ancak tesellim Sehun'un kokusuna yedirilmişti. Aldığım derin nefesi, babam Sarang'ı göğsünden ayırıp ayaklanana dek dışarıya salmadım. Başım dönüyor, midem kasılıyor, gözlerim kararıyordu; bu semptomlara rağmen, "Gidersin sanmıştım." diye bağırınca babam başını hızla iki yana salladı. "Buradayım."

"Buradasın, öyle mi? 8 yıldır neredeydin? Hani cephanelik patlamış, cesedin parçalanmış, ölmüştün. Şimdi nasıl karşımdasın?" Sehun'un aramızdan çekildiğini babamın kokusunu daha net algılayınca fark edebildim, uzansam dokunabileceğim mesafede dikilen adam babamdı, evet, ama sadece öfkemiz birbirine sarılabiliyordu. "Cephanelik patladı, yaralandım, bedenim yaklaşık bir ayın ardından toparlanabildi. Uyandığımda ölüm haberimi almıştınız çünkü Era şehri tehlike altındaydı, artık baş alfanın bulunması gerekiyordu ve bu görev bana verilmişti. Kimsenin dikkatini çekmemek için adımı, kimliğimi, beni ben yapan her şeyi sildiler Jongin. Şamanların büyü yapması yasaklanmışken Junmyeon ile aramdaki mührü büyü yardımıyla gizlediler, beni senden kopardılar."

"Bizi bilgilendirebilirdin."

"Yapamazdım." Sesimizin gereğinden fazla yükselmesiyle elini saçlarına daldırıp sakinleşmeyi denedi, önceden de bu hareketi sıkça yaptığını hatırlıyordum; annemle tartışırken, onu sinirlendirdiğim zaman, birliğinde çıkan sorunlardan bahsederken... O değişmemişti ancak yolda rastladığım kişilerden daha az yabancı hissettirmiyordu. Şu anı rüyalarımdan ötesine taşıyamıyordum, annem seslense ve uykumu kahvaltı uğruna feda etsem şaşırmazdım. "Jongin." dedi, tınısı beni de sakinliğe davet edercesine düşük ve rahatlatıcıydı. "Gizlilik esasını çiğneyemezdim. Omegalar değersizleştirildi, betalar doğalarının aksine korunmaya muhtaç, alfalar kendi bildiklerini okuyor. Toprak grubuna mensup omegaları düşün, yaşadıklarını anımsa ve söyle, şehri kaderine terk edebilir miydim?"

"Aileni önemsemedin."

"Seni önemsedim." diye bağırdı kollarını iki yana açarak. "Başardım Jongin, başardım oğlum. Mutlu olacaksın." Karşıma geçmiş mutluluğumu diline doluyor oluşu histerik bir kahkaha atmama sebebiyet verdi. "Eksik büyüdüm. Çocukluğumu senin özleminle heba ettim, gençliğimi seni ararken yitirdim. Peki sen ne yapıyordun? Hapis hayatı yaşamadığın belli, yoksa burada bulunamazdın. Yanlış mıyım?" Binbir duyguyu üstlenmiş gözleri Sehun ve benim aramda sekti durdu, kırdığı ve koruduğu kişilerin kısa çaplı bir taramasını yaptığına emindim; ikimizde yorgunduk, bitkin, örselenmiş... Kim Yifan kimseye yetememişti. "Sarang'tan, Sehun'un gidişatının kötüye gittiği bilgisini alınca kontrol etmeye karar verdim, normalde eğitim merkezinden, belge aramaları hariç, ayrılmam. Geldiğim vakit Sehun uyuyordu, kalkmasını kış bahçesinde bekleyecektim. Senin buraya uğrama ihtimalini hesaplayamadım." Onun hayali ile konuşmadığımı kanıtlamamı isteseler irislerine pusu kurmuş özlem ibarelerini, bana ulaşmaya yeltenircesine omuz hizasından ileride tuttuğu bacağını, her cümlemden sonra sıklaşan nefeslerini işaret ederdim ve herkes görürdü, yadsımazdı. Sonsuzluktan, sonsuzluğu çıkarınca geriye sonsuzluk kalabildiğini savunanlara ömrümden aşırılmış 8 yılın nasıl 'sonsuzluğa' tekabül ettiğini ve sonsuzluğumu nasıl elimden alabildiğini sorsam cevapları sükunetten öteye gidebilir miydi? Tükendiğim yere attığım çentik boyasını akıtmaya yüz tutmuştu ama onu hala görebiliyor, kağıtta zorlanmaksızın bulabiliyordum; babam ise küçük bir zamanlama hatası yaparak hayatımın ortasına pimi çekilmiş bombayı bırakıp hasar almadan kurtulmamı öğütlüyordu. Sabahtan beri, bininci kez yanaklarım yaşlarla ıslanmaya başladığı an tahammül seviyemin üst sınıra dayandığının bilincindeydim, geriye attığım adımlar pes edişimin göstergesiydi. "Sen bir hayalsin." Harfleri damağıma sıkıştırıp acısını önemsemeden kurduğum tümce inanmayı dilediğim yalanın bir uzantısı olduğundan köprücük kemiklerime kan doluyordu. "Benim babam öldü." Sıcak sıvı kaburgalarımın hattını takip ederek kasıklarıma yönelince son kez bakışlarımızı buluşturdum. "Sen beni görmedin, ben seni dinlemedim. Şimdi mezarın bellediğim ağacın altına bir buket çiçek bırakacak ve annemin yanına kıvrılacağım. Çünkü sen o ağacın kirazlarını çaldın, çiçekleri hak ediyor. Çünkü sen benim kirazlarımı çaldın, annemin kollarını hak ediyorum." Montumu üzerime geçirmemi titreyen uzuvlarım zorlaştırsa da babamın duvarlara sapladığı hıçkırıklarından kaçma güdüm hareketlerimi sınırlandırmıyordu. "Oğlum!" Botlarıma uzandım, sızısı yüreğiminkine karışmış ayaklarımı bir türlü içine sokamıyorken babam, "Jongin!" diye bağırmış, sesinin çatlamasını umursamamıştı. "Junmyeon ile aramızdaki tek engel, boynuma sardığım, büyülü kumaş parçası. Mührümüzü yeniden hissedebilir ve..."

"Hayır." dedim araladığım kapıdan yüzüme doğru esen rüzgarın himayesine girmeden önce. "Annem ve senin arandaki engel benim." Kar yağışı etkisini azaltsa da zemini kaplamış kütleler boyutundan bir şey kaybetmemişti, savsak adımlarım bedenimi yalnızca bahçe kapısına kadar taşıyabilmişken ruhumun köşelerine iliklediğim feryat ruhumu yırtarak dökülmüş ve vücudum yer çekimine yenik düşmüştü; bacaklarım kara batmaden evvel demir kapıyı yakalasam dahi Sehun belime sarılana dek boş bir meyve posasını andıran bedenimi toparlayamamıştım. Alfam kulağıma, "Sakinleş." diye fısıldayana kadar debelenip durduğumu fark edemesem de kurdum komutu alır almaz kalbime batırdığı pençelerini omuzlarıma sürüklemişti. "Güvendesin deliciae, benimlesin oğlağım." Çıplak göğsü ayaza inat sıcacıktı ve ısısını benimle paylaşmaktan çekinmiyordu. "Sehun." diye inildedim. "Sana çorba yapacaktım." Kambur belimi doğrultarak önüme geçti ve kar tanelerinin asılı kaldığı kirpiklerimi okşadı ama ben onun gibi davranmamış, gözlerimi açık tutmayı başarmıştım. Burnunu burnuma değdirip, "Hasta mıyım?" dedi ve dudaklarını sus çizgime bastırdı, oradaki nem havaya karışmadan pembe derileri aşağı yönlendi ve nefesimi keseceğine emin olduğum öpücüğü başlatmak adına minik bir dokunuş gerçekleştirdi ancak kafasını aniden sağ tarafa döndürerek, "Chanyeol!" nidasını kavuşamadığım dudaklarına bulayınca dikkatinin dağılma sebebini yeni anlayabilmiştim; bir kurt aksayarak bize doğru koşuyor, iç içli uluyordu. Sehun bahçe kapısından atladı ve kurdun yuvarlanarak karların arasında kaybolmuş bedenine ulaştı, yanlarına giderken gözlerim beyazlığı süslemiş kırmızılıklardan ayrılmıyordu.

Çok kan vardı.

Chanyeol'un sol, ön bacağının üst kısmı tamamen parçalanmış ve kemiklerini ortaya sermişti, bacağının duruşu kırık olduğunu belli ederken gözlerini açık tutmak hususunda zorlandığı aşikardı. "Jongin! Chanyeol ölüyor, yardım et." Yarasının boynuna değin uzandığını Sehun ellerini oraya bastırdığı vakit algıyabildim. "Ne olur ölmesin." Kana buladığı ellerine odaklandım fakat asıl harekete geçmemi sağlayan Sarang ve Baekhyun'un birbirlerine karışmış çığlıklarıydı. Babam ise, boynundan çıkarıp bileğine doladığı kırmızı kuşak ile beraber, bu dehşet verici manzarayı geriden izliyordu.

**

Continua a leggere

Ti piacerà anche

120K 7.6K 32
'Bilinmeyen numara. Diyorum ki, o güzel kalçalarını biraz daha camının önünde sallaya sallaya odada tur atarsan boxer denen bir şey kalmaz üstünde. ...
69.2K 8.7K 12
Yaşadığı mahallenin gözde omegası balet Taehyung, orada göreve yeni başlayan yüzbaşı alfa Jungkook'la ruh eşi çıkar.
221K 21.4K 24
Jeon Jungkook, 20 yaşına gelen herkesin dolunay gecesi kurt cinsiyetini ôğrenmesi şerefine düzenlenen baloda, kardeşinin kurt cinsiyetini kutlamaya g...
25.4K 3K 18
"MİNHO EZ BENİ"