ÇEPNİ Tuğrabozan

De 6EmreYavuz1

56.4K 5.9K 369

(2020 Wattys TR Tarih Kategorisi Kazananı...) Gök Sultan ile Tuğrabozan'ın arasındaki sevgi kıvılcımı mutlu s... Mais

GİRİŞ
İZİN
KUTLU HABER
YENİ PUSATLAR
CENEVİZLİLER
TUĞRABOZAN
HAK
GİZLİ SEVDA
KURT
TUZAK
AK ÖRGÜ
GÖNÜL OKU
KAVUŞMA
YARIŞMAYA DOĞRU
ZEHİR
YARIŞMA (1)
YARIŞMA (2)
HABER
HAİN
SAVAŞ
İNTİKAM
FETİH YOLUNDA
BEKLENMEDİK
ULA - FİNAL
TEKERRÜR - YENİ ÇALIŞMAYA GEÇİŞ: 1. KISIM
KUTLU'NUN YOLU - YENİ ÇALIŞMAYA GEÇİŞ 2. KISIM
3. KİTABIM // ULA // ÇIKTI
EKLENECEK SAYFA [DEDEM KORKUT & ATAM SARI SALTUK]
EKLENECEK SAYFA
EKLENECEK SAYFA
EKLENECEK SAYFA
EKLENECEK SAYFA

KUTLU

1.4K 160 19
De 6EmreYavuz1

1 ay sonra...

Salih Efendi'nin, obasını Kurtun'a, akrabalarına bir saatlik at mesafesi uzaklıkta uygun gördüğü bir alana taşımasının üzerinden bir aylık bir süre geçmişti. Bu süreç içerisinde gerek alana yerleşip Trabzon Rum İmparatorluğunda bulundukları zamanlar gibi oba düzeni oturtmayı başarmışlar, gerekse de bu yerdeki Türk Pazarı'nın sistemini öğrenip bu yerde esnaflığa devam etmeye başlamışlardı. Bu süreç içerisinde akrabalarından kimi kimselerin kıskançlıktan dolayı bazı sözlerine maruz kalmışlardı ama onlar ateş çemberinde kendilerini yetiştirdikleri için bunları ustaca sözlerle kendilerine çevirmeye başarmışlardı. Tüm düzen oturunca şimdi ise araya fetih olayı girdiğinden dolayı ertelenen şeye gelmişti sıra; Gök Sultan ile Mehmet'in kavuşma olayına...

Güneş çıkabildiği en tepeye çıkmış, tıpkı Mehmet'in mutluluğuna eşlik edercesine ışığıyla, herhangi bir bulut engeli olmadan, özgür bir biçimde o ve can dostlarının çevresini aydınlatıyordu. Rüzgârın çaldığı müzik eşliğinde ağaçlar dans ediyor, bülbüller eşsiz sesleriyle ortamı şenlendiriyordular.

Günlerdir oba düzeni ile uğraşan Mehmet, günler önce babasının etrafını iyice gezerek tetkik ettiği, buna göre düzen oturttuğu neşeli ormanın içerisinde, babasının ormana ve çevresine yerleştirdiği gözcülerden bir tanesinin bulunduğu alanın engebeli olması dolayısıyla gözcü sayısını sonradan eksik bulması, dolayısıyla bundan rahatsızlık duyması üzerine bir de tüm gözcülerin yerlerini kendisi tetkik etmek amacıyla, Hau ve Alakurt ile beraber, ortamın neşesine kapılmış bir biçimde Çepni Türküsü söyleyerek ilerliyordu. Türkünün sözlerinin sonunda bulunan 'Hey' ve 'Behey' sözlerine Hau ile Alakurt, çoşkulu şekilde eşlik ediyordular. 'Hak söyleyen bu dilimi hiçbir zalim susturamaz.' kısmına geldiklerinde ise hep birlikte 'Allah'ın izniyle.' dediler ve son kısmını da okuyarak türküyü bitirdiler.

Çepni Türküsü

El Hakk yüce adlarından biri, ondan başka ilâh yoktur.

Ancak ona hamd ederim, adıyla başlıyorum ben hey hey.


Ak Sungur'um gökyüzünde durmaksızın uçarım ben behey.

Daima onun izinde, salât selâm peygambere hey.


Haykırırım hak adını, ulaştığım her zerreye behey.

Duysun dostum ve düşmanım Allah tektir, El Hakk tektir hey.


Keder benim yoldaşımdır rüzgâr beni durduramaz behey.

Hak söyleyen bu dilimi, hiçbir zalim susturamaz hey.


Ben İslâm'a sevdalıyım zorluklarla güçlenirim behey.

Üzerime toprak çökse filizlenir yükselirim hey.

Mehmet'in bu mutluluğunun kaynağı Gök Sultan'dı. Zira bugün, ak örgüsünü yıllarca tertemiz tutmuş olmasının sonucunda er sözlü olduğunu bir kez daha ispatlayacak, bir aksilik olmazsa yarın karanlık çöktüğünde, gök gözlü, uçmağ sözlüsüne kavuşacaktı.

Heyecan dolu gönlü dolayısıyla söyleyeceği sözleri zor dilinde tutan Alakurt, Çepni Türküsü biter bitmez gülümseyen Mehmet'e:

"Beyım şu fanu gönülümde seni boyüle mutlu görüdüm ya. Şükürler olsun Allah'uma." dedi.

"Çok şükür" diyerek gülümseyen yüzüyle onayladı onu Hau.

"Eyvallah, Ala. Eyvallah." dedi Mehmet. İlk fırsatta karşısına çıkıp okumayı düşündüğü, gök gözlüsüne yazdığı sözleri, tekrar tekrar aklından geçirerek yoluna devam etti;

Gözlerini gördüğüm o an, filizlendi gönül ağacım.

Sesini duyduğum o an, ne dert kaldı, ne de sızlar bir acım.

En zor anlarımda sen oldun şifacım.

Ab-ı hayatısın gönlümün, şu biricik ömrümün...

Öte yandan Mehmet'in annesi Gülnur, yeni obasında bulunan çadırların mimarları kadınları tek tek ziyaret ederek bir sıkıntıları olup olmadığını soruyor, onların pazar için hazırladıkları ürünlere bakıyordu. Fakat hemen hemen girdiği her çadırda konu bir şekilde Mehmet'e geliyor, ona Mehmet'in ne zaman sevdiğine kavuşacağı soruluyordu. Bu durumun kızı Alarcın'ın işi olduğunu anlıyordu Gülnur. Zira çok sevdiği abisinin, ak örgüsünün vaadi dolmasına rağmen sevdiğine kavuşamamasının içten içe canını sıktığını biliyor, bu durumu dert edinmesi hoşuna gidiyordu. Fakat bilmediği bir şey vardı Alarcın'ın. Gülnur, dün oğlu Mehmet'e ve öz kızı gibi gördüğü Gök Sultan'a söylediği üzere, bugün akşam yemeğinden sonra, oğlunun vaadi dolan ak örgüsünü temiz tutup tutmadığını tekrar kontrol edecek, hemen akabinde, resmi olmayan şekilde kızı Alarcın'ın yürütmekte olduğu haberlerini aldığı kavuşma hazırlıklarını resmileştirecekti. Ve nihayet yarın, gönülleri bir olan iki genç birbirine kavuşacak, böylelikle onun da gözü arkada kalmayacaktı.

Aradan geçen bir saatin sonunda ormanı ve çevresini tetkik etme işini bitiren Mehmet, ormandaki gözcülerin tek tek yanına gidip son emirleri onlara verdikten sonra can dostları ile birlikte obaya dönmek üzere yürümeye başladı. Babası gözcüler için çok iyi konumlar seçmişti. Lâkin tıpkı babasının rahatsızlık duyduğu yer gibi o da en son görüştüğü gözcünün olduğu yere bir gözcü daha koymanın iyi olacağını düşündü. Zira başta engebelerle dolu bu yeri tek gözcü gözleyebilir gibi görünse de, detaylı düşünüldüğünde bunun mümkün olmadığı, bu alandan içeriye bir şekilde düşman sızabileceği ortaya çıkıyordu.

Mehmet bu eksikliği giderecek er kim olabilir diye düşünceli bir biçimde son gözcünün yanından can dostları ile birlikte otuz adım kadar uzaklaşmıştı ki tam o anda ormanın içerisinden aniden çıkan dört oktan biri Hau'nun sol koluna, biri Alakurt'un sol bacağına ve geriye kalan ikisi ise, doğruca Mehmet'in, göğüs kafesi bölgesinin üç farklı yerine saplandılar. Hau ile Alakurt kendi acılarına aldırmadan şokun etkisiyle yüksek sesle ard arda "Beyim." dediler. Akabinde bir taraftan ok nerden geldi diye etrafı bakarlarken diğer taraftan okların etkisiyle yere düşen beyleri Mehmet'in önünde bedenlerini siper ettiler. Çok geçmeden ormanın içerisinden, yüzleri kapalı, birinin sırtında ince işlemelere sahip iki kılıç, diğerlerinin ise ellerinde hançerler bulunan toplam beş kişi çıkageldi.

Sırtında, ince işlemeli iki kılıç olan bu kadının adı Hera'ydı. Hera, otuz yedi yaşında, kahverengi saçlı ve gözlü, bir yetmiş boyunda, güzelliğinden çok cesareti ve gücüyle Trabzon Rum İmparatorluğu kalesinde dillere destan olmuş bir kadındı. Helen'in teyzesi olmasına rağmen sıklıkla İmparatorluk dışında, en kritik görevlerde başrol oyuncusu olarak yer alır, hedeflediği görevi bitirdiğinde ise bir müddet ortalardan kaybolurdu. Bugüne kadar başaramadığı hiçbir görev olmamış, en zor yerlerden, ölüme el sallayarak çıkmayı başarmıştı. Hatta bu yüzden birtakım kimseler tarafından, Yunan mitolojisinde adı geçen Hera'nın ruhunu taşıdığına, kılıçlarında onun gücünü barındırdığına inanılmaya başlanmıştı.

"Ölüm Oku buldu seni Tuğrabozan. Oklarımın zehri içini kavururken, elimde şarabım, can çekişini zevkle izleyeceğim." dedi Hera. Mehmet'e saplanan iki okun uçlarını zehirli olacak şekilde özel olarak yapmış, bu okları parayla satın aldığı adamlara, Mehmet'e atmaları için vermişti. Adamlar da Hera'nın dediğini uygulayıp başarılı şekilde atışlarını yapmışlardı. Atışların başarısını gören Hera, iyice keyiflenerek parayla satın aldığı adamlara döndü. Onlara Hau ile Alakurt'u gösterdi ve sözlerine ekledi; "Şu ikisini öldürüp atlarla obalarına yollayın. Tuğrabozan'a dokunmayın, o benim."

Hera'nın sözleri üzerine adamları Alakurt ile Hau'ya saldırmaya başladı. Hera ise okların etkisiyle yere düşmüş, acıyla kıvranmakta olan Tuğrabozan'ın gözlerine baktı. İçmek üzere cebinden küçük bir şişe şarap çıkardı. Bir yandan da etrafı kolaçan ediyordu. Derken uzakta çalıların arasından birinin ona yayını gerdiğini gördü. Toparlanıp yönünü değiştirene kadar yaydan çıkan ok şişeye isabet ederek parçalanmasına yol açtı. Neyse ki erken fark etmesi sayesinde ona isabet etmemişti.

Bu okun sahibi Alarcın, Şifa ve Eçine ile birlikte ormanda gezmekte olan Gök Sultan'dı. Salih Efendi, tıpkı oğluna orman içerisinde ve civarında tetkikte bulunmasını söylediği gibi kızına da aynısını söylemiş, ona abisinin peşinden gitmesinin daha iyi olacağını da sözlerine eklemişti. Çünkü böylelikle onun ya da abisinin başına aksi bir durum gelirse birbirlerini kollayabileceklerdi.

Alarcın ve Gök Sultan, Hau ile Alakurt'un ard arda 'Beyim' dediklerini duyunca kötü bir şeyler olduğunu anlamıştı. Alarcın, etraftaki bitkileri incelemeye dalıp giden Eçine ile Şifa'ya 'Hanımlar.' diye seslenip uzaktan gelen seslerini dinlemelerini ve oraya doğru gideceklerini işaret etmiş, Gök Sultan ile birlikte pusatını çektiği gibi sese doğru hızlıca ilerlemişti.

Mehmet'in bulunduğu alana vardıklarında Gök Sultan, Mehmet'i yaralı halde yerde yatarken görünce içini bir hüzün kaplamış, fakat siniri hüznünü geçip yayını gerdiği gibi bırakarak okunun Hera'ya fırlamasına yol açmıştı. Lâkin Hera bunu fark etmiş, ok ona vuracağına elindeki şişeye isabet etmişti. Bu esnada Alarcın ise bir yandan gözcülere seslenip diğer yandan kılıcını çekerek doğruca Alakurt ile Hau'nun yanına, onlara destek vermek amacıyla koşmuştu.

Hera, Tuğrabozan'ın zevk içerisinde ölüşünü izleyemese de amacına ulaştığı düşüncesiyle daha fazla orada kalmanın doğru olmadığını düşündü. Çünkü düşmanlarının sayılarının git gide artacağını düşünüyordu. Hem nasıl olsa onlara da sıra gelecekti. Parça parça hepsini yok edecekti. Belki bugün Tuğrabozan'ın ölüşünü zevkle izleyemeyecekti ama en büyük zevkini okuyla bölen, tanımadığı bu kişi sayesinde sıradaki hedefi de belli olmuştu. Ve o, zamanı geldiğinde bu zevki katbekat ondan çıkaracaktı.

"Bugün burada and içiyorum ki Ölüm Oku seni de bulacak. Bekle, sadece bekle." dedi Hera. Geldiği yere doğru dönerek kaçmaya başladı.

Gök Sultan, Hera konuşurken ona cevap vermeden çatık kaşlarıyla pusatını belinden çıkardığı gibi üzerine yürümeye başlamıştı. Fakat çarpışmak yerine kaçtığını görünce o da peşinden koşmaya başladı. Mehmet ve diğer erlerin hesabını ondan soracaktı. Onu kaçırmaya hiç mi hiç niyeti yoktu.

Gök Sultan'ın peşinden koştuğunu gören Hera, onu kolayca alt edebileceğini düşündü. Bir müddet koştuktan sonra olduğu yerde durup dinlenerek Gök Sultan'ın gelmesini bekledi. Gök Sultan gelince;

"Daha önce ölüme koşan çok kişi gördüm. Fakat bu kadar istekli bir prensesi ilk defa görüyorum." dedi Hera. Gök Sultan'ın narin bir eğitimden geçtiğini düşünüyordu.

"Belli ki seni buraya gönderenler bizlerin kim olduğunu sana söylememiş. Çıkar pusatlarını da görelim bakalım yeteneğin kibrin kadar mı?" dedi Gök Sultan. Üzerine doğru yürümeye başladı.

Gök Sultan'ın verdiği cevap hoşuna giden Hera, gülerek kılıçlarını çıkartı.

"Hadi bakalım prenses. Görelim bakalım pusatın dilin kadar keskin mi?" dedi Hera. Gök Sultan üzerine gelince sertçe çarpışmaya başladılar.

Diğer taraftan Alarcın, bir yandan yaralı olan Hau ile Alakurt ile beraber karşılarındaki paralı askerlerle savaşıyor, diğer yandan abisinin yaralarına bakan Şifa ile Eçine'ye durumu soruyordu.

"Hanımım zehirli okla zehirlenmiş. Durumu ağır. Bir an önce obaya gidilmesi icap eder. Benim bir an önce gidip Hadisci'ye durumu anlatmam, eksik malzeme var ise tedarik etmem lazım gelir." dedi Şifa. Ayağa kalktı.

"O halde durma hayde." dedi Alarcın. Karşısındaki paralı erlerden birini Alakurt'da bir yara daha açacakken alt etti. Sevdiceğinin durumuna üzülse de savaş alanında gözü karaydı Alarcın'ın. Duygularını geri plâna atabiliyordu.

"Eyvallah." dedi Alakurt, Hau'nun karşısındaki savaşçıyı etkisiz hale getirdiği esnada.

Bu sırada gözcülerden beşi oraya geldiler. Alarcın, içlerinden ikisine Mehmet'in obaya getirilmesi emrini verirken, diğer ikisine Gök Sultan'ın ileriye doğru koştuğunu, peşine gitmelerini söyledi. Gözcülerin içlerinden biri de gelir gelmez yayını düşmana atmak üzere germişti. Tam bırakacağı o anda Alakurt, gözcünün hedeflediği paralı askeri etkisiz hale getirdi. Bunu gören gözcü hedefini değiştirip oku diğerine attı. Böylelikle geriye kalan iki paralı askerde etkisiz hale getirilmiş oldu.

Öte yandan dakikalardır birbirlerine diş geçiremeyen Hera ile Gök Sultan cephesinde bir gelişme yaşandı. Hera ile çarpışmakta olan Gök Sultan, sonunda Hera'nın yüzünü kapatan örtüyü çıkarıp onu sol gözünden yaralamayı başardı. Başardı lâkin kendi de bacağından yaralandı.

Hera, yaralanmasının verdiği acıyla gözünü tutarken bazı sesler duymaya başlayınca daha fazla durmanın mantıksız olduğunu düşünüp karşısındaki kişiyle hesabı sonra kapatmak üzere oradan koşarak kaçtı.

Biraz sonra gelen gözcüler bacağı yaralı Gök Sultan'ı gördüler. Gök Sultan onlara kaçtığını, peşine düşmeleri söyledi. Ağır adımlarla Mehmet'in durumunu görmek üzere gerisin geri yürümeye başladı. Çok geçmeden Alarcın yanına geldi. Durumunu görünce koluna girdi. Birlikte Mehmet'in olduğu  yere doğru ağır adımlarla yürümeye başladılar.

"Gözünü yaralamayı başardım ama bacağımı yaralayıp kaçtı. Mehmet... O iyi mi?" dedi Gök Sultan, yarasına aldırış etmeden. Alarcın'ın soruya cevap vermekten kaçındığını, üzgün yüz ifadesiyle bir şeyler düşündüğünü görünce sözlerine ekledi; "Yoksa?"

"Durumu ağır." dedi Alarcın.

Bunun üzerine Gök Sultan'ı büyük bir hüzün kapladı. Kalbinde, yarasından katbekat daha çok acıyan bir sızı hasıl oldu. Tam o an içinde büyük bir dua etme isteği doğdu. Gözlerinden yaşlar damlarken, kalbinden Fatiha suresini okumadan hemen önce yine kalbinden şu cümleler döküldü;

"Doksan dokuz adına yarattıkların ve yaratacakların adedince hamd ettiğim, şükrettiğim alemlerin rabbi olan Allah'ım. Hiç şüphesiz senden başka ilah yoktur. Ve yine hiç şüphesiz Peygamber Efendimiz Muhammed Mustafa (s.a.v) senin kulun ve elçindir. Sana sığınıyorum, sana sığınıyorum. Mehmet'imi bana bağışla. Beyimi bana bağışla... Ona bu zalimliği yapan kişiyle de yarım kaldığım işimi tamamlamamı nasip eyle.

Onu bana nasip eden de sensin, onu benden alacak olan da sen. Ya hak. Sana isyanım yok. Vade geldiğinde hepimiz sana emanetimizi teslim edeceğiz. Ama and olsun eğer sevdiğimi bana bağışlar, ona bu zalimliği yapandan da intikamımı almayı bana nasip edersen duamdır, yaşım kaç olursa olsun hak ehline hizmetimi kesmeyeceğim. Nasip edersen ilk doğacak çocuğumun adını da Kutlu koyacak, onu her gördüğümde bugünü hatırlayacak, sana bol bol şükredeceğim, hamd edeceğim. And olsun yapacağım. And olsun. Amin..."

Continue lendo

Você também vai gostar

Algon De cicek8899

Ficção Histórica

33.1K 1.5K 31
iki düşman ailenin arasında filizlenen bir sevda meselesi🌼
FATİH'İN MÜNECCİMİ De Su

Ficção Histórica

8.6K 658 14
Biraz daha yasasaydi Hazreti Fatih Ne Venedik kalacakti, ne Floransa... Ya sonra ? Fatih hayranı genç bir tarih öğrencisi kendini 2. Mehmet'in devrin...
6.3K 234 30
O soylu babasının gayri meşru kızıydı Soylu üvey annesinin istemediği Soylu üvey kız kardeşinin ablası olarak görmediği Soylu üvey abisinin kardeşi...
3.3K 126 6
Aladdin Ali ve gonca'nin zorla barış için evlendirilmesi ve onun ardından yaşanan olaylar