AHÛZAR SERİSİ (TAMAMLANDI)

By haticekubraozcan

1.2M 49.3K 11.3K

[AHÛZAR SERİSİ -1- KELEBEK SESLERİ] Her kadının dışında fırtınalar koparsa da içinde rengarenk çiçekli umutla... More

AHUZAR SERİSİ - 1. KİTAP: KELEBEK SESLERİ
KS - 1. Bölüm: ÖLÜ RUHUM
KS - 2. Bölüm: KURTULUŞUN UMUDU
KS - 3. Bölüm: PARAMPARÇA
KS - 4. Bölüm: YENİLİKLER
AFİLLİ ÂŞIKLAR SERİSİ
KS - 5. Bölüm: EVLAT HASRETİ
KS - 6. Bölüm: KİMSESİZ KADINLAR
KS - 7. Bölüm: DEDİKODU KAZANI
KS - 8. Bölüm: İPTEKİ PEMBE ÖRTÜ
KS - 9. Bölüm: VELAYET
KS - 10. Bölüm: İŞ GÖRÜŞMESİ
DUYURU - OKUR GRUBU
KS - 11. Bölüm: CİHANŞAH
KS - 12. Bölüm: MEVLİT YEMEĞİ
KS - 13. Bölüm: TEKLİF
KS - 14. Bölüm: HATA MI ETTİM?
DUYURU - INSTAGRAM
KS - 15. Bölüm: SENİ SEVMEME İZİN VER
KS - 16. Bölüm: DÜĞÜN
KS - 17.Bölüm/Pt.1: AŞK SARHOŞU
KS - 17. Bölüm/Pt.2: AŞK SARHOŞU
KS - 18. Bölüm: TAK PARMAĞINA YÜZÜĞÜ
KS - 19. Bölüm: AYRILIK
KS - 20. Bölüm/Pt.1: YIKIMIN EMARELERİ
KS - 20. Bölüm/Pt.2: YIKIMIN EMARELERİ
BİR TUTAM
KS - 21. Bölüm: ANNE
KS - 22. Bölüm: GÜÇLÜ KADIN
KS - 23. Bölüm: AİLE
KS - 24. Bölüm: NEVŞEHİR
KS - 25. Bölüm: SEVE SEVE EVLENİRİM
VAHA
KS - 26. Bölüm/Pt.1: AŞK KADERİ
KS - 26. Bölüm/Pt.2: AŞK KADERİ
KS - 27. Bölüm: KURŞUN YARASI
KS - 28. Bölüm/Pt.1: ARKADA KALANLAR
KS - 29. Bölüm: YUVA
KS - 30. Bölüm: KELEBEKLERİN SONU
KELEBEK SESLERİ DUYURUSU
SADE'M
VEDA DUYURUSU

KS - 28. Bölüm/Pt.2: ARKADA KALANLAR

15.4K 1.1K 408
By haticekubraozcan

Sabah attığım duyuruyu görmüşsünüzdür. Ben iyiyim çok şükür ancak bölümün son okumasını yapan arkadaşım sabah soluğu hastanede alınca bugün bölüm yayımlamama kararı almıştım, yarın atacaktım normalde bu bölümü. Ama "part 2" hazır olduğu için bekletmenin bir anlamı olmadığını düşündüm, fakat bugün ben de çok yoruldum, yoğun bir gün oldu benim için de dolayısıyla 29. Bölüm; sınırı geçerseniz yarın sabah gelecek çünkü bölüm tam hazır değil.

Yorum sınırı; 350

Oy vermeyi unutmayın lütfen.

Keyifli okumalar...

28. BÖLÜM: ARKADA KALANLAR

Sabah, güneş ışıkları odayı aydınlattığında odanın içinde bir kalabalık vardı. Cihangir çıkan sesleri duyuyor ama gözlerini açmamak için olanca gücü ile savaşıyordu.

"Kalk artık eşek herif. Yayılmışsın babanın hastanesi gibi," kafasında hissettiği acı ile olduğu yerde başını kaldırıp uyku mahmuru gözleri ile baktı tepesinde dikilen kadına. "Anne?"

"Anne ya, Kalk da kızın pansumanını yapsınlar," gece Gülfem'in gönlünü almış, barışmışlardı.

Ağrısı olup olmadığını sormuş, onunla ilgilenmiş, öpmüş, koklamış ve elinden geldiğince sevmişti. Gülfem'in gözleri kapanırken tekli koltuğu yatağın dibine kadar çekip o da oturmuştu. Gülfem'in uyumasının ardından o da gözlerini dinlendirmek istemişti. Gülfem'in avucunda tuttuğu eline yanağını yaslamış öylece dinlenmeye geçmişti. Öyle yorgun hissediyordu ki on gün kalkma deseler kalkacak takati yoktu. Ellerini kızın elinden çekip hızla kalktı yerinden.

Gülfem yeni uyanıyordu.

"Günaydın," derken Gülfem'den de aynı karşılığı aldı.

Gülfem uyuşan elini hareket ettiriyor, kan dolaşımını artırmaya çalışıyordu. "Ellerim uyuşmuş."

"Uyuşur tabi kızım. Koala gibi sarılmış eline bırakmamış ki."

"Sayenizde diyelim anne. Başka oda yok gibi yatmışsınız koltuğa, bana yatacak yer kalmamış."

"Sanki biz olmasak burada yatacaktın. Gerçi ben kızın yanına yatarsın diye beklemedim değil ama yatmamışsın."

"O kadar da değil anne. Yanına yatayım da dikişleri mi attıralım?"

"Dikişlerin atmayacağına emin olsan yatacaksın yani?" Annesi biraz şaşkın, biraz şakacı bir sesle sormuştu. Biliyordu oğlu on defa düşünür öyle harekete geçerdi. Gülfem zarar görecek diye öyle bir şey yapmazdı.

"Düşünebilirdim."

"Cihangir..." Gülfem'in uyaran sesi ile gülümsemesi büyüyen adam uzanıp Gülfem'in saçlarından öptü.

"Ben bir eve kadar gideyim olur mu güzelim? Cihanşah'a bakayım. Üzerimi değiştirip gelirim hemen."

"Tamam, git sen. Dikkat et. Cihanşah'ı öp, kokla benim yerime," odadan çıktığında Ali ve babasını koridorda sohbet ederken buldu. Bu çocuk geceden beri burada onu mu bekliyordu?

"Ali senin ne işin var oğlum burada? Gitseydin ya evine."

"Yok, ağabey gitmedim. Giderim birazdan."

"Çocuklara söyle bıraksınlar seni eve. Baba ben bir eve kadar gidiyorum. Çocuğa bakayım, üzerimi değiştirip gelirim."

"Tamam oğlum. Sen git gel biz de öyle gidelim."

"Keşke gece gitseydin sen."

"Olmaz öyle şey. Hadi git de gel, çabuk ol." Cihangir onaylayıp çıktı hastaneden. Hastanenin bahçesine çıktığında derin bir nefes çekti ciğerlerine. İşte şimdi tam manası ile rahatlamıştı.

"Ağabey günaydın." Selim'in sesi ile ona döndü. Adamın gözlerinin altı morarmış, yorgunluktan ölmek üzere duruyordu.

"Ağabey nereye gidiyoruz?"

"Valla sen nereye gidiyorsun bilmiyorum ama ben eve gidiyorum Selim. Oğlumu özledim, üzerimi değiştirmem lazım. Sen de git biraz dinlen."

"Olmaz ağabey dinlendim ben iyiyim."

"Lan eline yüzüne bak da öyle de iyiyim diye. Dokunsam yıkılacaksın. Atla hadi, eve gidelim de dinlen biraz."

"Tamam ağabey. Anahtarları verirsen gidelim."

"Geç, geç hadi. Bu halde araba kullanırsan eve varamadan hastaneye geri döneriz." Selim mahcup bir halde gülerken geçip oturdu ön koltuğa. Cihangir de yerini aldığında hızla eve geçtiler. Eve geldiklerinde Selim ona gösterilen odaya geçerken Cihangir odasına çıkmak için merdivenlere yöneldi. Hızlı bir duş alıp üzerini değiştirecek, oğlu ile vakit geçirip yeniden hastaneye gidecekti. Koridorda gördüğü yengesi ile gülümsedi.

"Cihangir, hoş geldin oğlum."

"Hoş buldum yenge."

"Gülfem nasıl?"

"İyi çok şükür. Ben çıkarken pansuman yapılacaktı."

"İyi, iyi çok sevindim. İkiniz de çok korkuttunuz bizi."

"Cihanşah nerede yenge?"

"Dün gece odaları gezdik, uyumadı bir türlü. Bir saat önce senin odanda uyudu."

"Tamam, yenge ben odama geçeyim. Mutfakta çorba falan varsa sana zahmet birinden gönderir misin? Açlıktan başım ağrıyor artık."

"Tamam, oğlum sen geç odaya. Vardır annenin dolapta bir şeyleri hazırlar getiririm ben," kadını onaylayıp yanından geçip odasına girdi. Kapıyı kapattığında yatağın üzerinde deliksiz uyuyan oğlu ile karşılaştı. Onu öpüp koklamak istese de hastaneden geldiği aklına geldi. Duş alması gerekiyordu. Burada pek kıyafeti olmasa da onu idare edecek şeyler vardı.

İhtiyacı olanları yanına alıp banyoya geçti. Kısa bir duşun ardından çıktı banyodan. Dolabın önüne gelip karıştırdı. Siyah bir kot pantolon ve yine aynı siyahlıkta bir gömlek aldı. Üzerini değiştirirken komodinin üzerine bırakılmış tepsiyi gördü. Dumanı tüten çorba ve yanında bırakılan ekmek mis gibi kokmuştu. Saçlarına şekil vermeden karnını doyurmak istiyordu. Yatağın kenarına oturup tepsiyi kucağına aldı. Dilimlenmiş ekmekten bir ısırık alıp kaşığını çorbaya daldırdı. Daha bir kaşık içmişti ki yataktan gelen ses ile o tarafa döndü.

"Babba..."

"Babam," dedi Cihangir. Küçük oğlan babasını görmüş olmanın verdiği sevinçle çığlık atarken mink ellerini yatağa yaslayıp kalktı yerinden. Emekleyerek babasına geldi. Minik kolları Cihangir'in boynunu sardığında kafası da hemen yanağında yerini almıştı. Kendisini sevdirmek için şekilden şekle giriyordu.

"Babba... Annne yoo?"

"Anne gelecek oğlum. Bak ben geldim paşam," oğlunu öpüp koklarken küçük çocuk da babasına karşılık veriyordu.

"Mammam veee," bu defa çorbasını görmüştü. Cihangir gülümsedi onun konuşmasına. Artık iyiden iyiye konuşmaya başlamıştı. Tepsiyi yatağa bırakıp ekmeğin birini minik minik doğradı çorbaya. Yumuşadığına emin olduğunda minik lokmalar halinde oğluna uzattı. Bir kaşık oğluna, bir kaşık kendine ağzına götürüyordu.

"Doydun mu oğlum?"

"Babam..." oğlu avucunu babasının yanağına koymuş, kafasını da göğsüne yaslamıştı. Bu sorusuna cevap olmayabilirdi ama tek başına tüm soruların cevabı niteliğindeydi.

Cihangir Dervişoğlu dün akşam hayatının en doğru kararlarından birini vererek oğlunu kimsesiz koymadın, dedi içinden. Tepsiyi komodine bırakıp ayağa kalktı.

"Baba... Iggghh," minik oğlan kalkmak istemiyor, yatağı işaret ediyordu.

"Tamam, oğlum yatacağız şimdi," yatağa uzandığında oğlunu yanına yatırmak istese de minik oğlan buna karşı çıktı. O babasının yanına değil, tam da göğsünün üzerine yatmak istiyordu. Bağırarak bu isteğini yaptırırken Cihangir defalarca öptü oğlunu.

"Özür dilerim babacım. Seni yalnız bıraktığım için, seni bensiz bırakmaya çalıştığım için özür dilerim," oğlunun sırtını sıvazlarken ikisi de derin bir uykuya daldı...

***

"Tuvaletimi kendim yapabiliyorum Cihangir!" Gülfem artık çıldırma derecesine gelmişti. Hastaneden çıkalı bir hafta olmuştu. Beş gün kadar da hastanede kaldıklarını sayarsak yarası iyileşmeye çoktan başlamıştı. Doktorlar bile onun iyi olduğunu kabul etmişti ama Cihangir bunu kabullenemiyordu.

"Yapabildiğini biliyorum güzelim. Ben bu yolda sana yardım etmeye çalışıyorum. Dikişlerin açılmasın"

"Hayatım, bir tanem, canım benim neden anlamak istemiyorsun? Dikişler toplu iğne ile tutturulmadı. Tuvalete giderken, otururken, kalkarken pıt diye atıvermez."

"Ya atarsa o zaman ne yapacaksın?"

"Ben o dikişlerle iki saatten fazla dayak yedim de zor açıldı, şimdi ufak tefek hareketlere nasıl açılsın?" Gülfem gülerek söylediği cümlesini bitirdiğinde fark etmişti kırdığı potu. Cihangir'in yanında eski hayatından bahsetmemeye özen gösterecekti. Adam fazlası ile etkileniyor, günlerce konuya takıntılı hâle geliyor, yaralarının izlerinin derinliğini soruşturuyordu. Geçmişe küfür etmek ve her defasında ona bu yaraları açan kişiyi öldürmekten bahsediyordu.

"Yapma... Yapma canımı daha fazla yakma ne olursun... Yaşadıkların normal şeyler değildi Gülfem. Onlardan bahsederken normal bir hayattan bahseder gibi konuşman benim canımı çok yakıyor. Sana geç kalmış olmaktan, sana yetişememiş olmaktan, her aklıma geldiğinde geçmişe sövmekten başka bir şey yapamıyorum. O adamın canını alamıyor olmak kanıma dokunuyor. Bırak daha önce göremediğin ilgiyi, alakayı sana doya doya göstereyim. Kendini bana bırak. Senden alınan, senden sakınılan şeyleri sana yaşatayım. Yaşadıklarının özrü olmaz, telafisi olmaz ama yaralarının biraz olsun kapanmasını sağlayayım."

Gülfem daha fazla üzülmek, ağlamak istemiyordu. Toparlanmak için derin bir nefes aldı. "Hadi bana yardım et o zaman. Zaten birazdan Zehra anne gelip kocaman bir kâse çorba içmem için tepemde bekleyecek. Kendime yeni müttefikler edinmem lazım," gülerek söylediği sözler Cihangir'i de güldürmüştü.

"O çorbalar seni iyileştirip, eskisi gibi sağlıklı hale getirecek. Sen kendini toparlayacaksın ki düğünümüz için birlikte koşturabilelim."

"Ben iyiyim zaten Cihangir. Acımıyor artık valla bak."

"Olmaz güzelim daha tam iyileşmedin. Belki düğün tarihini birkaç hafta erteleyebiliriz. Sen tam iyileşmeden o kalabalığa girmen doğru olmaz."

"Üç hafta var, o zamana bir şeyim kalmaz. Ertelemek falan yok, sakın öyle bir şey yapma."

"Benimle evlenmeye bu kadar meraklı olduğunu bilmiyordum Gülfem Hanım. Elinden gelse döveceksin," muzip sesi Gülfem'e ulaştığında ters ters bakmaya başlamıştı.

"Bu devirde beni seven helal süt emmiş bir koca bulmuşum bıraksa mıydım?" Cihangir duydukları ile gür bir kahkaha attı. Gülfem'in bu cevapları hoşuna gidiyordu, hem de fazlasıyla.

"Sen akıllı bir kadınsın güzel Gülfem. Beni kendine mahkûm etmenin yollarını iyi biliyorsun," derken kadının yüzünü süzdü. Gözünün önüne gelen saçı parmağı ile kulağının arkasına sıkıştırıp yanağını sevdi. Kadife yumuşaklığındaki yanağında eli kayıp giderken anın yoğunluğu ile atan kalbinin hareketini gerdanından görebiliyordu.

"Bir gülüşünün, öylesine söylediğin bir cümlenin beni ne kadar mutlu edeceğini, bir bakışının beni yerden yere vuracağını iyi biliyorsun," derken gözleri dudaklarına kaydı. Gülfem de onu takip ediyordu üstelik. Bu sözsüz aldığı bir izin gibiydi adeta. Genç kadının dudaklarına uzanırken bir eli ile belini sıkıca tutmuş, kaçma ihtimalini ortadan kaldırmıştı. Kavuşmalarına saniyeler kala kapıdan gelen ses ile uzaklaştı Gülfem.

"Babam... Annem aç." Cihanşah kapının önünde onlara bağırıyordu. Yavaşça açılan kapının ardından görüldü küçücük bedeni. Gülen gözleri ile onlara bakıyordu. Öyle komik duruyordu ki ikili onun bu haline kahkaha atmadan duramadı. Küçük oğlan ise onların gülmelerinden utanmış olduğu yere düşmüş, elleri ile kafasını kapatmıştı. Çocuk aklıyla onlardan saklanıyordu.

"Senin o tulumunu yerim kerata. Gel buraya." Cihangir, oğlunun yanına gidip kucağına aldı. Gülfem'in yanına geldiğinde onu da kollarının arasına aldı.

"Biz çok güzel bir aile olduk. Üç hafta sonra devlet kayıtlarında da bunu onaylayacağız..."

***

Havalar soğuyordu artık. Pencerelerden gelen ılık hava yerini soğuk havaya bırakmıştı. İnce giysiler bedeni titretiyor, sabahları yorgana daha da bir sarılma hissi uyandırıyordu. Gülfem artık tamamıyla iyileşmiş sayılırdı. Bedeninde kalan yara izi dışında hiçbir belirti yoktu. Son iki gündür evinde kalıyordu. Cihangir'in tüm itirazlarına rağmen.

"Eli kulağında birazdan gelir seninki," dedi Dilruba. Sınavları yaklaşmıştı ve ders çalışıyordu. Gülfem ise Cihanşah için hayvan figürlü şapka örüyor, diğer taraftan da sıcak olan ıhlamurundan yudumluyordu.

"Bugün gelmez işleri var."

"Gelecek."

"Gelmeyecek canım. Akşam görüşürüz dedik."

"Benim tanıdığım Cihangir ağabey akşama bırakmaz. Beş dakika da olsa seni görmek ister." Gülfem utangaç bir tebessüm ile işine geri döndü.

"Candemir ne yapıyormuş?" Candemir'in gelmesine günler kalmıştı artık. O geldikten iki gün sonra da düğünleri olacaktı. Heyecan kısmını düğün gününe ertelemişti Gülfem. Heyecan yaptıkça, heveslendikçe problem çıkıyordu.

"Sabah konuşurken tuvalet yıkayacağım diyordu..." Gülfem duydukları ile kahkaha attı. Daha önce Cihangir de bahsetmişti. İlk günler Candemir ağabeyini kandırmak istese de Cihangir bu duruma inanacak bir adam değildi. Kardeşinin askerlik yalanlarını bir bir çıkarmıştı ortaya. O günden sonra da Candemir işin ucunu bırakmış, olayı gırgır şamataya vurmuştu.

"Yazık çocuğa sabah akşam tuvalet yıkatıyorlar."

"Yok, abla ya haftada bir denk geliyor. O kadar da olsun bırak," iki kardeş gülüşürken kapının sesi duyuldu. Dilruba ben demedim mi bakışı atarken Gülfem hızla kalktı yerinden ve kapıya koştu. Hevesle açtığı kapının arkasında olan kişi canını sıkmış, suratını düşürmeye yetmişti.

"Melek," derken sesi şaşkınlık doluydu. Melek'i kapısında beklemediği büyük bir gerçekti.

"Kusura bakma rahatsız ettim. Müsait misin? Konuşabilir miyiz?" Derken mahcup çıkıyordu sesi. Gülfem, Melek ile konuşmak istemiyordu. Kapısına gelmiş birini geri çeviremeyeceği için açtı kapısını. İçeri buyur ederken Dilruba da görünmüştü kapıda. O da en az ablası kadar tepkiliydi kendisine. Hoş geldin bile demeden geçti odasına. Melek salona geçerken oturdu koltuklara. Gülfem de karşısına oturdu.

"Ihlamur içer misin?"

"Zahmet olmazsa içerim." Gülfem bir bardak da Melek için doldurup koydu bardağı önüne. Şimdi iki kadın karşılıklı oturmuş birbirine bakıyordu sessizlik içinde.

"Ne konuşacaktın?" Gülfem daha fazla dayanamayıp sordu. Melek yanında getirdiği çantayı Gülfem'e uzatıp mahcup bir gülümseme gönderdi.

"Gülfem biliyorum bana hâlâ kızgınsın. Affetmedin de ama ben duramadım daha fazla. O gün o işin sonuçlarını düşünemedim ben. Seni kıracağım aklımın ucuna gelmedi. Ne olur affet beni." Melek konuşmaya devam edecekti ama Gülfem izin vermedi.

"Ben sana defalarca o işin güvenilir olup olmadığını sordum. Sen de her defasında bana iyi iş dedin. Sen göz göre göre beni o çukura kendinle beraber sürükledin Melek. Temizlik işinde çalışırken beni çevreye karşı uyaran kadın, kendi elleri ile beni o pisliğin içine atmaya kalktı. Bir yanlışı bir kez yaparsan hata, iki kez yaparsan aptallıktır. Ben aptal değilim. Kusura bakma demeyeceğim, istersen bakabilirsin. Benim bir hayatım var ve hayatıma bana zarar vermek yerine iyiliği dokunan insanları almak istiyorum," kucağında tuttuğu çantaya baktığında birkaç çeyizlik eşya gördü. Aldığı gibi geri uzattı.

"Hediyelerin için de teşekkür ederim ama kabul edemem. Benim çeyize ihtiyacım yok. İhtiyacı olan birine verebilirsin."

"Gülfem çok vicdansızsın. Ben senin böyle olduğunu bilmiyordum. Sana bu yaptığımdan hariç zararım dokunmamıştı oysa."

"Az önce de söyledim Melek. Hata bir defa yapılır, ikinci defa o hataya düşersen ona hata diyemezsin. O aptallıktır. Şimdi müsaade edersen Cihangir gelecek ve alışverişe gideceğiz," derken ayaklandı Gülfem. Daha fazla evinde misafir etmek istememişti. Melek diyecek söz bulamayarak kalktı yerinden. Kapıya geldiklerinde Gülfem'in kapıyı açması ile kapının önündeki adamı gördüler. Cihangir İkiliye şaşkınlıkla bakıyordu.

"Tam kapıyı çalıyordum..."

"Merhaba ağabey."

"Merhaba Melek," derken soğuk duruyordu Cihangir. Hızla yanından geçip giden kadının ardından bakmadı bile. Ayakkabılarını çıkarırken Gülfem kenara geçmiş ve onun içeri girmesi için gerekli alanı açmıştı.

"Hoş buldum," dedi Cihangir. Gülfem hoş geldin dememişti.

"Kusura bakma canım sıkıldı, unutmuşum."

"Bir şey mi dedi?"

"Hayır, affet demeye gelmiş. Neyse ne, boş ver sen onu. Hoş geldin," derken koluna uzanıp dokundu. Cihangir bu teması beklermiş gibi uzanıp çekti kendine. Kolları bedenini sararken saçlarına sayısız öpücük kondurmaya başlamıştı bile.

"Şimdi hoş buldum." Gülfem'in elini bırakmadan koltuğa çektiğinde Gülfem adamın yönlendirmesine izin verdi. Kolunun altına girdiğinde Cihangir elinin üzerini seviyordu.

"Bugün işlerin var diye biliyordum?"

"Ali'nin babaannesini doktora götürdük," dedi kısık tuttuğu sesiyle. Gülfem merakla devamını bekledi.

"Hastalığı ilerlemiş artık. Bakım evine yatıracağız"

"Yaa..." dedi Gülfem. Ali için üzülüyordu. Ailesinden bir tek babaannesi kalmıştı ve birbirlerine bağlı olduklarını biliyordu.

"Ali ne olacak peki?"

"Burada kalmasını istemiyorum onun. Yakında kentsel dönüşüme girecek buralarda. Ev tutacağız, kurulu düzeni olsun artık. İş de ayarladık gidip gelsin."

"Sen merhametli bir adamsın Cihangir. Merhametin yaşını geçmiş haberin yok," uzanıp kalbinin üzerini öptü. Kalbini seviyordu bu adamın.

***

"Ya baba havan atıyorum diyorum, sen hala 'alo' diye bağırıyorsun." Candemir askerliğini bitirmiş evine gelmişti. Bu duruma en çok sevinen şüphesiz Zehra Hanım ve Dilruba olmuştu. Cihangir'in sevinci kardeşine kavuşmasına değil, iki gün sonra olacak düğününeydi.

"Ulan benim kafamı attırıyorsun. Bedelli yaptın oğlum sen askerliğini! Burdur'da nereye havan attın koçum?" Cemal Bey oğluna çıkışınca Candemir cevap veremeden Cihangir girdi söze. "Tuvalete atmıştır baba. Paşamızı tuvaletçi yapmışlar ya." Candemir'in suratı asılsa da diğerleri kahkaha atıyordu.

"İyi ki bir kere tuvalet yıkıyorum dedim ağabey. Sanırsın yirmi sekiz gün boyunca tuvaletten çıkmadım."

"Lan yıkayacaksın tabii. Biz senin yalan söylemene kızıyoruz, pardon söyleyemiyor oluşuna gülüyoruz." Gülfem genç adamın ezilip, büzülmesine daha fazla dayanamadı ve Cihangir'in kolunu bükmekte buldu çareyi.

"Ah... Ne yapıyorsun güzelim ya?"

"Niye rezil ediyorsun çocuğu? Görende seni subay olarak tamamladı askerliğini sanacak." Candemir yengesine göz kırparken herkes Cihangir'in cevabını bekliyordu.

"Ben hem komutan postasıydım, hem de depocuydum güzelim. Bir elim yağ tabağında, diğer elim bal tabağında geziyordum. Nöbet yok, hesap verme yok, gözünün üzerinde kaşın var diyemiyordu kimse." Gülfem rütbeleri bilmese de Cihangir'in övmelerinden anlamıştı gayet rahat askerlik yaptığını. Daha fazla konuyu uzatmak istemedi.

"Ben topçuydum tam on sekiz ay Van'da yaptım askerliği. Zor ama güzel günlerdi," dedi özlemle Cemal Bey. Erkeklerin anlata anlata bitiremediği anlardan birini yaşıyorlardı.

"Buyurun cenaze namazına. Şimdi üç saat anlatır anılarını." Cihangir ağzının içinde konuşuyordu resmen. Adam biliyordu babasının huyunu. Askerlik anıları bir açıldı mı, sabaha kadar durduramazlardı.

"Ağabeyim Allah aşkına bir lokma yemek yiyelim sonra dinleyelim senin anıları" Gâvur İdris olaya el atmak istedi. Şu an ağabeyinin ağrıyan dişinin komutanı tarafından atılan yumrukla nasıl ağrı kesici etkisi ile tanıştığını dinleyemeyecekti.

"Kaçın kaçın, hepiniz kaçın olur mu?" Herkes ayaklanmış yemek masasına koşarken Gülfem kalkmamıştı yerinden.

"Ben dinlerim senin anılarını baba."

"İnsanın bir kızı olacak yahu. Ben bu zamana kadar evde manda beslemişim vallahi."

***

Nihayet büyük gün gelip çatmış, vuslata bir gün kalmıştı. Sabah erken kalkılmış, etrafta koşmaya başlanmıştı. Gülfem tuhaf bir şekilde sakin görünüyordu. Her zaman kalktığı saatten geç kalkmış, apar topar yaptığı kahvaltıyı uzatmıştı.

"Abla, canım ablam iyi misin?"

"Evet, iyiyim Dilruba ne oldu?" Derken zeytin çekirdeğini aheste aheste tabağa bıraktı.

"Abla bugün kına gecen var biliyorsun değil mi? Allah aşkına neden normal bir gün gibi davranıyorsun?"

"Senin gibi etrafa mı saldırayım Dilruba, ne istiyorsun?"

"Ya kalk hazırlan birazdan kuaföre gideceğiz."

"Ben hazırım."

"Ne demek hazırım?"

"Canım kardeşim kıyafetim hazır, aksesuarlarım hazır, ben de buradayım. Daha ne yapayım istiyorsun?"

"İyi abla bir şey demiyorum ben sana." Dilruba kalktığı yere geri otururken sinirle nefesini dışarı bıraktı. Ablasına kızmak istiyor, silkelemek istiyordu ama yapamıyordu. Belki de heyecanını bu şekilde atıyor diye düşündü. Kapı sesi duyulduğunda hızla kalktı yerinden Dilruba. Ablası hareket dahi etmemişti. Demir kapının kilidini açtığında karşısında tüm ihtişamı ile Candemir duruyordu.

"Aşkım," derken adamın gamzeleri önüne sunulmuştu. Bazen parmağını o gamzelere batırıyor ve 'şimdi bir daha gül,' diyordu. Candemir bunu pek anlamasa da Dilruba'nın hoşuna gidiyor diye otuz iki diş sırıtarak duruyordu.

"Hoş geldin."

"Çok hoş buldum," yanağına kondurduğu öpücükle derin bir nefes çekti içine. Dilruba'yı seviyordu, hem de çok fazla. Belki biraz daha öper, sarılabilirdi ama Gülfem içeriden seslenmişti.

"Sarılmayı bırakıp, içeri girin." Candemir hızla ayrıldı sevgilisinden.

"Yemin ediyorum bu ablanın her yerde gözü var."

"Heyheyleri tepesinde," ikili Gülfem'in yanına girdiğinde Candemir kısa bir hoş geldin sohbetinin ardından önüne konulan çay bardağını avuçladı.

"Hayırdır senin neyin var Gülfem? Bir paket makarnayı tek başına yemiş gibi düşünüyorsun..."

"Ağabeyinin ne işi var Candemir?" Candemir şimdi anlamıştı Gülfem'in derdini. Cihangir sabah erkenden işlerim var diye ayrılmış, ondan da kızları kuaföre götürmesi için rica da bulunmuştu.

"Yemin ederim hiçbir şey bilmiyorum. Sabah erkenden çıktı, sizi almamı söyledi bana da."

"Bugün benim doğum günüm," dedi Gülfem burukça. Kutlama, pasta, hediye istemiyordu. Tek istediği Cihangir'in yanında olması, içten gülümsemesi, tüm sevgisiyle ona sarılsın ve 'iyi ki doğdun,' demesiydi.

"Yaa, hemen aklına kötüyü getirme. Düğün telaşı, hazırlıklar falan derken unutmuştur. Ağabeyim telafi eder güzel bir hediye ile."

"Öküzsün Candemir. Vermiyorum sana bu kızı. Kardeşimi yakmayacağım."

"Ne dedim ben şimdi ya? Doğum gününü unutan ağabeyim, sevdiğine hasret kalan ben. Desene evlenmiyorum diye, neden ben kurban ediliyorum?"

"Sence ablam hediye derdinde mi Candemir? Ha bir tanem, sence benim ablam öyle biri mi?"

"Tamam, değil. Özür dilerim."

"Bana bakın burada konuşulan burada kalacak. Özellikle sen Candemir. Biliyorsun ne yapar, ne eder ağabeyinden haberini alırım, o zaman Dilruba'yı rüyanda bile göremezsin. Şimdi kalkın çıkalım." Candemir her hâlükârda zararlı çıkıyordu bu işten. En iyisi karışmadan, dışarıdan izlemekti. Hep birlikte hazırlanıp çıktılar evden. Kuaföre gittiklerinde hep beraber girdiler içeriye

"Sen gitmiyor musun?"

"Hayır, ben bekleyeceğim sizi." Dilruba memnun olmasa da kabul etti. Candemir bekleme salonuna geçmiş, onları yalnız bırakmıştı. Onların saçı yapılırken Elif, Zeynep ve İpek de geldi. Hep birlikte hazırlanmaya başladılar. Kızlar eğleniyordu ama Gülfem onlara pek katılmıyordu. O sırada kuaföre itiraz etmekle meşguldü.

"Topuz istemiyorum ki ben."

"Ama kıyafetinize çok uyumlu olacak."

"Karakterime uyumlu olmayacak ama. Ben daha sade bir şeyler istiyorum. Düz, salık bırakalım mesela."

"Dalga verip sadece tacı takalım madem," adam pek memnun olmasa da itiraz da edemiyordu. Bundan sonrası daha kolay olmuştu. İki tarafta istenileni biliyordu. Saç bittiğinde sıra makyaja gelmişti. Gülfem burada da müdahale de bulunmuştu. Ona göre sade bir makyaj günü kapatırdı ama çevresinde bulunanlar ısrarla ağır bir makyaj istiyordu.

"İstemiyorum... Bunun nesini anlamıyorsunuz kızlar," bu defa sözünü dinletebildiğine şükrederken gözlerini kapattı ve işlemin bitmesini bekledi.

Hâlâ Cihangir'den ses yoktu. Adam gidince temelli gidiyordu. Makyajı bitince Gülfem arayacaktı. Dün gece de apar topar sabah işlerim var ben gelemeyeceğim demiş, olayın üstünü kapatmıştı.

"İşte bitti," aynada gördüğü kişi hoşuna gitmişti Gülfem'in. Saçı ve makyajı tam da istediği gibi sade olmuştu. Kıyafetini giyme sırası geldiğinde diğer kızlar yardım etti. Son düzenlemeler de bittiğinde artık çıkmak için hazırlardı.

"Genleriniz güzel sizin ya," Candemir'in kızlara bakıp hayranlıkla kurduğu cümle herkesi gülümsetmişti. Dilruba için iltifatlarını elbette sonraya saklamıştı. Herkesin içinde o güzel sözleri söylemek istemiyordu. Kolunu Gülfem'e uzatıp girmesini bekledi. Gülfem bu teklifi geri çevirmezken, Dilruba da elini tutmuştu.

"Dışarıda bir adam var. Damat olduğunu söylüyor." Çalışanın sözleri ile Gülfem heyecanlandı. Candemir'in kolundan apar topar çıkarken soluğu dışarıda almıştı. Arkasından gülüşüp, konuşanları duymuyordu bile. Kapıyı açtığında karşısında kocaman gülümseyen ve bir buket gül ile onu bekleyen Cihangir'i gördü. Aynı şekilde karşılık verirken dip dibe gelmişlerdi bile.

"Gelmeyeceksin sandım..."

"Söz konusu sen olunca gelmez olur muyum?" Alnına kondurduğu öpücük yerini sarılmaya bırakmıştı. Gülfem sıkı sıkıya sarılıyordu. Cihangir istemeyerek de olsa kadını kendinden uzaklaştırdığında göz göze geldiler.

"Hazırsan gidelim mi?"

"Gidelim."

"Rica ederim ağabey. Müstakbel karını getirdim, ilgilendim, çok af edersin dırdırlarını çektim. Ne demek her zaman yaparım."

"Kes zevzekliği, kızları al peşimden gel."

"Salona gitmiyor muyuz?"

"Hayır, uğramamız gereken bir yer var."

Arabaya geçtiklerinde beklemeden yola koyuldular. Gülfem birkaç defa nereye gittiklerini sorsa da Cihangir 'sürpriz' diyor, konuyu ne kadar güzel olduğuna getirip, değiştiriyordu. Yol boyunca gözünü ondan alamamıştı. Kısa bakışmaları sevgi sözcükleri ile süsleniyordu. Büyük ve gösterişli bir binanın önüne geldiklerinde gülümsedi Gülfem. Cihangir yine bir şeyler karıştırıyordu.

"Gel hadi," elbisesinin izin verdiği kadar hızlı yürümeye çalıştı. Döner kapıdan içeri girdiklerinde kalabalık karşılamıştı onları. Meraklı ve beğeni dolu bakışlar Gülfem'i utandırmaya yetmişti. Konferans salonu yazan tarafa döndüklerinde içeriden gelen uğultuları duyabiliyorlardı.

"Nereye gidiyoruz?"

"Şimdi göreceksin," önünde durdukları kapıya iki defa vurdu Cihangir. Kapı yavaş yavaş açılırken karanlık karşıladı onları. Karanlıkta boş adımlar atarken hoş bir melodi duyuldu salonda, ardından da karanlıktan gelen seslerden o hoş sözler...

"Olsun gecemi gün ettin, adını bal eğledim ömrüme. Varsın görmesin beni gözlerin dengi dengine. Cansın taş batmasın, ayağına acıtmasın asla. Doğum günün kutlu olsun hep sen ol yanımda," ışıklar açıldığında gözleri kamaşsa da kalabalığı seçebilmişti. Ağızlarında maske, saçlarında bandana olan çocuklar bakıyordu ona. İfadelerini göremese de gözlerinden güldüklerini anlıyordu Gülfem. Sahnede gördüğü genç kız ise gitarı ile eşlik ediyordu onlara. Cihangir'in yönlendirmesi ile sahneye geldiler. Önlerine getirilen pastayı gördüğünde gözyaşlarını tutamadı Gülfem.

"İyi ki doğdun Gülfem abla," hep bir ağızdan doğum gününü kutlamışlardı.

"Dilek tut... Dilek tut," gözyaşlarını hızla silip gözlerini kapattı.

"Allah'ım sen şifa bekleyen bu yavrularına şifa ver," dedi ve mumları üfledi. İşte şimdi olmuştu. Salondakiler onu alkışlarken gözleri Cihangir'i buldu.

"Unutmamışsın..."

"Unutmadım, nasıl unutabilirim güzelim? İyi ki doğmuşsun gülen gözüm. İyi ki doğmuşsun her saniye hızla atan kalbim," alnından aldığı öpücükle gözlerini kapattı Gülfem. Bundan daha güzel bir kutlama olamazdı. Ömründe ilk defa doğduğu güne isyan etmemiş, aksine şükretmişti.

Cihangir onun doğum günü için lösemili çocuklara eğlence düzenlemiş, onlar ve ailelerinin mutlu bir gün geçirmelerini istemişti. Bunun karşılığında onlardan tek istediği kutlama için seçtiği şarkıya eşlik etmeleriydi. Beklediğinden de güzel ilerlemişti her şey. Gülfem mutlu olmuş, çocuklar mutlu olmuş, aileler bir günlüğüne de olsun dertlerini unutabilmişti. Şimdi onlar kına gecesine giderken, aileler eğlenmeye devam edecekti.

BÖLÜM SONU...

Continue Reading

You'll Also Like

274K 22.9K 39
*Asker Kurgusu* Güneş Milan Aksu, annesinin günlüğünü okuyarak babası hakkında herhangi bir bilgiye ulaşarak onu bulmak ister. Fakat günlüğü okurken...
8M 374K 65
"İkimizde biliyoruz ki, er ya da geç benimle evleneceksin. Ve bu zorunluluktan olmayacak!" "Başlangıç: 12 HAZİRAN 2016 Bitiş: 18 EKİM 2019" ...
8.7M 153K 24
#WATTYS2016 KAZANAN HİKAYELERİNDEN BİRİ.
380K 22.8K 35
O gün, o balkonda Asrın cebinden bir yüzük çıkarıp kıza evlenme teklif ettiğinde Nur bir rüya görmekte olduğuna kanaat getirmişti. Bakışlarını yüzükt...