ÇEPNİ Tuğrabozan

By 6EmreYavuz1

56.7K 6K 369

(2020 Wattys TR Tarih Kategorisi Kazananı...) Gök Sultan ile Tuğrabozan'ın arasındaki sevgi kıvılcımı mutlu s... More

GİRİŞ
İZİN
KUTLU HABER
CENEVİZLİLER
TUĞRABOZAN
HAK
GİZLİ SEVDA
KURT
TUZAK
AK ÖRGÜ
GÖNÜL OKU
KAVUŞMA
YARIŞMAYA DOĞRU
ZEHİR
YARIŞMA (1)
YARIŞMA (2)
HABER
HAİN
SAVAŞ
İNTİKAM
FETİH YOLUNDA
KUTLU
BEKLENMEDİK
ULA - FİNAL
TEKERRÜR - YENİ ÇALIŞMAYA GEÇİŞ: 1. KISIM
KUTLU'NUN YOLU - YENİ ÇALIŞMAYA GEÇİŞ 2. KISIM
3. KİTABIM // ULA // ÇIKTI
EKLENECEK SAYFA [DEDEM KORKUT & ATAM SARI SALTUK]
YENİ KAPAK & MEZAMORTA'YA DAİR
EKLENECEK SAYFA
EKLENECEK SAYFA
EKLENECEK SAYFA
EKLENECEK SAYFA

YENİ PUSATLAR

2K 214 10
By 6EmreYavuz1

Hadis 6: Ebû Hüreyre (r.a) anlatmasına göre Peygamberimiz (s.a.v)'e;

"Ya Resûlallah! Senin şefaatine en önce kim nail olacak?" diye sordum. Peygamberimiz (s.a.v) ise;

"Kalpten ihlâslı bir şekilde Lâ ilâhe illallah diyenlerdir" buyurdu. [Kaynak : Buhârî]

Hadis 7: Fakih Ebü'l- Leys (rahmetullahi aleyh) dediğine göre: Senedleriyle Mücâhid (rahmetullahi aleyh)'den bize kadar ulaşan bir rivayete göre, Ebû Hüreyre (rahmetullahi aleyh) Resûlullah (s.a.v)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

"Benden önce hiçbir peygambere verilmemiş olan beş şey bana verildi: 1. Ben bütün insanlığa gönderildim. 2. Yeryüzünün tamamı benim için mescid ve tertemiz kılındı. 3. Ben, bir aylık mesafeden düşmanların kalplerine korku salmakla Allah tarafından yardım olundum. 4. Ganimet malları bana (ve ümmetime) helâl kılındı. 5. Şefaat etme yetkisi bana verildi. Ben de bu hakkımı ahirette ümmetim için sakladım. " [Kaynak : Müslim]

(Hadis 8 hikâyede...)

^

Sonraki gün Mehmet, her sabah tekrarladığı üzere sabah namazından önce kalktı. Merhametli annesinin uyumadan önce ona hazırladığı güğümü alarak çadır dışında abdestini aldı. Sabah namazını kılmak üzere erkenden ibadethane olarak kullandıkları, tıpkı toplantıların yapıldığı küçük çadır gibi asenalar ve börüler olmak üzere ikiye ayrılmış olmasına rağmen küçük çadırdan farklı olarak iki farklı giriş çıkışı bulunan çadıra doğru ilerledi. Çadıra sağ ayakla girip sesli şekilde ortaya selam verdi. Hadisçi'yi gördü. Az ilerde tek başına oturmuş, sessizce Kuran okuyordu.

Hadisçi selamını alırken gitti yanına. Sessizce, bağdaş kuracak şekilde yere oturdu.

Başına sardığı sarığın altında kumral, kulak memesine kadar uzanan saçları olan, yüzüne bakan insanın huzur bulduğu, sünnete uyan kısa sakallı Hadisçi, kısık sesle okuduğu Kuran'ı Kerim'i, Mehmet yanına oturduktan sonra yüksek sesle okumaya başladı.

Hadisçi, Salih Efendi ile tanışmadan önce, hadis öğrenmek adına sekiz yaşından beridir tüccar olan babasıyla birlikte diyar diyar gezen ve gittiği her diyardan kendine faydalı ilimleri alan, odaklanmış biçimde bir kez okuduğu herhangi bir şeyi bir daha asla unutmayan, İslâm dinine aşık birisiydi. Annesi henüz o beş yaşındayken vefat etmişti. Annesi vefat edince babası, onunla birlikte diyarlar dolaşan ticaret kervanlarına katılmış, bir yandan ticaret yaparken diğer yandan da kendini ve oğlunu İslam'ın oku emrine göre geliştirmişti. Bu sayede Hadisçi de tıpkı babasının öğrendiği gibi nice ilimler öğrenmiş, bunları zihninde kalıcı hale getirmişti. Fakat zamanla içinde yanıp tutuşan peygamber aşkı onu daha fazla hadis öğrenmeye teşvik edince, mutlu olduğu şeyi yapmak adına kazandıklarını hadis öğrenme yoluna harcamaya başlamıştı.

Aradan geçen yılların ardından babası kervan baskını sırasında eşkıyalar tarafından öldürülmüş, babasının vefatı üzerine ticaret kervanından ayrılıp tek başına diyarları gezerek zamanını hadis öğrenmeye ve öğretmeye harcamıştı. Buralardan edindiği derin hadis bilgisinden dolayı da Hadisçi lakabını almıştı.

Hadisçi'nin Salih Efendi ile tanışması Trapezus'dan geçerken dinlenmek üzere kaldığı handa yaşadıkları vasıtasıyla olmuştu. Kaldığı handa Pontusluların İslâm dinini aşağılaması üzerine akılcı cevaplarla onlara İslâm dininin hak din olduğunu anlatmıştı. Ona bir türlü laf yetiştiremeyen Pontuslular ise sinirlenerek onu öldürmek istemişler, tam bu esnada araya Salih Efendi'nin girmesiyle Hadisçi ölümden kurtulmuştu. Bu sayede tanışıp ortak hedefte birleşmişlerdi.

Hadisçi obadaki en bilgili ve en iyi Kuran okuyan kişiydi. Kuran okumaktan büyük bir keyif alıyor, vakit bulduğu her gece okumaya başlayıp sabah namazını cemaatle kılana kadar okumasını sürdürüyordu. Onu dinleyen ahenkli sesine mest oluyor, okuduğu Kuran anında gönüllere nakşediyordu. Dahası sadece insanlar değil herhangi bir yerde Kuran okuduğu zaman etraftaki kuşlar da adeta ona eşlik edercesine sesler çıkarıyorlardı.

Obada bulunanlar namaz kılınan çadıra gelene kadar aralıksız Kuran okudu Hadisçi. Nihayet yirmi dakikanın sonunda obadakiler yavaş yavaş namaz kılınan çadıra gelmeye başlayınca Kuran okumayı bitirdi. Olduğu yerde sadece kalbinden zikir çekmeye başladı.

Yirmi dakikanın üzerinden de bir on dakikanın geçmesiyle obadaki herkes gibi Salih Efendi de çadıra geldi. Hadisçi'ye imam olması için işaret etti. Çünkü ilmi açıdan obanın en iyisi oydu. İş ehline teslim edilmeliydi.

Beyinin emrini alan Hadisçi, namazı kıldırdı, tesbihat yaptırdı, sesli şekilde dua etti. Sıra Salih Efendi'nin gün ile ilgili konuşmasına gelmişti;

"Buhari de ve Müslim de geçen odur ki Ebu Hüreyre (r.a)'dan rivayet edilene göre Peygamber Efendimiz (s.a.v) buyuruyor ki:

""İnsanlar yatsı namazı ile sabah namazındaki sevabı bilmiş olsaydılar sürünerek bile olsa bu iki namazı cemaatle kılmaya gelirlerdi.""

Yine Müslim de geçen başka bir hadiste Osman b. Affan (r.a) rivayet ediyor ve diyor ki: Peygamber Efendimiz (s.a.v) buyuruyor ki:

""Kim yatsı namazını cemaatle kılarsa, gece yarısına kadar namaz kılmış gibidir. Kim sabah namazını cemaatle kılarsa, bütün gece namaz kılmış gibidir.""

Görüyorum ki eskiden cemaate gelen içimizdeki bazı kişiler cemaate gelmeyi terk etmişler. Bu kardeşlerimize bu iki hadisi kırmadan anlatalım. Anlatalım ki onlar da bu hadislerin faziletlerinden faydalanmaya devam eylesin. Yüce Allah'ın doksan dokuz adına, yarattıkları ve yaratacakları adedince, evvelden ahire hamd olsun. Şükürler olsun. Peygamber Efendimiz ve ashabı, diğer Peygamberlerimiz ve ashaplarına da salât-u selam olsun. Yeni güne Bismillah. Âmin. El Fatiha." dedi Salih Efendi.

Çadırda bulunan herkes, Fatiha suresini okudu. Sure okumasını bitirenler birbirine 'Allah kabul etsin' dediler. Oturup bir müddet daha sohbet ettiler. Sonunda Orhan, değer verdiği babasının yanından hiç ayrılmak istemese de vazifesini yapmak üzere talimhaneye gitmek için izin istedi ondan. Babası ona beraber gideceklerini söyleyip ayağa kalktı. Bu kalkışla birlikte orada bulunan herkes saygılarından dolayı ayağa kalktılar. Gülümsedi Salih Efendi;

"İşimizin başına dönme vakti geldi." dedi. Hadisçi'ye baktı. "Vakit geldi Hadisçi." diyerek sözlerine ekledi. Hadisçi'nin omzuna dokundu. Yanındaki kalabalık ile çadırdan çıkmaya başladı. Mehmet 'de babasını takip ediyordu ki Hadisçi durdurdu onu.

"Beyim." dedi. Her ne kadar Mehmet'ten yaşça büyük olsa da ona saygı duyuyordu Hadisçi. Çünkü Mehmet, ağabeyine nazaran çok daha fazla insanlar ile iç içeydi. Çok daha fazla ayrıntılı düşünebiliyordu ve çokça merhametliydi. Ağabeyi Orhan, daha çok talimlere yoğunlaşıyor, olası savaşlarda börülerinden hiçbirini kaybetmemek adına türlü stratejiler geliştiriyordu. Üzerine bir de asenaları eğiten Alarcın ile aralarındaki küçük tatlı yarışlar düşünüldüğünde zamanının büyük çoğunluğunu börüler ile vakit geçirmeye ayırıyordu. Sözlerine ekledi; "Gitmeden önce bizim çadıra geçelim."

"Eyvallah, geçelim." diye karşılık verdi Mehmet. Alakurt ile Hau'nun da eşlik etmek istemesi ve Mehmet'in uygun görmesiyle, hep birlikte çadırdan çıktılar. Sohbet ede ede Hadisçi'nin çadırına doğru yürümeye başladılar. Tam çadırdan içeriye girecekleri sırada uzaklardan küçük bir çocuğun Salih Efendi'ye doğru koştuğunu, koşarken de beline taktığı büyükçe bir kılıcın yere sürterek iz çıkardığını gördüler. Çocuğun arkasından da annesi onu durdurmak için bağırıyor lâkin heyecanı yüzünden okunan kumral uzun saçlara sahip çocuk, bunları duymuyordu. Hedefi olan Salih Efendi'ye büyük bir kararlılıkla koşuyordu. Bu görüntü hepsinin yüzünde tebessüm oluşturdu.

Çocuk hızlıca Salih Efendi'nin yanına vardı. Varır varmaz soluk soluğa:

"Beyim beyim selamun aleyküm." dedi. Hızlı hızlı nefes alıp verdi. "Konstantiniyye'yi fethe gidiyormuşsunuz babamla. Bende gelmek istiyorum, bende gelmek istiyorum."

Bu sırada annesi, çocuğunun yanına geldi. Mahcup mahcup Salih Efendi'ye baktı ve;

"Kusurumuza bakmayın beyim. Babasının Konstantiniyye'ye gideceğini duyduğundan beri heyecandan ne yapacağını şaşırdı." dedi.

"Önemli değil." dedi Salih Efendi, çocuğa bakarak. Yüzüne tebessüm kondurdu. Tebessümünü bir an olsun eksiltmeden çocuğun yanına yürüdü. Yanına varınca boyuna kadar eğildi küçük çocuğun. Kararlı bir ses tonuyla;

"Aleyküm selâm Gökay börü. Senin gelmen iyi olurdu ama sen de gelirsen burada anamızı bacımızı kim koruyacak?" dedi. Obasındaki herkesin adını biliyordu Salih Efendi. Çünkü o, her bir ferde değer veriyordu.

"Ben mi koruyacağım anamızı bacımızı" dedi Gökay, heyecan ve şaşkınlık karışık bir biçimde.

"Tabi ki sen koruyacaksın, senin gibi yiğit börülerle beraber. Hem artık koca bir bozkurt kadar oldun." dedi Salih Efendi, elini Gökay'ın omzuna atıp. Ayağa kalktı.

Gökay, Salih Efendi'nin sözlerini karşısında heyecandan ne yapacağını bilemedi.

"Emredersin beyim." dedi, sesini kalınlaştırmaya çalışıp. Tıpkı bir börü gibi dik durdu. Bir eliyle kılıcını, diğer eliyle annesinin elini sıkıca tutarak onunla çadırlarına doğru ilerlemeye başladılar.

"Duydun mu ana sizi ben koruyacağım." dedi Gökay, gururla annesine.

Annesi, dediğine gülümseyerek;

"Duydum duydum. Bozkurt oğlum benim." dedi.

Bu olaya şahit olan Mehmet, Hau ve Alakurt gülümsemeye devam ederken Hadisçi'nin ise gözlerinden iki damla yaş geldi. Bunu gören Alakurt, gülerek;

"Bre ne kadarda hassassun." dedi.

"Beyim ile Gökay'ın arasındaki konuşma, Peygamber Efendimiz (s.a.v) ile savaşa katılmak isteyen küçük bir çocuğun arasında geçtiği rivayet edilen bir hikâyeyi hatırlattı bana. Belli bir beyimin de kulağına ilişmiş rivayet; sünnete uygun davrandı. Ondan öyle bir an duygulandım. Böyle bir beyimiz olduğu için yatıp kalkıp Allah'a dua etmemiz lazım." dedi Hadisçi.

Hadisçi'nin sözüyle birlikte orada bulunan Mehmet, Alakurt ve Hau bir anlık şaşkınlığa uğradılar.

Onların yüzünü gören Hadisçi:

"Belli ki bunu size daha önce anlatmadım." dedi.

"Şahsen ilk defa duyuyorum." dedi Hau.

"Ben de." dedi Alakurt.

"Evet anlatmadın." dedi Mehmet.

"O lakaba hiç yakışmadı Hadisçi. Hiç hiç." dedi Hau, Hadisçi'ye takılmak adına.

Hau'nun, Hadisçi'ye takıldığını anlayan Alakurt gülümseyerek:

"Hadisçi'yi birak da sen söyleyıver Hau? Sana lâkabı veren kurdu tekrar görebildün mü?" dedi Hau'nun 'u' harfini uzatıp kurt ulumasını taklit edercesine.

"Ben kurdu göremedüm göremesine de. Sen az daha konuşursan talimü hemen görecen talimü." dedi Hau, Alakurt'u taklit edip sözünün sonundaki 'ü' harfini uzatarak.

Maruz kaldıkları olay karşısında gülümsedi Hadisçi ile Mehmet. Hau ile Alakurt, tam birbirlerine takılmaya başlayacakları sırada Mehmet girdi söze;

"Hadisçi, şu vereceklerin yeni pusatlarım sanıyorum. Hızlıca onları alayım da babama yetişeyim."

"Beyim onu soracaktım ben de." diye araya girdi Hau. "Hançerlerin yoktu dün fark ettim. Ettim de söylemedim."

"Başka zaman anlatırım o meseleyi." dedi Mehmet, o anı hatırlayıp kaşlarını çatarak.

Çadırının önüne geldiklerinde içeriye girmeden önce seslenerek izin istedi Hadisçi. Çadırda hanımı Şifa olabilirdi. Ses gelmeyince iki kez daha izin istedi. Cevap gelmeyince çadırdan içeriye girdi. Boş çadırına selâm verdi. Kulağını açtı, sağa sola baktı. İçeride kimse yoktu, emindi artık.

Mehmet, Alakurt ve Hau'yu çadırdan içeriye davet etti. Onlar içeriye adım atıp selâm verince ise önce selâmlarını aldı. Sonra o önde, diğerleri de arkada olmak üzere hep birlikte, çadırın adeta kapı gibi duran, renkli bir kilim ile kapatılmış olan sağ tarafındaki kısmına, kilimi kaldırıp geçtiler.

Çadırın daha önce girmedikleri bu kısmına giren Hau ile Alakurt, gözlerine inanamadılar. Bu yerin bir kısmı içinde otlar bulunan camlarla, diğer büyükçe bir kısmı türlü yazıt ve kitaplarla, seccade ve ortadaki büyükçe masanın haricindeki diğer küçük bir kısımda ise çeşitli sandıklar ile alet edevatlarla doluydu. Adeta ilk kez bakan herkeste hayranlık ve gizem uyandıran bir yerdi burası.

Hau ile Alakurt hayranlıkla etraflarındakileri incelerlerken Hadisçi, hemen yan tarafında duran göz alıcı işlemeli sandığı bir hamleyle alıp ortadaki masanın boş yerine koydu. Derin bir sessizlik kaplamıştı onu, düşünceliydi.

"İşte beyim." dedi Hadisçi, sandığı göstererek. "Sana vermem gereken sandık buydu."

"Eyvallah." dedi Mehmet. İki adım uzağındaki masada bulunan göz alıcı işlemelere sahip sandığın yanına gitti. Büyük bir dikkatle sandığı açtı. Sandığın içinde eski iki tane hançer, bir yay ve bir eski bileklik olduğunu görünce gözlerinin içi parladı. Yüzüne tebessüm hâkim oldu. Çünkü obada herhangi bir baba veyahut anne, her ne sebeple olursa olsun oğluna ya da kızına bir silah hediye etti mi bu durum 'Ben senden razıyım.' anlamına gelirdi. Eğer boş bir sandık verirse 'Razı değilim.', verdiği silah çok iyi görünümlü ise 'Tastamam razıyım.', eski ise 'Razıyım ama bazı eksiklerin var.' demekti.

Babasının ona hediye ettiği silahlar ile 'Senden razıyım ama bazı eksiklerin var.' demek istediğini anlayan Mehmet, yıllardır babasına yardımcı olduğu, her dediğini yaptığı halde neden babasının ona bu mesajı verdiğini hiç düşünmedi. Silahları eline aldı. Kendi kendine:

"Alemlerin rabbi olan Allah'a hamd olsun. En azından babam benden razı. Hak nasip ederse eksiklerimi düşünür, kavrar, tamamlarım." dedi.

Ansızın tüm heybeti ile Salih Efendi girdi çadırdan içeri. Yanında eskimiş, tozlu bir sandık taşıyan börüsü vardı. Mehmet hariç herkesin tek tek gözüne baktı Salih Efendi. Salih Efendi'nin bakışlarına maruz kalan kim varsa, bunun dışarı çıkmak adına bir işaret olduğunu anlayıp çadırdan çıktılar. Herkesin çıktığını gören börü de sandığı masanın üzerine bırakarak çıktı.

"Bu sınama bana babamdan miras kaldı kurt oğul. Unutmayasın, bizim yolumuzda kibir yoktur mütevazilik vardır. Bizim yolumuzda nankörlük yoktur, şükür vardır. Bizler şeytanın ibarelerini gösterdiğimiz an, yürüdüğümüz bu yolun da çektiğimiz çilelerin de hiçbir anlamı kalmaz. Yüzümü kara çıkarmadın, yolun açık olsun. Hıdır da yoldaşın." dedi Salih Efendi. Sandığı gösterdi Mehmet'e. Alması için işaret etti.

Babasının işareti üzerine sandığı açtı Mehmet. Karşısında daha önce hiçbir yerde görmediği güzellikte iki hançer, bir yay ve doğru pozisyonunu yakaladığında saldırıları savuşturabileceğini düşündüğü, sivri çıkıntıları olan iki kolluk gördü. Hançerlerin kabzaları ucunda bulunan kızıl akik taşı ile ana rengi beyaz olan ve ışık vurunca mavileşen ay taşı dikkatini çekti. Böylesine güzel taşlara sahip bir hançer daha önce görmemişti.

Öte yandan simsiyah renkli, siyah tüylerle bezeli yayı ve dış uçlarında belli aralıklarla dizilmiş keskin bıçaklar olan kollukları da ayrı bir güzellikte olmasına karşın o, bunlara kısaca göz gezdirmek ile yetindi. Çünkü hançerlerini incelerken yeni pusatlarını içinde barındıran sandık da dikkatini çekmişti.

Sandığı incelemeye başladı. Eskice duran bu tozlu sandık, içindeki güzellikler haricinde dışında da bir güzellik saklıyor gibiydi. Sandık içinde bulunan pusatları ve kollukları almaktansa önce sandığın tozunu silmeyi yeğledi. Tozları sildiğinde sandığın önünde 'İnsan odur ki, ansızın karşısında tüm güzellikler belirince aklını kaybeder. İnsan odur ki o, tozlanmış bir sandığı dahi görür, onu bir öğüt beller.' yazdığını gördü.

"Umalım da ölene kadar hayat bizi güzellikleriyle aldatıp durmasın. İşte kurt oğul; güzelliği görünce sen, aklını kaybedip hemen onlara sahip olmak istemedin. Aksine irdeledin, gözlemledin. Yarışmada da böyle ol. Çeviklikten öte keskin zekadır önemli olan. Bu silahlar artık senin, gönül rahatlığıyla kullanabilirsin." dedi Salih Efendi.

"Eyvallah beyim. Yolun yolumuzdur, yolumuz ise hakkadır bizim. Tüm bunlardan öte ne maldadır gözümüz ne de mülkte." dedi Mehmet. Babasının elini öptü. Hançerlerini beline, yayını sırtına, kolluklarını koluna taktı.

"Kurt oğul. Sana neden kurt oğlum demem bilir misin? Hepimiz emanet can taşırız ve sen bize hakkın verdiği en güzel üç hediyeden birisin. Gülbahar anan ile biz, nasip olduğu üzere senin yeryüzüne geliş sebebiniz. Biz sadece sebebiz. Ol deyince olduran yalnız haktır. Nedeni budur ki tümlük hakka ait olduğu gibi sende hakka aitsin. Sana karışmak değil, hakkın yolunu göstermektir vazifem. Sakın ha kırılmayasın, sözlerime alınmayasın. Hayatında karşılaşacağın her aşırı insana, her sınama sebebine karşı sabredesin. Dilinde hakkın adıyla, dinini karalamaya çalışanlara aldanmadan yürüyesin. Türklüğünü, asırlık kültürünü kullanarak seni yoldan çıkarmaya çalışanlara aldanmadan yürüyesin. Kendini bilesin, atalarını, tarihini, eski dinini de barındıran kültürünü unutmayasın. Çünkü kültürün senin tecrübendir, asiliyetindir. Adaleti savunan bir Türk olarak, Türk olman ile ya da dinin ile değil insanlığın ile gönüllerde yer bulasın."

"Eyvallah ata, Evelallah."

Baba oğul birlikte çadırdan çıktılar. Gördü onları Hadisçi. Salih Efendi'ye hitaben:

"Beyim. İznin olursa benim de hediyem var beyimize." dedi.

"Eyvallah." dedi Salih Efendi. Mehmet'e döndü:

"Hadisçi ile görüş. İşin bitince yetiş bana kurt oğul." dedi.

"Eyvallah beyim." dedi Mehmet.

Salih Efendi, kendisini bekleyen börüyle oradan uzaklaşmaya başladı. Bu esnada Alakurt ile Hau ise hayran hayran Mehmet'in yeni pusatları ve kolluklarına bakarak birbirlerine gösterdiler.

Derken Hadisçi, çadırdan içeriye girdi. Alakurt, tam 'Hayırlı olsun beyim.' diyecekti ki Hadisçi'nin peşinden Mehmet de girdi çadıra. Böylece Alakurt ile Hau'da Mehmet'i takip ettiler. Kilimi tekrar kaldırıp çadırın biraz önce geçtikleri yerine geçtiler. Hadisçi, kitapların bulunduğu tahta raflardan, en sağda kalanının en üstünde duran kitapları kaldırdığı sırada söze girdi Alakurt;

"Beyım, maşallah beyım. Hayırlı olsun pusatlarun. Sana pek yakiştiler. Hele hançerlerun. Salih beyım pek maharetli bir demurci. Maşallah, Maşallah." dedi.

Hadisçi kitapları kaldırdığı yerin arkasından besmele ile orta boyutta tahta bir sandık aldığı sırada Hau girdi söze;

"Maşallah beyim. Hayrını göresin. Bu vesile ile izninle sormak da isterim. Eski pusatların... Emrin var mı beyim?"

Hançerlerini kaybetmesine sebep olan o anı anımsadı. Kaşlarını çattı. Tok sesiyle konuşmaya başladı;

"Kaleden kız alacak bir Türk beyi pazarda gezer, takılmaya adam arardı. Beni görünce laf atarak hançerlerimi istedi. Sustum, sabrettim. Hançerleri yere atıp çekip geldim."

"Beyım ah orada olacaktım beyım." dedi Alakurt.

Hadisçi, Alakurt konuşurken tahta sandığı masanın üzerine koymuş, onun sözünün bitmesini beklemişti. Nihayetinde sözü bitince sandığı açarak lafa girdi;

"Beyim, işte benim aile sırrım olan tılsımlı yelek. Rahmetli babam 'Yelek sana işaret gösterdiği vakit işaretlerin peşine düş. Sana vasiyetimdir; çok zorda kalmadıkça yeleği ehline teslim etmek adına ne gerekiyorsa yap. Eğer olur ya yeleğin kötü niyetli kişilerin eline geçeceğini anlarsan hemen yeleği bir avuç yeşil otla birlikte nehir kenarına gömerek yok et. Yelek kötü birinin eline geçerse günah tüm soyumuzu helâk eder.' demişti. O vefat ettiğinde söylediği bu sözler aklıma geldi. İçimi bir endişe kapladı. Birkaç kez hırsızların zulmüne de uğradım ama çok büyük bir iş gelmedi başıma. Yine de Salih Efendi ile tanışana kadar hep anlamadığım bir endişe ile yaşadım yüreğimde. En ufak bir yanlışımda soyumun tehlikeye girecek olmasının içime verdiği korkuyu da eklediğimde çok kez yeleği nehir kenara gömmenin ucundan döndüm. Bugün dönüp bakıyorum da nasıl gömmemişim hayret ediyorum. Deli cesareti mi yoksa vasiyeti yerine getirme gayreti mi bilemiyorum.

Beyim, aynı medresede nefsini terbiye etmekte olan sekiz evli kişinin aynı gece, aynı rüyayı görmeleriyle başlamış bu yeleğin hikâyesi. Rüya'yı gören kişiler, yelek bitene kadar yani tam sekiz yıl boyunca, senenin belli günlerinde, seher vaktinde Tur dağındaki bir mağarada yeleği dokumuşlar. Dokurken de tamamen dağda yetişen birtakım malzemeleri kullanmışlar. Yeleğin üzerinde Kuran'ı Kerim'den bazı ayetler, hakkın tüm ismi şerifleri, bazı sırlı işaretler, dualar, istiğfarlar ve salâvatlar var.

Babam bu yeleğin dokunmasına sebep olan sekiz kişiden biriymiş. Yeleğin yapımının sekiz yıl sürdüğünü söylerdi. Kader bu ya sonunda yelek bitmiş, sekiz kişi içerisinden babama nasip olmuş. Ama giyemeden vefat etti. Ondan sonra ben de giymedim, giyemedim. Birtakım işaretler gördüm rüyamda. Ardından kader beni bu topraklara sürdü. Sonra beyimiz Salih Efendi ile tanıştım. Tanıştığım gece bir işaret daha aldım. Şimdi ise son işaretimi aldım. Sana veriyorum. Sırdır beyim, çok karıştırmamak gerek. Var sen kabul et, beni bu yükten kurtar." dedi.

"Bunca zamandır koca obada Tulpar'ın beni seçmiş olmasına hayret ederdim. Şimdi ise yelek çıktı karşıma. El Hakk hayır eylesin. Eyvallah Hadisçi, var olasın" dedi Mehmet. Hadisçi ile birbirlerine sarıldılar.

"Beyim." dedi Hau. "Tulpar'ın seni seçmesi şimdi de yelek. Allah'ın izniyle fetih yakın. Ben gördüklerimi buna yorarım."

"İnşallah." dedi Hadisçi.

"İnşallah." dedi Mehmet.

"İnşallah, inşallah da beyım yarişmaya tek başina mi katılacasın?" dedi Alakurt.

"Evet. Sizleri riske atamam."

Hareketlendi Alakurt:

"Beyım bırakamayız beyım seni, bırakamayız orada tek başına." dedi.

"Evet beyim tek gitmek sorun oluşturabilir." dedi Hau.

"Birden fazla kişiyle gidilmesi demek obanın tehlikeye atılması demek. Beyim en doğrusunu yapıyor. Fakir bir aile olan Salikos'un oğlu. Sadece ailesinin geçimine yardım eden bir tip olarak görülüyor. Yanında daha önce rastlanmayan biri olması ve onunla anlaşabilmesi sorun uyandırabilir." dedi Hadisçi.

"Hadisçi doğru der. Sizler abimle birlikte kalıp talimlere yardım etseniz daha iyi olur. " dedi Mehmet.

"Peki beyim söz senindir." dedi Hau. Mehmet ile tokalaştı. Hadisçi ve Alakurt da Mehmet'le tokalaştı. Mehmet sandığı alıp çadırına yöneldi. Alakurt, sandığı taşımak istese de Mehmet, babasının küçükken kendine söylediği şeyleri Alakurt'a hatırlatıp sandığı taşımasına izin vermedi. Her ne kadar dün yorgunluğundan dolayı atını bağlaması için obanın erine verse de küçüklükten beri babası ona ve kardeşlerine her zaman kendi işlerini kendilerinin yapmasını tembihlemiş, bunun bir sünnet olduğunu vurgulayıp durmuştu. Bu yüzden durumu Alakurt'a hatırlatıp sandığı ona vermemişti Mehmet.

Çadırına yaklaştığında içeride birileri varsa geldiğini anlasın diye 'Müsaade varsa geliyorum' diye seslendi. İçeriden ses gelmeyince sesli şekilde selam verip çadırdan içeriye girdi.

Aradan çok geçmeden çadırın yan bölmesinden Gülbahar çıkıp selamını aldı Mehmet'in. Oğlunun elindeki sandığı görüp:

"Hayır olsun oğlum nedir o elindeki." dedi.

"Hadisçi'nin hediye ettiği yelek ana." dedi Mehmet.

Bu sırada Mehmet'i süzen Gülbahar, oğlunu süzmeyi onun hançerlerinde bitirdi. Gülümseyerek yüzüne baktı.

"Sınamayı geçmiş, babanla sana yaptığımız hediyelere kavuşmuşsun. Bu demek oluyor ki artık kesin yarışmaya katılacaksın. Allah muvaffak etsin oğlum."

"Âmin. Allah razı olsun ana." dedi Mehmet. Sandığı bir anlığına yere koyup annesinin elini öptü. Birbirlerine sarıldıktan sonra Mehmet, sandığı tekrar yerden alıp:

"Ben yeleği giyip babama yetişeyim ana" dedi.

"Tamam can oğul." dedi Gülbahar.

Annesinin sözü biter bitmez doğruca içeriye üstünü değişmek üzere gitti Mehmet. Bu esnada çadırdan içeriye ağabeyi Orhan, bir hışımla girdi. Annesini görüp selam verdikten sonra:

"Hacı ana duyduklarım doğru mudur? Mehmet tek başına yarışmaya katılacakmış. Üstelik bizim gitmemizin üzeri. Ya başına bir şey gelirse? Kim kurtaracak onu?" dedi.

"Doğrudur oğul. Bir şey olmaz Allah'ın izniyle. Mehmet'i bilirsin küçüklükten beridir sever böyle şeyleri. Allah korusun eğer başına bir şey gelirse de bu haktandır deyip susmak düşer bizlere. Zira kader ağacında hangi dal varsa seçimleriyle birlikte o dala ulaşacak. Dua edelim de bu dal en temizinden bol meyveli olan olsun. Zaten beyimiz, oğlunu kalenin içerisine tek göndermez, önlem almıştır. Tedbir bizden takdir Allah'tan." dedi Gülbahar.

Gülbahar, sözünü bitirmişti ki iç taraftan yeleğini, üstüne de zırhını giymiş vaziyette bulunduğu yerden çıktı Mehmet.

"Oo beyim hayırlı olsun yeni pusatlar. Artık tam hazırsın kale içine tek başına girmeye." dedi Orhan, Mehmet'e bakarak.

"Eyvallah ağabey. Katılmak zorundayım biliyorsun."

"Biliyorum biliyorum ama neden tek? Hem de fetih haberi üzeri." dedi Orhan.

Bunun üzerine Gülbahar:

"Can oğul. Bu haber kardeşin için ek bir fırsat. Kimse ondan şüphe duymaz. Bırak hayalini kurduğu şeyi yapsın." dedi.

Orhan, biraz düşünüp sağa sola bir ikim adım attıktan sonra:

"Tamam ana. Babam da uygun gördüyse bana daha fazla konuşmak düşmez. Allah'a emanet beyim. Yolun açık ola." dedi, imalı bir şekilde.

Orhan, kardeşi Mehmet'i çok seviyor, ilk defa onu tehlikeli biri işte tek başına bırakıyordu. Bir yandan da fethe gitmek üzere yapılan hazırlıkların stresi ile boğuşuyordu.

Ağabeyini üzerindeki stresi fark eden Mehmet, onun yanına gelerek yayını bir kenara koydu. Ağabeyine sıkı sıkıya sarıldıktan sonra:

"Obanın derdi bitmiyormuş gibi bir de biz kardeşlerinle uğraşıyorsun. İşin zor ağabey. Allah kolaylık versin." dedi gülümseyerek.

Bu tavır karşısında birden yumuşayan Orhan:

"Zor zor. Hele de hiç kıramadığın bir hatun kardeşin ve insanları kandırabilen, yetenekli bir bey kardeşin varsa." dedi tebessümle. Akabinde birden kaşlarını çatıp tebessüm ile karışık bir ifadeyle: "Hayde, hayde koş, koş. Yayını al ve babamı yetiş."

"Tamam beyim hemen. Allah'a emanetsiniz." dedi Mehmet. Ağabeyinin gönlünü almanın verdiği huzurla yayını alıp çadırdan ayrıldı. Atının yanına doğru giderken yolda gördüğü kişilere selam verdi. Atın yanına gelince ise iki hamlede ona binip merkezin yolunu tuttu.

Merkeze varmaya kısa bir süre kala nihayet babası ve börülerin yanına vardı Mehmet. Yerleşim alanı görünmeye başladığı vakit börüler yollarını değiştirerek farklı yoldan merkeze geçtiler. Mehmet ve babası da en kısa yoldan gidip demirci dükkanını açarak günlük rutinlerine başladılar.  

Continue Reading

You'll Also Like

Bir Erik Meselesi By Manjima

Historical Fiction

21K 1.4K 17
"Bey bir şey demeyecek misin, Ne oldu, Ne kararı alındı?" Dedemin bakışları ben dışında tüm aile üyelerinde gezindi. Baktığı herkes yerinde kıpırdanı...
145K 14.9K 94
Zengin Kont ailesinin tek kızı öldürüldü. Ama onun adına üzülen yoktu. O ona olan nefreti anlamadı. Bir gün gözünü bir hayalet olarak açıncaya kadar...
10.5K 761 8
"Sana iki seçenek sunacağım" dedi kısık ve boğuk sesiyle. Bir yandan da elindeki kadehi hafifçe sağa sola sallayarak içindeki alkolle oynuyordu. Gözl...
FATİH'İN MÜNECCİMİ By Su

Historical Fiction

23K 1.5K 21
Biraz daha yaşasaydı Hazreti Fatih Ne Venedik kalacaktı, ne Floransa... Ya sonra ? Fatih hayranı genç bir tarih öğrencisi kendini 2. Mehmet'in devrin...