Sen Aydınlatırsın Geceyi (TAM...

By zeynepisiklar

513K 28.7K 1K

Güneş yükseldi. Küçük şehrin ışıkları söndü. Şarap bitti. Son sigarasından son bir nefes doldurdu ciğerler... More

- GİRİŞ -
BÖLÜM 1/1
BÖLÜM 1/2
BÖLÜM 1/3
BÖLÜM 2/1
BÖLÜM 2/2
BÖLÜM 2/3
BÖLÜM 3/1
BÖLÜM 3/2
BÖLÜM 3/3
BÖLÜM 4/1
BÖLÜM 4/2
BÖLÜM 4/3
BÖLÜM 5/1
BÖLÜM 5/2
BÖLÜM 5/3
SESSİZ BİR GECE
BÖLÜM 6/1
BÖLÜM 6/2
BÖLÜM 6/3
BÖLÜM 6/4
BÖLÜM 7/1
BÖLÜM 7/2
BÖLÜM 7/3
BÖLÜM 7/4
BÖLÜM 7/5
DUYURU
BÖLÜM 8/1
BÖLÜM 8/2
BÖLÜM 8/3
BÖLÜM 9/1
BÖLÜM 9/2
BÖLÜM 10/1
BÖLÜM 10/3
FİNAL
YENİ HİKAYE / DUYURU

BÖLÜM 10/2

10K 668 22
By zeynepisiklar

İnsan, karşısına ne zaman neyin çıkacağını bilemiyordu. Değil yıllar sonrasını, bir saat sonra sevinçten göklere mi uçacaksın yoksa ertesi gün acının dibine mi vuracaksın tahmin etmek imkânsızdı. Yalnızca umut edebiliyorduk. Mutlu olmayı, âşık olmayı, başarılı ve güçlü olmayı, yalnız olmamayı, sevilmeyi, aile kurmayı... Her gün o umutla uyanıyor, kimi zaman zafer kazanıp kafamızı yastığa huzurla koyuyorduk, kimi zaman elimiz boş dönüyorduk ve hazırlık yapıyorduk; bir sonraki gün yine umutla uyanabilmek için.

Ama hayat siyah ve beyazdan ibaret değildi ve ben ne yazık ki ara renklerin başladığı noktalardan birinde duruyor, hangi renge tamamlanacağımı görmek için bekliyordum.

Gökyüzünün en canlı maviye boyandığı, çiçeklerin şahane koktuğu, kalbimin bir kuşun kanatlarına eşlik edercesine çarptığı, bir şarkının en hüzünlü melodisinde bile olmadık bir şekilde gülümseyebildiğim o günler geride kalmıştı.

Bora, artık hem vardı hem yoktu. Bir sabah uyandığımda günlerdir alışık olduğum o günaydın mesajından mahrum kalmıştım. Bir sonraki gün yine ve sonra yine... Her gün onun adına bahaneler üreten saf kalbim ancak beş gün dayanabildi. Mesajlaşmalar bitti, aramalar azaldı. Zaten sık görüşemiyorduk; tüm bunlar nem kapmaya müsait aklıma fırsat verdi. Renk cümbüşünden bir anda arafa düşmüştüm. Kalbimin üzerine çöreklenen sinsi bir karanlık vardı ama diyorum ya umut etmeye bayılırız; pes etmedim.

Ona içimi dökmemin hata olduğunu düşünmek istemiyordum. Onu uzaklaştıran sebep bu muydu? O kadar mı korkuyordu kendini açıklamaktan? O kadar mı kötüydü söyleyecekleri? Ne olacağını düşünüyordu? Her şeyi anlattıktan sonra yanında durmayacağımı mı? Yoksa kendi mi daha fazla yanımda duramayacaktı?

Heyecanla hazırlanırken, içimdeki huzursuzluğu bastırmak için elimden geleni yaptım. Sarp'a durumumu çaktırmamak için canla başla uğraşıyordum zaten. Çünkü biliyordum ki gözleri her an üzerimdeydi. Yine yıkılacağımdan korkan o temiz kalbi sürekli kolluyordu beni. Kendime verecek cevabım olmadığı için Sarp'a herhangi bir şey açıklayamıyordum tabii.

Bir saat kadar sonra Sarp'la çıktık evden. Her şey yolundaymış gibi oradan buradan sohbet ettik yol boyunca. Bu geceyi planlayanın Sinem olduğunu ve Bora'nın beni ayrıca çağırmamış olmasını düşünmemeye çalıştım. Hatta ona günler sonra görüşebileceğimizi söylediğimde bunu olağan karşılamış olmasına da bozulmamalıydım! Belli ki Bora, kozasına yeniden sarılıyordu ve ben onu tamamen kaybetmemek için ne kadar süre daha dayanabileceğimden emin değildim.

"Hadi," dedi Sarp, arabadan inerken. Geldiğimizi bile fark etmemiştim.

Arabadan inip elbisemi ve saçlarımı düzelttim. Bu gece hangi noktada durduğumuzu anlayabilmeyi diledim. Derin bir nefes alıp sakinleşmeye çalışarak Sarp'ın yanına yürüdüm.

"İyi misin?"

"Evet," dedim. "Akşam fazla yedim sanırım."

"Tabağındakileri bitirmedin bile."

"Çok yemiş gibi hissediyorum ama..."

Kafasını iki yana sallayıp inanmadığını gösterdi ama üzerime de gelmedi. Geçit'e vardığımızda herkes oradaydı. Hatta hostes kızlarımızın hepsi oradaydı. Cansu ve Ayşe'yle uzun zamandır görüşmediğimiz için kucaklaştıktan sonra Sinem'e ve diğerlerine selam verip benim, hatta bizim için ayırdıkları tabureye oturdum.

"Bora nerede?"

"Odasındadır," dedi Sinem hemen. "Mesaj at istersen. Sen olmadan inmiyor ki yanımıza."

Hüseyin gülerek Sinem'i onayladı. "Ben geldiğimizi söylemek için mesaj attım ama yarım saat oldu inmedi aşağıya."

"Tamam," dedim gülümsemeye çalışarak. "Şimdi mesaj atarım."

Yalnızca geldik yazdım. Cevap vermedi ama yanımıza gelmesi de uzun sürmedi. Direk arkama geçip bana sarıldıktan sonra kafamın üstünden öpüp, nasıl olduğumu sordu. Sanki beş gündür sessizlik yemini eden kendisi değilmiş gibi. Her şey normalmiş gibi...

"İyiyim, sen?"

"Seni gördüğüm için iyiyim." Sarp'la ve diğerleriyle selamlaştıktan sonra içkilerimizi almak için içeri girdi.

O... Bora, her zamanki gibiydi. Hani gerçekten iyi gibiydi. Kendi kendime kuruntu mu yapıyordum günlerdir?

Dayanamayıp geri döndüğünde, "Sessizdin birkaç gündür," dedim.

Önce, "Babamın çok işi vardı, ona yardım etmeye çalışıyordum," dedi ama kısacık bir an durakladıktan sonra, "Bir de düşünüyordum," diye ekledi. "O gün anlattıklarını ve bunu neden yaptığını..."

"Nasıl yani?"

"Sonra konuşalım olur mu? Yalnız kaldığımızda?"

"Tamam." Demek o kadar da iyi bir oyuncu değildim. Onun bana açılmasını istediğimi anlamıştı. Bu güzeldi aslında. Artık bir adım atması gerektiğinin farkında olduğu anlamına geliyordu. Günlerdir düşündüğüne göre ve o kadar zaman düşünüp de bana hala sıcak davrandığına göre verdiği karar bana kara bulutları getiremezdi, öyle değil mi?

"Armağan," diye seslendi birden Sinem. "Bak Ayşe'nin eski komşusu veterinermiş. Konacık'ta kendi kliniği varmış hatta. Onunla görüşmek ister misin?"

"Yani eleman arıyorsa, neden olmasın!" dedim sevinerek.

Ayşe hemen, "Açıkçası hiçbir fikrim yok," dedi biraz mahcup. "Gülşen'i seneler öncesinden tanıyorum. İyi bir kızdır. Ara ara görüşürüz. En azından tanışmanızı isterim. Beraber çalışamayacak olsanız bile sana yardımcı olabilir diye düşündüm."

"Bu harika olur Ayşe," dedim samimiyetle. "Teşekkür ederim. Size ne zaman uygunsa bana haber verin yeter."

"Süper," dedi ellerini çırparak. "Ben yarın ararım onu, en yakın zamanda buluşuruz."

Yazın bitmesine çok da az bir zaman kalmışken, benim daha ne yapacağıma dair en ufak bir fikrim yoktu. Babamların desteğiyle uzun süre devam edemezdim.

Bora'nın bacağımın üzerindeki eli destek verircesine hareketlenirken, gözlerinin içine bakıp onunla bir geleceğimizin gerçekten olup olmadığını merak ettim. Kendime burada bir hayat kurmayı gerçek anlamda başarabilecek miydim? Sevdiğim düzenli bir işim, Bora'yla muazzam giden bir ilişkim, belki ilerde kendi evim... Hayal etmesi o kadar keyifliydi ki, kalbim hissettiğim coşkuyla sarsılıyordu.

"Sen burada kalmayı düşünmüyor musun Sarp?" diye sordu Hüseyin sohbetin arasında. "Burada fotoğrafçılık sana pek kazandırmayabilir ama zaten sabit bir işin yok değil mi?"

O an Bora'nın da benim de gözlerimiz Sinem'in üzerine döndü. Bu cevaba umutsuzca olumlu bir cevap bekleyen ifadesi o kadar kırılgandı ki Sarp'a içten içe kızmadan edemedim.

"Burada zor olur," dedi Sarp. "Zaten bunu paraya çevireceksem sabit bir yerde durmam da mümkün görünmüyor."

Duyduğum en yarım yamalak, sevimsiz cevaplardan biriydi. Sinem'in bakışlarındaki ışık söndü. Bile bile lades dese de insan ket vuramıyordu kalbine.

Masamızın üzerindeki kara bulutlar ne yazık ki sonrasında da dağılmadı. Belki bir, iki saat daha sürdü gittikçe anlamsızlaşan sohbetlerimiz. Artık gitmek istiyordum. Bir an önce Bora'yla yalnız kalıp konuşmak ve içimi rahatlatmak için can atıyordum.

Tam o sırada Bora'nın bacağımdaki eli kasıldı. Ne olduğunu anlamak için yüzüne bakınca onun dosdoğru karşıya, sokağın girişine baktığını gördüm. Berrak'la Burak sokağın köşesindeki marketin önünde birileriyle konuşuyorlardı. Aslında sohbet eden daha çok Berrak'tı. Bu karanlıkta görebildiğim kadarıyla Burak'ın tüm dikkati üzerimizdeydi. Neden?

"İnanamıyorum," dedi Sinem. "Nasıl utanmadan sana böyle rahatça bakabilir aklım almıyor."

"Bana mı?" dedim şaşırarak.

"Kör müsün Armağan? Sana bakıyor işte."

"Ben daha çok bize baktığını düşündüm."

"Hayır, sana bakıyordu ve sonra Bora'yı fark etti," dedi Sarp. "Gidip o çocuğun ağzını burnunu kıracağım! Ona bir kere hayır dedin daha ne diye gözü sende!"

"Ona hayır mı dedin?" diye sordu Bora sertçe. "Ne için?" Kararan gözlerine ve daha önce sanırım hiç görmediğim yüzündeki karanlık ifadeye şaşırarak baktım.

Ortalık git gide karışıyordu. Buna neden bu kadar takıldıklarını bilseydim belki onlara hak verebilirdim.

"Hiçbir şey için Bora. Önemli olan tek bir saniyesi bile yok."

Bir an için gözleri yüzümde dolandı sonra bir kere kafasını salladı. Sarp'ta neyse ki ağzını açıp ortalığı kızıştıracak bir kelime daha etmedi.

"Gidebilir miyiz?"

"Tamam," dedim dünden razı olduğum için; çantamı hızlıca omzuma takıp Sarp'a döndüm. "Görüşürüz."

Bora, kimseyle vedalaşma gereği duymadan elimden tutarak otoparka doğru yürümeye başladı. Adımları gergin ve gereğinden hızlıydı. Benden yana bakmıyor çoktan geçmişin o karanlık kapısından içeri adım atmış gibi görünüyordu. Cebinden sigara paketini çıkarıp da daha arabaya binmeden bir tanesini yakarken dikkatle izledim onu.

Neydi onu bu kadar öfkelendiren? Gözlerine o buzdan soğukların yerleşmesine sebep olan? Aklıma düşen ilk neden elbette o kızdı. Mine'yle mi ilgiliydi tüm bunlar?

Bu gizeme daha fazla katlanamayacağımı o an anladım. Bu gece, o veya bu şekilde bana neler olup bittiğini anlatmasını istiyordum. Herkesin bildiği ama ısrarla benden gizlenip Bora'nın anlatmasını uygun gördükleri tüm o bilgileri Bora'dan almak istiyordum. Belirsizlik göğsümü sıkıştırıyor, gittikçe büyüyen ve büyüdükçe içimde yer eden bir huzursuzluğa sebep oluyordu. Hem babası da onu zorlamamı söylememiş miydi? Haklı olmasını umdum. İşe yaramasını ve tüm bunları geride bırakabilmeyi umdum.

Alt tarafı on dakika sürecek olan yolu Bora'nın derin ve sonsuza dek sürecekmiş gibi hissettiren sessizliği yüzünden karnıma ağrılar saplanarak geçirdim. Eve girmemizle Bora, buzdolabına ilerleyip kendisine bir şişe bira çıkarırken benim de içip içmeyeceği mi sordu.

"Olur," dedim kısaca.

Kanepede yanıma yerleşir yerleşmez, "Ne olduğunu anlatır mısın?" diye sorarak hızlı davrandı Bora. İçimde tuta tuta koca bir yumak haline gelip birbirine karışan sorularımı kısa bir süre daha askıda bırakacaktım. "Anlatacak bir şey yok," dedim ciddiyetle. "Sarp biraz yanlış ifade etti."

"Olsun, sen yine de anlat."

"Pekâlâ... Bodrum'da dışarı çıktığımız ilk gece Taktak'a gittik. Sarp sanırım içki almak için ya da emin değilim tuvalete gitmek için de olabilir, yanımdan kısa süreliğine ayrıldı."

"Ve o anında yanına damladı."

"Hayır, aslında yanıma gelen Berrak'tı. Önce Sarp'la tanışmak istediğini düşündüm. O da Sarp için gelmediğini söyleyince şaşırdım."

Bu Bora'yı gülümsetti ve aynı anda rahat bir nefes almayı başarabildim. Beklediğim kadar korkunç bir gece olmayabilirdi. "Senin için mi geldiğini sandın?"

Bana da bulaştırdığı gülümsememle, "Evet," dedim. "Yani dolaylı olarak da olsa benim için gelmiş. Hayal meyal hatırlıyorum; 'Arkadaşlarımızdan biri seni beğendi' gibi bir şey söyledi ve beni takıldıkları masaya çağırdı."

Sinirle, "Sarp'ı umursamadılar bile," dedi. Yetişemediğim bir hızla değişen duygularına adapte olmak zorlayıcıydı.

"Hayır," dedim alelacele. "Bak üstünden zaman geçti. Doğru sıralamayla anlatamıyorum. Önce Sarp'la beraber olup olmadığımızı sordu. Hiç benzemediğimiz için bizi birçok kişi sevgili sanıyor, buna alışkınız. Sorusunu yadırgamadım. Hatta sevgili olmamıza ihtimal vermesine rağmen cesaretine şaşırdım. Dediğim gibi Sarp için geldi sanmıştım."

Kafasını salladı. Devamı olduğunu biliyordu ki aslında hiçbir saniyesi bile bu sohbeti yapmamıza değmeyecek şeylerdi.

"Beni masalarına davet ettiği sırada Sarp geldi ve benim rahatsız olduğumu anladığı için oradan çıkmak üzere olduğumuzu söyleyerek beni kurtardı."

"Bu kadar mı?"

"Tam olarak neyi kafana taktığını anlamıyorum."

"Benimle tanışmandan önce oldu bu, değil mi?" diye sordu benim gizli sorumu duymazdan gelerek.

"Evet," dedim onu gördüğüm ilk günü hatırlayarak. "Aslında seni ilk kez o gün gördüm. Taktak'tan çıkıp Geçit'e geldik ve sen ofisin olduğu binanın kapısının önünde duruyordun."

"Bunu sana ne zamandır soracaktım," dedi. Bedeni az önceki gerginliğinden hafifçe sıyrılarak rahatlarken arkasına yaslandı. "Beni nerede gördüğünü... Sahilde darmadağın vaziyette oturan bir sarhoşun yanına gitmeye nasıl karar verdiğini..."

O süre zarfında Sarp'ın sapık olduğumu söyleyerek benimle dalga geçmesini hatırlayınca utandım. Neyse ki tenim ısınan kulaklarımı saklayacak kadar yanık ve koyuydu.

"O kapının önünde gördüm ve seninle tanışmak istediğimi düşündüm. Seni..."

"Takip ettin ve..."

Kafamı sallayarak, "Sahile kadar izledim," dedim. "Yanına gelmeye hemen cesaret edemedim tabii."

"Yanıma gelmek istemene bile şaşırıyorum Armağan."

"Neden? Hiç de kötü adamlara benzemiyorsun."

Dudaklarını büzüp kafasını iki yana sallarken dediklerime itiraz eden düşüncelerini görebiliyordum.

"Başka?" diye sordu. "Bu kadar mı? Sarp birkaç defa olmuş gibi konuştu."

"Bir kere de plajda karşılaştık. O gün kardeş olduklarını ve Berrak'ın aslında beni kardeşi için çağırdığını öğrendim. İtiraf etmedi tabii ki. Sadece Burak, akşam için bizi Taktak'a çağırdığında tahmin ettim."

"Ve kabul etmedin?"

"Hayır, tam olarak değil. Bak bu konunun bu kadar uzun uzadıya konuşulması gerektiğini düşünmüyorum. Senin için nedenini anlamadığım bir şekilde önemli olduğunun farkında olduğum için hiçbir açık vermeden anlatmaya çalışıyorum ama sen de bana karşı dürüst olmalısın."

Onay vermesini bekledim ama hiçbir tepki alamayınca sıkıntıyla iç çekerek söyleyeceğim son cümleleri de ekleyerek konuyu kapattım.

"Akşam için başka planlarım olduğunu söyledim yanlış hatırlamıyorsam. Sarp'a da anlattım o da sinir oldu zaten çocuğa. Konu da öylece kapandı gitti." Biramdan bir yudum daha alırken Bora çoktan ikinci şişesine geçmişti. "Şimdi anlatacak mısın?" diye sordum. "Neden bu kadar rahatsız oldun?"

Birden ayağa kalkıp salonun ortasında dolanmaya başladı. "Anlatamam."

"Bora..."

"Anlamıyorsun. Her şey karmakarışık. Ne anlatacağımı bile bilmiyorum ki!"

"Evet, anlamıyorum," dedim onu sakinleştirmek için elimden geldiğince yumuşak bir tonla. "Ama anlamak istiyorum. Seni dinlemek istiyorum. Soru sormadan sadece senin anlattıklarınla yetinebileceğimi biliyorsun ama beni bu kadar karanlıkta bırakmandan hoşlanmıyorum."

"Üzgünüm," dedi bir eliyle yüzünü kapayıp evin içinde dolanmaya devam ederken. "Ben..." Durdu, elindeki birayı bıraktı. Karşıma geçip de yere diz çökünce şaşırarak oturduğum yerde doğruldum. Uzanıp ellerimi tutarken gözlerini yakalamaya çalıştım ama bana bakmaktan kaçınıyordu. Göğsüm sıkıştı. Az sonra ağzından çıkacak olan şeylerden hiç ama hiç hoşlanmayacağımı hissedebiliyordum.

Avucunun içine aldığı ellerimden ayırmadan bakışlarını, "Seni de kendi bataklığıma çekiyorum," diye mırıldandı

"Saçmalıyorsun," diye itiraz ettim hızla. İlerleme kaydettiğimizi düşünmüştüm! Her şey çok güzeldi. Değil miydi?

"Beni dinle!" dedi bu sefer gözlerime bakarak. "Seni üzmem kaçınılmaz. Eninde sonunda olacak olan bu. Baksana şu anda bile ne haldesin!" Aklında dolanan her neyse kafasını iki yana sallayarak, "Olmaz," dedi. "Beni düzeltemezsin, iyileştiremezsin."

"Birkaç gün öncesine kadar sana ne kadar iyi geldiğimden bahsediyordun Bora. Yalan mı söylüyordun? Kendini mi kandırıyordun?"

"Hayır, Armağan. Yalan söylemiyordum ama bazı şeyleri değiştiremiyorum. Geçmişi silemiyorum. Kendimi suçlamaktan vazgeçtiğimi zannederken, kendimi yine o noktada bulmaya devam ediyorum."

"Ne için kendini suçluyorsun? Kaza geçirmemiş miydi?" diye sordum. Artık onu üzer miyim, yaralar mıyım, gözlerine yine karanlık bir perdenin inmesine sebep olur muyum diye düşünecek zamanı geçmiştim.

Ellerimi bıraktı. Salonda dört dönmeye devam ederken Bora'nın da artık kendini daha fazla tutamayacağını anladım. Gözlerinin altı kararmış, sürekli kafasına giden elleri yüzünden saçları dağılmıştı, dudakları mutsuzlukla çevrelenmişti. Sanki dakikalar içerisinde kilo vermiş gibi görünüyordu.

Uzanıp birasını masadan aldıktan sonra birkaç yudumla şişeyi yarıladı. "O benim kardeşim gibiydi," dedi derin bir soluk aldıktan hemen sonra.

Burak'tan bahsettiğini anlamak çok da parlak bir zekâ gerektirmiyordu. Çirkin bir aldatılma hikâyesi dinleyeceğimi tahmin ederek gerildim. İnsanların birbirlerinin kalbini böylesine kolayca kırabilmelerinden, böylesine acımasız olabilmelerinden ve bunlardan böylesine etkilenecek kadar aciz olmamızdan nefret ettim.

"Ortaokul ikinci sınıftaydık o Ankara'dan geldiğinde. Bizim zaten bir grubumuz vardı ve o da çabucak dâhil oldu aramıza. Seneler geçirdik beraber Armağan. Sarhoş olduk, kavga ettik, dayak yedik, aynı takımda üç sene oynadık. Yedi, yirmi dört beraberdik anlıyor musun?"

Yalnızca kafamı sallayabildim.

"Benim kardeşim yok. Yani Yankı'dan başka ama Burak'ı da Yankı'dan hiç ayırmadım. Diğerleri bir yana ikisi başka yanaydı. Kendinden çok güvendiğin bir insan var mı?" Durdu, ben daha ağzımı açmadan, "Sarp gibi mesela," dedi. "Eminim ona kendinden çok güveniyorsundur. Bu ikisi benim için öylelerdi. Sonra o gitti... O..."

Birayı kafasına diktikten sonra geri dönüp tam karşıma geçip orta sehpaya oturdu. Bakışlarımız buluştu. Kalbim ezildi. O gözlerde öyle fazla acı vardı ki...

"Seni arkandan bıçakladı," diye tamamladım sözlerini. Ölmüş bir kızdan nefret etmem suç muydu? Nasıl kıyabilmişlerdi Bora'ya? Neden yapmışlardı ki bunu? Bu kadar mı seviyorlardı da birbirlerini... Hiç mi engel olamamışlardı kendilerine?

Beni onaylaması için sözlerine ihtiyacım yoktu. Gözkapakları bir kere gizledi şimdi buğulu bakan yeşil gözlerini.

Öfkelendim. O kız Bora'yı aldatmıştı ve Bora hala onun yasını mı tutuyordu? Hem de Burak'ın hiç umurunda değilmiş gibi görünürken! Tamam, belli ki Bora sevmişti. Kız sevmemişse ne olacaktı ki! Yas tutuyor olmasına tek kelime edemezdim ama onu hala sevmesini kaldıramıyordum işte. Sana bunu yapan birini nasıl sevebilirdin ki?

"Beraberlermiş," diye mırıldandı.

Dilimin ucuna kadar gelen tüm sözcükleri yuttum. Ağır konuşmak istemiyordum çünkü hala haddim olmadığını hissediyordum. O çizgiyi aşmış değildik. Kızgınlığının bir tek Burak'a karşı olması o kadar anlamsızdı ki... Mine'nin ölmüş olması kötüydü. Kimsenin böyle bir kayıp yaşamasını istemezdim ama üzülerek söylüyorum ki bu kıza karşı en ufak bir şey hissedemiyordum. Hele ki şimdi, şu anda. Ölmüş olması onu affedilebilir mi kılıyordu? Peki, bunu düşünmek beni vicdansız mı yapıyordu? Fırat'ı herhangi bir koşulda affettiğimi hayal edemiyordum.

"Bilmiyorsun," dedi bir anda.

"Neyi?" diye sordum şaşırarak.

"Hiçbir şeyi. Yüzünden okuyabiliyorum düşüncelerini. Bana kızıyorsun. Onun... Mine'nin yasını bunca zaman tutmaya devam ettiğim için."

"Ben... Yani Bora... Ne diyebilirim, ne düşünebilirim ki..."

"Bilmiyorsun. Benim ne yaptığımı, neler olduğunu..."

"Anlat o zaman."

Bir kez daha ayağa kalktı. Sırtını dönüp mutfağa doğru ilerledi. Yine kaçıp anlatmayacak mıydı? Öğrendiklerime rağmen ölmüş bir kadının yasını tutan bir adamın kalan parçalarını ne kadar süre daha toplayabilirdim?

Elinde iki yeni şişeyle geri döndü. Bu sefer yanıma oturup sırtını kanepeye yasladı. Biranın kapağını açıp bana uzatırken kendi şişesinden koca bir yudum aldı. Göğsüm sıkıştı.

"Bora..." dedim. Kısa bir an yüzüme bakıp yine önüne döndü. Gözleri burada olmayan birinin üzerindeydi. Geçmiş zamanın izlerinin üstünde geziyordu. Kayboluyordu.

"Kavga ettik," diye başladı anlatmaya. "Sürekli kavga ediyorduk zaten. Uzun bir süredir. Git gide yıpratıcı, yıkıcı bir hal alıyordu bu kavgalar. Ona yetmiyordum, yetemiyordum. Hiçbir şekilde. Benden aldıkları, benim verebileceklerim... Sınırlıydı ve o gün geçtikçe hırçınlaşıyordu."

Yeniden yüzüme baktığında dudaklarına buruk bir tebessüm yerleşmişti. "Her şeyden önce arkadaştık biz," dedi. Ben de ona önce arkadaş olmayı başarmamız gerektiğini söylemiştim. İçimdeki siniri dudaklarımdan çıkarırken, hafifçe yanağıma dokundu. Derin bir iç çekişten sonra bıraktım soluğumu. Yargılamadan dinlemek zorundaydım.

"Çocuktuk birbirimizi tanıdığımızda. Ötesini düşünebilecek kadar gelişmiş değildik. Yerden yüksek oynadığımız, kızların ip atladığı, erkeklerin kızların saçını çekip ilgilerini belli ettikleri dönemlerde. Güzeldi benim için. Onun yanında çocuksu bir heyecana kapıldığımı hatırlıyorum. Nasıl olduysa bir şekilde senelerce aynı sınıflarda okumaya devam ettik. Geçen bu zamanla da başka türlü sevmeyi öğrendik birbirimizi."

"Doğal olan bu değil mi?"

"Ona yetecek kadar değildi." Gerildi. Oturuşu dikleşti. Dirseklerini dizine dayarken, "Bak," dedi hırsla. "Bende olmayan bir şeyi nasıl verebilirdim ki? Seviyordum işte. Senelerimi geçirmiştim onunla. Kendimi bildim bileli vardı. Ama o hep daha fazlası olsun istedi ve ben bunun ne olduğunu farkına varamadığım onca zaman daha geçti."

"Sevginden daha başka ne istiyordu ki?"

"Onu sevmediğimi söylüyordu," dedi ciddiyetle. "Onu kıskanmıyordum, ona herhangi bir konuda baskı yapmıyordum, sürekli görüşmek için sıkıştırmıyordum. Bunun dışında çocuksu heyecanımız gibi gençlik ateşimizde geride kalmıştı. Sevsem böyle olmayacağını, olmayacağımızı söyledi."

"Alışkındın ona," dedim fark ettiğim şeyle. "Seviyordun da aslında ama..."

"Haklıydı," diyerek hem beni hem de Mine'nin söylediklerini onayladı. "Bana o gün, sen sevmesini bilmiyorsun ki dedi. Korkaksın, diye bağırdı çağırdı. Bunun ne kadar doğru olduğunu birkaç saat sonra o öldüğünde öğrendim."

Dilim tutuldu. Düşüncelerimi bir düzene koymayı başaramadım. Eksikti anlattıkları, yarımdı ve ben boşlukları nasıl dolduracağımı bilemiyordum.

"Mine'yi kendimden uzaklaştıran bendim," dedi. "Kavgalar büyüdükçe, uzadıkça kaçacak delik arar oldum. Görüşmelerimiz azaldı, konuşmalarımız. Bir yerden sonra onu dinlemeyi bıraktığımı hatırlıyorum çünkü aynı şeyleri tekrar edip duruyordu. Geçit'te çalışmamı istemiyordu. Bodrum'da yaşamamı istemiyordu. Berrak'tan ve diğer kızlardan uzak durmamı istiyordu. Sanki sürekli onu aldatma ihtimalim varmış gibi..."

Kendisi seni aldatabileceğini bildiği için böyle düşünüyordu, demek istedim ama dilimi ısırmakla yetindim. Ölen bir kıza hakaret etmek istemiyordum. Hele ki Bora içindekileri sonunda dökmeye başlamışken.

"Seni kıskanıyor olması bunu senin hatan yapmaz Bora," dedim yalnızca.

"Belki ama bu gerçekleri değiştirmiyor. Ondan uzaklaştım. Çünkü artık boğuluyordum. Bir yandan ayrılmak istiyordum ama..."

"Seviyordun," dedim.

"Hayır. Ailelerimiz bu işin sonunu getirmek istiyordu. Yüzüp yüzüp kuyruğuna kadar gelmiştik ve ben bundan nasıl geri adım atacağımı bilmiyordum."

"Sorunun ailelerinizle alakalı olduğunu sanmıyorum," dedim dürüstçe. Bora'ya herhangi birinin istemediği bir şeyi yaptırabileceğini sanmıyordum.

"Değildi de zaten. Mine'yi..." Durdu. Birasını bitirip boş şişeyi masaya bıraktıktan sonra birkaç kere yüzünü ovuşturdu. "Onu ne zaman sevmeye başladığımı hatırlamıyorum," dedi. "Ne zaman sevmeyi bıraktığımı da..."

"Onlarca insanın buna benzer şeyler yaşadığından eminim Bora. Bak, seni rahatlatmak için söylemiyorum ama kendine gereğinden fazla yükleniyormuşsun gibi geliyor bana. Her birliktelik sonsuza dek sürecek diye bir kaide yok ya..."

"Dürüst davranmadım, Armağan. Ona, onu sevmediğimi söyleyemedim çünkü kendime bile itiraf etmiş değildim. Sürüklenip gidiyorduk. Kendime bunu düşünmek için çok zamanım olduğunu söyleyip duruyordum. Ayrılmak istersem onu kıracağımdan, yaralayacağımdan korkuyordum. Ailesi, ona karşı cephe alabilecek kadar geri kafalıydı ve bu sıçtığımın göt kadar memleketinde ona huzur vermezlerdi. Ona tüm bunları yaşatmak istemedim. Çıkar yol arıyordum ama o kadar salaktım, o kadar kördüm ki işleri çok daha kötü bir hale soktuğumu fark etmiyordum."

"Bora," diye söze başladım ama konuşmama izin vermedi. Aldatıldığı için kendini suçluyor olmasına hem şaşkınlıkla hem sinirle bakıyordum.

"Hayır," dedi uzanıp elimi kısacık bir an okşayarak. "Kendimi bunun için suçlamıyorum. Kimse aldatılmayı hak etmez ama yine de onu bu yola itmekte payım olduğunu düşünmeden de edemiyorum."

"Benim anlamadığım bunların hepsini neden hala bu kadar çok kafana taktığın... Ya da kafana takılan bunlar değilse ne?"

"Kavga ettiğimiz o gün, ikimiz de birbirimize karşı nazik değildik. Ben susarak savaştım, o küfürler yağdırarak. Onu çileden çıkardığımı bilmeme rağmen, son veremedim ve gitti. Onun yanına. Burak'ın. Tüm gün hatta tüm gece içmişler. Sonra motora binip..."

"Bunu bilemezdin Bora. Her gün dünyanın onlarca yerinde kaza oluyor. Adı üstünde kaza ve bunun seninle hiçbir alakası yok. İçen onlar, buna rağmen motorun tepesine çıkan onlar."

"Burak iti motor uçurumdan düşmeye başlarken kendini kenara atmayı başarmış. Kolu ve iki parmağı kırıldı. Kafasında, yüzünde ve vücudunun birkaç yerinde sıyrıklar vardı. Bu kadar. Mine ise... Onu tanıyamadım Armağan."

Uzanıp elini tutarken onu nasıl rahatlatacağıma dair en ufak bir fikrim yoktu. Yaşadıklarının her biri kötü, çok kötü şeyler olsa da aslında tüm sorun Bora'nın kafasının içindeydi. Kendi düşüncelerinin tutsağı olmuş, onları bir dağ haline getirmiş ve belli ki o dağın altında kalmıştı. Sağlıklı düşünemiyordu. Geçmişinde, Mine'nin hayaletiyle yaşamaya devam ediyordu. Hem de aslında onu artık sevmediğini söylemesine rağmen. Bu nasıl bir çıkmazdı? Ne yapabilirdim ki ben? Ona neyin doğru neyin yanlış olduğunu nasıl açıklayabilirdim?

"Kayalıklara çarpmış, omurgası kırılmış. Yüzünden bahsedemem bile..."

"Üzgünüm," diye mırıldandım.

"Onunla açık açık konuşsaydım bunların hiçbirinin yaşanmasına gerek olmayacaktı. İsterse Burak'la birlikte olabilirdi ya da onu buradan göndermek için bir yol bulabilirdik."

"Bazı şeylerin önüne geçemezsin Bora."

Sinirli bir gülümseme yerleşti dudaklarına. "Hamileymiş," dedi fısıltıyla. Nefesim kesildi. Bunu söyleyebileceğini tahmin etmem imkânsızdı. "Anlamıyorsun Armağan, anlatamıyorum. Neler hissettiğime dair hiçbir fikrin yok çünkü ben bile artık ne hissettiğimi ne hissetmem gerektiğini bilmiyorum. Bunca zaman tek kişiye bile tek kelime etmedim. Bunu babam, Burak, Yankı ve Mine'nin ailesi dışında kimse bilmiyor. Berrak'a bile söylemediğine eminim."

"Ben... Yani sen... Bunları yaşamak zorunda kaldığın için çok üzgünüm Bora. Çok acı vermiş olduğunun hatta hala acı çektiğinin farkındayım..."

"Ama yine de sana fazla geliyor değil mi?"

Bazı konular vardır ki kendini karşındakinin yerine koyar, onu anlamaya çalışır, çoğunlukla da başarırsın. Bunu denemen bile yeter bazen. İki akıl, iki kalp bir olur, öyle ya da böyle bir çözüm yolu bulunur. Ama bazı konular vardır ki yaşamadan bilemez, ahkâm kesemezsin. Hiçbir kayıp yaşamadan birinin kaybının acısını gerçekten hissedebilir misin? Denersin, denersin de yeterli gelmez. Söyleyeceklerin hiçbir anlam ifade etmez.

İşte, tam bu sebeple tutulmuştu dilim. Anlam veremediklerim ve anlamaya çalışıp da işin içinden çıkamadıklarımla duruyordum karşısında sessizce. Onu çok sevdiğimi söylemek istiyordum. Sevgim yetmez mi geçmişi temizlememize diye sormak istiyordum. Sonra bunun bencillik ve aptallık arasında ince bir çizgi olduğunu fark ettiğim için susmaya devam ediyordum. Benim ne hissettiğim değildi ki mühim olan...

Ben sustukça anlatmaya devam etti Bora. Çözülmüştü bir kere, kusuyordu içini kaplamış olan tüm o karanlığı.

Bir buçuk aylık hamileymiş Mine. Burak'la olan ilişkisi yüzünden bebeğin kime ait olduğunu kesin olarak bilmeleri imkânsızmış ama bu doğal olarak Bora'nın umurunda değildi. Bir can kaybettiğini zannederken, bir can daha gitmişti o canın içinden. Kelebek etkisi, dedi kendinden çok beni ikna etmek için. Attığı adımların sonucu olarak onları uçuruma sürüklediğine tüm benliğiyle inanıyordu.

"Armağan..." dedi elini bir an için yanağıma koyup. Parmağını gözlerimin altında gezdirince anladım gözyaşlarımı sildiğini. "Özür dilerim."

"Niye?" dedim ince, tiz bir sesle. "Sen ne yaptın ki?"

"Seni üzmek istemedim. En başından beri isteyeceğim son şey seni üzmekti."

"Beni üzen sen değilsin ki..." Beni üzen hayatın ta kendisiydi. Ellerini uzattığında avucuna hangi payın düşeceğini bilemediğin, iyi-kötü sürprizle dolu olan hayat üzüyordu beni.

"Daha iyiyim," dedi birden. "Gerçekten. Sen karşıma çıktığından beri daha iyiyim."

Gülümsedim. Âşık olduğum yeşil gözlerine doya doya baktım. Uzanıp iyice uzamış saçlarından geçirdim parmaklarımı. Yanağını okşadım.

"Biliyorum," dedim. "Görebiliyorum. Sözünü tuttun. Denedin."

"Sana anlatmam bu kadar zaman aldığı için özür dilerim. Seni karanlıkta bırakmak istemedim ama her şeyi ilk defa yüksek sesle anlatıyorum ve..."

"Bu senin için kolay değil, değildi. Anlıyorum. Kızmıyorum," dedim samimiyetle.

"Ama?" dedi. Bir şeyler olduğunu seziyordu.

***

Sonunda! diyorum. Sonunda anlattı da bir rahatladım ya! 

Söyleyin bakalım Armağan'ın 'ama'dan sonra gelecek olan cümlesi ne? Sizce aklından neler geçiyor. Bora yaralı ama haklı mı? 

Armağan'ın elinden ne gelir? Bu açıklamadan sonra nasıl davranmasını beklersiniz?

Sanırım son bir bölüm daha var ve ardından finali yazacağım. 
Havada kalan karakterler üzerine düşündüm ama işin içinden istediğim tatta çıkamadım. O yüzden böyle devam edelim. 🙏

Yorumlarınızı merakla bekliyorum. 

Görüşürüz arkadaşlar. :*

***

İnstagram: zeynepisiklar / zeynepinkitapligi_

Facebook: Zeynep Işıklar

***

Continue Reading

You'll Also Like

76.1K 3.5K 40
Erkek lisesindeki Kızlar'ın ikisidir. Hayattaki tek şeyim oydu. Ama onu kaybedeli tam altı ay olmuştu. Borası için gitmişti. Kendi canını hiçe sa...
27K 2.3K 7
Keskin bakışlarıyla herkesi ürperten bir mafya lideriydi o... Küçük bir çocukken okul önlüğüne bulaşan kan lekeleri, koyu bir katrana dönüşüp ruhuna...
1.1M 62.1K 86
Sahi; kaç yıl, kaç ay, kaç saat, kaç dakika, kaç saniyesi vardı nefes alması için? İlk yayınlanma tarihi: 01.03.2016
6.1M 211K 61
Geçmişin sırları her gün biraz daha açığa çıkarak her gün biraz daha ilmik, ilmik kanatarak yaralayacaktı herkesi. Yaşanan hayal kırıkları, geride ka...