KELEBEK ETKİSİ

tubux2 द्वारा

330K 21.5K 3.6K

KARANLIK HİÇ BU KADAR IŞIK SAÇMAMIŞTI. İnsanların gizemli ve kutsal bulduğu mucizevi bir çiçektir lotus. Yeni... अधिक

Giriş
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm - Ek Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm
31. Bölüm
32. Bölüm
33. Bölüm
34. Bölüm
35. Bölüm
36. Bölüm
37. Bölüm
38. Bölüm
39. Bölüm
40. Bölüm
41. Bölüm
42. Bölüm
43. Bölüm
44. Bölüm - Ek Bölüm
45. Bölüm
46. Bölüm
47. Bölüm
48. Bölüm
Sezon Finali
Kelebek Etkisi 2 - 1. Bölüm
Kelebek Etkisi 2 - 2. Bölüm
Kelebek Etkisi 2 - 3. Bölüm
Kelebek Etkisi 2 - 4. Bölüm
Kelebek Etkisi 2 - 5. Bölüm
Kelebek Etkisi 2 - 6. Bölüm
Kelebek Etkisi 2 - 7. Bölüm
Kelebek Etkisi 2 - 8. Bölüm
Kelebek Etkisi 2 - 9. Bölüm
Kelebek Etkisi 2 - 10. Bölüm
Birkaç dakikanızı ayırır mısınız?
Kelebek Etkisi 2 - 11. Bölüm
Kelebek Etkisi 2 - 12. Bölüm
Kelebek Etkisi 2 - 13. Bölüm
Kelebek Etkisi 2 - 14. Bölüm
Kelebek Etkisi 2 - 15. Bölüm
Kelebek Etkisi 2 - 16. Bölüm
Kelebek Etkisi 2 - 17. Bölüm
Kelebek Etkisi - 18. Bölüm
Kelebek Etkisi 2 - 19. Bölüm
Kelebek Etkisi 2 - 20. Bölüm
Kelebek Etkisi 2 - 21. Bölüm

1. Bölüm

33.1K 1.4K 571
tubux2 द्वारा

Görsel: Elif Sancak.
Yapay zeka ile oluşturulmuş olup, sadece Kelebek Etkisine ait bir görseldir.

*

Eski hikayeyi, yeni maceralarla okumaya hazır mısınız?

Efsane geri döndü.

Karanlık Aşk!


* *

ELİF




Zifiri; o gecenin bedenimde bıraktığı koca hiçliğin kelime anlamıydı. Siyaha yaklaştığım, rengimin ilk bulandığı o an... Oysa nereden bilebilirdim ki siyahı bulandıracak güçte bir beyazlığımın olduğunu.



O gece herkesin arzuladığının aksine, beni daha da güçlü kıldı. Zordu, çok zor. Yaşananları kaldırmak güçtü. Yaşanacakları tahmin etmek imkansız...



Hikayem kurumuş bir defne yaprağına yazılıydı sanki. Okuyabildiğim kadarını yaşamıştım. Ben o gece, benliğimde yaşam bulan tüm beyazları siyaha sattım. Değiştiğimi düşündüler. Oysaki yenilendim. Gerçek benliğimi buldum. Ne kadar güçlü olduğumu anladım. Kendim kararırken, siyahı akladım. Ve bir hikayeye başladım. Kendimin yazdığı, başrolünü üstlendiği bir hikaye.
Ben kim miyim?



Ben Elif Sancak. Temiz ve kirli arasındaki çizgide kirli tarafa itilen bir kadın.

Gündüz bile geceye özenmiş, mümkün olabilecek tüm karanlığını saatlere bölmüştü. Tam anlamıyla geri kalan hayatımın ilk gününe layıktı. Karanlık, soğuk ve yalnız.
Çiseleyen yağmura aldırış etmeden doğduğum, büyüdüğüm yalıdan çıktım. Yeni hayatımın ilk günü için, doğa ananın verdiği armağanı kucakladım. Rüzgârın saçlarımın arasında dolaşmasını, yağmur damlalarının her bir tele ayrı ayrı bıraktığı buseleri severdim de, göğü yaran şimşeğin haykırışlarından pek hoşlanmıyordum. Umarım ilk gecemde gök gürültüsü bana eşlik etmezdi.



"Kızım..."



Annemin yaklaşık bir saattir tutmaya çalıştığı gözyaşlarını serbest bıraktığını anlamak hiçte zor değildi. Dadımın ve geri kalan hizmetlilerin de gözünün yaşlı olduğunu biliyordum. Beni yolumdan alıkoyacak her şeyi kendimden uzak tutacağıma söz vermiştim. Bu nedenle, miladımın ilk adımlarında ardıma bile bakmadım.

Ağaç evim, matem havasına kapılmış gibiydi. Her zaman ışıl ışıl duran tahtadan kalem, karanlıkların esiriydi. Yine yağmurdan kaynaklı elektrik aksanında bir sıkıntı olmuş olmalıydı. Sanırım böyle olması da daha iyiydi. Çünkü en çok ona veda edecek olmam canımı sıkıyordu.

Silmek istediğim geçmişe ait bir kutu anıyı, sıkı sıkıya elimde tutuyordum. İroni... Şu anda yaşadığım his tam anlamıyla buydu. Arabanın yanında bekleyen babama baktım. Son zamanlarda sıkça rastladığım burukluğu, yine gülümsemesini esir etmişti. Gözleri, en ufak bir tepki vermem için yalvarırcasına yüzümü tarıyordu. Gitmemi engelleyecek ufacık bir mimik kırıntısına muhtaç gibiydi. Her adımım ona tokat gibi çarpıyordu. Bunu gözlerinden, yüzünden, duruşundan anlayabiliyordum. Karşımda böyle durmaya devam ederse, tepkisizliğim kontrolümden çıkacaktı. Bu nedenle göz temasını kesip ön kapıya doğru yöneldim.

"Kutuyu bagaja koyalım mı?"

Gözlerim kısa bir süreliğine de olsa elimdeki kutuya kaydı. Eklemlerim tutuşumdan kaynaklı bembeyaz kesilmişti. Geçmişimden vazgeçmiş, yeni bir hayata bu kadar hazırken, birkaç anı beni nasıl bu kadar tutsak ediyordu. Bu histen kurtulmam gerekiyordu. Yoksa hiçbir zaman tam anlamıyla bir başlangıç yapamayacaktım.



Bagaja doğru döndüm. Babam bana doğru adım atacak gibi oldu ama kendi işimi kendimin halledebileceğini ima eden bakışım, onu durdurdu. Bagajı açıp kutuyu dikkatli bir şekilde içine yerleştirdim. Bagaj kapısını sesli bir şekilde kapattım. İçimdeki lanet olasıca ses, bangır bangır, her hareketimi gözyaşlarıyla izleyen kadına bakmam gerektiğini bağırıyordu ve ben, ellerim kaputun üzerinde, o sesin ruhumdan uzaklaşması için bekliyordum. Yanıma gelen babamın yüzünü göremesem de ses tonu, yaşadığı endişeyi fazlasıyla belli ediyordu.

"Kızım. İyi misin?"

Bu konuşmanın nereye gideceğini az çok tahmin ettiğim için, başımı bir kez evet anlamında salladım. Suskunluğumdan hoşlanmadığını biliyordum ama konuşursam, içimde bir yerlerde kalan Elif kırıntılarının beni ele vereceğinden korkuyordum. Ellerimi arabadan uzaklaştırıp silkeledim.
"Hadi gidelim."

*

Eski ve yeni hayatım arasındaki yolu, sessizlik ele geçirmişti. Babamın bu durumdan rahatsız olduğunu ara ara aldığı sesli nefesler ve sitemli verişlerden anlıyordum. Konuşmak ve konuşmamak arasında kalmış gibiydi. Belki tam olarak cümleye nasıl başlayacağını bilmiyordu. Tüm sitemi kendine miydi? Belki de sadece benden bir tepki görmek istiyordu. Ona yardımcı olmadığım için sinirlenmişti. Bilemiyordum. Başımı koltuğa dayamış, yağmur damlalarının camdan aşağı süzülmesini izlerken nedeni, niçini de düşünmek istemiyordum.

"Bu sessizliğinden hoşlanmıyorum. Sence de çok uzun bir süre sessiz kalmadın mı Elif?"

Yüzüme tokat yemiş gibi babama döndüm. Sileceklerin ardından yolu görmeye çalışan adam "Ayça Hanım'ın bunu çözdüğünü düşünmüştüm ama görünüşe göre yanılmışım," diye devam etti. "Tedavini aksatmanı istemiyorum."

Kaçamak attığı bakışı yakaladım. Mavi gözlerinin kırgın haresi, bana psikologdaki son günümü hatırlattı. Doktorun ağzından çıkan her kelime, o günkü yaşadığım adrenalin sanki tekrar damarlarımda dolaştırdı. Bağırışlarım o günkü gibi kulaklarımda yankılandı. Yıkıp döktüğüm oda, kırdığım eşyalar bir bir hafızamda canlandı. İçimde doğan öfke üzerindeki külleri silkmeye yeltenirken çekilen el freninin sesi beni gerçekliğe döndürdü. Nerede olduğumuza bakmak için başımı neredeyse 180 derece etrafımda döndürdüm. Alıştığım binaların aksine, burası az katlı, bahçeli evlerden oluyordu. İleride, kapısında ıvır zıvır olan bir dükkan vardı. Karşısındaysa havluların asıldığı bir çamaşırlık...

"Hazır mısın?"

Mahalleyi incelemeyi yarıda kesip babama döndüm. Gözlerindeki ifadeye inat başımı hazır olduğumu belli edercesine salladım. Birkaç saniye sadece gözlerimin içine baktı. Kararlı ifademden bir gram azalmadığını görünce derin bir iç çekti. Emniyet kemerini çözüp, arabadan inişi yüreğimdeki yangınları harlıyordu. Babam bagaja doğru yöneldi. Geri kalan hayatımı yaşayacağım eve baktım. Üç katlı, su yeşili rengindeki apartman beni selamladı. Eski ama bakımlıydı. Bahçesi küçüktü. Fakat gördüğüm diğer bahçelere göre en güzeliydi. Bu evi ben seçmiştim. Dairemin içini ben dekore etmiştim. Her şey benim istediğim şekildeydi. Peki neden şu anda olmak istediğim yer burası değildi?

"Hadi bakalım Elif Hanım. O çok istediğin hayatın ilk adımını atalım."

Babam, elinde bagajdan aldığı kutuyla görüş alanıma girdi. Derin, sıkıntılı ama bir o kadar sessiz bir iç çektim. Kapıyı aralayıp ayağımı dışarı doğru uzattım ve emin olmadığım bir adımla arabadan indim. Babam her zamanki güven veren gülümsemesini yüzünde sabitlemeye çalışarak kutuyu kolunun altına aldı ve diğer elini boşa çıkardı. Tutmam için olduğuna adım kadar emindim. Tutarsam bırakamazdım ki...

"Ne şu anda ana okulunun bahçesindeyiz ne de ben senin küçük kızınım. Burası benim evim ve ben artık reşitim. Bunu ne kadar çabuk kabul edersen, yokluğuma o kadar kolay alışırsın."
Yutkunmak için duraksadıktan sonra  "Baba," diye ekledim. Babamın yüzündeki gülümseme yavaşça silindi. Benden duyduğu kelimeler ona ağır gelmiş gibi omuzları çöktü. Onu daha fazla bu şekilde görmek istemiyordum. Kolumdaki çantamı düzelttim ve kutuyu elime aldım. Babamın beni izlediğini bildiğim için mümkün olduğu kadar göz göze gelmemeye çalışıyordum.

"Sanırım ilk adımı da tek başıma atsam iyi olacak." Zoraki bir tebessümü yüzüme yerleştirdim. "Böylesi hepimiz için en doğrusu." Babamdan en ufak bir tepki alamayınca bakışlarımı ona çevirdim. "Biliyorsun." Yaşadığı hayal kırıklıkları benim ruhuma batıyordu. İçimdeki gel gitleri saklayabilmek her saniye biraz daha zorlaşıyordu. Veda kısmını bir an önce bitirmeliyim diye düşünürken derin bir iç çekiş duyuldu.

"Hayat cevap anahtarı olmayan bir sınavdır Elif. Doğru şıkkı işaretleyip işaretlemediğini yaşayıp göreceksin."

İş hayatında kullandığı profesyonel ton, sesini ele geçirmişti. Beni kollarının arasına aldı. Fakat sarılışı, babamın hala orada olduğunu ve kırgınlıklarını hissettiriyordu. Şefkat dolu kucağı her zamankinden farksızdı ama bu ortamda tutmaya çalıştığım gözyaşlarını bir hayli zorluyordu. Ağlamamak için kirpiklerimi seri bir şekilde kırptım. Saçlarımı yavaşça okşayan babam kulağıma doğru fısıldadı.

"Yine de tüm yanlışlarına, doğrularımı feda edeceğimi biliyorsun. Yeter ki bana kızımı ver."
Tek bir damla yaş, nazlı nazlı kirpiklerimin arasından süzüldü. Ağlamak istemiyordum. Dünyaya zaten ağlayarak gelmiş, ağlayacak şeyler yaşamıştık. Yeni hayatımın ilk gününde ağlarsam, bu döngüyü kıramazdım. Ağlamayacaktım.

Babamın sarılmasına karşılık vermediğim gibi aramıza mesafe koydum. Her hareketimin onda derin yaralar açtığını biliyordum ama bu sefer yaptığımı fark edemeyecek kadar dalgındı. Arkamdaki bir noktaya bakıyordu. Merakıma yenik düşüp arkamı döndüm. Kapı komşum olduğunu düşündüğüm kadın, balkonundaki rengârenk çiçekleri suluyordu. Zaten bu apartmandaki tek çiçekli balkon ona aitti. Büyük ihtimal bahçenin bu denli güzel olmasının nedeni de O'ydu.

Babama doğru döndüm. Yüzündeki ifadeye endişe kırıntıları sakladığını fark ettim. "İyiyim. İyi olacağım." Bakışlarını bana çevirdi. Gülümsemesini her zamankinden daha zor bir şekilde dudaklarına misafir etti. "Sen benim kızımsın. Tabi ki olacaksın," deyip yavaşça kolumu sıvazladı ve tıpkı benimki gibi imalı bir bakış attı.

"Olmak zorundasın."

Başımı babamın okşadığı kola doğru çevirdim. Beynimde çakan anılar beni o güne götürdü. O karanlık geceden sonra ilk kez insan içine çıktığım davet gecesine, insanlarla dolu salona, kulak misafiri olduğum iğrenç yakıştırmalara, acıyan bakışlara... Kaçıp gitmeyi düşündüğüm anda babama verdiğim sözü hatırlayıp sessizce tuvalette ağladığım saatlere... Tam toparlandım derken, arkamdan atıp tutan ama ailemin yanında yüzüme gülenlerden birinin okşadığı koluma götürdü. O an hissettiğim öfke, damarlarımın içinde delicesine dolaşmaya başladı. Tüm kinimi nefretimi avuçlarımın arasına gizlemiş gibi yumruğumu sıktım. Kasılan vücudumun ters bir tepki vermemesi için mümkün olduğunca hareketsiz durmaya çalıştım.

"Hoşça kal baba."

Babamın cevap vermesini beklemeden arkamı döndüm. Yavaş ve emin adımlarla yeni hayatıma doğru yürümeye başladım.

"Seni seviyorum meleğim."

'Meleğim' kelimesiyle yanaklarımdan birkaç damla yaş süzüldü. Devamının gelmemesi için yumruğumla beraber, kolumun altındaki kutuyu daha da sıkı tutmaya başladım. Yürümeye devam ederken, kimsenin duymayacağı sessizlikte fısıldadım.

"Bende seni seviyorum baba."


*

Yeni bir başlangıç yapmak...

Lafta geçmişte yaşanan hayatı silip atmaktır. Gerçekte ise daha fazla ruhuna yayılmasını engellemek için anıların yarattığı izlerin sadece etrafını temizlemektir.

Adını cehennem koyduğum bir başlangıcım var benim. Cehennemin en zifiri kuytusu... Hatırıma düşen anılardan dahi geçmeye korktuğum, ellerimi titreten, acıdan derimi kavuran bir yangın olan başlangıcım.

Bedeninizde açılan yaraların iyileşmesi için zaman gereklidir ama ruhunuzda açılan yaralara bir ömür verseniz de geçmez. Zayıfsanız, bu acılardan kurtulmak için ölmeyi dilersiniz. Bir tohumun can bulduğu, yeşerdiği toprağa sığamayacağınızı bile bile yok olmak istersiniz. Daha zayıfsanız ölmek için her şeyi yaparsınız. Yeter ki adınız, karıştığı zihinlerden bir an önce silinsin ama güçlüyseniz bu acılara inat, her şeye, herkese inat yaşamayı istersiniz. Hayatta önemli olan şey, bu değil mi zaten?

Eve girer girmez kapıya yasladım. O kadar yorgundum ki, tek bir adım atmaya bile mecalim kalmamıştı. Geçmişin yükü, şimdinin ıssızlığı ve geleceğin belirsizliği omuzlarıma yüklenmişti. Nasıl yorgun olmazdı ki insan?

Elimdeki kutudan güç alırcasına sıkı sıkıya tuttum. Ayakkabılarımı çıkartıp,  kendi evimdeki ilk sahici adımlarımı attım.

Beyaz... Başlangıçların simgesiydi değil mi? Beyaz bir sayfa ya da beyaz bir kefen... Tüm evimi beyaz tonlarında dekore etmem, işte bu yüzdendi. Her bitiş, yeni bir başlangıcı doğururdu. Bu da benim başlangıcımdı.

Salona, mutfağa, banyoya göz attıktan sonra yatak odama ilerledim. Yatağımın üzerine çantamı koydum. Elimde sıkı sıkıya tuttuğum kutuyu dikkatli bir şekilde çantanın yanına yerleştirdim. O sırada avuç içime yerleşmiş tırnak izleri dikkatimi çekti. Nefret dolu bir gülümseme yüzüme yerleşti. İzlerin üzerinde parmaklarımı dolaştırırken, kolumu okşayan adamın kafasında kırdığım şampanya bardağını anımsadım. Tıpkı o zamanki gibi kan toplamıştı tırnak izlerim.

Üzerimdeki kasvet bulutları dağıtan kapı zili, kalbimin gümbür gümbür çarpmasına neden oldu. Kim olabilirdi? Babamdan başkasının olmasına imkan yoktu. Bir şey unutmuş olabilir miydim? Kıyafetlerim dahil her şey gün öncesinden evime gelmişti. Çantam ve kutu burada olduğuna göre...

Kapı bir kez daha çaldı. Belki de sadece bir kez daha sarılmaya ihtiyacı olduğu için gelmişti. Benimde ona bir kez daha sarılmaya ihtiyacım vardı. Bunun heyecanıyla kapıya koştum. Açar açmaz karşımda dikilen kişi, yüzümde oluştuğunu fark etmediğim gülümsemeyi buruklaştırdı. Pişmiş kelle gibi sırıtan Önder'inse gözleri bir anda kısıldı. Aylardır ustalaştığım hisleri saklama sanatını yüzüme yerleştirme gereği bile duymadım. Çünkü karşımdaki Önder Gezer'di. Beni, benden daha iyi tanıyan kardeşimdi.

"Hım... Başka birini bekliyordun herhalde? Beni gördüğüne sevinmediğin ihtimalini düşünmek bile istemiyorum."

"Sadece babamı..." Cümlemi tamamlamam demek, hayal kırıklığını kelimelere dökmem demekti. Bu yüzden sadece "Geçsene," dedim. Her zamanki 'Yemedim ama üzerine gitmeyeceğim,2' bakışını atan Önder içeri geçti. Ayakkabılarını çıkarırken elinde tuttuğu poşeti bana doğru uzattı. Hafifçe kaşlarım çatılırken "Bu ne?" diye sordum. Bilmiyorum der gibi omzunu silkti ama yüzündeki keyifli çarpık gülümseme her şeyi bildiğini gösteriyordu.

Poşetin içine baktım. Büyük bir şeyi kaplamış olan parlak hediye paketini görünce şaşkınlıktan küçük dilimi yutacaktım. Karşımdaki Önder Gezer'di. Ben hediye vermem, alırımı prensip benimsemiş çocuk, bana hediye almıştı.

"Hediye? Sen?"

"Çam sakızı, çoban armağanı."

Poşeti Önder'in elinde bırakıp içindeki cafcaflı hediyeyi aldım ve şaşkın ve bir o kadar meraklı bir şekilde paketi açtım. İçinden çıkan kuzulu panduflarla gülmekle gülmemek arasında kalırken, tekrar Önder'e baktım.

"Kuzu?"

"Çoban armağanı dedim kızım. Çam sakızı mı alaydım?" Yanağımdan makas aldı. "Pampuk prenses," dediği an gözlerimi kısarak koluna bir tane geçirdim. Canının acıması gerektiği yerde, kahkaha attı ve bu gerçekten sinir bozucuydu.

"Espri yaptı çoban salatası."

Önder beni taklit ederek gözlerini kıstı ve benim darbemin on kat yavaş şekliyle koluma dokundu. Bıyık altından gülerek başımı 'Seninle ne yapacağım ben?' der gibi salladım.

"Geç hadi geç."
Kuzulu pandufları inceleyerek salona doğru ilerledim. Önder'in arkamdan geldiğini, yavaş adım sesleriyle anlıyordum. Bu eve ilk gelişiydi. Eşyaları birlikte seçsek bile, dekorasyonun son halini görmemişti. Büyük ihtimalle evdeki en ufak ayrıntıyı bile hafızasına kazımak için yavaş hareket ediyordu.

"Demek..."

Salonun kapısında durup içeri göz gezdirdi. "Pampuk prensesin yeni şatosu burası," Büyük bir adımla salona girdi. O keyif araştırmasına devam ederken koltuğa oturdum ve kuzulu panduflardan birini giymek için elime aldım. Bir yandan da Önder'in her şeye dokunmasını izliyordum. Bir anda konsolun önünde durdu. Dokunduğu çerçeveyi eline aldı. Yüzündeki iğrenme ifadesinin neden olduğunu çok iyi biliyordum ama o sanki bilmiyormuşum gibi çerçeveyi bana doğru gösterdi.

"Allah aşkına Elif, geçmişten getire getire bu anıyı mı getirdin? Hayır anıyı da geçtim, beni yeni çevrene bu şekilde mi tanıtmak istiyorsun? Taytla mı?"

Gülmemek için çaba gösteriyordum. Önder'in yüz ifadesine bakmaya devam edersem büyük ihtimal kahkaha atacaktım. Bu nedenle diğer pandufu elime alırken "Ne oldu süperchild? Geçmişinden utanıyor musun yoksa?" diye sordum. Önder tepkisel olarak şaşırdı ve saniye geçmeden tatlı bir anının bıraktığı tebessümünü yüzüne yerleştirdi.

"Ne utanacağım kızım. Tayt mayt, anaokulunun en yakışıklı kahramanıydım. Kızlar bana hayran-" derken uydurma diyen kısa bir bakış attım. "Hayran olmasa da sen bana hayrandın. Bu da tüm kızlara bedel zaten."

Dansözleri bile kıskandıracak kıvırması takdire şayandı. Pandufların yakışıp yakışmadığını incelerken "Nasıl hayran olmam. Oyuncak bebeğimi yakalamak için, ağaç evden uçtuğun an, dün gibi aklımda," dedim. Ardından kısa bir an düşünür gibi yaparak "Aslında tam olarak aklımda kalan şey, çalılıklarda asılı kaldığın-"

"Tamam. Tamam. Şu konuyu kapabilir miyiz artık?"

Çerçeveyi yerine koyan Önder'in telaşı, uzun zaman sonra kahkaha atmama neden oldu. Önder'e doğru dönüp "Neden ama? O gün çok tatlıydın Önder. Hem tatlı, hem cesur. Tam bir süper kahraman gibi. Keşke hep o zamanlarda kalsaydın," diyiverdim. Kurduğum cümlenin ağırlığını sonradan fark ettim. Kahkaham son buldu. Yüzümdeki gülümseme ise buruklaştı. "Kalsaydık." Tekrar önüme döndüm. Son zamanlarda alışkanlık haline getirdiğim tırnaklarıma işkence yapma seansına başladım. Önder'in yavaşça bana yaklaştığını, dikkatli bir şekilde yanıma oturduğunu ve pür dikkat hareketlerimi izlediğini biliyordum. Aramızda oluşan sessizlik, son iki senedir alıştığımız bir şeydi.

"Keşke sende o evde kalsaydın be Eli- "

Adımı telaffuz edecek olmanın ötesinde yine aynı konuların açılacağının öfkesiyle bakışlarımı en yakın arkadaşıma çevirdim. "Effy," diye düzeltti. Bu bakışların sadece adımdan dolayı olduğunu düşünüyordu.

"Bu konuyu daha kaç kez konuşacağız?"

Tepkimi göstermek için ayağa kalktım. Önder'de peşimden ayaklanarak "Söz veriyorum. Eve dönmeye karar verdiğin an, bir daha bu konuyu açmayacağım," dedi. Afallamış bir tepkiyle "Önder ben evimdeyim," deyip ellerimle salonumu gösterdim. Önder'in dudaklarından 'Hah!' sesi döküldükten sonra yüzünde alaycı bir tebessüm belirir. Bu ifadesi yangına körükle gittiğini gösteriyordu.

"Effy. Burası sadece duvarlardan ve eşyalardan ibaret farkında değil misin? Ses yok, hareket yok, yaşanmışlıklar sadece fotoğraflardan-"

"Yaşanmışlıklar benim cehennemim Önder ve ben daha fazla yanmak istemiyorum."
'Öyle mi?' diyen bakışlarla salonu, eşyaları, duvarları işaret eder. "Burası cennetin mi yani? O yüzden mi her şey beyaz? Buna mı inandırıyorsun kendini?" Merhametsiz bir tonda konuşması değil de, beklemediğim yerden gelen soru afallamama neden oldu. Olduğum yere, sehpanın üzerine çöktüm. Gözüm önümdeki koltuğun bir noktasına takılı kaldı.

"Cennet mi bilmiyorum. Açıkçası cennete ulaşabileceğimi de sanmıyorum."

Az önceki sinir harbinden çıkmış ses tonum, yeterince yorgundu. Kısa bir sessizlik oldu. Ben daldığım noktadan ayrılamıyordum. Büyük ihtimal Önder'de söylediklerim yüzünden vicdan azabı çekiyordu. Görüş alanıma giren arkadaşım tam önüme oturdu. Kucağımda güçsüz bir şekilde duran elimi avuçlarının arasına aldı. Gözlerim ister istemez ona doğru kaydı. Yüzündeki acı çeken ifade ve gözlerinin buğulanması bana iyi gelmeyecekti.

"Arafta kalmayı bile bize tercih ediyorsun yani?"

Fısıltıyla "Kurtuluşu arafta bulacaksam, evet," dedim. Elimi sıktığını hissettim. Gözlerindeki buğu, yerini kırmızı bir gökyüzüne bıraktı. "Ne yani?!" Adeta gürledi. Sesi daha önce duymadığım biçimde öfke doluydu. Bu için için kaynayan bir öfkenin, hiddetin, tiksinmenin sesiydi. Elimi kucağıma sertçe düşecek şekilde bırakıp ayağa kalktı. Ne vicdan azabı, ne acısı içindeki öfkeyi durdurabilecek güçte değildi.

"Senin için kaçmak kurtuluş mu? Bir senedir direndiğin her şeyi elinin tersiyle itmek kurtuluş öyle mi? Buna mı inanıyorsun gerçekten?"

Beni azarlayarak konuşmasına alışık değildim. Gözlerim yanmaya başladı. Önder öfkeli bir şekilde volta atmaya başladı. O aşık olduğu saçlarını koparmak istercesine karıştırıyor, yüzünü sertçe ovalıyordu. Çıkardığı sesler, iç çatışmasının eseriydi. Kalbim ritmini doz doz arttırıyordu. Bir anda olduğu yerde durdu ve bana doğru döndü.

"En başta gitseydin o zaman. Bizi bir masala inandırmasaydın. Dayandığın tüm acılar bir hiç olmasaydı Effy." Aramızdaki mesafeyi birkaç adımda kapattı. "Ne sanıyorsun ki sen? Buraya geldiğin için her şeyi silebileceğini mi?"

Kalbim hiç sakinleşmeyecekmiş gibi çarpıyordu. Pimi çekilmiş bomba gibi ayağa kalktım. Benim adıma kararlar verilmesinden sıkılmıştım. Benim aldığım kararların sorgulanmasından da... Bu benim hayatım, benim kararımdı. Bu yolu ben seçmiştim. Kimseye söz hakkı düşmezdi. Kardeşim dediğim adama bile.

"Hayır! Yeni bir ev, yeni bir okul, yeni bir hayat elbette olanları silmeyecek. Ruhuma ilmek ilmek işlenen, bedenimde izlerini ilk günkü gibi taşıdığım gerçekler unutulmayacak ama en azından... En azından bana da hatırlatılmayacak."

Cümlelerim birkaç saniye havada asılı kaldı. Hızlı bir şekilde soluk alıp veren çocuk, o havayı soludukça sakinliyor gibi duruyordu. Benimse içimde başlayan yangın, kolay kolay sönecek gibi değildi. Yine de sesimi daha fazla kontrol altına almaya çalıştım.

"Anlamıyorsun Önder. Hiçbiriniz anlamıyorsunuz. Ben yoruldum. Çok yoruldum. Her göz göze geldiğim insanın bakışlarına karşı güçlü durmaya çalışmaktan yoruldum. İyiymiş gibi yapmaktan yoruldum. İyi değilim ben ama olmak istiyorum. Yapmadığım bir şeyin, işlemediğim bir suçun cezasını ömrümün sonuna kadar ödemek istemiyorum. Utançla, acıyla, her gün nasıl yaşadığımı sorgulayan bakışlarla hayatıma devam etmek istemiyorum."

Uzun zamandır hapis olan gözyaşlarım, yuvalarından firar etti. Gardım düştü. Tam olduğum yere çökecekken, Önder beni kollarının arasına alıp sıkıca sarıldı. Onun sıcaklığı, içimdeki yangın, gözyaşlarımın sonu yokmuş gibi görülmesine neden oluyordu. Hıçkırıklarımın arasından mümkün olan en düzgün şekilde konuşmaya çalıştım.

"Silemeyeceğim olanları, unutturamayacağım insanlara ama en azından ben... Her gün tekrar tekrar da yaşamayacağım. Sırf bunun umudu için... Gidilmez mi be Önder?"

Önder beni daha sıkı sardı. "Özür dilerim. Özür dilerim. Özür dilerim." Sesi sakindi. Neredeyse teskin edici bir tonda konuşuyordu. Öfkesi cümlelerimle birlikte uçup gitmişti ama onda bıraktığı şey, pişmanlıktı. Yeni hayatıma ağlayarak başlamayacağıma kendime söz vermiştim ve sözümü onun yüzünden daha ilk saatte çiğnemiştim. Daha fazla bunu kendime yapmayacaktım. Ellerimi aramıza yerleştirip Önder'i göğsünden ittim ama o ellerini omuzlarımdan çekmedi. Pişman olduğunu biliyordum. Beni bırakmak istemediğini de...

"Sende gitsen iyi olur artık."

Aramıza koyduğum mesafeden sonra, gözyaşlarımı hızlı bir şekilde sildim. "Effy, lütfen beni kendinden uzaklaştırma. Bunu dostluğumuza yapma."

Endişe ve korku tohumları, Önder'in ruhunu kaplıyor gibiydi. "Eğer kalırsan asıl o zaman burası arafa döner. Eski hayatımı kapının dışında bıraktım ben Önder ve yeni hayatımın ilk gecesini yalnız geçirmeliyim. Git lütfen." Omuzlarımdaki ellerini çektim. Hareket etmeyince bir deli cesaretle gözlerinin içine baktım. Maviliklerine misafir ettiği korku, canını yakıyor olmalıydı. Sulanan gözleri ise, benim canımı param parça ediyordu. Bu konuşmanın daha fazla uzamasını istemediğimi belli edercesine yatak odama doğru yöneldim. Gözlerimde hiçbir canlılık ifadesi yoktu. Sesimde de hiçbir vurgu...

"Kapının yerini biliyorsun. İyi geceler."

*

Demir'den

Karanlık ve aydınlık arasında kolayca gidip gelen bir adamdım. Gölgelerin yanında yürüyen bir karabasandım.

Şu anda da bir pisliğin üzerine çökmek için ilerliyordum.

Lüks bir otelin giriş kapısının önünde, asfaltın acı dolu çığlıkları eşliğinde durdum. Otelin bahçesindeki tüm bakışlar üzerimize çevrildi. Benimse baktığım tek kişi, yanımdaki can dostum Bora'ydı. Yüzündeki keyifli çarpık gülümseme, yaşadığı adrenalinin tadının damağında kaldığını gösteriyordu. Bakışlarımla arabadan inmesini işaret ettim.

Gözlerin hapsinde altın varaklı giriş kapısına yürüdüm. Şıklıktan ödün vermeyen otelin lobisi, her zamanki gibi kalabalıktı. Ağır, kendinden emin adımlarım otelin içinde de dikkatleri üzerime toplamama neden oldu. Buna alışıktım. Yine de pek hoşlandığım söylenemezdi.

Loş ışıklarla bezeli, bar kısmına geldiğimde duraksadım. Kısa bir göz taramasından ardından, hedefimi elimle koymuş gibi buldum. Ellilerinde, kelli felli adam keyifli bir gülümsemeyle telefonuna bakıyordu. Her adımım, onun için bir alametti ama o elindekine öyle bir dalmıştı ki, üzerine doğru yürüdüğümün bile farkında değildi. Karşısına geçip oturduğum an, gözleri bana çevrildi.
Nihayet.

"Sen Yaşar Balta'sın."

Elimle mümkün olan her yere yapıştırılmış, otelin amblemlerinden birini gösterdim. Otel sahibi adamın sorgular bir şekilde gözleri kısıldı. Sanırım konuşmak için yüz görümlüğü istiyordu. Hayhay...

"Ama gerçek ismin Yaşar Coşkun. 10 sene önce, ilk Balta otelini satın aldığında soyadını değiştirdin. Şu anda 12 tanesine sahipsin ve sonraki çeyrekte de 5 tane daha düşünüyorsun."

Sesim profesyonel bir tondaydı. Onun içinse merakın cezp edici çağrısıydı. Kafası karışmış bir edayla kaşları havalanırken, telefonu önündeki sehpanın üzerine nazikçe bıraktı.

"Size nasıl yardımcı olabilirim?"

Rahat bir tavırla arkama yaslandım. Bacağımı çelip, kollarımı konforlu koltuğun kolçaklarına yerleştirdim. Parmaklarımla ritim tutarken, otelin bar kısmında gözlerimi gezdirdim. Otele hakim olan altın tonu, burayı da ele geçirmişti. Kendini bir bok sanmana neden oluyordu.

"Burada kalmayı seviyorum. Çünkü hizmetleriniz gerçekten sınırsız ve fiyatlarınız piyasanın çok altında. Bu güzel." Sanki sıradan bir muhabbet açmışım gibi, sesim tek düze, tepkilerim normaldi. "Bu o kadar güzel ki, aklımın bir köşesini sürekli karşılığı olmadan böyle güzel bir şeyin olmayacağını kurcalayıp duruyordu. Bu yüzden merakıma yenik düşüp sizi biraz araştırdım."

Otel sahibinin kaşları hafifçe çatıldı. "Araştırdım der-"

"Venüs kızları adında bir web siten olduğunu biliyorum. Sunucularını anonim tutma fikrin dahice. Kimsenin görmemesi için çok uğraşmışsın," deyip öne doğru hafifçe eğildim ve hazır olda bekleyen Bora'yla kendimi işaret ederek fısıldadım.

"Ama biz gördük."

Tekrar arkama yaslanırken adamın gözleri kısa bir an Bora'nın üzerinde dolaştı. Daha sonra birinin bizi duyup duymadığını anlamak için etrafı taradı. İşlerin ciddileştiğinin farkındaydı. Benim aksime, rahat oturuşundan eser kalmadı. 'Venüs kızları' adını duyar duymaz yüzü kızarmaya başlamış, duruşu dikleşmiş, koltukta öne doğru kaymıştı. Hafifçe bana doğru eğildi. Fazla ileri gittiğimi ima eden bakışlarıyla "Kibarca burayı terk etmenizi isteyeceğim," dedi. Kibarca...

"Her şeye sahibim."

Kaşları biraz daha çatıldı. Bora'nın elindeki kabarık dosyayı aldığım gibi adama doğru fırlattım. Dosya, sehpanın üzerinde kaydı ve tam adamın önünde durdu. İçindekiler etrafa saçılmasa da, ne olduğunu belli edecek kadar açılmıştı.

"Maillerin, telefon görüşmelerin, tüm fotoğrafların, videoların."

Yutkunuşunu bulunduğum noktadan bile duydum. Gözleri beni sorguluyordu. Söylediğim şeyleri düşünüyor, zihninden tartıyor gibiydi. Büyük ihtimal yalan söyleyip söylemediğimi anlamaya çalışıyordu. Göz ucuyla dosyaya baktı. Ardından dosyanın ucunu araladı. Yüzündeki panik, ruhumda eşsiz bir tat bırakıyordu.

"Bunlar... Nasıl?"

Durumu algıladığında sakinliğini kaybettiğini yüzünde görebiliyordum. Sert bir şekilde dosyayı kendine doğru çekti. Tekrar etrafı kontrol ettikten sonra bana doğru eğildi. "Hemen burayı terk et. Yoksa-"

"Polis mi çağırırsın?"

Cümlesine devam etmedi. Kızgın gözleri benimkilerle buluştu. Yüz ifadesinden kafa karışıklığı belli oluyordu. Aramıza paslanmış bir sessizlik girdi. Gıcırtılar adamın düzensiz nefes alış verişlerindendi. Birkaç dakika, olayları hazmetmesi için bekledim. Konuşmayacağını anladığımdaysa, rahatlığı bir kenara bıraktım. Oturduğum yerden hafifçe öne kaydım. Dirseklerimi bacaklarıma bastırırken, parmak uçlarımı hafif hafif birbirine değdirdim.

"1 milyon kullanıcıya sunduğun, müşterilerinin haberi olmadan otel odalarına yerleştirdiğin kameralarla kaydettiğin videolarını bulmalarını mı istiyorsun? Ya da özel kasalarında sakladığın sadece özel müşterilerine sunduğun yasaklı videolarını?"

Nutku tutulmuş bir şekilde bakan adam, yalan söylemediğimi en sonunda idrak etti. İşlerin ciddileştiğini ve kaçacak yerinin kalmadığının da farkındaydı. Az önceki sahte siniri, endişe ve korkusunun gölgesinde yok olup gitti. Bana doğru biraz daha kayarken, kravatını hafifçe gevşetti.

"Ben... Ben kimseyi inciltmedim. Ben yapmadım. Ben sadece olanı sattım."

Suçlu psikolojisi, kekeliyordu. Dünyanın en saçma şeyini işitmişim gibi yüzümü buruşturdum. "Vicdanını böyle mi rahatlatıyorsun? Gerçekten mi?" Adam kravatını tamamen çözdü. Yüzündeki kırmızılığı geçirebilecekmiş gibi gömleğinin düğmelerini açtı. Eli ayağı titrer hali, yolun sonunda olduğunu anladığını gösteriyordu.

"Ne yapmamı istiyorsun?"
Neyse ki zeki bir adamdı. Zeki adamları severdim.
"Ne yapabilirsin?"

Böyle bir şey sormamı beklemiyormuş gibi kaşları çatıldı. Hazırlıksız yakalanmıştı. Kısa bir an düşündü. Düşünürken etrafı kolaçan etmeyi ihmal etmedi. "Hepsini yok ederim. Tüm delilleri. Şimdi..." Küstah ve belalı bir tebessüm dudaklarımın kenarına yerleşti. Böyle bir şeyi ona bırakacak kadar aptal olduğumu mu düşünüyordu?

"Ben bunu senin için halletmiş olabilirim."

Biz yüzleşirken Kaan'ı internet sitesini, mail adreslerini, otellerinin deki kameraları, sosyal ağda neler varsa hacklemesi için görevlendirmiştim. Cem, adamın evindeki tüm kasaları kontrol edecekti. Burak holdinginden sorumluyken, Anıl sahte kimliğiyle bankalardaki kasaları halledecekti. Ne var, ne yoksa yakıp yok edecektik. Tabi başta bunu yapan adamı...

"Sana güveneceğimi gerçekten düşünmüş olamazsın. Değil mi?"

Bu konuda da blöf yapmayacağımı tahmin etmiş olmalı ki, ecel terlerini tek tek dökmeye başladı. Jilet gibi duran ceketinin cebindeki mor mendille alnını sildi.

"Madem her şeyi ortadan kaldırdın. Benden ne istiyorsun?!"

Sesini mi yükseltmişti bana? Hem suçlu hem güçlü sanırım buna deniyordu. Böyle anlarda en büyük silahım, sakinliğimdi. İnsanı çileden çıkarır, yapmam dediği şeyleri bile yaptırırdı. Tepkisizliğimden gram ödün vermeden adama baktım.

"Canını..."

Bunu öylesine sakin söylemiştim ki, adam doğru duyup duymadığını anlamak istercesine hareketsiz kaldı. "Ama düşününce o kadar ucuz yırtmamalısın." Zekasını bir kere daha konuşturan adam, neyden bahsettiğimi anlar anlamaz kaşlarını çattı.

"Para mı? Tüm bunlar para için mi yapıyorsun?" dediğinde alaycı gülümsememe engel olamadım. "Ne kadar istiyorsun?"

"Ne kadarın var?"

Bam teline basmış olmalıydım. Terlerini silmeyi bırakıp mendilini telefonun üzerine fırlattı. "Ne demek ne kadarın var. Tüm paramı isteyecek değilsin herhalde." Ağzındaki iğrenç tattan kurtulmak istiyormuş gibi her kelimeyi tükürüyormuşcasına telaffuz etti.

"Ben istemem Coşkun. Alırım."

Köşeye sıkışmış kedi gibi "Bu düpedüz soygun!" diye bağırdı. Daha sonra etrafa kaçamak bir bakış atıp daha sessiz bir tonla konuşmaya devam etti. "Bu kadarına izin vermem."
Kaşlarımı düşünürmüş gibi çattım. "İzin istediğimi hatırlamıyorum," dedikten sonra tekrar eski tepkisizliğime geri döndüm. "Sadece haber veriyorum." Adam 'Neyi?'der gibi bakınca "Şimdi muhasebecini arayacaksın ve gerek yurt içinde, gerekse yurt dışındaki bankalarda bulunan tüm paralarını beni hesabıma aktaracaksın," diye devam ettim.

"Hayır."

Kesin, net ve kısa bir cevaptı. Kaşla göz arasında yürek yemiş olabilir miydi? "Onu da senin için halletmemi mi istiyorsun?"

Adamın sessizliği benim için yeterli bir cevaptı.

"İstiyorsun."

Telefonumu çıkarırken Bora'ya baktım. Mesajı alır almaz çantasındaki ayarlanmış laptopu çıkardı. Kaan'ın numarasını tuşlarken, Bora bilgisayarı adamın görebileceği şekilde sehpaya yerleştirdi. Otel sahibinin gözleri, üzerimizde mekik dokuyordu. Aklında ne yaptığımızı sorguladığından adım kadar emindim. Belalı bir şekilde gülümserken "Hay hay" dedim.

"Kaan. Başla."

Telefonu kapatıp cebime koydum. Arkama yaslanırken bilgisayarı işaret ettim.

"İyi izle. Tekrarı yok." Keyifli bir ses yanımdan duyuldu. "Özel gösterim." Bora'ya eşlik eden milimetrik gülümsememle adamı pür dikkat izledim. En ufak bir tepkisini bile kaçırmak istemiyordum.

Bilgisayarda seri bir şekilde sayfalar açılıp kapanıyor, bankalara ait hesaplara girilip çıkılıyordu.  Baba ve bilgisayara bakan adam, hesapların kendine ait olduğunu fark etmiş olacak ki, bilgisayarı kendine doğru çekti. Gözleri dehşetle büyüdü.

  "Hayır," deyip bir tuşa bastı. "Hayır. Hayır. Hayır!" diye panikle bağırarak bilgisayarın tuşlarına para aktarımlarını durdurabilecekmiş gibi vurmaya başladı. Durduramayacağını anlayınca katıksız bir nefretle bakışlarını bana çevirdi. "Ne yaptın sen?!" diye kükredi. Artık sesini kontrol etme gereği bile duymuyordu. Barın içindeki birkaç gözün bize çevrildiğini hissedebiliyordum. Bu kadar görgü tanığı varken karşımdakinin aksine, kontrolü elimde tutmaya çalıştım.

"Yapman gerekeni."

Otel sahibi kırmak istercesine bilgisayarın kapağını kapattı. Ellerini üzerinden çekmedi. O kadar bastırıyordu ki, yeşil damarları bir hayli belliydi. Dişlerini sıkarak nefes alıp vermesi, hırlayan bir ses hediye etmişti.

"Seni öldüreceğim."

Kahkahama engel olamadım ve adamın sinirine doğru patlattım. Küçük atışmalar nihayet güç gösterisine dönüşmüştü. En sevdiğim...

"Elinden geleni ardına koyma."

Duruşumu kalkacakmış gibi dikleştirdim. "Ama ıskalamamaya dikkat et olur mu? Çünkü yaşarsam seni diri diri mezara gömerim."

Merhametsiz, tehditkar ve soğuk cümlemin ardından ayağa kalktım. Deri ceketimi düzeltirken adama baktım. Öfkeden deliye dönmüş, rengi kırmızılıktan mora çalmaya başlamıştı. Yakında mendili ile takım olacaktı. Hala oturduğum yere bakıyordu. Belli ki yaşadığı hüsran onu dondurmuştu.

"Bu günü unutma."

Bakışları yavaşça üzerime çevrildi. Boynunun altında atan damar dahil, tüm vücudu titriyordu. "Çünkü unuttuğun an, şu anki kadar şanslı olmayabilirsin." Çevredeki insanlara malzeme vermemek için başımla sert bir şekilde selam verdim. "Coşkun."

Ciddiyetimi bozmadan, tek bir kelime daha etmesine izin vermeyip arkamı döndüm ve çıkışa doğru yürümeye başladım. Adamın arkamdan yıkıp döktüğünü, sayıp sövdüğünü duyabiliyordum.

Bakışların eşliğinde otelden çıktım. Valenin arabayı getirmesini beklerken "Listeden bir isim daha ha?" diyen sese döndüm. Bora yüzünde keyifli bir gülümsemeyle arabanın geleceği yöne doğru bakıyordu. Ona baktığımı hisseder hissetmez bakışlarını bana çevirdi. Onun aksine ciddiyetimi korumaya devam ettim.

"Parayı ne yapacağını biliyorsun."

Bakışlarımı başını bir kez evet anlamında sallayan Bora'dan saatime çevirdim. Gördüğüm manzara pek hoş değildi. Bizim için alametten önce kıyamet gelecek gibi duruyordu.

"Geç kaldık."

Bora saatine baktı. Ezbere bildiğim motorun sesi kükreyerek yanımda durdu. Şoför koltuğuna doğru ilerlerken "Diğerlerini kontrol et," dedim. Valenin cebine bahşiş sıkıştırıp arabaya bindim. Yanımdaki yerini alan Bora telefonun ucundaki birine ne durumda olduğunu soruyordu. Dışarıya çıkan sesten anladığım kadarıyla her şey tamamdı.

"Tamam. STAR'da görüşürüz."

* *

Evet geldik ilk bölümün sonuna. Özlediğinizi tahmin ediyorum. Valla ne yalan söyleyeyim bende çok özlemişim...

Kafa karışıklığını gidermek için söylüyorum. Bu Karanlık Aşk Serisinin yenilenmiş halidir. Basılan kitaplarla birebir olmayacağı gibi, yeni karakterler ve olaylar eklenecektir.

Normalde bu bölümleri kendi sitemde yayınlayacağım ama şu anda yapım aşamasında olduğu için, sizi daha fazla bekletmek istemedim. Site biter bitmez, oraya geçiş yapacağız.

Bölümler düzenli aralıklarla gelecek ama her gün gelmeyecek eskisi gibi :) Tabi aralıkları belirlemek size bağlı... Hikayeye olan bağlılığınızı, yeni bölüm için istediğinizi gördükçe, yazmak için daha istekli olacağım. Bu yüzden beğeni ve yorumlarınızı ihmal etmezseniz çok sevinirim.

Sanırım şimdilik bu kadar...

Nasıl hissediyorsunuz?

पढ़ना जारी रखें

आपको ये भी पसंदे आएँगी

minik bebeğim(yarı texting) a. द्वारा

किशोर उपन्यास

645K 19.9K 54
alev:OĞUZ BEN ASIK OLDUM!!! oğuz:YİNE KİME AMK????!! alev:acar'a oğuz: siktir!
Peyda Herkes Yalan द्वारा

किशोर उपन्यास

755K 51.6K 33
Peyda, bir Gerçek Aile/Kaçırılmış Çocuk klasiğidir. "Şimdi, on yedi yıl sonra annem ve babam karşımda dikiliyorlardı. Onları görüyor, onlarla aynı m...
10.3K 1.4K 5
Bazı ölümler bir son, bazı ölümler bir başlangıçtır. Çünkü kimileri ölür ve hikâyeleri biter, kimilerinin ölümü de birileri için yeni bir hikâye başl...
Son Tehdit Kadriye द्वारा

रहस्य / थ्रिलर

205K 2K 5
Büyük bir yangınla son buldu fakat şimdi dalga dalga geri dönüyor. Unutulan her şey bir kıvılcımla yeniden alevlenir. Damla, Savaş, Beyza, Metin, Ard...