Farklılıklar |DEVAM ETMİYOR

By Itslockyer

9.9K 257 99

Birbirimizden F A R K L I Y D I K Caroline Carmichael ve Sam Monroe ile tanışın. Bu iki kız cehenneme, par... More

1.Bölüm
2.Bölüm
3.Bölüm
4.Bölüm
5.Bölüm
6.Bölüm
7.Bölüm
8.Bölüm
9.Bölüm
10.Bölüm
11.Bölüm
12.Bölüm
13.Bölüm
14.Bölüm
BÖLÜM DEĞİL- LÜTFEN OKUYUN
15.Bölüm
16.Bölüm
17.Bölüm
19.Bölüm
20.Bölüm
21.Bölüm
22.Bölüm
23.Bölüm

18.Bölüm

160 9 5
By Itslockyer

Heath

Hastane odasının rahatsız koltuklarına yayılıp telefonumla uğraşırken arada Caroline ve Matt'i dinliyordum. Yine Caroline'ın fikri olan 20soru oyununu oynuyorlardı ve inanılmaz derecede saçma bulduğum için katılmak istememiştim. Gelen mesajlara cevap vermeye çalışırken odanın kapısı açıldı ve bir saniyeliğine kafamı kaldırıp kimin geldiğine baktım. Tahmin ettiğim gibi gelen Sam ve Riley, Matt ve Caroline'ın ne yaptığını anlamaya çalışır gibilerdi.

"Kimde yedi parmak var?"diye sordu Sam hala ayakta dururken.

Hazır cevap Caroline beklemeden "Matt'te." Diye yanıtladı.

Kafamı telefonumdan kaldırmadan "20soru oyununu oynuyorlardı." Dedim.

Riley Sam'i kolundan tuttu ve ikili koltuğa otururken onu da beraberinde oturttu. Şu çocuğa bir türlü alışamamıştım ve neden olduğunu bilmediğim bir sebepten ötürü Sam ile aramıza bir çeşit duvar ördüğünü düşünüyordum.

Kaç yıldır Sam ile arkadaştık ve o bir problemi olduğunda Caroline'a bile anlatmadan Riley ile mi konuşuyordu? Benim yanımda ağlaması gerekirken onun yanında mı ağlıyordu?

Sinirden dişlerimi sıkarken ayağımla sessizce ritim tutmaya başladım.

"Nasıl bir oyun bu?" Diye sordu Riley beklediğimden geç bir süre sonra. Sam oynamasını istemediği için Caroline ile kısa bir tartışma içine girdikten sonra Riley Matt ile konuşmaya başladı ki bana fazlasıyla yapmacık geliyordu. Ayrıca kaç yaşındaydı? Sam ile çıkması kanunen uygun gibi bile görünmüyordu.

Daha nasıl tanıştıklarını bile bilmiyordum. Neredeyse iki haftadır Sam benimle konuşmaktan çekiniyordu. Fazlasıyla soğuk davranıyordu. Ayrıca bir gün çok mutluysa diğer gün yüzü düşüyordu. Telefonu sürekli elindeydi ve birinden telefon beklediği çok açıktı. Ama sormama rağmen lanet olası bir şey bile anlatmıyordu ve Riley ile hastanenin geniş bahçesinde bir sağa bir sola yürüyerek konuşuyorlardı.

Aklımı tekrar önümdeki telefona verdiğimde yeni gelen bir mesajı daha açtım. Kimberly Cook? Kim olduğunu hatırlamaya çalışırken bir yandan da mesajına cevap verdim.

"Heath, numaram sende var mı bilemiyorum ama aramadan önce mesaj atmak istedim. Kimberly Cook, belki hatırlarsın. Yaklaşık bir ay önce beraberdik, okuldan sonra bizim eve geldik hatırlıyor musun? Sana söylemem gereken çok önemli bir şey var, telefonda anlatabileceğim bir şey değil,"

Onlarca şey beynimde cirit atarken "Bu kadar önemli olan ne?" Yazdım ve ayağımla ritim tutmaya devam ederken tırnağımı yemeye başladım.

Anında "Bekle, en azından aramam lazım." Diye yanıtladı ve çok geçmeden telefonum çalmaya başladı. Telefonun zil sesi odada yankılanırken herkesin başı bana döndü.

"Buna bakmam lazım," diyerek ayaklandım ve hızla odadan çıkıp aramayi yanıtladım. "Kimberly?"

"Heath, selam," sesi o kadar gergin geliyordu ki telefonda olmamıza rağmen bunu hissetmiştim.

"Neler oluyor?" Diye sordum hafif korkak bir ses tonuyla. Sadece bir kez görüşüp beraber olduğum bir kızdan en fazla ne kadar önemli bir haber gelebilirdi ki?

Son anda aklıma gelen fikirle kafamı iki yanıma sallamam bir oldu. Bu imkansızdı. İm-kan-sız.

"Ben.. Aslında konuyu dolandırmak istemiyorum ama, açıkçası nasıl söyleyeceğimi bilemiyorum."

"Uzatma da söyle şunu," Meraklı olduğum için kaba da davranmak istemiyordum ama uzatmayacağını söylerken fazlasıyla uzatmıştı konuyu.

"Heath, ben," bir iki saniye durdu ve nefes aldı. "Ben.."

"Hamile olsan bu kadar uzatmazdın," dedim elimi saçlarımın arasından geçirirken. Aklımda kalmıştı işte, stresten ne diyeceğimi bilememiştim. Dediğim saniye pişman olmuştum zaten. "Siktir, Kimberly.." Diye mırıldandım. Uzun zamandan beri ilk defa bu kadar içten küfretmiştim.

Samantha

Caroline'ın evden bir şey almak için gitmesinden sonra oturduğumuz banktan kalkmamıştım. O kadar kahkahadan sonra hala karnımın ağrıdığını hissedebiliyordum, saçma sapan bir nedenden dolayı bu kadar gülmemiz çok tuhaftı. Kendi kendime sırıtarak hastanenin arka tarafında gözlerimi gezdirmeye basladım. Hastane o kadar büyüktü ki gelebilecek olan hastaların sayısını tahmin etmek çok zordu, doktorlar fazla çalışıyor olmalıydılar.

O gece Matt'i yakın hastaneye götürmeliyiz diye düşünmüşlerdi ve şanslıydık ki bu hastane fazla uzak değildi. Hala olanları duyduğumdaki acıyı kalbimde hissedebiliyordum. Matt o kadar değerliydi ki ailemin iflasını bile arka plana atabiliyordu.

Ayrıca bu konuda bu kadar endişelenmeme gerek kalmamıştı. Ne de olsa babam hastaneden-neyse ki- çıkmıştı ve gönderdiğim parayla eniştemin yolladığı parayı birleştirip kredi çekmişlerdi. Annem kredi çekmek konusunda haklıydı ama o zaman bu kadar para yoktu ve şuan yapılabilecek en akıllıca hareket kredi çekmekti.

Babam en son birkaç şirketle konuşmaya başladığını anlatmıştı ama şuan umursadığım sadece onun sağlığıydı. Paramız olmasa bile umursayacağımı sanmıyordum çünkü babam olmazsa ne yapabileceğim hakkında hiçbir fikrim yoktu.

Elbette hayatıma devam edecektim, etmeye çalışacaktım ama bunun o kadar kolay bir iş olduğunu sanmıyordum.

Parmaklarım göbeğimin üstünde kenetlenmiş bir şekilde bir sağa bir sola uçan kuşları seyrediyordum ki derin bir iç çekiş duyduğum sırada kafamı kaldırıp sesin geldiği yöne baktım. Bu kadar sıkıntılı bir ses duymak beni şaşırtmamıştı, birkaç haftadır aynı hisleri paylaşıyordum ve Matt'in hastaneye kaldırılmasından sonra etrafım bu sesle dolmuştu.

Bana doğru gelen Heath'i fark ettiğimde kafam karışmıştı. Matt ve Steven'dan sonra Heath'in de mi bir sorunu vardı Tanrı aşkına? Belli ki kafası çok bulanıktı aksi takdirde beni fark etmemesinin başka bir açıklaması olamazdı.

Yavaşça yürümeye devam etti ve oturduğum bankın biraz ötesindeki başka bir banka oturdu. Gözlerini yumup kafasını yukarı kaldırdığında ben çoktan ayağa kalkıp yanına yürümeye başlamıştım bile.

Hiçbir şey demeden yanına oturdum ve yanına oturduğumu hissedip gözlerini açmasını beklemeye başladım. Bir süre aynı pozisyonda oturmaya devam ederek yüzünü inceledim. Kaşlarını çatmıştı ve dudakları bir çizgiyi andırıyordu. Ayrıca geldiğimi fark edecek hali de yok gibiydi.

Sağ elimi yavaşça kaldırdım ve iki kaşının ortasına doğru yaklaştırdım. Yüzüne değdiğim anda korkuyla gözlerini açtı ve olduğu yerde doğruldu. "Sakin ol, benim." Dedim hafifçe gülerek.

"Yüzümle bir alıp veremediğin mi var?" Dedi, kaşlarını sanki mümkünmüş gibi daha da çatarak.

Söylediği şeyden dolayı aynı şekilde kaşlarımı çatıp kollarımı göğsümün altında birleştirdim. "Kaşlarını çatma diye yapacaktım ama şu haline bak, kopya çektiğimi gören öğretmenden farksızsın." Kafamı ters yöne çevirip bilerek ondan tarafa bakmıyordum.

Oflayarak tekrar aynı pozisyonu aldı. "Boşversene,"

"Senin sorunun ne Tanrı aşkına?"

"Neden sana anlatmam gerekiyor Tanrı aşkına?" Diye sordu ses tonunu benimkine eşleyerek. Beni daha da sinirlendiriyordu.

"Ne saçmalıyorsun, Heath?" Dedim bıkkınlıkla.

"Sen bir sorunun olduğunda kaç yıllık arkadaşının omzunda ağlamak yerine yeni tanıştığın sevgiline sarılıp ağlarsan, bende haliyle bir başka kız bulup ona derdimi anlatabilirim."

Ne diyeceğimi bilemeyerek öylece suratını izledim. Bu kadar önemsediğini tahmin etmiyordum ama görünüşe bakılırsa onu kırmıştım. "Heath,"

"Hayır, Sam. Söylemen gereken bir şey yok, sadece.."

"Bırak şu umursamaz tavırları. Kırıldığını biliyorum." Dedim kendimden emin bir ses tonuyla. "Özür dilerim, sana söylemek aklıma gelmedi,"

"Elbette gelmez. Neden gelsin ki? Sen yalnızca.."

"Bana beni dinlermişsin gibi gelmiyor." Kafamı önüme eğdim ve iki kolumla bankın oturmamız için olan kısmını tutup ayaklarımı izlemeye başladım.

Bir süre bir şey söylemeden durdu ve birbirimizin nefes alışverişlerini dinledik. En sonunda bana doğru döndü, sağ koluyla çenemi tuttu ve kendine çevirdi. "Özür dilerim." Dedi sakince.

Neden gözlerimin dolduğuna dair bir fikrim yoktu ama doluyorlardı işte. Bu da benim yapımdı ve nefret edilecek bir şeydi.

Kafamı iki yanıma salladım. "Ben özür dilerim."

Bu birbirine sorunlarını anlatmayan iki arkadaşın arasının düzelmesi gibi saçma bir şey değildi. Aramızda birkaç haftadır elle tutulur bir gerginliğin olduğu barizdi ve birbirimizi anlayamıyorduk. En ufak bir şeyde bile tartışmaya başlamıştık ki bu gerçekten güzel bir şey sayılmazdı.

En son ne zaman doğru dürüst şakalaştığımızı ya da birbirimize gülümsediğimizi bile unutmuştum. İşte o an dayanamadım ve kollarımı Heath'in boynuna sarıp gözümden bir iki yaşın akmasına izin verdim, sebepsiz yere.

"Seni özledim," dedim burnumu çekerken. "Lanet olsun, neden bunu daha önce yapmadık? Seni kendimden uzaklaştırıp duruyordum." Kendimi geri çektim ve tekrar suratına baktım. "Kafama bir şeyler indirip kendime gelmemi söylemeliydin."

Yavaşça gülümsedi ve iki baş parmağıyla göz yaşlarımı sildi. "Önemli değil, Sam. Sana bu yüzden kızmayacak kadar değer veriyorum." Ben de onun gibi gülümsedim ve ona tekrar sarıldım.

O kadar kafam karışıktı ki Heath gibi birine sahip olmanın nasıl bir his olduğunu unutmuştum. Beni bu kadar mutlu hissettirdiğini unutmuştum.

"O gün senin peşinden koştuğum zaman ağladığını biliyordum. Ama anlatmak istemezsen,"

Sol elimi saçının içine daldırdım ve yavaşça çektim. "Şu güzel anın içine etmesen olmuyor, değil mi? Bunu sonra da konuşabiliriz."

Sırıttığını hissettiğim anda ben de sırıtmaya başlamıştım. Ve geri çekilmedim. Ta ki onun özlemini giderene kadar.

Steven

Kendimi tamamen bir savaşın ortasında gibi hissediyordum. Bir yandan annem saatlerce başımda dikilip telefonda kimlerle konuştuğumu takip ediyor, akşam olunca da babama hakaretler yağdırmaya başlayıp ağlıyordu. Diğer yandan babam, bize, kendi halinde fırtına öncesi sessizliği yaşatıyordu.

İşin kötü tarafı ortada kalmama rağmen, ne annemle ne de babamla iyi anlaşıyordum.

Ama bugün farklıydı. Annemin ağlayıp hakaretlere başlaması çok erken olmuştu ve asıl sorun, hakaretleri yağdırdığı kişi babam değil bendim.

Beşinci kadeh şarabından sonra bariz bir şekilde mutfak tezgahına yapışmıştı ve ben onu üst katta kaldığı odasına götürmeye çalışırken salya sümük ağlıyor, fiziksel bir acı vermekten çok uzak ama kalbimi bin parçaya ayıran yumruklarını göğsüme savuruyordu.

"Ah, Steve.." Diye mırıldandı ben onu merdivenin başına ulaştırabildiğim zaman. Mutfaktan bu yana kendini inanılmaz bir biçimde yormuştu ve sanki saatlerce ağlamış gibi görünüyordu. Oysa ki sadece on dakika önce keyifle şarabını yudumlayan oydu. "Benim bir hatam yoktu, ikimiz de biliyoruz,"

Onu onaylayan bir ses çıkarıp basamağa ilk adımımı attım. Onu da kendime doğru çekerken tekrar şidditli bir şekilde ağlamaya başladı. Sağ elini yumruk yapıp sol omzuma çarptıktan sonra beni kendinden uzaklaştırdı.

"Anne," diyebildim sadece. Ama onu engellemedim. Neden bu kadar kızıyordu ki bana?

Çıktığımız bir basamaktan sendeleyerek indi ve dengesini bulana kadar kapıya kadar ilerledi. Tam ona doğru bir adım atmıştım ki tek bir kolunu kaldırıp işaret parmağını bana doğrulttu. "Senin yüzündendi!"

"Anne neden bahsediyor-"

"Senin yüzünden kavga ettik!" Bir anda duruldu ve kolunu indirip başını önüne eğdi. "Bana senin yüzünden bağırdı," kendimi bir ergen filminde gibi hissetmekten alıkoyamadım kendimi. "Oğlumun gay olduğunu öğrenince çok mu mutlu oldum sanıyordu.."

Benimle değil kendi kendine konuşuyordu. Yanına yaklaştım ve sol kolumu omzuna sarıp tekrar merdivene ilerlemeye başladım. Beni kendinden uzaklaştırmaya çalışsa da merdivenin başına kadar gelebilmiştik. "Ben ne yanlış yaptım, Steven?" Diye sordu ağlaması tamamen kesilince. "Yanlış bir şey mi öğrettim?"

Senin suçun değildi diye bağırmak istesem de ağzımı açıp tek bir kelime dahi etmedim.

"Ben, böyle olmasını istemezdim," dedi sessiz göz yaşları yanaklarından süzülürken. "Hep senin gibi nazik, doğal haliyle güzel bir gelinim olacağını düşünürdüm,"

Odasının kapısını açıp içeri girdiğimde onu kucağıma aldım ve yatağına doğru yürüyüp yavaşça üzerine bıraktım. "Asla normal olamayacaksın,"

Gözlerimi yumup sakinlesebilmek için birkaç saniye verdim kendime.

Ben daha gözlerimi açamadan sağ yanağımda bir sıcaklık hissettim. Sabaha hiçbir şey hatırlamayacağını düşünürken gözlerimi açtım ve doğrudan bana bakan annemin bakışlarına karşılık verdim.

"Böyle olmak zorunda değil, Steve." Tükenmek bilmeyen yaşları hala gözünün kenarından akarken ben de aynısını yapmamak için zor tuttum kendimi. "Steven, babanla konuş hayatım. Gerçekleri söyle."

Elini yanağımdan çekip beklemeden devam etti. "Böyle olmadığını, yanlış anlaşılma olduğunu söyle,"

Yavaştan uyuyakaldığını farketmiştim. Gözlerini kapatmış uyumaya hazırlanıyordu. "Senin yüzünden ayrı kalmamalıyız," dedi ve uykuya daldığını açıklar bir şekilde nefes alışverişleri düzene girdi.

Yavaşça ayağa kalktım ve neredeyse parmak ucunda yürüyerek odadan çıktım. Uyanmayacağını biliyordum ama yine de dikkat etmiştim. Kapıyı kapatıp merdivenlere ilerlemeye başladım. Diğerlerini rahatsız etmemek için annem benim yatağımda yatıyordu ve ben de aşağıda kalıyordum.

Heath ve Matt'ın odasından uzak duruyordum ama nedenini kendime bile açıklamak istemiyordum. Aslında iki haftadır Caroline evde kalmıyordu ve onun yatağında yattığım da oluyordu. Sam'in rahatsız olduğunu sanmıyordum çünkü, yani, her şeyi biliyordu. Nasıl olduğunu bilmiyorum ama insan böyle olunca kızlar daha az çekingen oluyorlardı. Ama ben nasıl olmam gerektiğini bilmiyordum. Önceden birkaç kız arkadaşım olmuştu ama onlara karşı doğru şeyi hissetmediğimin farkındaydım. Gerçi bir erkekle birlikte olunca hissettiğim doğru şeyin de ne olduğunun pek farkında değildim ama sadece doldurulması gereken bir boşluk kalmıyordu. Hissi tam açıklayamasam da doğru hissettiriyordu ve başka bir şeye ihtiyaç duymuyordum.

Kadınlar gözümde her zaman güzeldi. Dünyada yaratılmış en harika varlıklardı ama bir şey eksik kalıyordu işte. Onlara karşı ne yapmam gerektiğini kavrayamıyordum. Beni kendilerine çekmiyorlardı, sadece bu.

Aşağı kata indiğimde hiçbir şey yapmadan üçlü koltuğa yürüdüm ve kendimi bıraktım. Annemin uyanmayacağı ve evde kimsenin olmadığı gerçeğiyle vücudum gevşedi ve birkaç haftadır içimde tuttuğum şeyi denize taş fırlatır gibi dışarı savurup ağlamaya başladım.

Normal olan aslında neydi ki? Ben mi bulamıyordum? Normal olan annem ile babamın ayrılmaması için aslında olmadığım biri gibi mi davranmaktı? Ya da hissetmem gereken şeyi hissedemediğim insanlarla beraber olmak mı?

Dirseklerimi dizlerime yaslamış bir şekilde ağlarken ellerimle de yüzümü kapatmıştım. Beni ağlatan şey aslında neydi? Annemin babamla ayrılma raddesine gelmiş ilişkilerinden beni sorumlu tutması mı? Yoksa kadınlara ilgi duyamamam mı? İkinci nedeni birinci nedene ekleyip bir de o şekilde düşününce okkalı bir küfür savurarak sırtımı koltuğa yaslayacağım şekilde oturdum.

Evet birkaç saniye önce şiddetli ağlayışım durmuştu ama sadece kendimi fazlasıyla kadın ve bir o kadar da gayımsı hissettiğim için -sanki değilmişim gibi- kendim durdurmuştum. Bir kadın olsam günlerce ağlayabilecek durumdaydım. Gerçekten, annemin bana böyle şeyler söyleyebileceği aklımın ucundan bile geçmezdi. Beni sevmiyor muydu? Bir anne çocuğundan nasıl nefret edebilirdi ki?

Babamla bu duruma gelmesinin nedeninin ben olduğumu düşündüğü için bana mı kadar kızgındı. Gerçi haksız değildi ama benden bu yüzden nefret eder miydi ki?

Düşünceler beynimde cirit atarken ne yaptığımın farkına varmadan pantolonumu cebinden telefonumu çıkardım ve rehberimde babamın numarasını bulup aradım. İkinci çalıştan sonra açmıştı ama hiçbir şey söylemeden benim konuşmamı beklemişti. Tek bir kelime dahi etmeden bekliyordu ve dayanamayan ben olmuştum. En sonunda derin bir nefes aldım ve dakikalarca sessiz kalan hattın diğer ucundaki babama itafen konuşmaya başladım.

"İleride bir çocuğum olursa ki büyük ihtimalle evlat edineceğim," son iki kelimenin üzerinde durarak başladım ve devam ettim. "Kız ya da erkek, seçimi ne olursa onlara karışmayacağım. Ona olan biten her şeyi düzgünce anlatıp eğer normal olanın ne olduğunu anlayamıyorsa ve insanlar ona anormal diyorsa, normal kelimesinin göreceli bir şey olduğunu, doğru olduğunu hissettiği şeyi yapmasını söyleyeceğim." Birkaç saniye durup akan göz yaşlarımı sildim. Ağlarken konuşmakta hep zorlanırdım, ama şimdi sesimi bulamıyordum sanki.

Tam kendimi toparlamış konuşmaya başlarken babamın alaycı ses tonunu duymamla söylemeyi planladığım her şeyi bir anda unuttum. "Şimdi de ağlıyor musun?" Diye sordu aynı zamanda küçümserken. "Çok değişmişsin, Stevan. Tercihlerini yaparken kadın gibi olmanın yanı sıra davranışların da çok değişmiş."

"Ağlamak beni kadın yapmıyor, asıl oğlunu ağlatabilecek bir baba ne oluyor onu düşünmen gerekiyor önce." Bir şey dememişti ve asıl söylemek istediğim şeyi dile getirme zamanı olduğunu fark edip gırtlağımı temizleyerek konuşmaya başladım. "Ne hissettiğini anlıyorum ve bu konu hakkında daha fazla konuşmak istemiyorum. Benim yüzümden annemle aranı bozma ve ne söylemek istiyorsan bana söyle. Annemi bu işe karıştırma. Benim gibi bir çocuğa sahip olmak ikinizin de suçu değildi, biliyorum. Bu benim kararım ve sizi hayal kırıklığına uğrattığım için özür dilerim, böyle olsun istemezdim."

"Steven-"

"Anahtarı paspasın altına koyuyorum buraya gelip annemi evine götür." Başka bir şey demeden telefonu kapattım ve saniyesiyle sağ tarafımda kalan duvara fırlattım. "Ağlamamalıyım!" Sinirle kapıya doğru yürüdüm ve kilitledikten sonra babama dediğim gibi anahtarı paspasın altına koyup sokak boyunca yürümeye başladım.

Birkaç dakika sonra yürümenin beni rahatlatmadığının farkına vardım ve ana caddeye çıkana kadar durmadan koştum. Mesafe çok kısa sayılmazdı ve özellikle ara yollardan gitmiştim. Yaklaşık yarım saat koştuktan sonra araba seslerini duymaya başlamıştım ki şuan istediğim şeyin araba sesinden çok "Bir sorunun varsa anlatabilirsin," diyen bir ses olduğunu fark ettim ve ana caddeden uzaklaşarak geldiğim yolda geri yürümeye başladım.

Evin bulunduğu sokağa dönerken tenis topunun rakete çarpıp geri dönmesine benzeyen bir an yaşadım. En fazla omzuma kadar gelen bir kız koşarak ilerlerken göğsüme çarpmıştı ve ben daha ne olduğunu yeni anlayıp onu yakalamaya çalışana kadar çoktan yerle birleşmişti. Kız çarpışmadan sonra doğruldu ve ayağa kalkmaya çalışırken tekrar düştü.

Bu haline gülerken yere eğildim ve belinden tutup ayağa kaldırdım. "İyi misin?" Diye sordum o beni kendinden uzaklaştırırken.

"Biraz dikkatli olsaydın!" Diye bağırdı sorduğum soruya cevap vermeden. "Beyin sarsıntısı geçiriyordum senin yüzünden!"

Keyfim yeniden kaybolurken suratımı astım ve bir şey söylemeden yanından geçip yürümeye başladım. Ta ki arkamdan "Hey!" Diye seslenene kadar. "Özür dilemeyecek misin?!"

Continue Reading

You'll Also Like

1.1M 39.7K 22
"Bana cehennemi yaşatmana rağmen, sen benim cennetimsin Meira." Fantastik değildir, karanlık aşk türündedir. DİKKAT! Bu kitapta cinayet, psikolojik...
173K 7.2K 26
Damla: Dedem doğum yaptı, taksi param da yok bana bi 400 ateşler misin yakışıklı? Yakışıklı: Deden doğum yaptı? Yakışıklı: Tanıştığımızı sanmıyorum...
7.2M 418K 84
Sevdiği çocuk yerine yanlışlıkla okulun serserisine yazan Ece, başına çok büyük bir bela aldığını fark ettiği an onu engeller. Fakat her şey için ço...
198K 9.8K 21
Staj yaptığım hastanede karışan o kız çocuğu bensem?