😘
Mihera'nın Anlatımından
Kızgındım, belki de üzgündüm.
Ya da her iki duyguyu da damarlarımda barındırıyordum. Derin bir nefes aldım ve yürümeye devam ettim, son beş gündür fazlasıyla dalgındım.
Normalde Jungkook'u takip etmeyi denemiştim, hatta ne olduysa o gün olmuştu. Öpmek için yanlış zamanı tercih etmiştim ve ters tepmişti.
Bu seferki karşılaşmamızda ise hiçbir art niyeti ya da suçu bünyemde barındırmıyordum. Jae ve Lisa Görsel Sanatlar Fakültesinde buluşacaktı, beni çağırdıklarında ise kabul etmiştim.
Her şey beni kasıtlı olarak itekleyip düşmemi sağlayan ve yardım bile etmeden beni orada bırakan kız yüzünden olmuştu. Kafamı kaldırdığımda ise Jungkook'u görüp, bana uzattığı eli tutmak zorunda kalmıştım.
Yanındaki kız arkadaşı bana gerçekten hoş olmayan bir bakışla bakıyordu ve az önce düşmeme sebep olan kızı anımsattığı için sinirimi ikiye katlamıştı.
Aslında laf sokmayacaktım fakat onları takip ediyormuşum gibi olayı lanse etmeye çalışınca ters çıkışmıştım işte. Bir insan fakültenin içinde dolaşamaz mıydı? İlla takip mi etmem gerekiyordu?
"Üç tane tost alabilir miyim?" Kantinden içeri girdim, beni ilk defa görüyormuş gibi tepki veren insanlardan artık haz almıyordum ve bu son yaşadığım olaylardan dolayıydı.
Kendime bir yer seçip tostlarımı yemeye başladım, kimseyle konuşmak istemiyordum. Jae'ye bile bu olaydan bahsetmemiştim, onu korkutmak istemiyordum.
Daha Jungkook'tan kendimi koruyamıyorum, sizi korumam mümkün değil diyemezdim.
O benden huzursuz oluyordu ve bunu kırıcı bir dille sevgilisinin yanında yapmayı tercih etmişti. İyi biri olduğuna emindim ama düşüncelerim değişmeye başlamıştı.
Onu rahatsız ediyorsam söylemesi gerektiğini kaç kez belirtmeme rağmen bunu yapmamış ve beni rezil etmeyi tercih etmişti. Kalbimin kırıldığını fark edebiliyordum ve ilk defa görevi çok da umursamıyordum.
Tanıdık gülüşme sesleri kulağıma ulaştığında gelenlerin kim olduğunu anlayarak ölmeyi diledim. Jungkook ve arkadaşları kantine girmişti, keşke oturmak için buraya seçmemiş olsaydım.
"Gidip Mihera'ya selam vereceğim."
Kafanı kaldırma Mihera, sakın bunu yapma.
"Jimin, gel buraya."
Jungkook'un uyarısını duydum ve ağzımdaki bitmeyen lokmayı çiğnemeye devam ettim. Ben ona ne yapmıştım da benden bu kadar nefret etmeye başlamıştı?
Görevini yerine getirmeye çalışırken bile onun adına üzülen biriydim. Şimdi ise daha da fazla üzülüyordum; onun kim olduğundan haberi yoktu ve bense sorgusuz sualsiz bu işe bulaşmıştım.
Sırf kaderlerimiz bir yazıldığı için.
Kafamı iyice masaya gömdüm ve onların bakışlarını umursamamaya çalıştım. Üçü de bana bakıyor gibi geliyordu ama hiçbiriyle göz göze gelmemiştim.
"Selam, oturabilir miyim?"
Gerçekten mi? İnsanlar asılmak için daha uygun bir vakit bulsa olmuyor muydu? Cevap vermeden tostumu yemeye devam ettim ve yutamadığım için kolamdan bir yudum aldım.
"Tamam, seni rahat bırakayım. Fakültenin en gözde erkeği olduğumu unutma, numaramı bu kağıda yazdım."
Şu an yüzüme bakan biri, öfkemi ve üzüntümü rahatça görebilirdi. Böyle bir anda neden yanıma gelmeyi tercih edecek kadar düşüncesiz oluyorlardı? Hem de üslupları aşırı iticiydi, huzursuz ediyordu.
"Gece arasan daha çok eğleniriz." Derin bir nefes aldım ve kısa süreli olarak gözlerimi kapattım. "Neyse sorun değil. Gece veya gündüz hiç fark etmez."
Ben çocuğun sesine alışmışken tekrar Jimin'in sesini duydum. "Şu çocuğu gidip sikeceğim, nasıl asılıyor kıza, çıldırtacak beni." İstemeden de olsa onların masaya odaklandığımı yeni yeni fark ediyordum.
"Bizi ilgilendirmez, belki o da durumdan memnundur. Sen işine bak Jimin." Jungkook'un sesi duyduğum son ses olmuştu.
Onların masaya odaklanmayı kesmiştim ve ister istemez gözlerimin dolduğunu fark edebiliyordum.
Sinirden bacağım titremeye başlamıştı ve ağzımdaki lokmayı yutamayacak kadar kötü bir duruma bürünmüştüm. Neyseki başımda dikilen çocuk durumu daha fazla uzatmayıp gitmeyi tercih etmişti.
İnsanlar hakkında aklımdan geçen düşünceler sürekli olarak kötüye dönüyordu ve ben buna engel olamıyordum. Neden erkekler beni seks objesi olarak görüyordu?
Ayrıca o kız beni neden bilerek itekleyip düşürmüştü? Bu kötülüğü yapacak kadar onu nasıl sinirlendirmiş olabilirdim? Hem de onu daha önce hiç görmemişken.
"Mihera?"
Omzuma dokunulan elle sesi tanıdığım için irkilerek kafamı kaldırdım. Bu geçen gün partide gördüğüm çocuktu ve ben kafamı kaldırır kaldırmaz elini omzumdan çekmişti.
"Ben özür dilerim, seslendim ama duymadın. Y-yani yüzden dokunmak zorunda kaldım. İyi görünmüyorsun, bir sorun mu var?"
Suratımdaki üzgün ifadeyi silmeye çalışarak gülümsedim, diğer erkeklerden farklı olarak nasıl olduğumu soruyordu ve bana dokunduğu için özür bile dilemişti.
"Sorun değil Ten, iyiyim. Nasıl olduğumu soran ilk insan olduğun için teşekkürler." Adı dudaklarımın arasından çıktıktan sonra gözleri büyümüştü ve hala şaşkınca suratıma bakıyordu. Beni gerçekten seviyor olabilir miydi?
"Bunun için teşekkür etmene gerek yoktu, ben seni gülerken görmeyi seviyorum." Uzun zamandır ilk kez içten gülümsedim ve masadaki tostlara göz attım, iki tane kalmıştı.
Bu durum bana Jungkook'la olan yürüyüşümüzü hatırlatsa da üstünde durmadım, durmamam gerekiyordu. Önce çantamı aldım ve kalan iki tosttan birini Ten'e uzattım, beklemeden almıştı.
"Biraz yürümek ister misin?"
Şu an ona çıkma teklifi ediyor gibi gözükmüştüm, biliyorum. Sadece günlerdir ölü gibi dolaşan bir kızı yeniden gülümsetmeyi başardığı için bunu yapmak istiyordum.
"Gerçekten benimle yürümek istiyor musun?"
Benim ona iyi davranmama neden bu kadar şaşırdığını anlayamıyordum ama aynaya bakmayan insanlardan herhangi biri olduğuna emindim. "Neden, bunu istemeyecek biri gibi mi gözüküyorum?"
Kafasını aşağı yukarı salladı, sonrasında ise ne yaptığını fark ederek sağa sola hareket ettirdi. Bense kendime engel olamadan sesli bir şekilde güldüm, gerçekten çok sevimli biriydi.
"Yani sen farklı bir kızsın ve ben olabilecek en sıradan insanım."
Böyle düşündüğü için üzülsem de belli etmedim, onun kalbinin güzelliğini gözlerinde görebiliyordum. Gerisi benim için önemsizdi. "Gidelim mi?"
Kısa süreli olarak bakışları arka masaya doğru sabitlendi ve nereye baktığını görebilmek için hareket etmek istesem de yapamadım. Jungkook ve arkadaşlarını görmek istemediğim için Ten'e bakmak en mantıklısı gibi geliyordu.
"Gidelim." Önce benim geçmem için geri çekildi, ben de beklemeden merdivenlerden indim. Neyseki onların önünden geçmemize gerek kalmamıştı.
Ten elindeki tostu bana uzattığında elimi salladım. "Hayır, o senin. Nedense şu sıra ayarı tutturamayıp biraz fazla tost alıyorum. Böyle giderse yüz kilo olacağım ve boyum kısa olduğu için yuvarlanmam gerekecek."
Ten söylediğime sadece gülümsemekle yetindi ve tostundan bir ısırık aldı. "Saçma bir şey mi söyledim, neden üzüldün?"
Dünyalı insanlar bazen gereksiz alıngan olabiliyordu ve ben ne dediğimi bile anlayamıyordum. "Hayır, sadece-" Sıkıntıyla nefes verdi ve devam etti. "Arka masadaki çocukları tanıyorsun değil mi?"
"Evet, tanıyorum."
"İçlerinden biriyle göz göze geldim ve nefesim kesilir gibi oldu. Tuhaf bir histi." Tek kaşımı kaldırdım, Jungkook'tan mı bahsediyordu?
"Kim olduğunu tarif edebilir misin?" Kafasını aşağı yukarı salladı. "Seninle tanıştığım gün gördüğüm çocuk. Aslında o gün senin yanından ayrılmayacaktım ama bir anda gitmem gerekiyor gibi hissettim."
Tamam, bu giderek tuhaflaşıyordu.
"Nasıl yani? Gitmek istemiyordun ve gittin mi? Buna sebep olan neydi?"
Ten omuz silkti ve o günü hatırlayınca sertçe yutkundu, gerçekten garip bir durum dönüyor olmalıydı. "Hiçbir fikrim yok, zihnimin ayaklarımı yönettiğini hissettim ve orayı terk ettim. Hatta sana ayıp olduğunu düşünerek iki gün uyuyamadım."
O, zihnine kontrol edemediğini mi söylüyordu?
Üstelik buna sebep olanın da Jungkook olduğunu düşünmeme sebep olmuştu. Melezlerin, Elylerin, hiçkimsenin birinin zihni üzerinde etkisi olamazdı. Sadece Elyler ve melezler, mühürlendikleri kişinin hislerini anlayabilirdi.
Özellikle insanlar üzerinde hiçbir etkimiz olamazdı.
Daldığım düşüncelerden hızla sıyrıldım. Bu konudan Jae'ye uygun bir vakitte söz etmem gerekiyordu.
Ten'in beni garip biri gibi tanımlamasını istemediğim için yüzüme gülümsememi yerleştirmeyi ihmal etmemiştim. Ayrıca beni bu kadar düşünüyor olması da farklı geliyordu. Daha önce beni bu kadar saf duygularla seven bir Ely olmamıştı. Melez çocukların doğma sebebini anlayabiliyordum.
İnsanlara aşık olmak zor olmasa gerekti.
"Daha önce böyle bir şey duymamıştım. Şaşırtıcı. Bence o an bizi yalnız bırakmak istedin, onu tanıdığımı düşünmüş olmalısın."
Kafasını sallayarak beni onayladı ve beraber dolaşmaya devam ettik. Kırgınlığım ve üzgünlüğüm ikinci plana düşmemişti elbette ama farklı bir duyguya kapılıyordum.
İçim huzursuzdu ve ben huzursuzluk hissettiğimde hiç de iyi şeyler olmazdı. Babasının öleceğini hissetmiş bir Ely'dim ben. Bu çok nadir görülüyordu ve çoğu zaman bu yaşadığım olayları kimseye söylememeyi tercih ediyordum.
Ten, Jungkook'u görünce neden istemeden de olsa ortamı terk etme gereksinimi duymuştu? O gün Jungkook yine çok farklıydı ve sebepsizce bana kötü davranmıştı.
Buna ek olarak, bir de Ten'in yapmak istemediği bir hareketi yapması kafamı iyice allak bullak ediyordu.
Onun hareketlerini çözmeye çalışıyordum ama tek başıma üstesinden gelebilecek miydim tek bir fikrim bile yoktu. Gün geçtikçe soru işaretleriyle dolu kafama yenileri ekleniyordu ve ben kendimi durduramıyordum. İşin kötüsü çözüm yolu da bulamıyordum.
Jungkook'la aramız kötüydü, düzeltmek için çabalamam gerekiyordu ama görevi umursamadan devam ediyordum. Yüzüne bile bakamayacağım kadar sinirli birine dönüştürmüştü ve üzgünlüğüm yüzünden kimseyle konuşamaz hale getirmişti.
Nasıl toparlanacaktık bilmiyorum, zaman hızlı akıyordu ve ben başarıya dair hiçbir iz barındırmıyordum.
Yine de şimdilik umrumda bile değildi.
♥️