AHÛZAR SERİSİ (TAMAMLANDI)

haticekubraozcan द्वारा

1.2M 49.3K 11.3K

[AHÛZAR SERİSİ -1- KELEBEK SESLERİ] Her kadının dışında fırtınalar koparsa da içinde rengarenk çiçekli umutla... अधिक

AHUZAR SERİSİ - 1. KİTAP: KELEBEK SESLERİ
KS - 1. Bölüm: ÖLÜ RUHUM
KS - 2. Bölüm: KURTULUŞUN UMUDU
KS - 3. Bölüm: PARAMPARÇA
KS - 4. Bölüm: YENİLİKLER
AFİLLİ ÂŞIKLAR SERİSİ
KS - 5. Bölüm: EVLAT HASRETİ
KS - 6. Bölüm: KİMSESİZ KADINLAR
KS - 7. Bölüm: DEDİKODU KAZANI
KS - 8. Bölüm: İPTEKİ PEMBE ÖRTÜ
KS - 9. Bölüm: VELAYET
KS - 10. Bölüm: İŞ GÖRÜŞMESİ
DUYURU - OKUR GRUBU
KS - 11. Bölüm: CİHANŞAH
KS - 12. Bölüm: MEVLİT YEMEĞİ
KS - 13. Bölüm: TEKLİF
KS - 14. Bölüm: HATA MI ETTİM?
DUYURU - INSTAGRAM
KS - 15. Bölüm: SENİ SEVMEME İZİN VER
KS - 16. Bölüm: DÜĞÜN
KS - 17.Bölüm/Pt.1: AŞK SARHOŞU
KS - 17. Bölüm/Pt.2: AŞK SARHOŞU
KS - 19. Bölüm: AYRILIK
KS - 20. Bölüm/Pt.1: YIKIMIN EMARELERİ
KS - 20. Bölüm/Pt.2: YIKIMIN EMARELERİ
BİR TUTAM
KS - 21. Bölüm: ANNE
KS - 22. Bölüm: GÜÇLÜ KADIN
KS - 23. Bölüm: AİLE
KS - 24. Bölüm: NEVŞEHİR
KS - 25. Bölüm: SEVE SEVE EVLENİRİM
VAHA
KS - 26. Bölüm/Pt.1: AŞK KADERİ
KS - 26. Bölüm/Pt.2: AŞK KADERİ
KS - 27. Bölüm: KURŞUN YARASI
KS - 28. Bölüm/Pt.1: ARKADA KALANLAR
KS - 28. Bölüm/Pt.2: ARKADA KALANLAR
KS - 29. Bölüm: YUVA
KS - 30. Bölüm: KELEBEKLERİN SONU
KELEBEK SESLERİ DUYURUSU
SADE'M
VEDA DUYURUSU

KS - 18. Bölüm: TAK PARMAĞINA YÜZÜĞÜ

17.8K 1.3K 432
haticekubraozcan द्वारा

Yorum sınırı; 400
Sınırı geçerseniz ve düzenlemeyi bitirmiş olursam hemen atarım bölümü ama en geç yarına kadar mutlaka 19. Bölüm düzenlemesini bitiririm.

Oy vermeyi unutmayın lütfen.

Keyifli okumalar...

18. BÖLÜM: TAK PARMAĞINA YÜZÜĞÜ

Her seven âşık mıydı?

"Abla, nerede kaldın?" Dilruba sarıldı ablasına. Bu işe başladığından beri görüşemiyorlardı ve ablası ile vakit geçirmeyi özlemişti.

"Anlatacağım hadi içeriye geçelim," birlikte geçtiler içeri. Kız kardeşine her şeyi anlatacaktı. Utanmayacak, çekinmeyecekti. Zaten günlerdir sakladığı için huzursuz hissediyordu. İki güne kalmaz mahallede de dedikodu başlayacakken kardeşi ondan duysun istedi.

"Çay getireyim mi? Sen geleceksin diye demlemiştim. Kek de yaptım," yanağını okşayıp öptü. Dilruba hevesle koştu mutfağa, tepsiyi hazırlayıp getirdi.

"Bugün Fatma ile biraz dolaştık. Arkadaşları ile tanıştırdı beni."

"E... Nasıldı yeni arkadaşlarla günün o zaman?"

"Çok iyi geldi biliyor musun? Özlemişim birileri ile farklı şeylerden konuşmayı," haklıydı Dilruba. Bir hengâmenin içine doğmuştu. Hayatı hep koşturmakla, birilerinin eksiğini tamamlamayla geçmişti. Anne sevgisine muhtaç olduğu zamanda annesine analık yapmaya başlamış, zalim babası tarafından bir sevgi göremeden küçük yaşta büyümüştü. Gülfem her ne kadar onu korumak istese de bir yerden sonra onu sıktığının farkındaydı.

"Senin için sevindim Dilruba. Artık büyüdün, kendi arkadaş çevreni oluşturman lazım ama dikkatli ol. Hepimiz hata yapa yapa büyüdük fakat dönüşü olmayan hatalar bizi sonu olmayan pişmanlıklara sürükler kardeşim. Sana güvenim sonsuz, sen kiminle görüşüp, kiminle konuşacağını bilirsin."

"Abla Fatma iyi biri. Yani öyle kötü bir hareketini görmedim."

"Tamam, canım, sıkma sen canını. İzinli olduğum bir gün tanışırım bende olur mu?"

"Olur abla. Eve davet ederim, çay falan hazırlarız."

"Hazırlarız güzelim..." Birkaç saniye duraksadı. Ortamın sessizliği rahatsız etti Gülfem'i. Boğazını temizledi, terleyen avuçlarını dizlerine sürtüp konuşmak için uygun anı kolladı. "Dilruba benim sana anlatmam gereken bir şey var."

Dilruba merakla baktı ablasına. Biliyordu ondan sakladıkları vardı. Kaç gündür sormak istese de ablasının kendi isteği ile anlatmasını istemişti. Bu gece kapı önünde gördükleri anlaması için yeterliydi ama ablasının ona güvenerek anlatmasını istiyordu.

"Dinliyorum abla."

"Biliyorsun kolay şeyler yaşamadık. Sende, bende çok çektik. Dünyaya geldiğimiz andan itibaren hep bir şeyleri tamamlamak için uğraştık. Anamız hastalandı ana olduk, başımızda sağlam baba yoktu baba olduk, abla olduk, kardeş olduk, ikimiz birbirimize her şey olduk. Sevenimiz olmadı, kollayanımız olmadı, sahip çıkanımız olmadı. Biz hepsini kendimiz yaptık. Sevilmedik ama birbirimizi sevmeyi iyi bildik kardeşim."

"Âşık mı oldun?" Dedi daha fazla dayanamadan. Mırın kırın ederken ablasının nasıl zorluk çektiğinin farkındaydı. Ona yardım etmek istiyordu.

"Hı?"

"Abla, âşık mı oldun? Kıvranıp duruyorsun, bir yere bağlayamadın." Gülfem kardeşinin dikkati ile utançla eğdi başını. Kimseyle konuşmamıştı bu şeyleri. Cihangir'i seviyordu ama bunu dile getirmeye utanıyordu.

"Dilruba," ellerini yüzüne kapatıp güldü.

"Abla utanacak bir durum yok. Günlerdir bunun için mi ezilip büzülüyorsun? Abla ikimizin arasında en çok kim acı çekti biliyor musun?" Gülfem merakla baktı kardeşine.

"En çok sen çektin. Hasret çektin, gurbet çektin, evlat acısı çektin, o adamın kahrını çektin, dayağını çektin, küfrünü çektin. Anamın göğsünden kaç ay süt emdiysen burnundan fazlasıyla geldi, bedelini ağır ödedin. Sen artık mutlu olmalısın. Sende sevilmelisin, sende önemsenmelisin. Seviyorsan ve eminsen ben senin için çok mutlu olurum." Gülfem mutluluktan ağlıyordu şimdide. Kardeşinin tepki göstermesinden korkmuştu. Ama kardeşi onu yanıltmış bu durumu olgunlukla karşılamıştı.

"Hani bazı evler vardır ya abla, yapılışının üzerinden yıllar dahi geçse ilk günkü duygularından gram eksilmez. Yaz sıcağında taştan yapılmış evin serinliği sarar bedeni. Pervazlarında sarmaşıklar, papatyalar, küpeliler, sakız sardunyaları, sukulentler, karanfiller, uyku çiçekleri, menekşeler, mum çiçekleri boy verir... Duvarlarına kışlık biberler asılır, balkonunda tarhanalar kurutulur. Kapı önünde sevgi arsızı bir kedi uyur, perdeler akşamüzeri esen rüzgârla aheste aheste havalanır. Sokak lambaları yandığı an hızla kapatılır. Mutfak tezgâhının üzerine bir radyo kondurulur usul usul eski bir türkü çığırır. Ocağın üzerinde mis gibi bir çorba pişer, kokusu evin her yanını esir alır. Eskiyen her şey o evlerde daha da kıymetlenir çünkü içinde ruhu, canı, cananı, insanı sevenler yaşar ve yaşadığını hisseder insan. Aile kavramı vücut bulur, kanla canla dolar. Ben senin o evde mutlu olmanı, geçmişi unutmanı, çocuklarınla yaşlanmanı istiyorum abla. Ben artık sadece dudaklarının değil, gözlerinin içi de gülsün istiyorum. Sende sevil, sevil ve yuvanı kur istiyorum. Bu zamana kadar bizim için kendini feda ettin ama artık bitti. Hürsün, özgürsün ve önünde engel yok. Kamburlarından kurtulma zamanın geldi," parmakları ablasının ellerinin üzerini öptü tek tek. Gülfem ise gözleri dolmuş bir hâlde bakıyordu kardeşine.

"Dilruba, sen ne ara bu kadar büyüdün?"

"Ablam benim için gözünü kırpmadan kendini feda ettiği zaman büyümem gerektiğini anladım. Önümüzde kocaman bir taş vardı ve sen o taşı tek başına kaldıramazdın. Bu yola çıktıysak ikimizin de elini o taşın altına koyması gerekiyordu." Gülfem ellerinin üzerindeki elleri öptü kardeşi gibi. Göz göze geldiklerinde yeniden sordu aklına takılan soruyu.

"O kadar şey konuştuk ama sen kim diye sormadın?"

"Sormama gerek var mı? Cihangir ağabey geldiğimizden beri hep etrafında, dibindeydi. Ne zaman başın sıkışsa yardımına koşuyordu, elini tutmak için gözünün içine bakıyordu. Asıl sen bu zamana kadar nasıl görmedin?" Gülfem en çok buna pişman oluyordu işte. Onca zaman gözünün önündeki adamı görmezden gelmiş, görmek istememişti. Bazı geceler uyumadan önce iyi geceler mesajı geldiğinde bile gerçekliğini sorguluyordu ya. Ona göre o sevilmeye layık hissetmiyordu kendisini.

İki kardeş geceyi konuşarak, dertleşerek, Gülfem ile Cihangir'in ilişkisini konuşarak geçirdi. Geç bir saate kadar oturup sohbet ettiler, en sonunda da uykuya yenik düşüp uyudular.

Gece güne dönerken, kuşlar ötmeye, güneş gülmeye, evler esneyerek uyanmaya başlamıştı. Gülfem her sabah olduğu gibi erkenden kalktı izin gününde. Kardeşi ile gece boyu konuşmak iyi gelmişti. Yatağın içinde gerinirken sehpanın üzerinde titreyen telefonuna uzandı. Bir yeni mesaj uyarısı ile hemen ekranı açıp mesaja baktı.

"Günaydın gül güzelim. Patlıcan salatası mı, domates salatası mı?" Mesajın başlığı o kadar güzeldi ki Gülfem sıcacık gülümsedi. Utançla elini yüzüne kapatıp gülerken oturur pozisyona geldi. Cihangir, onu her daim utandırıyordu. Yanında olup olmaması önemli değildi bir şekilde bunu başarıyordu.

"Pikniğe gitmekte kararlısın yani?" Yazıp gönderdi. Mesajın gelmesini beklerken uzanıp pencereyi açtı ve temiz havanın içeriye girmesine izin verdi. Gün bugün daha güzelleşmişti sanki. İçi içine sığmıyordu, içinde kuşlar cıvıldıyordu adeta.

"Bir günümü sensiz geçirmemek konusunda kararlıyım. O gül yüzünü görmek istiyorum," yeni yetmeler gibi mesaj köşelerinde cilveleşiyorlardı. Gülfem ise bu durumdan hem utanıyordu hem de hoşuna gittiğinden adama karşılık veriyordu. O yaşamadığı flört dönemini layığıyla yerine getiriyordu, ikisi de daha önce tatmadıkları duygulara ev sahipliği yapıyordu.

"Birazdan göreceksin ya," mesajı atıp evi toparlamaya başladı.

"Sabaha kadar zaten özlüyorum. En azından gelene kadar özlemimi bir nebze olsun bastırayım."

"Üzgünüm ama olmaz," dedi Gülfem. O da resmini atmak isterdi ama bunu yapabileceği bir telefona sahip değildi.

"O nedenmiş?"

"Sana resmimi gönderebileceğim bir telefonum yok. Şimdi beni daha fazla oyalama da hazırlanayım," yazıp gönderdi ve telefonu aldığı sehpaya geri bıraktı. Odadan çıkıp hemen banyoya geçti. İlk önce kısa bir duş aldı, ardından üzerini değiştirip çaydanlığı ocağa koydu.

"Dilruba," kardeşini omzundan dürtüp kalkması için seslendi.

"Ablacım kalk hadi. Pikniğe gideceğiz." Dilruba tek gözünü açıp baktı ablasına. Saçı başı dağılmış, geç uyumanın verdiği yorgunluk ile gözlerini dahi açamıyordu.

"Piknik nereden çıktı abla?"

"Kim buldu bunu bilmem ama Cihangir bizi almaya gelecek birazdan. Haydi, kalk da hazırlan. Bende bir şeyler hazırlayayım." O sırada aklına gelenle telefonunu yeniden eline aldı. Mesaj ile uğraşmayacak arayacaktı. Maksat sesini duymaktı ama bunu ona söyleyecek kadar cesaretli değildi. Cihangir'in adını bulup arama tuşuna bastı.

"Söyle gül güzelim," derin bir nefes aldı Gülfem. Bir insanın ses tonu bile heyecanlandırıyormuş onu fark etmişti.

"Hazırlamam gereken bir şey var mı? Daha önce sormam gerekiyordu ama unutmuşum," nihayet kendini toparlayabildiğinde konuşmayı başarmıştı.

"Siz hazırlanın yeter. Ben diğer her şeyi hallettim," şen şakrak sesi bayram havası estiriyordu ortamda. Gülfem de bundan nasibini almıştı.

"Ne zaman gelirsin?" Özledim diyemedi 'ne zaman gelirsin' diye geçiştirdi.

"Bende seni çok özledim ama bir yere uğramam lazım. Bir saate oradayım," muzip sesi Gülfem'i güldürdü.

"Ya Cihangir hiçbir fırsatı kaçırmıyorsun. Tamam, o zaman. Görüşürüz."

"Görüşürüz canım," telefonu kapatıp mutfağa geçti. Kahvaltılıkları çıkarıp tepsiye yerleştirdi. Dolaptan aldığı yumurtaları tavaya kırıp pişmesini bekledi.

"Ben hazırım." Dilruba mutfak kapısının önüne gelmiş duruyordu. Siyah, paçaları lastikli bir eşofman ve üzerine beyaz bir tişört giymişti.

"Saçlarını topla, terlersin." Saçlarını bileğinde duran lastikle toplayıp topuz yaparken ablasının arkasından çıktı mutfaktan. Gülfem her zamanki gibi bol ve rahat kıyafetler seçti. Siyah bol bir pantolon onun üzerine de beyaz bir kısa kollu tişört ve uzun ince hırkalarından birini geçirdi. İki kardeş birlikte kahvaltılarını yapıp etrafı toparladılar. O sırada Cihangir'in araması ile ikisi de pencereleri kapatıp çıktı evden.

"Mutfağın penceresini kontrol ettin mi?"

"Ettim abla. Kapalıydı." Evlerinde çalınacak eşyaları yoktu ama hırsızın yüzü soğuktu. Birkaç sure okudu ve kapının kilidine üfledi.

"Allah'ım sen koru," merdivenlerden inerken Cihangir arabanın yanında onları bekliyordu.

"Hoş geldin Dilruba."

"Hoş bulduk enişte." Cihangir keyifli bir kahkaha atarken Gülfem de ikiliyi izliyordu. Gülfem'i yanaklarından öpmek istese de yapamayacağını biliyordu. Kapısını açıp arabaya binmesini sağladı. Kendisi de yerine geçip kemerini taktı. Gülfem ise arabaya biner binmez arkasını dönüp oğlanı görmek istedi.

"Cihanşah nerede?"

"Anneme bıraktım onu. Orada huzursuz olur, rahat edemeyiz diye."

"Niye öyle yaptın ya? O da gelseydi bizimle. Çocuk sürekli evde, o da temiz hava alırdı. O olmadan olur mu hiç?"

"Ne bileyim rahat edemeyiz dersin diye, oraya bıraktım da geliyorum."

"Hadi gidelim onu da alalım, ne olur. Şimdi o olmadan ben rahat edemem, aklım kalır." Cihangir anlayışla kafasını salladı. Daha ne isteyebilirdi ki? Sevdiği kadın, oğlunu kendi evladı gibi seviyor ve benimsiyordu. Onun düşünmediğini düşünüp, oğlu için dil döküyordu.

"Şu an sana neler söylemek istiyorum ama söyleyemiyorum. Yalnız kaldığımızda bu konuyu yeniden konuşalım," dedi ve kadının yanağını iki parmağı ile sıkıp aracı çalıştırdı. Cihanşah'ı almaya giderken yolda sohbet ediyorlardı. Dilruba ikisini yeniden tebrik etti, ablası için ufak bir gözdağı dahi vermiş ikiliyi gülümsetmişti. Evin önüne geldiklerinde Cihangir aracı durdurup emniyet kemerini çözdü.

"Bende geleyim. Şimdi annene ayıp olmasın," çıkmak için hazırlandı ama Cihangir durdurdu onu.

"Ne ayıbı olacak ya. Şimdi girersek kolay çıkamayız. Oturun siz ben geliyorum hemen," aracın kapısını açmaya çalıştı ama kapı onun müdahalesinden önce açıldı.

"Ooo kimleri görüyorum böyle?" Candemir'in sesi doldurdu aracın içini.

"Ne haber lan zevzek?"

"İyidir paşam ne olsun spordan geliyorum. Siz nereye böyle? Maaile hazırlanmışsınız?" Arabanın arkasına kaydı bakışları. Dilruba da ona bakan adama bakıp gözlerini başka tarafa çevirdi.

"Pikniğe gidiyoruz ne olsun, Cihanşah'ı bırakmıştım anneme de Gülfem olmaz o da gelsin dedi. Almaya geldim." Candemir hemen Gülfem'e baktı.

"Yenge ya bende geleyim mi?"

"Senin ne işin var Candemir? Git arkadaşlarınla vakit geçir." Cihangir kadına fırsat vermeden atıldı lafa.

"Hadi hadi kırma beni, bende geleyim. Evde tüm gün canım sıkılıyor, malum işe de başlamadım."

"Olmaz gelemezsin. Sen gelirsen Dilruba rahat edemez." Cihangir'in tavrına karşılık Candemir ayıplar bakışlar attı ağabeyine.

"Duyanda beni tecavüzcü Coşkun'un yeğeni sanır. Biz bir aile olmayacak mıyız? Tamam, işte olalım, tanışalım, kaynaşalım. Hem ben gelirsem siz Gülfem ile yalnız kalırsınız." Cihangir bir süre düşündü ve Candemir'e de kıyamadı. Mantıklı gelmişti sözleri.

"Gülfem, Candemir bende geleyim mi diyor, sorun olur mu gelse?" Gülfem'e sorma gereği ile döndü sevdiği kadına.

"Tabii ki gelsin. Ne sorunu olacak?"

"İyi hadi git hazırlan." Candemir keyifle sırıtırken arabanın içine uzanıp Gülfem'e seslendi.

"Yengelerin bir tanesi, cansın. Şimdi hazırlanıp geliyorum sonra sohbet ederiz." Candemir hızla giderken Cihangir de peşinden eve geçti. İki kız arabada onların gelmesini bekliyordu.

"Candemir, Cihangir'in erkek kardeşi, çok iyidir." Dilruba yorum yapmadı. Gerek görmedi daha doğrusu. Cihangir oğlunun koltuğunu araca yerleştirip yerine geçti. Dilruba minik oğlanla oynamaya başlamıştı bile. Elindeki oyuncağı sallamasına yardım ediyordu.

"Sanırsın düğüne gidiyoruz ya. İyi ki pikniğe gideceğiz dedik, akşam yemeğine gideceğiz bu gidişle," gelmesine izin verdiğine pişman olmuştu şimdi. Tez canlı bir adam için fazla beklediğini düşünüyordu. Sinirle konuşan adamı sakinleştirmek Gülfem'e düştü. Eğer sakinleştirmezse Cihangir kardeşini dövecekti.

"Gelir şimdi niye sıkıyorsun kendini?" Gözleri bahçeyi izlerken koşarak gelen adamı gördü. "Bak geliyor..." Candemir iki dirhem bir çekirdek hazırlanmış onlara doğru geliyordu. Cihangir dışarı çıkmak için hazırlandı ama Gülfem buna engel oldu. Elini yakalarken adamın ona bakmasını sağladı.

"Fazla abartıyorsun ve biz zaman kaybediyoruz. Hadi daha fazla oyalanmayalım da gidelim."

"Tamam," derin bir kaç nefes aldı. Sakinleşmek için birkaç saniye bekledi. Sakin bir şekilde Candemir'e kendi arabası ile gelmesini söyleyip gaza bastı. Yarım saat sonra istedikleri piknik alanına gelmişlerdi. Otoparka araçlarını park edip tek tek indiler.

"Candemir sen bak bakalım boş yer var mı?" Candemir giderken diğerleri de arabadaki malzemeleri indirmeye başladı.

"Sen Cihanşah'ı al canım." Gülfem koltuktaki oğlanı kucağına alırken, minik oğlan heyecanla karşılık verdi.

"Sen beni mi özledin? Ha kuzum, çok mu seviyorsun sen beni?"

"Babası daha çok seviyor," hemen kulağının dibinden gelen ses ile irkildi Gülfem. Cihangir ise önündeki muazzam manzaraya bakmaya doyamıyordu. Onun için dünyanın en değerli tablolarından daha göz alıcı duruyorlardı. Gülfem donmuş bir şekilde baktı adama. Sözlerinin aksine bakışları daha da yoğundu.

Cihangir daha fazla dayanamadı. "Öyle çok seviyor ki hemde duyanlar kulaklarına, görenler gözlerine inanamıyor."

"Cihangir ne diyorsun ya?" Kızarak söylendi Gülfem. Gözleri kardeşine kaydı hemen. O alışmıştı ama kardeşinin yanında böyle konuşması utandırmıştı. Onun bu konuşmaya şahit olmasını istemiyordu.

"Seni sevdiğimi söylüyorum hayatım, başka ne diyeceğim ki? Oğlum da seni seviyordur ama en çok ben seviyorum suç mu günah mı?" Cihangir'in sesli isyanı ile Gülfem boşta olan eli ile kolunu çimdikledi. Cihangir bu tepkiye kahkaha atarken Dilruba gülerek bakıyordu. "Valla enişte o konuda emin olma istersen. Bunlar gayet samimi görüntüler sergiliyorlar." Cihangir dik dik baktı öpüşen ikiliye. Gülfem oğlunun gıdılarından öpüyordu. Cihangir ise öylece durmuş onları izliyordu.

"Canını seveyim al şu oğlanı Dilruba. Kendi oğlumu sürgüne göndereceğim, çok az kaldı." Dilruba gülerken kılını kıpırdatmadan bekledi. Cihangir ise oğlunu kıskanıyor oluşunu hazmetmeye çalışıyordu.

Candemir'in gelmesi ile eşyaları taşımaya başladılar. Gittikleri piknik alanı çok güzel bir yerdi. Her aile için yan yana minik kulübeler yapılmıştı, etraf ağaçlandırılmış ve ortak alanda iki adet çocuk parkı ve çim alan bulunmaktaydı.

"Candemir tutar mısın?" Cihanşah'ı onun kucağına verip malzemeleri çıkarmaya başladılar. Cihangir semaver ve mangal kiralamıştı. Demlenen çay eşliğinde pikniklerini yaptılar, bol bol sohbet edip eğlendiler. Öğleden sonra karınları doyan gençler masanın etrafında oturmuş sohbet ediyorlardı.

Cihangir kendini Dilruba'ya sevdirmeye çalışıyordu, ablasını ne kadar çok sevdiğini görsün ve Gülfem'in aklı kardeşinde kalmasın istiyordu. Ekstra bir çaba içine girmiş olması kimsenin gözünden kaçmamıştı. Bir kişi vardı ki o işin gırgır kısmı ile ilgileniyordu. Candemir ağabeyinin bu durumunu fark ettiğinde kimseye belli etmeden, onunla dalga geçmeye hazırdı. Gülfem ve Dilruba'nın Cihanşah ile ilgilenmesini fırsat bulup fısıldadı.

"Ezildin, büzüldün, yeni gelin gibi süzüldün valla helal olsun ağabey. On sekiz yaşındaki kız size onay versin diye bir amuda kalkmadığın kaldı." Cihangir ağır ağır döndü kardeşine. Ona da gün doğmuştu ve kullanmaktan geri durmayacaktı.

"Unutturma da giderken kına alalım. Bu hâlimi gördün ya eve geçince münasip taraflarına kına yakarsın."

"Nereye yakacağım kınayı?"

"İstediğin yere yak Candemir. Neren müsaitse oraya sıva gitsin," sinirle söylendi ve oturduğu yerden hızla kalktı. Semaverden bir bardak çay doldurup çardaktan çıktı. Gülfem de peşinden çıktı hemen. Onun asılan yüzünü görmüş, sinirle aldığı solukları duymuştu. Cihangir böyle mutsuz olmuşken bekleyemezdi.

"Ne oldu sana? Birden yüzün düştü," koluna girdi, çenesini omzuna yasladı ve yüzünü izlemeye başladı.

"Candemir canımı sıktı biraz. Salak salak konuşuyor. Yok, Dilruba'ya yaranmak için şekilden şekle girdin, ezildin, büzüldün, üzüldün, yeni gelin gibi oldun dedi durdu," konuşması bitince onay almak için kadının yüzüne baktı merakla. "Öyle mi görünüyorum dışarıdan? Yalakalık yapıyor gibi mi duruyorum? Çabalıyorum Gülfem vallahi senin için en iyisi olsun, kardeşinin gönlü olsun, sen mutlu ol, sen gül diye çabalıyorum. Bir art niyetim yok, ne yapıyorsam senin mutluluğun için yapıyorum." Gülfem dolan gözlerini saklamak istemedi. Dolu dolu gözlerinden dökülen yaşlarını sildi, adamın kolundan çıktı ve tam karşısına geçti.

"Ben zaten çok mutluyum Cihangir. Sen bir şeyler yapıyorsun diye değil, sen benim yanımda öylece dursan da ben mutluyum. Dilruba istesin, istemesin, memnun olsun ya da olmasın bu karar benim. Ben ömrümde ilk defa bu kadar mutluyum. İlk defa bu kadar tasasız hissediyorum kendimi. Ne olur artık sende mutlu ol..."

"Ben senin gözünden akan yaşa kurban olurum güzel gözlüm. Gözümün çiçeğisin sen. Sen beni şartsız, koşulsuz kabul ettin ya ben o zamandan beri zaten mutluyum. Tek amacım sen üzülme, sen ağlama, sen korkma." Yanaklarına getirdiği eli ile kadife tenini okşadı ve sevdi usulca kadını.

"Sen varsın ben zaten korkmuyorum ki," kollarını adamın karnından sırtına sarıp belki de ilk defa isteyerek, utanmadan, çekinmeden sarıldı. Kafasını göğsüne sakladı, sinesine sığındığı adamın kokusunu ciğerlerine çeke çeke sarıldı. Cihangir ise o an dünyanın en mutlu insanıydı. Bu anların hayalini o kadar çok kurmuştu ki şuan hayal âleminde yaşıyor bile olabilirdi, inanılması öyle zordu. İki âşık diğerlerinden kendilerini soyutlamışken arka planda iki genç plan yapıyordu.

"Ben Cihangir ağabey ile özel konuşacağım da, sen ablamı biraz uzaklaştırsan."

"Ne konuşacaksın ağabeyimle? Bana da söylersen götürürüm."

"Ne meraklısın sen ya? Annen seni dedikodu yaparken mi doğurdu nedir? Fark ettiysen özel konuşacağım dedim. Senin bilmeni istesem yanınızda söylerdim," burnunu kaldırmış, adamı tepeden izliyordu. Candemir ise bu tavır karşısında kahkaha atmak istedi.

"Eve gidince sorarım anneme beni nasıl doğurduğunu ama sen bana ne konuşacağını çıtlatmazsan ablanı götürmem buradan," bir de burnunu dikip dönmüştü diğer tarafa. Dilruba ablasının olduğu tarafa bakıp kuruyemiş kutusundan bir leblebi aldı eline.

"Pislik herif, bir ağabeyine bak bir de kendine. Neyse ablamla ilgili konuşacağım ağabeyinle. Bizim kimsemiz yok ağabeyinin gözünü korkutacak. Bu iş bana düştü."

"Ha ağabeyimin gözünü korkutacaksın yani öyle mi? Sen bu tipinle nasıl korkutacaksın acaba?" Eli ile beğenmiyor gibi süzdü genç kızı.

"Ne varmış tipimde?"

"Sorun orada işte. Korkutacak tipin yok. Sana baktıkça gülesim geliyor..."

"Ben tren değilim canım, diğer tarafa bakarsan memnun olurum."

"Ben senin ne kadar naif, nasıl masum olduğunu söylemeye çalışayım sen bana öküz de. Çok alındım, aşk olsun."

"Ben gördüğümü söyledim. Bunun için suçlanamam değil mi?" Candemir dik dik baktı Dilruba'ya. Bu pikniğe gelirken eğleneceğini biliyordu ama bu kadar tahmin etmemişti. Oturduğu yerden kalktı.

"Sana diyecek bir şey bulamıyorum Dilruba. Yengemin kardeşisin ve ben centilmen bir adamım," eğilip kızın yanında kendi hâlinde oynayan yeğenini kucakladı.

"Gel bakalım amcasının paşası. Dilruba ablan nefret tohumları saçıyor etrafına. Tohumlarına sahip çık lütfen, çocuk büyütmeye çalışıyoruz şurada." Dilruba cevap verme gereği duymadı. Yeteri kadar laf söylemişti zaten. Candemir, ablasını da alıp parka doğru giderken Cihangir de az önce kalktığı yere oturdu.

"Cihanşah efendi ablanı görünce beni unutuyor," bakışlarını sevdiği kadın ve oğlundan ayıramıyordu. Onların yan yana olması bile içini sıcacık yapıyordu.

"Cihangir ağabey seninle önemli bir konu hakkında konuşmak istiyorum," ellerini masaya yaslamış, bakışlarını adama sabitlemişti. Cihangir ise gözlerini ona çevirdi.

"Enişteye ne oldu?" Derken gülüyordu ama içinden de kuşku duymuştu.

"Önce konuşalım da konuşma sonunda senin tepkine göre, enişte demeye devam edeceğim." Cihangir ileride parkta oğlunu kaydırmaya çalışan Gülfem ve Candemir'e baktı yeniden. Onlardan emin olduğunda Dilruba'ya döndü.

"Dinliyorum..."

"Cihangir ağabey ablam sana anlatmıştır belki ama bir de benim ağzımdan dinle yaşadıklarımızı." Cihangir söze girecek olsa da Dilruba izin vermeden durdurdu onu. "Önce beni dinle sonra karar ver. Sözümü kesme lütfen. Ablam kimseye derdim şu demez, kimseyi derdiyle meşgul etmek istemez, onun yüzünden canı sıkılsın, başı belaya girsin istemez, eğer onunla bir yola çıkmak istiyorsan derdiyle dertlenmen lazım," derin bir nefes aldı ve devam etti. Bundan sonrasını anlatmak asıl meseleydi aslında.

"Benim ablam kolay şeyler yaşamadı. Gülmedi, güldürülmedi, sevilmedi, başı bir defa şefkatle okşanmadı. Kimse ona kol kanat germedi. Doğdu babası kabul etmedi, annem desen kendine hayrı yoktu zaten. Tek başına yürüdü, büyüdü, yaşlandı. Ben şanslıyım, benim bana sahip çıkacak ablam vardı. Beni kimseye bırakmayacak, kimsenin masasına meze etmeyecek biri vardı ama o bunların hiçbirini görmedi. Vurdular, kırdılar, günün birinde bir rakı masasına meze yapıp zorla kansızın birine kocan diye yolladılar, yavrusunun kokusunu duyamadan, canından can kopara kopara ayırdılar. Yine de bu hayattan vazgeçmedi," boğazı öyle düğümlendi ki yutkunmak hiç bu kadar zor olmamıştı.

"Ne yavrusu?" Cihangir şaşkınlıkla baktı kıza.

"Şey ablamın bebeği yediği dayak yüzünden ölü doğdu. Ben sana söylemiştir sanıyordum..." Cihangir her şeyi öğrenmişti ama bebek mevzusundan haberi yoktu. Annesinin hastalığını, üvey babasının onu kumar borcu karşılığı sattığını, şerefsiz kocasının Gülfem'in canını defalarca yaktığını biliyordu ama bebeğini kaybettiği aklına dahi gelmemişti.

Nasıl düşünmezdi? Nasıl aklına gelmezdi? Kendine kızdı Cihangir. Bu yaralı kadın, onun evladını kendi evladı gibi seviyordu ya, kendi evladı yerine koyup bağrına basıyordu ya onun bir bebeği olduğu aklına dahi gelmemişti. Cihangir bu kadını ona gönderen Rabb'ine kurban olup, canını versindi.

"Ablan bana bir şey anlatmadı Dilruba. Biz bu konuları hiç konuşmadık. Ben ne biliyorsam kendi araştırmalarım sayesinde biliyorum," dedi ve o an fark etti Gülfem ile yan yanayken aslında ne kadar uzak olduklarını. Yaşadıklarının ona acı verdiğini biliyordu ve yeniden canını yakmamak için sormuyordu ama Gülfem de hiç tesadüfen dahi bahsetmemişti.

"Yaşım küçük, bu konularda bilgili değilim ama zannımca geçmişi konuşabilmelisiniz. Biz kolay şeyler yaşamadık, ikimiz de hâlâ o anların acısı ile yaşıyoruz. Eğer ablamı seviyorsan, ona değer veriyorsan bu anlarını paylaşıp, ona bir nebze olsa o anları unutturmalısın. Tek isteğim onun mutlu olması. Ben çok küçüktüm, Mirza ağabey vardı memlekette. Ablamla konuşuyorlardı, araştırmışsan onu da duymuşsundur. Ablam onu tıpkı kendisi gibi seviyor sandı, sahip çıkacak, koruyacak, kollayacak, babamın dayağından, şiddetinden kurtaracak sandı ama yanıldı. Ablamın karşısına geçti 'bundan sonra dünya ahiret bacımsın' dedi. Dedim ya hayatına kim girdiyse hep bir yıkım bıraktı, öyle gitti. Öz babası, benim babam, Mirza ağabey, Rüstem pisliği... Ablamın güvenini öyle bir yıktılar ki, kırk kişi gelse zor toplar derdim hep. Ama şimdi sen geldin. Elini uzattın ablama, ben gözlerinde görüyorum, çok mutlu. Korkmuyor, cesur, özgür ve seviyor." Cihangir donmuş bir hâlde bakıyordu Dilruba'ya. Konuşacak kelimeleri toparlayamıyordu.

"Cihangir ağabey sen ablamı seviyorsun. Bunu gözlerinde görüyorum. Sana yalvarırım iki günlük heves için ablamı ziyan etme. Eğer amacın öyleyse ve ben seviyorsun sanıp yanılıyorsam, ömür boyu kölen olayım ama ablamı daha fazla kendine bağlamadan rahat bırak." Dilruba anlatıyordu ama Cihangir dikkatini veremiyordu. Aklı Gülfem'in başkasını seviyor oluşunda kalmıştı. Ona bir defa seviyorum demeyen kadın, daha önce başkasına mı âşıktı? Daha sonra toparlanıp Dilruba'nın sözlerini tarttı beyninde. Ne demişti bu küçük kız ona? Sevmiyorsan ve ben yanılıyorsam ablamla oynama mı demişti? O Gülfem ile oyun oynuyor gibi mi görünüyordu.

"Ablanla oyun oynuyor gibi mi görüyorsun beni Dilruba?" Sert değildi, alaycı hiç değildi. Merak ettiği için sormuştu.

"Hayır, ağabey, aksine ben senin ablama karşı tavırlarını çok beğeniyorum. Senin onu sevdiğine de eminim ama insanoğlu beşer, yanılır biliyorsun. Biz bu muamelelere alışkın insanlar değiliz, daha önce görmedik, bilmiyoruz. Belki farklı anladım, belki yanıldım. Ben sadece sana durumumuzu anlatmak istedim. Beni boş ver ama ablamın bir yıkıma daha dayanacak takati yok."

Cihangir, Dilruba'yı ve telaşını anlamıştı. O bu yola çıkarken asla oyun oynamak, Gülfem ile dalga geçmek maksadı ile çıkmamıştı. O seviyordu ve sevdiğine sonuna kadar sahip çıkacaktı.

"Dilruba telaşını ve korkunu anlıyorum. Ben oyun oynayacak yaşı geçeli çok oldu ağabeyciğim. Benim bu dünyada iki tane değerlim var. Biri evladım biri ablan. Bana kalsa ilk gün evlenmeyi isterdim ama ablan henüz erken diye dalga geçiyorum sandı. Ben evlenmeye de, ablanla bir ömür geçirmeye de, onu kendi canımdan çok sevmeye de, onun için canımı feda etmeye de dünden razıyım," sert çehresinde oluşan tebessümü saklayamadı. Bu gülüş ise Dilruba'yı rahatlattı, içine serin sular serpilmesine sebep oldu.

"Enişte o zaman daha fazla oyalama ablamı da tak parmağına yüzüğü." Dilruba'nın sözleri Cihangir'i güldürürken, kahkahası Dilruba'yı da güldürdü.

"Bir aya kalmaz kapınızı çalarım o zaman."

BÖLÜM SONU...

पढ़ना जारी रखें

आपको ये भी पसंदे आएँगी

380K 22.8K 35
O gün, o balkonda Asrın cebinden bir yüzük çıkarıp kıza evlenme teklif ettiğinde Nur bir rüya görmekte olduğuna kanaat getirmişti. Bakışlarını yüzükt...
1.8M 107K 33
"Yola gelen Aslı çok tatlıymış. Geceye de biraz saklar mısın?" "Yok ya... avucunu yalarsın. Dün bir bile değil Yiğit bugün bir. Daha bunun bir ayı v...
222K 17.1K 77
Bir gençlik ateşi büyüyüp depresif bir kara sevdaya dönüşmüştü. Onu gördüğüm ilk sefer aynı zamanda onu gördüğüm son sefer oldu. Neydi ki onu içimde...
149K 5.7K 35
Göğün feryât ettiği hüzünlü bir şarkıyım, sevgilim. Sevdânın yasıyla çağlayan bir nehirim. Ben artık, kokun kokuma iliklensin isterim. 🌓 Ellerimi...