Sen Aydınlatırsın Geceyi (TAM...

By zeynepisiklar

513K 28.7K 1K

Güneş yükseldi. Küçük şehrin ışıkları söndü. Şarap bitti. Son sigarasından son bir nefes doldurdu ciğerler... More

- GİRİŞ -
BÖLÜM 1/1
BÖLÜM 1/2
BÖLÜM 1/3
BÖLÜM 2/1
BÖLÜM 2/2
BÖLÜM 2/3
BÖLÜM 3/1
BÖLÜM 3/2
BÖLÜM 3/3
BÖLÜM 4/1
BÖLÜM 4/2
BÖLÜM 4/3
BÖLÜM 5/1
BÖLÜM 5/2
BÖLÜM 5/3
SESSİZ BİR GECE
BÖLÜM 6/1
BÖLÜM 6/2
BÖLÜM 6/3
BÖLÜM 7/1
BÖLÜM 7/2
BÖLÜM 7/3
BÖLÜM 7/4
BÖLÜM 7/5
DUYURU
BÖLÜM 8/1
BÖLÜM 8/2
BÖLÜM 8/3
BÖLÜM 9/1
BÖLÜM 9/2
BÖLÜM 10/1
BÖLÜM 10/2
BÖLÜM 10/3
FİNAL
YENİ HİKAYE / DUYURU

BÖLÜM 6/4

12.1K 849 22
By zeynepisiklar


Ben geldimmmm!

Haftada iki bölüm yetiştirmeye çalışmak baya zor oluyormuş, unutmuşum. :D O yüzden düzenleme yapıp da kontrol edecek zamanı pek bulamıyorum. Hatalarım varsa lütfen kusuruma bakmayın, olur mu? 🙈

Yine dolu dolu bir bölüm getirdim size. Keyifli okumalar. :*

***

Turgutreis'e girdikten sonra nereye gideceğimizi merak etmeye başladım. Marinaya mı gidiyorduk? Hiç sanmam. Sabancı Parkı'na? Orayı da sevdiğini düşünmüyordum. Ne yapacaktık ki orada?

"Neden söylemiyorsun?" diye bir kere daha ısrar ettim. "Marinaya mı gidiyoruz? Orada bir iki tane oturulacak yer var ama seni açacağından emin değilim."

"Beni neyin açıp açmayacağını bilecek kadar tanıyorsun yani," dedi kaşlarını kaldırıp yan gözle bana bakarken.

"Kahve Dünyası'na gitmek isteyeceğini sanmıyorum. Bir tane bar var bildiğim kadarıyla ama pek de hoş müzikler çalmıyorlar. Ayrıca kalabalık. Her yerde turistler, çoluk çocuk falan var. Gürültülü. Park yeri bulmak da zor. Babam bile kafayı yiyordu geçen." Emindim. Oraya gitmiyorduk. Gülümsedi. Kafasını yukarı aşağı salladı.

"Haklısın. Tebrik ederim. Marinaya gitmiyoruz. Peki, ama nereye gidiyoruz?" diye sordu gülmeye devam ederek.

"Hey!" dedim koluna hafifçe vurarak. "Buralarda yeni olduğumu biliyorsun. Söylesen bile muhtemelen sadece kafa sallamakla yetineceğim."

"Bir bara, kahve içebileceğimiz bir yere ya da parka falan gitmiyoruz," dedi az önceki düşüncemi doğrulayarak.

"Tamam, pes ediyorum. Bundan sonra sormayacağım."

"Süper," dedi sonra sola sinyal verip ara bir sokağa saptı. "Gittiğimiz yeri seveceksin." Gözlerini kısa bir an için üzerimde gezdirdi. "Sadece kıyafetlerin oraya pek uygun değil."

Beyaz eteğime ve göğüslerimi gayet ortaya çıkaran beyaz bluzuma baktım. "O zaman neden gidiyoruz?"

"Muhtemelen yalnız olacağız. Zaten başkaları varsa orada kalmayız."

"Ve Armağan meraktan geberdi."

Gülmeye devam ederek yola devam etti. Git gide yukarı doğru çıkıyorduk. Eski evlerin yan yana dizildiği, arabanın zorlukla geçtiği dar sokaklardan dolanarak, yukarı doğru ilerlemeye devam ediyorduk. Etrafı incelediğimde sadece bu eski evleri görebiliyordum. Sonrası yoktu. Sonrası karanlıktı.

"Beni dağa mı kaldırıyorsun?" diye bağırdım birden. Aynı anda da gülüyordum. Yok artık. Ciddi miydi?

"Öyle söyleyince kulağa garip geliyor."

"Gerçekten dağa mı çıkıyoruz?"

"Pek de dağ sayılmaz. Bir tepeye çıkacağız," dedi eliyle sağ tarafı işaret ederek. Neyi gösterdiğini anlamadım. Karanlıktı. "Seveceksin."

Dışarıdaki yersiz arayışıma son verip ona baktım. Elimi uzatıp parmaklarımın arkasını çukur yanağında özgürce gezdirirken, uzun zamandır bunu yapmayı ne kadar çok istediğimi fark ettim.

"Sen seviyorsan, severim," dedim.

"Ne kadar da çok güveniyorsun bana."

"Issız sahillerini sevdim. Yankı'nın çaldığı mekânı da sevdim. Arabanı seviyorum. Geçit'i ve ofisini de seviyorum. Hatta otoparkın bile yeri çok güzel bence," dedim gülerek. "Ha bir de o kenara çektiğimiz yolda güzeldi. Ağaçların arasında falan..."

Kahkahası canlandırıcıydı. Onun gülmediği anlar kayıp zamandı. Yazıktı. Ve bulaşıcıydı. "Burayı da severim," dedim yeniden kahkahasına eşlik ederek.

Eğri büğrü dar yollar bitti ama bu sefer yapılmamış, mıcır, dar bir yol başladı. Arabanın farlarından başka yolumuzu aydınlatan hiçbir şey yoktu. Sağımızın uçurum gibi bir şey olduğunu fark edince Bora'ya doğru kaymaktan kendimi alamadım.

"Korkma."

"Peki."

"Onla bile gitmiyoruz neredeyse." Alaycı yaklaşımıma alay ederek karşılık verdi.

"Yani? Bu mu beni rahatlatmalı? Lastikler kaysa şuradan yuvarlanıveririz."

"Tamam, korkmaya devam et o zaman."

Bu oyuncu hallerine alışmam zaman alacaktı. Dudaklarındaki tatlı kıvrımlara bakarken göğsüm sıkıştı. Bir kere daha koluna vurdum.

"Bu hiç hoş değil," dedim sinirlenmekten çok uzakta bir noktada dururken.

"Az kaldı."

Dediği gibi birkaç dakika sonra uçurumu geçtik. Bu sefer kayalıklar görüşümü kapadı. Onları da geride bıraktıktan sonra birden ışıl ışıl bir manzara karşıladı bizi. Tüm Turgutreis hatta daha da ötesi ayaklarımızın altındaydı. Sabancı Parkını yeşil ışıkları sayesinde seçebildiğimde hangi tepede olduğumuzu anladım. Babam buralarda bir yere ev yapsak ne güzel olur, diye konuşup durmuştu gezerken.

Gerçekten yüksekteydik. En yüksek tepelerden birine doğru devam ediyordu Bora. Marinanın parlak ışıkları doldurdu gözümü. Şimdi koyu bir lacivertten ibaret olan denizin üzerini aydınlatan birkaç ufak tekneden yayılan ışıkları takip etti gözlerim. Keşke bugün dolunay olsaydı, diye düşündüm. Yakamozu buradan seyretmek harika olurdu.

"Harika görünüyor," dedim gözlerimi mum ışıkları gibi minik minik titreşen noktalardan ayırmadan.

"Evet, ama asıl görmeni istediğim bu değil. Buraya park edip tepenin öteki tarafına yürüyeceğiz azıcık."

Neyse ki kimse yoktu. Bu noktadan dönmek zorunda kalmamızı istemezdim. Arabayı dar yolun iyice kenarına park ettikten sonra torpido gözünden bir paket sigara çıkarıp cebine attı. Sonra bana bakıp, "Hadi," dedi. "Korkmana gerek yok."

"Çok komiksin."

Gülerek arabadan inerken onu takip ettim. Kıyafetlerimin neden uygun olmadığını tam olarak anlamış değildim. Yere oturabilme ihtimalimiz olduğu için miydi?

Arabanın etrafından dolanıp elimi tuttuktan sonra beni götürmek istediği yere doğru ilerledi. İrili ufaklı taşlar yüzünden sandaletlerimle yürümek çok da kolay değildi. Kesinlikle Adidaslarımı tercih ederdim. Bora'nın ayağındakiler gibi...

"Spor ayakkabılarımı giymediğime şimdi pişman oldum. Neredeyse hiçbir zaman ayağımdan çıkarmam ama ilk asilik yaptığım akşam geldiğimiz yere bak!"

"Adidaslarını çıkarmadığını fark etmiştim." Gerçekten mi?

"Sen de çıkarmıyorsun."

"Rahatlar. On beş yaşımdan beri sanırım sadece bunlardan giyiyorum."

"Giyinişini seviyorum," dedim ona biraz daha sokularak.

"Daha önce herhangi birinin bana bunu söylediğini sanmıyorum," dedi karanlığa rağmen seçebildiğim gözlerini üzerime dikerek.

"Garip bir şey mi söyledim?"

"Bilmem. Sanmıyorum. Sadece herhangi biri kıyafetlerim hakkında konuşmadı şimdiye kadar. Babam hariç," dedi hafif bir tebessümle. "Ona kalsa daha usturuplu giyinmem lazım."

"Sen bir de benimkini gör. Gerçi ben evin en küçük kızı olduğum için rahatım ama Sarp'ı çileden çıkarırdı babam. Sarp da babamı. Küpe taktırdığını gördüğü gün gözü dönmüştü. Hiçbirimize vurduğunu görmedim ama o akşam babamın eli havaya kalktı. Hepimizin nutku tutulmuştu. Eğer annem müdahale etmeseydi muhtemelen o tokadı yemişti."

"Askerdi değil mi baban?"

"Evet Albay," dedim. "Emekli oldu, buraya geldik."

"Çok gezmek eğlenceli değil miydi?"

"Lojmanlarda kaldık genelde. Nadiren kendi seçtiğimiz bir evimiz oldu. Bir de babam bizden daha çok gezdi. Bizi bırakmak zorunda kaldığı dönemler oldu. Annemin öğretmen olması avantajdı tabii. Çoğunlukla tayinini isteyebiliyordu ama oradan oraya sürüklenmek... O kadar da iç açıcı değil. Üniversiteye kadar devam etti bu süreç de ondan sonra rahatladık. İstanbul'daki evimizi seviyordum ama yine de burası her yerden güzel."

Ne kadar uzun konuştuğumu fark edince şaşırdım. Bora'da ilgiyle beni dinlerken bir yandan da elimi tutmuş doğru adımlar atmama yardım ediyordu.

"Geçit, dedemden kalma. Yani o zamanlar balık restoranıymış tabii. Babam da restoranı işleterek başlamış. Ama bakmış dönem değişiyor, her yer zaten balıkçı kaynıyor, bara çevirmeye karar vermiş. Şimdi karşılıklı iki apartman da bizim ama o zamanlar sadece ofisin olduğu taraf bize aitmiş. Babam orayı da alıp büyük bir değişikliğe gitmiş. Batıracağını söylemişler. Annem de destek olunca babam kimseyi dinlememiş."

"Annen nasıl destek olmuş ki?"

"Annem de buralı. Ona da babasından birkaç arsa kalmış, annem de onları satıp eline ne kadar geçtiyse babama vermiş."

"Helal olsun," dedim cesaretlerine hayran kalarak.

"Sorma, anneannem çıldırmış. Ölene kadar da söylenip durmuş, hakkımı helal etmeyeceğim size diye."

"Denir mi öyle şey ya! Onlar da aile kuruyor sonuçta."

"Eski, garip muhabbetler. Detayları şimdi bile tam olarak bilmiyorum. Annem öldükten sonra babam o konularda konuşmak pek istemedi sanırım. Ben sordukça çat pat anlattı o kadar. Bir de Serhat Amca var. O, annemle babamın aşklarını anlatır bana arada."

Annesini kaybetmiş olmasının üzüntüsü bir süreliğine vurdu beni. Annemin ya da babamın, Firu'nun Sarp'ın olmadığı bir hayatı hayal dahi etmek istemiyordum. Kahrolurdum.

"Serhat Amca harika biri," dedim içtenlikle. "Bana destek oldu seninle ilgili."

Bora boşta kalan sol eliyle saçlarını karıştırarak, "Haberim var," dedi. "Bana da bir iki çift laf etti."

"Yaaaa! Ne dedi?" diye sordum heyecanla. Güzel, teşvik edici şeyler söylediğinden emin sayılırdım.

Omzunu silktikten sonra konuyu geçiştirerek, "Geldik," dedi.

Kafamı kaldırıp etrafıma bakmak o zaman aklıma geldi. Ya bastığım yerlere ya da Bora'ya bakıyordum.

Kos adası selamladı bizi. Sahil şeridi ışıl ışıl görünüyordu ta buradan bile.

"Gittin mi?"

"Evet." Elimi bırakıp birkaç adım daha attıktan sonra bir düzlükte durdu. Yere oturdu. "Gel," dedikten sonra boylu boyunca uzandı.

Yanına gidip üzerimdeki kıyafetlere aldırmadan yanına oturdum. Batacak olan saçlarımı da umursamadan uzandım ve gökyüzündeki manzaraya o anda âşık oldum. Uzandığımız tam bu nokta tamamen karanlıkta kalıyordu. Ne marinanın ışıklarını görebiliyorduk ne parkın ne adanın. Yalnızca gökyüzündeki yıldızlar vardı ve onlarda bu karanlıkta adeta bir fener gibi parlıyorlardı. İçime dolan huzurla derin bir nefes aldım.

"Senden daha azını beklemezdim," dedim açıkça. "Şaşırmadım." Etkilenmiştim ama kesinlikle şaşırmamıştım. Bora ince bir ruha sahipti.

"Oysa ben seni şaşırtmayı umuyordum," dedi yalandan bozulmuş gibi çıkan bir sesle.

"İnanılmaz güzel Bora. Her zaman yıldızları izlemeyi sevmişimdir ama bu şu ana kadar karşılaştığım en iyi gösterim ve benim bu tadı almamı sağlayan da sensin. Teşekkür ederim."

"Seveceğini biliyordum." Uzanıp elimi tuttu. Avucumu açacağım şekilde elimi konumlandırdıktan sonra işaret parmağı avucumdaki her çizginin üzerinde dolandı. Parmaklarımın her birine temas edip tenimi karıncalandırdı.

Onun dokunuşuyla mest olmuşken yıldızları saymaya çalıştım. En parlaklarından başladım. En büyüklerinden. Aralarına karışan, daha cılız ama çizgi filmlerdeki peri tozları gibi görünenleri atlamadım. Geleceği düşünmemek için yapıyordum bunu. Ya da geçmişte kaybolmamak için. Sorgulamak için can atan zihnime engel olmak istiyordum. Şu anın ne kadar güzel olduğuna dair bile düşünmek istemiyordum. Sadece nefes almalıydım. Onun nefesine odaklanmalı, dokunuşuyla özgürleşmeli, yaşamaktan keyif almalıydım. Hiçbir şey düşünmeden. Ne iyi ne kötü.

Ellinci yıldızı da sayıp gözlerimi daha da uzağa odaklamaya çalışırken nefeslerimiz artık birdi. Aynı anda nefes alıyor aynı anda bırakıyorduk. İşaret parmağı avuç içimden bileklerime doğru çıkıyor oradan kolumun iç tarafındaki ince derinin üzerinde geziniyor sonra yeniden aynı yoldan geriye gidiyordu. Aynı hareketi defalarca yaptı.

Bir fısıltıyı andıran iç sesim, acaba şu anda ne düşünüyor, diye soruyordu. Beni mi? Bizi? Gelecek günleri? Yoksa...

Yanaklarımın içini ısırıp kendimi frenlemeye çalıştım. Düşünmekten kaçındığın şeyler inatla akın ediyorlardı zihnine.

"Ne düşünüyorsun?" diye sordu Bora o sırada.

Ben daha zihnimden geçenleri filtrelemeden, "Senin ne düşündüğünü," deyiverdim. Avucumdaki parmağı hareketi kesti. Parmaklarını parmaklarımdan geçirip elimi sıkıca kavradıktan sonra, "Başka," diye sordu. "Anlat bana. Benim düşüncelerimi sustur."

Canım yandı. Kısacık bir andı. Sanırım. Ama yine o ufacık sızlamaya karşı koyamadım. Bir hayalete karşı bu savaşı nasıl kazanacaktım?

"Masal mı, gerçek mi?" diye sordum.

"Gerçek," dedi tereddüt etmeden.

Yeniden yıldızlara odaklandım ve o ufacık sızlamayı yok sayarak anlattım. Senin elini tutuyor, diye hatırlattım kendime. Seni öptü. Seninle olmayı seçti.

Nasıl ben bir anda kurtulamadıysam geçmişimden ondan da aksini bekleyemezdim.

"Bunun tam tersi bir konumda bulunmuştuk Sarp'la," dedim bulutların arasında olduğumuz o ana geri dönebilmek için gözlerimi kapatırken. "Efes'e gittik. Daha önceden Ölüdeniz'de yamaç paraşütü yapmıştık ama yetmemişti bize. Biz de uçaktan atlamak istedik. Harikaydı Bora," dedim o anki heyecanı az çok anımsayarak. "O kadar heyecanlıydım ki tir tir titriyordum. İtiraf ediyorum korktum da. Sarp'a bunu asla söylemedim ama atlamadan hemen önce vazgeçmek üzereydim."

"Az önce uçurumun yanından geçerken korkan kız mı uçaktan atladı? Uçurum bile sayılmazdı!" dedi gülerek.

"O başka. Sakat falan kalabiliriz sonuçta. Uçaktan atlamadan hemen önce de bunu düşündüm. Sakat kalmamız imkânsızdı, yani ben öyle düşünüyordum en azından," dedim sırıtarak. Elimi tutan eli gerilince yanlış sulara doğru yol aldığımı fark edip anlatmaya devam ettim. "Uçmak nasıl hissettirirdi merak ederdim hep. Yamaç paraşütünü de bu yüzden yapmıştık. O da güzeldi. Hatta huzur vericiydi. Gün batımına doğru süzülüyorduk. Gökyüzü renkten renge giriyordu. Altımızda deniz, uçsuz bucaksız görünüyordu. Uçaktan atlamak ise tam tersi. Adrenalinle doluyorsun. Kanının damarlarında şiddetle pompalandığını hissediyorsun. Kulaklarım uğulduyordu. Paraşüt açılana kadar ki o birkaç saniye nasıl geçti zar zor anımsıyorum. Hem korkunçtu hem muazzam derecede güzeldi. Yaşadığını hatırlatıyor insana. Ayaklarım yere basar basmaz dizlerimin üzerine yığılmıştım. Dakikalarca kahkaha attığımı hatırlıyorum."

"Sanırım denemek isterdim," dedi Bora. Gülümsediğini hissedebiliyordum sesinden. "Bir daha atlar mısın?"

"Evet," dedim hiç düşünmeden. "Bu sefer neyle karşılaşacağımı bildiğimden belki daha çok zevk bile alabilirim."

"Başka," dedi hiç sus payı vermeden. Ben de onun bu çaresiz isteğine ayak uydurarak anlatmaya devam ettim.

Firuze'den bahsettim biraz. Annemle el ele verip kitap okuma saatleri yaratarak Sarp'la bana nasıl zorla ve yüksek sesle kitap okutturduğunu anlattım. O zamanlar şikayet etsem de şimdi zevkle okuyordum, o ayrı konu. Babamın aslında ne kadar sert olduğundan ama bahsi geçen ben olduğum zaman nasıl yumuşadığından söz ettim. Pek arkadaşım olmadığını anlattım. Var olan bir avuç insanın zamanla nasıl eriyip gittiğini...

"Yer değiştirmenin kaçınılmaz sonuçları... Kimseye bağlanmak istemiyorsun çünkü biliyorsun ki ertesi gün hayatında olmayabilir."

"Ama sen asla yalnız kalmadın çünkü Sarp vardı."

Memnuniyetle gülümseyerek kabul ettim. "Kesinlikle. Annemle babamın yaptığı en güzel şey, her zaman söylerim."

Güldü. "Onu burada kalmaya ikna edemezsen ki bunun için çaba harcıyor gibi de değilsin, ne yapacaksın o gittiğinde?"

"Bilmiyorum. Sık sık onu görmeye gidebilirim ama burada kalması için onu zorlayamam. Haklı. Burada sıkılır."

"Sinem var gibi?"

"Var gibi..." dedim gibi kelimesini vurgulayarak. Yıldızlardan bakışlarımı ayırıp ona baktığımda kafasını belli belirsiz salladığını gördüm.

"Başka," dedi bir kez daha.

"Başka bir şey yok," dedim bu sefer. Gerçekten ne anlatacağımı bilmiyordum.

"İlişkilerini nasıl yürütüyordun?"

Hiç ilişkin olmadı mı diye sormuyordu. Biliyordu. Bahsetmiştim. Geçmişin izlerinden nasıl kurtulacağımızı anlatmaya çalışırken sanırım ucundan da olsa sözünü etmiştim. Aslında bana onu soruyordu. Fırat'ı. Beni yaralayan kişiyi... Ama bunu olabilecek en sade şekilde yapıyordu. İstediğim yere çekebileceğim bir soruyla bana kaçış hakkı sunuyordu. Bunun için ona minnettardım. Şu anda, böylesine güzel bir gecede, yıldızların altında el ele uzanırken, bahsedilmesini isteyeceğim en son şeylerden biriydi bu.

"Yürümüyordu," dedim. "Sadece yer değiştirdiğimiz için değil, Sarp sağ olsun, yanıma yanaşan kimseyi sevemiyordu bir türlü. Zamanla o ayı damarını azıcık bastırmayı öğrendi ama bana ortaokulu da liseyi de zindan etti."

"Aranızda bir yaş yok mu sizin? Nasıl hep aynı dönemlerde okudunuz ki?"

"Annem Sarp'ın bir sene erken okula başlamasında yardımcı oldu. Bizi ayırmak istemiyorlardı. Hem iyi anlaşıyorduk hem onların içleri daha rahat ediyordu."

"Peki üniversitede? O zaman da aynı okulda mıydınız?"

"Hayır," dedim Sarp'ın ders çıkışıma geldiği ikinci haftayı hatırlayarak. Fırat da yanındaydı. "Ama yakındı kampüslerimiz."

Konuya devam etmek istemediğime dair nasıl bir enerji yaydıysam etrafıma, telefonum çaldı. Uzandığım yerden doğrulurken istemeyerek de olsa Bora'nın elini bıraktım. Çantamdan telefonumu çıkarmaya çalışırken, onun da doğrulduğunu gördüm.

Sarp arıyordu tabii ki.

"Biz de tam senden bahsediyorduk," dedim gülerek telefonu açtığımda.

"Saatin farkında mısın sen?"

"Hayır," dedim. "Kaç?"

"Dört oldu dört!" dedi bağırarak. "Ben aramasam güneşi doğuracaksın!"

"Tamam, celallenme hemen. Eve yakınız zaten, on dakika da kapının önünde olurum. Bilemedin on beş."

"Tamam, ben de şimdi Turgutreis'e girdim," dedikten sonra yüzüme kapattı telefonu.

"Saate bakmak hiç aklıma gelmedi," dedi Bora ayağa kalkıp kotunu silkelerken. Elini uzatıp elimi kavradıktan sonra beni de ayağa kaldırdı. Eteğimi silkelerken, Bora sırtımı kendisine doğru çevirip sırtıma yapışan toprağı temizledi. "Kıyafetin için üzgünüm. Lekelenmiş."

"Değerdi," dedim yeniden ona doğru dönerken. Gözlerine baktım. Minicik parlak noktacıklardan ibaretti şu anda. "Teşekkür ederim." Uzanıp kollarımı boynuna doladıktan sonra sıkıca sarılmaya çalıştım.

Güçlü kollarıyla belimi sararken, saçlarımın arasına, "Asıl ben teşekkür ederim," diye fısıldadı. "Bana ne kadar iyi geldiğini tahmin dahi edemezsin."

Bu sözleri duymuştum ya... Benden mutlusu yoktu şu anda!

"Yarın görüşecek miyiz?" diye sordum heyecanla. Sonra annemlerin bu geceden sonra çıkmama izin vermeyeceklerini fark ederek, "Ya da Çarşamba?" dedim. "Annem yarın bana adım attırmaz."

Geri çekilip alnını alnıma dayadı. Birazcık eğilip burnunu şakağımda ve yanağımda gezdirirken derin bir nefes aldı.

"Çarşamba o zaman," dedi ve dudaklarıma olabilecek en güzel öpücüklerden birini bıraktı.

***

Yazarken her an kötü bir şey olabilirmiş gibi hissediyor olmam normal mi? Vallahi planlamadım bir hinlik! :D

Nasıl gidiyoruz sizce? Alışık olduğumuz entrikalardan biraz uzak kalmak güzel değil mi? 🙄

Cuma görüşürüz. Seviyorum sizi. <3

***

Facebook Sayfa: Zeynep Işıklar

Facebook Grup: Zeynep Işıklar'dan

Instagram: zeynepisiklar / zeynepinkitapligi_

Twitter: zeynepisiklar

***

Continue Reading

You'll Also Like

1.2M 22K 20
Oysa ne çok hayal kurmuştum. Yeni bir hayatım olacak bu şehirden bu aileden uzak ve yalnız. Şimdi yine bu şehirde ait hissetmediğim o aileden birinin...
727 85 6
Demir ve deniz birbirini seven ve kavuşmak için çabalayan iki aşıklardı. Onlar cemevinde tanışmışlardı. lâkin aşkları yeter miydi kavuşmak için? bi...
972K 53.8K 24
"Benim adım yok Narin, gölgem yok, ayak izim yok." dedi umutsuzca. "Olsun!" dedim omuz silkerek. Onun aksine umarsız çıkıyordu sesim. "Adını dilim...
SANA DEĞER By Jenniferroyce

Historical Fiction

630K 1.2K 2
Pembrook dükünün vekilharcı ve kahyası olan Hunter Scoot hayatına dalmadan önce de yeterince sorunu vardı genç kızın. Eski varlıklı günlerde yaşadığı...