Anonim

By devillrose

142K 4.6K 2.4K

-bu kitap 2017 temmuz ayında yayınlanmıştır. ama yazar üzerine düşmediği için uzun bir süre bölüm yüklenmemiş... More

1.Bölüm ''Engel''
2.Bölüm ''Tesadüf''
3. Bölüm ''Kavga"
4.Bölüm ''Düşman''
6.Bölüm ''Ayrılık''
7.Bölüm "Çocukça"
8.Bölüm "Karşılaşma"
9.Bölüm "Kopya"
10.Bölüm "Hayal''
11.Bölüm ''Ceza''
12.Bölüm İyi Olan Kazansın
13.Bölüm ''Galibiyet''
14.Bölüm ''Ruhunu Sevdim''
15.Bölüm ''Yarış''
16.Bölüm ''Geçmiş''
17.Bölüm ''Korku''
18.Bölüm ''Cesaret''
19.Bölüm ''Umut''
20.Bölüm ''Utku'

5.Bölüm "Sırlar"

5.3K 273 123
By devillrose

ANONİM 5.Bölüm ''Sırlar''

Hayat sırlarla, çözülmeyi bekleyen gizemlerle doluydu.

En azından benim için öyleydi.

Ablam bunun çok fazla fantastik kitap okuduğum için olduğunu söylerdi. Ama benim insanlarda aradığım gizem ya da sakladıkları sırları büyücü ya da vampir olmaları değildi. Her insanın unutmak istediği ve hatırladığında onu yıkan sırları vardı bana göre. Bize göre küçük ama yıkıcı sırlar.

Utku bana o insanlardan biriymiş gibi geliyordu. Çok fazla konuşmazdı. Ve ne zaman sınıfta 11/B sınıfının konusu açılsa ateşle doluyordu. Birkaç günlük gözlemlerime göre fazlasıyla sessiz ve sakin biriydi. Ama konu onlar olunca bambaşka birine dönüşüyordu sanki.

Onu çözmek istiyordum.

Ama kendisini açmıyordu.

''Rezil ederiz onları. Bence Utku'nun fikri çok mantıklı.'' dedi Beren. Ders boştu ve tüm sınıf toplanmış 11/B sınıfını tüm okula nasıl rezil edeceklerini konuşuyorlardı. Konuşmaya dahil olmak istesem de olmamıştım. Çünkü burada yeniydim ve fikirlerimin önemseneceğini sanmıyordum.

''Bu son ders, yarın da okul yok. Pazartesi mi yapacağız biz bu işi?''

Utku su balonlarının içini boyayla doldurup onlara fırlatmamızı söylemişti. Şuan tüm sınıf dışarıda voleybol oynadıkları için aslında fazlasıyla uygun bir zamandı. Ama malzememiz yoktu. Ve bu yüzden büyük ihtimalle pazartesi ya da başka bir gün uygulayacaktık bunu.

''Beni hiç tanıyamamışsınız.''

Sırasının üstünde duran sırt çantasının fermuarını açtı ve içindekileri tam sınıfın ortasına döktü. Ne döktüğüne bakmak için ayağa kalktım.

Pet şişelerin içine doldurulan farklı renkte boyalar ve su balonları vardı.

''Acele edelim. Dersleri beden Ekrem Hoca birazdan dışarı çıkartabilir. Çıkarttığı an vuruyoruz.''

Birden herkes hareketlenmiş ve balonların içini boyayla doldurmaya başlamıştı. Telefonumu sıranın üstüne bırakıp bende yardım etmeye başladım.

''Rezil edeceğiz piç kurularını. Yemin ederim hepsinden ölesiye nefret ediyorum. Özellikle o Ulaş'tan.'' diye tısladı Utku sinirle. Ulaş şuan şimdi yanına gelse Ulaş'ı öldürecekmiş gibi bakıyordu. Fazlasıyla korkutucuydu bakışlardı.

Dilimin ucuna kadar gelen bir sürü soru vardı. Ama onları soracak cesaretim yoktu ne yazık ki. Zamanla sorularıma cevap bulmayı diliyordum.

''Ekrem Hoca dışarı çıkardı. Hadi şu piçlere hadlerini gösterelim!'' diye bağırdı Doğu. Elime üç tane su balonu aldım ve camın önüne geçip Ulaş'ı aramaya başladım.

Bahçenin tam ortasında adının Burak olduğunu hatırladığım çocukla bir şeyler konuşuyordu. Üzerinde Beşiktaş'ın geçen sezon ki forması vardı. Saçları her zaman ki gibi dağınıktı. Sınıf ikinci katta olduğu için gözlerinde ki dalgınlığı görebiliyordum. Yutkundum. Ne zaman Ulaş'ı görsem isyan etme isteğiyle dolup taşıyordum. Ben ona önceden söylesem ya da C şubesi değil de A şubesine düşseydim her şey daha farklı olurdu gibisinden düşüncelerim oluyordu.

''Bu boyalar çıkmıyor. Kıyafetlerine denk getirmeye çalışın!''

Kaşlarımı çattım. Duyduklarım zihnimin içinde şeytani bir fikir oluşmasını sağlarken gülümsedim. Eğer bu boyayı Ulaş'ın formasına fırlatırsam Ulaş fazlasıyla sinir olurdu. Çıldırırdı. Benimde istediğim şeyde buydu.

Yapmalı mıydım?

Bir yanım yapmam için bana bas bas bağırırken diğer yanımsa yapmamam gerektiğini söylüyordu. Derin bir nefes aldım. İkilemde kalmaktan nefret ediyordum. Sanırım dünyadaki en boktan hislerden biriydi.

''Sana bir tavsiye vereyim Çağla. Bu tür durumlarda asla ikilemde olma. Ve senin için en tehlikelisini yap.'' diye fısıldadı Ömer kulağıma doğru. Yutkundum. Yaşadığım ikilemi hissetmişti sanki. Arkamı döndüm ve Ömer'in gözlerinin içine bakmaya başladım.

''İkilemde olduğumu nereden anladın?''

''Anlamadım. Sanırım hissettim.''

Bu tuhaftı. Ama bunu düşünmek istemiyordum. Çünkü söyledikleri içimi ferahlatmıştı.

Sanırım yapacaktım.

Ulaş'a doğru döndüm. Hala o çocukla bir şey konuşuyordu. Ne olduğunu duyamıyordum. Umurumda da olduğu söylenemezdi zaten.

''Aynı anda atalım hepimiz 3 dediğimde!''

İçimden tam isabet ettirmek için dua etmeye başladım. Eğer isabet ettiremezsem dalga konusu olurdu ve bunu istemiyordum.

''1, 2...3!'''

İçimden dualar ederek balonu Ulaş'a doğru fırlattım Birkaç saniye sonra içi kırmızı boyayla dolu olan balon tam armanın olduğu yere doğru isabet etti.

Ulaş birden sendeledi ve ardından, ''Ne oluyor lan!'' diye bağırdı. Öğretmenler masasının üstüne koyduğum diğer mavi balonu aldım ve onu da Burak denen çocuğun suratına fırlattım.

''Bu kadar isabetli vuruşlar yapacağını tahmin etmemiştim.'' dedi Ömer şaşkınlığını belli ederek.

''Bende tahmin etmemiştim.''

Diğer iki balonu tanımadığım iki kıza fırlattıktan sonra pencereyi kapattım ve surat ifadelerini izlemeye başladım. Hepsi şaşkındı. Ve fazlasıyla sinirli görünüyorlardı.

İçimdeki ses, bunu yanınıza bırakmayacaklar, diye fısıldarken camı kapattım ve derin bir nefes aldım. Tuhaf hissediyordum. Uzun zamandır ruhuma ve vücuduma baskı yapan o his birden kaybolmuştu. Sanki rahatlamıştım. Bütün kötülüklerden arınmış ve yaşadığım stres kaybolmuştu.

Mutluydum. Huzurluydum.

Ömer camı yeniden açıp, ''Kudurun!'' diye bağırdı. Tüm sınıf gülmeye başladı. Şuan rezil bir durumdaydılar. Hepsinden ayrı ayrı nefret ediyordum. Oysaki nefret bu kadar kolay kazanılan bir şey değildi.

Ya da öyle miydi?

Bakışlarımı Ulaş'a çevirdiğimde sinirinin bana geçeceğini sandım bir an. Bakışları ateş saçıyordu. Ağız hareketlerinden küfür ettiğini anlayabiliyordum. Niye bu kadar çok sinirlenmişti? Ulaş bir keresinde bana maddi durumlarının iyi olduğunu ve her istediğini alabildiğini söylemişti. Bunu niye bu kadar çok sıkıntı ediyordu.

Birkaç saniye önce hissettiğim huzur kaybolmuştu. Sırama oturdum ve telefonumu elime alıp kafamın dağılması için oyun oynamaya başladım. Bence harika bir iş yapmıştım. Şuan sinirliydi ve kuduruyordu.

Yaptığım işle gurur duymalıydım.

Birkaç dakika sonra Beren, ''Ulaş ve kuduruk tayfası buraya geliyor!'' diye bağırdığında ayağa kalktım ve sınıfın tam ortasında ellerini göğsünde birleştirmiş bir şekilde Ulaş'ı bekleyen Ömer'in yanına doğru ilerledim. O balonu kimin attığını soracak ve ardından ben itiraf ettiğimde tehditler havada uçuşacaktı.

Birkaç saniye sonra Ulaş sınıfımıza adımını attığında ela gözleriyle sınıfı taradı. Dokunsan ağzına sıçarmış gibi bir ifadeyle bize bakıyordu. Bu içimdeki bazı şeylerin kıpırdamasına neden oldu. Bu sınıfta kız kardeşi hariç herkesten nefret ettiğine emindim. Ve bende o nefret ettiği kişilerden biriydim.

''Sizin amacınız ne?'' diye tısladı sinirle. Daha beş gündür burada olmama rağmen ben bile amaçlarının ne olduklarını bilirken onun bilmemesi için saçmaydı. Suratıma alay içeren bir gülümseme yerleştirdim ve gözlerimizi sabitledim.

''Bu sene üç sene olacak ve sen hala amacımızın ne olduğunu anlamadın mı?'' diye sordu Ömer. Ses tonu ciddilikten fazlasıyla uzaktı. Sınıftan birkaç homurtu yükseldi.

''Saçmalamayı bırak. Bunun bedelini öyle bir ödeteceğim ki size! Hele o formama boyayı atan o kuduruğu var ya o kuduruğu! Üç katı fazlasıyla karşılaşacak.''

Her kelimeyi bastırarak söylemişti. Ve eş zamanlı olarak korkmaya başlamıştım. Ama kaçmayacaktım. Hiçbir şey demeden beni bulmasını beklemeyecektim. Önümde başka bir seçenek yoktu. Benim attığımı söyleyecek ve yaptığım işle yüz yüze gelecektim.

Şimdi söylemezsem korkak damgası yiyecektim. Bu isteyeceğim bir şey değildi.

Derin bir nefes aldım ve birkaç adım atarak Ulaş'la aramızdaki mesafeyi kapattım. Burnuma parfüm kokusu geliyordu. Gözlerimi onun gözlerine sabitlemiştim. Bana olan bakışları ateş saçıyordu. Ama yinede tam bu anda zamanın durmasını ve saatlerce bu pozisyonda kalmak istiyordum.

''Formana isabet eden balonu ben attım.'' dedim boş bir ifadeyle. Surat ifadesi değiştirmeden, ''Sen mi?'' diye sordu.

''Evet, ben.'' dedim.

Ela gözlerinin içine hapsolmuş gibiydim. O kadar derin bakıyordu ki, bir keresinde ela gözlerinin içine canlı bir şekilde bakarak konuşacağımızı söylemiştim. Bunun olmasını çok istiyorum, demişti.

Oluyordu ama bundan haberi yoktu.

Bana biraz daha yaklaştı ve kulağıma doğru eğildi.

Kalp atışım hızlanırken yutkundum ve söyleyeceklerine odaklanmaya çalıştım. Ama bu biraz zordu. Bu kadar yakınımdayken bir yıldır konuştuğum ve tüm dertlerine ortak olduğum birine sarılmamak acı veriyordu.

Düşünme, düşünme. Sadece söyleyeceklerine odaklan.

Bunu aşamıyordum. Ona bir yanım hep o gözle bakmaya devam edecekti. Buna engel olamazdım.

''Bunun bedelini çok ağır ödeyeceksin, Çağla. Bu forma Gökhan Gönül'ün geçen sene Gençlerbirliği maçında giydiği forma. Oyundan çıktıktan sonra bana doğru fırlatmıştı formayı.''

''Umurumda bile değil.'' dedim sert bir şekilde. Oysaki umurumdaydı. Şuan içimden, keşke yapmasaydım, derken dışımdan başka bir şey söylüyordum.

''Umursamamaya devam et. Bunu yaptığın için seni pişman edeceğim.''

Ruhsuz bir şekilde ona bakmaya devam ettim.

''Yapacaklarından korkmuyorum.''

Alay içeren bir ifadeyle gülümsedi.

''Bunu göreceğiz.''

''Elinden geleni ardına koyma. Yapacağın şeyin karşılığını alırsın.'' dedim beklediğimden sakin bir ifadeyle. Gözlerinin içindeki ateş bir an söner gibi oldu. Ama ardından yeniden alevlendi.

''Kendine çok mu güveniyorsun sen?''

''Evet, bu seni rahatsız mı etti?''

''Yo, sadece yaşayacağın hayal kırıklığı için üzülüyorum.''

Beni pişman edeceğine çok fazla emin gibi gözüküyordu. 

Beni korkutmak için kelime oyunu yapıyordu.

''Göreceğiz,'' dedim. Birkaç saniye boyunca gözlerimin içine bakmaya devam etti. Ardından arkasını döndü ve sınıftan çıktı.

Aptal, diye geçirdim içimden.

Ömer kolumu kavrayıp beni kendisine doğru çekti. Kaşlarımı çattım ve ''Ne oldu?'' diye sordum.

''Söyledikleri seni korkutmasın. Biz senin arkandayız.'' dedi omzumu sıvazlayarak. Sinirlerimin hopladığını hissettim anında. Aksine bir şey mi söylemiştim? Yapacaklarımdan korkmadığımı söylememe rağmen neden bana korkmamı söylemişti? Geri zekalı mıydı bu Ömer?

''Korkmuyorum zaten. Aksine bir şey mi söyledim?'' diye sordum kaşlarımı çatarak. Ömer'in surat ifadesi yerini şaşkınlığa bıraktı. Ve birkaç saniye suratıma ifadesiz bir şekilde bakıp, ''Sakin ol, Çağla. Sadece destek içeren bir cümleydi. Tersliyormuşsun gibi söylemene gerek yok.'' dedi. Ses tonu ifadesizdi. Ama buna rağmen kırıldığını hissediyordum. Bu kadar sert söylediğim için anında pişman oldum. Kalbime dokunmuştu sanki.

''Ömer sadece sinirlerim bozuldu biraz. Kusura bakma.''

''Sorun değil, hepimizin sinirleri bozulur.''

Ömer gerçekten mükemmel ve harika bir insandı. Kıvırcık sarıya kaçan saçları, açık kahverengi gözleriyle çok tatlı gözüküyordu. Eminim bu okulda ona aşık olan bir sürü kız vardı.

''Anlayışın için teşekkür ederim.''

Önemli değil demesini beklemeden sırama oturdum. Başım ağrıyordu, kendimi hasta gibi hissediyordum. Üşümeye başlamıştım. Oysaki hava yirmi altı derece falan olmalıydı. Bu havada üstümde hırka varken üşümem anormaldi.

Sanırım hasta olacaktım.

Zil sesi kulaklarımda yankılandığında biraz olsun içimde mutluluk hormonları salgılandı. Bugün günlerden cumaydı. Ve iki günde olsa bu ortamdan uzak kalacak olmak beni mutlu ediyordu.

Çantamı toplamaya başladığımda Bilge omzumu dürttü ve ''Ben Melislere uğrayacağım bugün.'' dedi.

''Olayları mı anlatacaksın?'' diye sordum.

''Evet, anlatacağım. Melis mesaj attı biraz önce. İki gündür hastaymış ve olanlardan haberi yokmuş. Öyle söyledi. Ayrıntıları merak ediyor. Sende benimle gelmek ister misin?''

Bir tarafım evet demek isterken hasta olan tarafım hayır diye bağırıyordu. Ve sanırım eve gitme isteğim daha fazla basıyordu.

''Ben hasta gibiyim biraz. Eve gitsem daha iyi olur sanırım. Hem zaten tüm ayrıntıları sana anlattım.''

''Peki, o zaman pazartesi görüşürüz.''

''Görüşürüz.''

Bana sarıldıktan sonra tören için bahçeye indi. Yere dağılan kalemlerimi toplayıp çantaya koyduktan sonra bende aşağıya indim.

Tören bittikten sonra eve geldiğimde kendimi odama kapatıp Beren'in önerdiği Aşka Yükseliş filmini izleyip ağladım. Gerçekten bu kadar çok can yakmak zorunda mıydı? Her zaman aşk kaybetmek zorunda mıydı?

''Aptal Babi! Öyle güzelim çocuk bırakılır mı ya!'' diye bağırdım. Bundan sonra googleya ağlatan aşk filmleri yerine Harry Potter ve Yüzüklerin Efendisi gibi filmler diye aratacaktım sanırım.

''Hangi filmi izledin?'' diye sordu ablam.

''Aşka Yükseliş. Sonunda Babi Hugo'yu en yardıma muhtaç zamanında terk ediyor. Sadece Hugo'yu da değil en yakın arkadaşını da yüz üstü bırakıyor. Aptal ya! Benim öyle sevgilim olacak asla bırakmam.''

''Büyük konuşma, Çağla. Hem Babi'nin kendisine göre sebepleri vardı. Hugo'nun bazı davranışları onu boğmuştu.''

''Bu onu en yardıma muhtaç zamanında terk edeceği anlamına gelmiyor ama değil mi?''

''Gelmiyor ama dediğim gibi o an kendisine göre doğru olan oydu. Bunu düşünmeyi bırak. Hem neden bu kadar üzüldün? Alt tarafı bir film.''

''Alt tarafı bir film falan değil! Bunu yaşayan kaç tane insan vardır kim bilir.'' dedim ağlamaklı bir şekilde. Hugo'nun ağladığı sahne beni çok etkilemişti. Kalbime dokunmuştu.

Erkekler genelde güçlü gözükmeye çalışırlardı. Ve ağladıklarında canları yanıyor demektir.

Ablam gözlerini devirdi ve ''Böyle boş şeylere üzülmeye devam et.'' dedi. 

Neden böyle saçmalamaya başlamıştı? Daha geçen hafta Harry Potter'da Dobby'nin ölüm sahnesini açıp ağlayan ablam şimdi buna saçma diyordu.

Komikti.

''Daha geçen hafta Dobby'nin ölümüne ağlayan sen değil miydin abla ya?'' diye sordum.

''Dobby farklı bir şeydi tamam mı? Anlamazsın sen onu!''

Aptal, diye geçirdim içimden.

''Bazen benim ablam olduğundan şüphe ediyorum.''

''Haklısın, ben bu kadar zekiyken senin geri zekalı olman şüpheli bir durum.''

''Aman ne laf soktun he! Aferin sana. Dünyalar senindir şimdi.''

Ablam kafama yastıkla vurdu ve ''Ablayla dalga geçilmez!'' diye bağırdı.

Bu haksızlıktı. Onun benden önce doğması ona laf söylemeyeceğim anlamına gelmiyordu. Değil mi?

''Bu haksızlık. Benden önce doğman sana laf söylemeyeceğim anlamına gelmiyor.''

''Daha önce doğsaydın. Ben mi dedim sen benden sonra annemin karnına kon diye?''

Ablam bazen fazlasıyla çocuksu oluyordu. Sanki yirmi yaşında üniversiteli bir genç gibi değil de on beş yaşında daha yeni liseye geçmiş biri gibiydi.

Ama genelde ciddiydi. Sanırım sadece benim yanımda çocuklaşıyordu.

''Of, tamam. Kapatalım bu konuyu. Moralim bozuk. Hem de çok.''

''Ne oldu?'' diye sordu ve yanıma oturdu. Şu birkaç günde yaşadıklarım gözümün önünde perdelenmeye başladığımda içimi bir ağlama isteği doldurdu. Bu kadar çok sevdiğin ve değer verdiğin, bütün dertlerine ortak olduğun bir insanla düşman olmak çok acı veriyordu.

''Sana olanları anlatmadım tabii,'' dedim ve başımı omzuna yasladım.

''A, evet. Yeni okulundan hiç bahsetmedin.''

Derin bir nefes aldım ve ablama bütün her şeyi anlatmaya başladım. Günlerdir içimde biriken bütün her şey boşalıyormuş gibi hissetmeye başlamıştım. Hafifliyordum. Ruhumdaki ağırlık kayboluyordu.

''Neden ona gidip her şeyi söylemiyorsun?'' diye sordu ablam.

''Söyleyemem. Her şey çorba olur.''

''Denemeden bilemezsin.''

Ne olursa olsun Ulaş'a hiçbir şey söyleyemezdim. Bütün dertlerine ortak olan o anonimin ben olduğunu öğrenmeyecekti. Belki on yıl sonra evlenip üç çocuk sahibi olduğumda yeniden karşılaşırsak ona söylerdim. O zaman da umurunda olacağını sanmıyordum. Gerçi benimde olmazdı.

Yani umarım.

''Denemek istemiyorum. Tavsiyen için teşekkür ederim. Ama bu tavsiyeyi asla yerine getirmem.''

''Sen bilirsin, Çağla. Ama çok yorulacaksın gibi hissediyorum. Sırf iki sene önce yaşanan aptal bir kavga yüzünden böyle şeylerin meydana gelmesi çok saçma. Keşke Ulaş'a çok önceden kendini tanıtsaydın da şuan kendini üzgün hissetmeseydin.''

Keşke kelimesi çok itici bir kelimeydi. Pişmanlık barındırırdı. Ve kimi zaman insanın canını yakardı. Bu kelimeyi sevmiyordum. Hem de hiç.

''Bu cümleyi bende kurdum. Ama pişmanlık yaşamanın bana bir artısı yok. Önüme bakacağım.''

''Umarım bu yolun sonunda çökmüş bir Çağla'yla karşılaşmam.''

''Umarım, abla. Umarım.''

Yarım saat sonra akşam yemeği hazırlandığında mutfağa gidip anneannemin yaptığı yemekleri mideme indirdim. Ankara'ya taşınmanın tek güzel yanı anneannemin yemeklerini sık sık yemek olacaktı sanırım.

Akşam yemeğini yedikten sonra odama çekilip bu hafta işlediğimiz konulara çalıştım. Bu sene sınava az bir zaman kala çalışmak yoktu. Bu sene her hafta düzenli olarak çalışıp şimdiden konuları sıkı tutacaktım. Herkes 11.sınıfın zor olduğunu söylüyordu.

11.sınıf sadece ders değil her yönden zor olacağa benziyordu. Bu sene sadece derslerle baş etmeyecektim. Bu sene herkesle baş etmek zorundaydım. Ve bu savaşı kaybedemezdim.

*

Cumartesi sabahları insan gözlerini açtığında ayrı bir mutlu ve huzurlu hissederdi kendisini. Bende genelde öyleydim. Uyanır biraz yatakta tepinir ardından gider annemin hazırladığı o nefis kahvaltımı yapardım.

Ama bu sabah böyle olmamıştı. Çünkü annem babamı sabahın dokuzunda evden göndermiş ve benle ablamı da temizliğe mahrum etmişti. Çünkü annemin lise arkadaşları gelecekti.

Ve ben bu yüzden cumartesimin keyfini çıkaramıyordum.

''Maşallah ya Çağla'yı en son gördüğümde altıncı sınıftı. Ne kadar da güzelleşmiş, büyümüş. Tam genç kız havasına girmiş. Maşallah.'' dedi annemin lisede belasını olan kadın. İnsan neden lise yıllarında sürekli kavga ettiği birini evine çağırırdı ki?

''Teşekkür ederim Serpil teyze.''

''Ya işte bizde annenle beraber büyüdük. Beraber bitirdik ilkokulu, ortaokulu, liseyi, üniversiteyi. Sonra evlendi. Sen üç yaşındayken hop Ankara'dan uçtu gitti.'' dedi adını hatırlamadığım kızıl kafalı kadın.

''İyi yapmış bence.'' dedim gülümseyerek. Kadın kaşlarını çattı. Ardından başka bir şey demeden kafasını çevirdi.

''Kaça geçtin Çağla? Dersler nasıl.''

Bende tam ne zaman soracaklar diye düşünürken Neriman teyze her zaman mahkum kaldığım o soruyu sormuştu. Göz devirmemek ve yeter diye bağırmamak için kendimi sıkıyordum şuan.

''11.sınıfa geçtim Neriman teyze. Derslerimde iyi.''

''A öyle mi! Ebrar'da 11.sınıf. Arkadaş olursunuz.''

Geldiğinden beri somurtarak etrafa bakan adını yeni öğrendiğim Ebrar'a doğru döndüm. Buraya annesinin zoruyla geldiğini fazlasıyla belli ediyordu.

Ben en azından annemin zoruyla gittiğim yerlerde somurtmuyordum. Gülümserdim. Ya da normal bir şekilde bakardım. Ama bu kız sanki okula istemeyerek gelen insanlar gibi bakıyordu.

İtici.

Umarım annem her misafir geldiğinde yaptığı gibi beni çağırıp misafir çocuğunu zorla odama götürmemi söylemezdi.

''Çağla, bana yardım eder misin kızım?''

Her ne kadar içimden, ''Hayır,'' demek gelse de bir şey söylemeden annemi takip etmeye başladım.

Mutfağa geldiğimizde annem kolumu kavradı ve ''Ebrar'ı çağır odana git hadi sen. Sohbet falan edin. Hadi kızım.'' dedi.

Şaşırmış mıydım? Hayır.

''Ya anne ne sohbeti edeceğim ben onunla ya.'' diye tısladım. Kimseyle sohbet falan etmek istemiyordum. Hem kızdan hoşlanmamıştım. Çok soğuk ve itici gelmişti bana.

''Ya ne olacak? Hadi, hadi. Arkadaş olursunuz belki.''

''Ya anne of!''

''Anneye oflanmaz. Git ve kızla arkadaşlık et.''

Ne zaman evimize misafir gelse bunu yapmak zorunda mıydı? Ben ne zaman annemle misafirliğe gitsem kimse beni odasına çağırıp sohbet etmiyordu.

Suratıma sahte bir ifade yerleştirip salona girdim. Ne söyleyeceğimi bile bilmiyordum. Annemin kankalarının kızlarıyla beni arkadaş yapma isteği beni sıkmaya başlamıştı. Hiç biriyle iyi anlaşamamıştım. Ve bu kızla da iyi anlaşacağımı sanmıyordum.

''Ebrar,'' dedim gülümsemeye çalışarak. Ama olmuyordu. Bu kız etrafa negatif enerji yayarken ben bu kıza gülümseyemiyordum.

''Efendim?'' dedi soğuk bir ifadeyle.

''Benimle odama gelir misin? Sohbet ederiz.''

Ebrar'ın boş bakışları birden yerini şaşkınlık dolu bakışlara çevirdi. Bunda şaşırılacak bir şey göremiyordum açıkçası.

Bir şey demeden beni takip etmeye başladı. Sanırım bu evet demek oluyordu.

Odama geçtiğimizde yaklaşık on beş dakika öylece oturduk. Ne o konuşuyor ne de ben konuşuyordum. O telefona gömülmüştü. Bense halının desenlerini inceliyordum. Beyaz tüysüz bir halımız vardı ve beğenerek almıştım. Biraz pahalıydı ama olsun. Bence verdiğimiz paraya değmişti.

Kafamı halıdan çevirdim ve sıkıldığımı belli etmek istermişçesine ofladım. Ama Ebrar kafasını kaldırıp bakmadı. Sanırım sohbet etmek istiyorsak benim adım atmam gerekiyordu.

''Kendinden bahsetsene biraz.'' dedim gülümseyerek. Yüzüme tip tip bakmaya başladı.

''Adım Ebrar.''

Bilmiyorduk sanki geri zekâlı.

''Ya çok şaşırdım. Bilmiyordum adının Ebrar olduğunu!'' dedim dalga geçercesine. Bana tip tip bakmaya başladı.

''Öğrenmiş oldun.''

Şurada adam akıllı sohbet etmeye çalışıyoruz kızın bana söylediklerine bak ya! Ah, anne bir kez de şu arkadaşlarının kızı düzgün çıksın. Hepsi hormonlu ergen mübarek!

Aradan birkaç dakika geçtikten sonra, ''Hangi okuldasın?'' diye sordum. Sıkılmıştım çünkü. Hem de nerede olduğunu merak etmiştim. Mesela Abaza Meslekte çıksa çok güzel olurdu. Şurada kahkaha atardım.

''Ankara Koleji.'' dedi her zaman ki ifadesizliğiyle.

Zengin velet, diye geçirdim içimden. Ankara'nın en pahalı ve en güzel okuluydu orası. Ve o okula genelde maddi durumu veya bir üst seviyede olan insanlar giderdi.

''Sen?'' diye sordu şaşırmamı sağlayarak.

''Gazi Mustafa Kemal Anadolu Lisesi.''

Ebrar kaşlarını çattı ve şaşırmış bir ifadeyle bana bakmaya başladı.

''Hangi sınıftasın?'' dedi şaşkınlığını belli ederek. Hangi sınıfta olduğumu neden sormuştu acaba?

''11/C''

Ebrar söylediklerime inanamıyormuş gibi bakmaya başladığında, ''Neler oluyor?'' diye sordum. Güldü.

''Ben 9 ve 10.sınıfın ilk dönemini o lisede okudum. Ve B şubesindeydim.''

''Ne! Sen ciddi misin?''

''Evet,'' dedi gülerek. ''Ciddiyim.''

Ciddi olduğuna inanamıyordum. Ebrar Ulaş'la, Seren'le bir ara aynı sınıftaydı. Büyük ihtimalle onlar hakkında benim bilmediğim bir şey bile biliyor olabilirdi. Ama bunu pat diye soramazdım tabii ki. O da cevaplamazdı zaten.

''Sana bir şey sorabilir miyim?'' diye sordu. Başımı olumlu yönde salladım.

''Neden düşmansınız, diye sorduğunda sana ne cevap verdiler?''

Melis'in bana o gün söylediklerini düşünmeye başladım. Bizim sınıftaki Onur'un ve onların sınıfta şuana kadar hiç karşılaşmadığım Berke diye bir çocuğun kavga ettiğini söylediğini hatırlıyordum.

''Bizim sınıftaki Onur'la şuana kadar hiç karşılaşmadığım Berke diye bir çocuk kavga ettiğini ve olayın daha sonradan büyüdüğünü söylediler.''

Ebrar gözlerini devirdi.

''Neden şaşırmadım acaba?'' diye söylendi kendi kendine.

''Anlamadım, ne demek istiyorsun?'' diye sordum.

''Boş ver sen. Kapatalım bu konuyu.''

Üstelemek istesem de daha bugün tanıdığım bir kıza ne olduğunu anlatması için yalvaramazdım. Bu yüzden bu konu hakkında yorum yapmadan konuyu değiştirdim.

''Neden okuldan ayrıldın?'' diye sordum. Bu soruyu bekliyormuş gibi gülümsedi ve derin bir nefes alıp, ''Sana bunu anlatırsam eski sınıf arkadaşlarımın sırlarını öğrenmiş olursun. Ve ben eski bile olsa kimseye ihanet etmem.'' dedi. Böyle bir cevap vereceğini bekliyordum açıkçası. Bu yüzden hayal kırıklığına uğramamıştım.

''Yani benimle sohbet etmeyeceksin?'' diye sordum. Başını olumsuz anlamda salladı.

''İhanetten kastım o değildi. Eğer seni seversem arkadaş olabiliriz.'' dedi gülümseyerek. Arkadaş olabileceğimizi söylemişti. Sevinsem mi üzülsem mi bilemiyordum.

''Beni sevmen için uğraşamam. Daha önemli işlerim var.'' dedim ifadesiz bir şekilde bakarak.

''Uğraşmana gerek yok zaten. Uğraşmak için çaba harcasaydın sevmezdim asıl. Diğer türlüsü bana yapmacık geliyor.''

''Bana da öyle geliyor. Yani bir insanı sevmeye çalışmak saçma değil mi? Sevmek kendiliğinden olur.''

''Kesinlikle öyle.''

Yaklaşık bir saat boyunca izlediğimiz dizilerden, kitaplardan, filmlerden konuştuk. İzlediğimiz diziler, shiplediğimiz dizi karakterleri hep aynıydı. Şaşırmıştım açıkçası. Bir saat önce bana fazlasıyla itici gelen bir kızla iyi anlaşacağımı düşünmemiştim.

''Sana bir soru sorabilir miyim?'' diye sordum.

''Tabii, sorabilirsin.'' dedi gülümseyerek.

''B şubesiyle benim sınıfımın düşman olmasının başka nedenleri de mi var?''

Ebrar bu soruyu bekliyormuş gibi gülümsedi ve başını olumlu anlamda salladı.

''Ama bunları sana anlatamam. Üzgünüm.'' dedi suratını asarak. Deli gibi merak ediyordum ve anlatması için baskı yapabilirdim. Ama bunu yapmayacaktım. Eminim ki bir gün hepsini öğrenirdim. Yani umarım.

''Sadece şunu söyleyeceğim.'' dedi fısıldayarak. Eliyle ona yaklaşmam için hareket yaptı. Yatağımdan kalktım ve ablamın yatağında oturan Ebrar'ın yanına doğru ilerledim.

''Ben, Melis, Ulaş ve sizin sınıftan biri küçüklük arkadaşıydık. Beraber büyüdük. Ayrıntılara inemem ama bunla bağlantılı.''

Zihnimin içinde tüm sınıf arkadaşlarım canlanırken kimin olabileceğini düşünmeye başladım. İlk sıraya yerleşen kişi Ömer'di. Melis'le araları çok iyiydi ve Ömer'in olma olasılığı çok yüksekti. Ömer'den başkada aklıma kimse gelmiyordu.

''Ömer değil mi?'' diye sordum.

''Bilemem orasını. Ve birde kimse sana o kişiyi söylemez. Çünkü Ulaş'da o kişide bunu hayatlarının hatası olduğunu söylüyorlar.

''Aralarında bir şey geçti. Ve bu yüzden böyle söylüyorlar.''

''Zeki birine benziyorsun, Çağla. Bunu sana söylemek isterdim ama söyleyemem. Üzgünüm.''

Kendimi bir aksiyon filminde gibi hissediyordum. Ortada bir sır vardı ve benim görevimse bu sırrı öğrenmekti. Her zaman neden aksiyon filmlerindeki gibi bir hayatımın olup olmadığını sorgulardım. Ve sanırım yavaş yavaş okul hayatım aksiyon filmine dönüşüyordu.

''Sorun değil.'' dedim kahverengi gözlerinin içine bakarak. ''Merak ettiğim bir şey daha var. Melis'le hala yakın mısınız?''

''Evet, Melis'le hala yakınız.''

Melis'le hala yakın olmalarına sevinmiştim. Melis sevecen ve tatlı bir kızdı. Ebrar'ı da sevmeye başlıyordum sanırım.

''Dışarı çıkalım mı?'' diye sordum. Başını sallayarak onayladı ve ayağa kalktı.

Hava kapalıydı ve bu yüzden ağabeyimin askılıkta asılı duran Beşiktaş'lı hırkasını giydim ve dışarı çıktık. Karşımızdaki bakkaldan iki tane dondurma aldıktan sonra parka gidip oturduk. İkimiz de parktaki çocukları izlemeye başladık. Çoğu 4-5 yaşlarında gibiydi. Ve hepsi çok tatlıydı. Gidip mıncırasım geliyordu.

''Bizde bu parkta oynardık.'' dedi Ebrar hüzünlü bir ses tonuyla.

''O günleri özlüyorsun değil mi?'' diye sordum.

''Evet,''

Bir şey demedim ve çocukları izlemeye devam ettim. Sarışın kıvırcık saçlı bir çocuk vardı ve acayip tatlıydı. Gözleri masmaviydi. Bir denizi andırıyordu. Yanına gidip onunla tanışmak istiyordum. Ayağa kalktım. Ve tam o anda görüş alanıma tanıdık bir sima girdi.

Ulaş.

Görür görmez yerime oturup şaşkın bir ifadeyle ona bakmaya başladım. Ardından gözlerimi Ebrar'a çevirdim. O da Ulaş'a bakıyordu.

Ulaş parktaki insanları ifadesiz bir şekilde incelerken birden kafasını bizim olduğumuz yöne doğru çevirdi ve göz göze geldik.

Her zaman ki o yakıcı ifadesiyle bakmaya başladığında bende kötü bir şekilde bakmaya başladım. Gözleriyle bile bana nefretini kusabiliyorken benim ona değer vermem hayatın bana attığı kazıklardan biriydi.

Ondan nefret etmen lazım, ondan nefret etmen lazım.

İşe yaramıyordu. Ve hiçbir zamanda işe yaramayacaktı.

Ulaş gözlerini benden çekip Ebrar'a doğru çevirdi ve bu tarafa doğru ilerlemeye başladı. Olacakları biliyordum. Ebrar'a selam verecek ve beni görmezden gelecekti. Tahmin etmek zor değildi.

''Selam Ebrar. Nasılsın?''

O kalın tok sesi beni yeniden bana ilk kez ses attığı güne götürürken yutkundum. O tarafa bakmıyordum. Parkta oynayan çocukları izliyordum. Ama sarışın çocuk yoktu. Birden ortadan kaybolmuştu.

''İyiyim Ulaş. Sen nasılsın?''

''Biraz canım sıkkın ya. Karaktersizin teki Gökhan Gönül'ün Gençlerbirliği maçında giydiği formayı kirletti.'' dedi karaktersiz kelimesini bastırarak. Sinirlendiğimi hissediyordum. Bana karaktersiz demişti andaval.

Ben bu lafın altında kalır mıydım? Hayır. Bana karaktersiz diyen birini görmezden gelir miydim? Hayır. Peki ya ne yapardım? Üstüne atlardım. Ama bunu yapmayacaktım.

''Sensiz karaktersiz! Önce git beni tehdit et yok bize ajanlık yapmazsan şunu yaparım bunu yaparım de. Sonrada ben karaktersiz olayım öyle mi? Yok öyle dünya!'' diye bağırdım. Bu tepkimi beklemiyor gibiydi. Sessizliği seçeceğimi sanmıştı aptal. Ama ben öyle biri değildim. Ve olmayacaktım da.

''Sen bir kapasana çeneni. Böcek gibi her boka atlıyorsun yemin ederim.''

''Seni ilgilendirmez bu. Sen önce bir git kendine çeki düzen ver!

''Yemin ediyorum hayatımda gördüğüm en çekilmez kızsın. Allah ailene sabır versin. Yemin ederim benim böyle çocuğum olsa cebine uyuşturucu koyar polise verirdim.''

''Kendi çocuğuna bunu yapacak kadar pislik bir insansın işte.'' diye tısladım. Kalbim acıyordu. Dedikleri zoruma gitmişti. Ama bunu dışarı yansıtmadığım için mutluydum.

İnşallah bana yeniden mesaj atarsın da o zaman gösteririm ben sana gününü.

''Sana benzerse, dedim. Zaten çocuk benim mükemmel genetiğimi taşıyor olacak. Öyle biri olması imkansız.''

''İnşallah evleneceğin kadın benden de beter olur.''

''Beter olduğunu kabul ediyorsun yani?''

''Ya bir gi...''

''Ya tamam susun!''

Ebrar'ın araya giren sesi cümlemi yarıda keserken Ebrar'a doğru döndüm. Ne diye lafımı kesmişti ki? Belki laf çakacaktım?

''Gidin okulda kavga edin. Şuan kavga çekecek durumda değilim.''

''Okulda edeceğiz zaten. Pazartesi günü bittin kızım sen.''

''Ya senin beni bitirmen için kırk fırın ekmek yemen lazım.''

''Tamam, pazartesi günü diyeceğini dersin. Şimdi biz gidiyoruz.''

Ebrar bileğimi kavradı ve beni sürüklemeye başladı. Diyeceklerim daha bitmediği için gitmek istemiyordum. Ama Ebrar bileğimi hiç bırakmayacakmış gibi sıkıyordu.

Evin önüne geldiğimizde Ebrar bileğimi bıraktı ve meraklı gözlerle bana bakmaya başladı.

''Ulaş sana ne yaptı?'' diye sordu.

Ulaş bana ne mi yaptı? Yalan söyledi, engelledi, sırf kendimi saklıyorum diye her derdine ortak olan beni bir dakikada sildi, kalbimi kırdı, tehdit etti.

Ulaş bana ne yapmadı ki?

''Okulun ikinci günü bana bir teklif sundu. Onların ajanlığını yapmamı istedi. Yapmadığım takdirde de şunu bunu yaparım diyerek tehdit etti işte. Bende kulak asmadım ve bunu dövdüm. Yani ciddiyim süpürgeyle dövdüm. Sonra da Ömer ve Utku geldi. Bunlar dövüşmeye başladılar. Utku Ulaş'ı, Ömer'de Kağan'ı benzetti. Öyle yani."

Ebrar kollarını göğsünde birleştirdi ve "Aptallar işte." diye mırıldandı.

Kafamı sallayarak onu onayladım. Bütün erkekler aptaldı. Hepsinden nefret ediyordum. Dünyada keşke sadece kızlar olsaydı. Ne güzel olurdu. Dert yok seni üzen erkekler yok.

Hayali bile güzel.

Tam zili çalacağımız sırada binanın kapısında Ebrar'ın annesi Neriman teyzeyle karşılaştık.

"Bende tam seni arayacaktım. Hadi gidiyoruz." dedi Ebrar'a bakarak. Ebrar bana doğru döndü ve "Sonra görüşürüz." dedi.

"Görüşürüz." dedim ve binadan içeri girdim.

Zili çaldıktan sonra ablam kapıyı açtı ve içeri girdim. Anneme gözükmeden odama girip diz üstü bilgisayarımı açmak istiyordum. Film izleyip ağlamam lazımdı.

Odama girdiğimde diz üstü bilgisayarı açtım ve blog hesabıma girdim. O günden sonra Ulaş'ın engeli kaldırıp kaldırmadığına bakmamıştım. Sanmıyordum kaldıracağını. Ama yinede bakmaktan zarar gelmezdi değil mi?

Mesaj kutusuna tıkladım ve Ulaş'ı aramaya başladım.

Profil fotoğrafı gözüküyordu. İsminin üstüne tıkladım. Ve profili açıldı.

Engeli kaldırmıştı. Ulaş engeli kaldırmıştı.

Bölüm geciktiği için özür dilerim. İlk başta 2000 kelimeye kadar yazmıştım sonra bölümü sildim ve bu kadar şeyi 4 günde yazdım. Bundan sonra geciktirmemeye çalışacağım. Okula kadar hem Maestroma hemde Anonime bölüm yazmaya çalışacağım. Hatam varsa affola düzenlemedim bölümü. Umarım beğenirsiniz. Sağlıcakla kalın ♡


Continue Reading

You'll Also Like

4M 198K 55
Lise 3'e giden Mira, kızların gözdesi Poyraz tarafından sevilir ama onun gönlü kendisinden haberi bile olmayan, kızlarla neredeyse hiç takılmayan Bar...
935K 65K 37
Peyda, bir Gerçek Aile/Kaçırılmış Çocuk klasiğidir. "Şimdi, on yedi yıl sonra annem ve babam karşımda dikiliyorlardı. Onları görüyor, onlarla aynı m...
1.6M 82.7K 74
O şimdi asker: Sapık mısın sen ya? Siz: Abime Abi dışında ne diyebilirim acaba? Siz: Ayrıca ne sapıklığımı gördün abi? Siz: Tamam odamda her gün y...
4.6K 355 19
Bir masalın güzel satırlarında başlar gibi başladı her şey ama hayır. Bizimki ne bir masaldı ne bir hikaye. Yazarın kaleminin mürekkebi kararmaya yüz...