Sıcak Kanatlar

By Lanhei

1.3M 74.5K 11.8K

Lily bir akşam tuhaf bir saldırıya uğrar. Daha da tuhaf olanı, davetsiz misafirler ne yazık ki peşini kolayca... More

Yanmış Tüy
Element Sayfaları-Yaratılış Güncesi
I*
II*
III-
IV*
V*
VI*
VII*
VIII*
IX*
X-
XI*
XII*
XIII*
XIV*
XV-
XVI*
XVII*
XVIII*
XIX*
XX*
Element Sayfaları-2
XXI*
XXIII*
XXIV.BÖLÜM*
XXV.BÖLÜM*
XXVI*
XXVII*
XXVIII*
XXIX*
XXX*
XXXI*
XXXII*
XXXIII.BÖLÜM
XXXIV. BÖLÜM
XXXV.BÖLÜM
XXXVI.BÖLÜM
XXXVII.BÖLÜM
XXXVIII.BÖLÜM
XXXIX.BÖLÜM
XL.BÖLÜM
XLI.BÖLÜM
XLII.Bölüm
XLIII
XLIV
XLV
XLVI
XLVII
XLVIII
XLIX
L
LI
LIII
LIV
LV
LVI
LVII
LVIII
LIX
LX
Element Sayfaları-3

LII

13.7K 567 176
By Lanhei

Bayramı da kutlarım diye düşünürken ayın kaçına geldik yeni paylaşıyorum 😅😅 Bölüm yayınlama hakkındaki yazılarımı sileceğim ki yalanım ortaya çıkmasın 😂

Yeni bölümle birlikte yeni kapağı da ekliyoruum 🤗
KubraSisman1 tekrar teşekkür ederim. Mesajını aldığımda gerçekten mutlu oldum ve moral oldu. Emeğine sağlık,çok da güzel bir kapağımız oldu 🤗🤗

Şimdi kendisine ithafımı bırakıyoruum ve iyi okumalar diliyorum^^

Yorum bırakmayı unutmayııın ^^

Jacob Banks - Unholy War

***
Kaşımdan süzülen sıcacık kan kirpiğimi yapıştırmış gözümü açmaya korkar hale getirmişti.

Ama yine de açtım.

Rain'in telaşla bir bana bir de arkaya doğru Cern'e seslenişini ağır çekimde izledim.
Demek kapıdaki O'ydu.

İnlemeyi beceremeyip kesik bir nefesle uğraştım.

Ellerim havadaydı ancak ne için kaldırdığımı unutmuştum.

Ağzımı ne için açmıştım?

Çığlık mı atacaktım? İnleyecek miydim? Yoksa dilimin üstünde kayan kan damlalarını mı kusacaktım?

Tamam,şimdi geçecekti. Sadece kısa bir sarsılmaydı,şimdi bu aksak ruh halinden sıyrılacaktım.

Yüzümü sıvazlayıp başımı iki yana salladım.

Ancak yüzüme dokunmak o sırada hiç iyi bir fikir değildi.

Burnuma bu kokuyu çekmek istemiyordum.

Dudağımı sıyırıp çenemden damlayan akışkanlık, midemi boşaltma isteği uyandırdı.

Rain'in hızlı bakışları etrafı tarayıp dururken yüzümü silme girişiminde bulundu.

Ama kan inatçıydı.

Bir başkasının kanıydı. Ve bu daha iğrençti.

***

Bazen ne olursa olsun bulunmanız
gereken yerler vardır.
Bazen yanlış zamanda yanlış yerde olursunuz.
Ancak daha büyük bir şanssızlık var ise bu, doğru zamanda yanlış yerde olmaktır.

Geriye saramadığınız zaman,telafi edemeyeceğiniz anları,yakalayamadığınız ikinci şansları doğururdu.
Duyamadığınız sözleri,göremediğiniz şeyleri..

Ama bilirdiniz,sizi ne olursa olsun affedecek,kabullenecek,battığınız yerden sizi çıkaracak insanların olduğunu,bilirdiniz.

Ancak siz kendinizi affedebilir misiniz?

Peki yanlış, her zaman kötüyü mü getirirdi?

**

Ace'ı sedyeyle yanımızdan uzaklaştırırlarken titreyen çenemle Derek'e döndüm.

Güven verircesine gözlerini kapattı. Gür saçları rüzgara maruz kalmış gibi darmadağındı.

"Ameliyata girecek herkes bizden."dedi.

Ellerimi saçlarımın arasından geçirirken uzun bir nefes verdim. Kaslarımın ağrıyor olmasını umursamamaya çalıştım.

Zira o sırada bana hatırlattıkları şeyler yersiz,taze ve arsızcaydı.

Sözü bir yandan beni müthiş rahatlattı.

Ancak diğer taraftan, bu cümle içimde bir şeylerin düğmesine basmıştı.
Yabancılık? Garipsemek? Öngörememe?

Gözlerim Derek'in bir zamanlar ezbere bildiğim yüzünü tararken aklım başka yerlerdeydi.

Her şeyin içine bu kadar girmiş olmaları, bu dünya düzenine ayak uyduracak kadar burada var olmuş olmaları ve kelimenin anlamıyla azınlık olarak örgütlenmeleri..

Bilemiyordum. Doğduğum dünyaya yabancılık çekiyor,bir anda her şeyi garipsemeye başlıyordum.

Aylar önce gördüğüm dünya,düzen tamamen farklıydı. Sanki duvarların ardında bambaşka bir dünya vardı.

Bunun nerelere kadar dayandığını tahmin edememe kaygısı beni korkutuyordu.

Bilmediğiniz şeyler her zaman daha korkutucu olurdu.

Derek bana bir adım atacağı sırada yan gözle koridorun sonundaki hareketlenmeyi gördüm.

"Lily."

Rain koşar adımlarla insanların arasından sıyrılıp yanımıza geldiğinde beni bir anda kendine çekip yüzümü göğsüne yasladı.

Bu bir mesaj mıydı?

Derek'in nefesini verip başını başka yere çevirdiğini gördüm.

Rain'in yüzü ise sıkıntılı ve dağılmıştı. Hatta dünden bu zamana göz çevresinde kırışıklık bile yer edinmiş olabilirdi.

Hızla inip kalkan göğsü nemli ve üstü pislik içindeydi.

Omuzları üstünden yük kalkmış gibi rahatlarken nefesini dışarı verdi.

"Neredeydin?"dedim,ben de bu anı bekliyormuşum gibi bir çırpıda.

Bedenlerimizi yavaşça ayırdım. Aklım başka şeylerle meşgul olmamalıydı.

Üstündeki kiri sanki yardımcı olabilecekmiş gibi ellerimle savuşturmaya çalıştım.

"Cern.."

Nefesini yine sıkıntıyla dışarı verdi.

"Öylece çıkıp gitmemeliydim."
Başını iki yana salladı.
"Onlarla birlikte gitmeliydim."

Bir duvara toslamışım gibi başım hafifçe arkaya giderken donan bakışlarım yavaşça göğsünden mavi gözlerine çıktı.

Tam ona hiçbir suçu olmadığına dair bir şeyler söyleyecektim ki son cümlesi kelimelerimi boğazıma dizdi.

Elim havada kaldı.

Gözlerimi kırpıştırırken kelimeleri parça parça yutkundum.

Bunun anlamının farkında mıydı?

Kollarının arasındaki bedenimin kasıldığını hissetmiş olacak ki başını eğip bana döndükten iki saniye sonra onun da bakışları dondu ve farkındalığın ona çöküşünü izledim.

Dudakları aralanırken yutkundu ve başı hafifçe iki yana sallandı.

"Ne demek istediğimi anladın."dedi mavi gözleri pişmanlıkla yüzümde gezinirken.

Kendimi bulunduğum ortama iyice yabancı hissederken histerik kıkırdamalar beni ele geçirmek üzereydi.

Sinirlerim bozulmuştu sanırım.

"Beni anladın,değil mi?"dedi,avuçları yanaklarımı esir aldığında.

Derek şu an romantik bir an yaşıyoruz sanabilirdi.
Dudaklarını ısırıp etrafa bakıp durmasını da buna yorabilirdim.

Rain'in bir eli havadaki elimi yakaladı ve dudaklarına bastırıp tekrar göğsüne yerleştirdi.

Ardından dudaklarıma da bir öpücük kondurup bakışlarımı yakalamaya çalıştı.

Ne yapacağını bilemiyormuş gibi davranıyordu.

Ben de ne tepki vereceğimi bilemedim.

Ne ima ettiğini anlıyordum. Ve kesinlikle kırılacak bir şey değildi.
Ya da bunu amaçlamamıştı.

Ancak içimde bir yerlerde başımı öne eğdiren bir his vardı.

Ace ve Kurt'e karşı mahcup bir his.

"Sormayacak mısın?"diye araya girdi,Derek.

Cevap vermek zorunda kalmadığım için ona minnettardım.

"İyiler mi? Kime ne oldu? Yapanları biliyor musunuz?"

Derek kinayeli sorularını art arda sıralarken Rain birden parlayan bakışlarını ona çevirdi.

"Nereye gittiğimi çok iyi biliyorsun,Derek. Günümü gün etmeye gitmemiştim. Rique'den gereken her şeyi telefonda öğrendim."

İçimdeki kaltak hangi kısımdan bahsettiğini sormak istese de elbette susup kendime kızdım.

"Nereye gittiğini biliyor mu?"diye sordum kaşlarım çatılırken."Artık ben de bilebilir miyim? Alex ile ne işin vardı?"

Ancak durumun tuhaflığı sonradan dank edecektik.

"Arayan Cerndi. Parkta bize saldıranlar tekrar peşine düşmüş,yardım istedi,Lily. Tek de gidemezdim. Hayır mı demeliydim?"

"Hayır.Hayır,elbette gitmeliydin. Ama.."

İç geçirdim. Saçmalıyordum. Aması neydi ki? Bilmediği bir şey için onu suçlayamazdım.

Üstelik telefonları duymamasının sebebi...benken.
Bu düşünceyle tüm vücudum ateş alırken muhtemelen kızaran yanaklarımı saklamak için başımı eğdim.

"Mark'a ulaşamayınca Derek'i aradım ama gelemeyeceğini söyledi. Eh, işe yarar biri olsa yeterdi. Alex ise bir şey konuşmak için beni aramıştı."

"O saatte mi?"diye sordum.

Omuz silkti.

"Fırsatları değerlendirdim."

Ancak gözlerime diktiği gözleri dahası var der gibiydi.

Başını çevirip Derek'e sinir bozucu bir haşereymis gibi baktı.

"Mark da tedavi görüyor."dedi Derek bakışı yok sayarak.

Rain sanki sesi onu rahatsız ediyormuş gibi çenesini sıkıyordu.

Ortamdaki gerginliği dağıtmak için konuşmaya başladım.

Bir yandan da saçlarımı yatıştırmaya çalışırken saçmaladığımı fark edemedim.

"Hepsi bir taraflardaydı,Rain. Kendilerinden geçmişlerdi. Bunu kim yaptıysa bulmalıyız. Neyse ki..."

Cümlemi sesli tamamlayamadım.

Çünkü yorgunluk beni patavatsızlaştırmıştı ve Rain'in renginin attığını o an fark ettim.

Eli,havada kalan elimin görevini üstlenmek için saçlarımın arasına girerken teselli edermiş-istermiş- gibi beni kendine yasladı.

Bunu yapan her kimdiyse ilk amacı öldürmek değildi. Bunu anlayabilirdik.

"İyi ki Ace Derek'e ulaşabilmiş."

"Ne dedin?"

Rain bizi yine ayırıp beni kol mesafesinde tutarken kaşları çatılmıştı.

"Ne?.. İyi ki diyorum Ace o sırada Derek'i arayabilmiş."

Durup düşündüm.

Kayla beni öylesine arayacak değildi. Ve beni Alex için aradığında Derek çoktan bizimkilerin yanına ulaşmıştı.

Ve Ace onu arayabildiğine göre..

Rain durumu damarları birden şakaklarında atacak bir hızla çaktığında havaya kalkan yumruğunu iki elimle tuttum.

Derek keyifsiz bir sırıtışla ona bakarken gözüme çok tehlikeli gözükmüştü.

Ya da..öyle gözükmeye uğraşıyormuş gibi.

"Ace beni arayıp yardım istediğinde hiçbir şeyden haberin bile yoktu senin."dedi.

Rain bu kez benden kolayca kurtuldu ve karşılık vermeyip öylece duran Derek'in yakasına yapıştı.

Tükürürcesine dişlerinin arasından konuşurken Derek ona gülerek bakıyordu.

"Bana neden söylemedin,piç kurusu? Ha? Bu durumdan çok zevk aldın mı? Ne düşündün? Bana sırt çevireceklerini mi?"

Derek umursamazca dudak büktü.

"En iyi ihtimalle."

Rain'in gözleri delice bakmaya başladığında korkuyla aralarına girmeye çalıstım.

"Rain. Rain,lütfen."

Ancak beni dinlemedi.

İki adımda onu tereddüt etmeden son hız duvara yapıştırdı.

Derek ise seğiren dudağı haricinde yine karşılık vermedi.

Duvara çarpan benmişim gibi olduğum yerde sıçradım ve tekrar şansımı denedim.

"Eğer birine bir şey olursa..Dua et olmasın,seni ellerimle öldürürüm,Derek. Ellerimle boğarım ve bu zevki kimsenin elimden almasına izin vermem."

Derek birden ciddileşti ve Rain'e nefretle baktı.

"Öldürür müsün? Ace beni aradığında sesi öyle geliyordu ki ben de onun öleceğini düşünmüştüm."

Sonra birden kontrollü haline geri döndü.

"Neyse ki ben yanındaydım. Ve şimdi iyi olacak."

Rain'in dudağı seğirirken omuzlarına ancak ulaşan ellerim yine işe yaramadı.

"Rain."

Sesim dişlerimin arasından tıslar gibi sinirle çıktığında ikisinin de birbirine kitlenmiş olan bakışları bir anlığına beni buldu.

Rain'in gözlerinden geçen şaşkınlık yerini duvarı yumruklatan öfkeye bırakırken hıncını alamamanın verdiği hırsla onu bırakıp arkasına döndü.

Burnundan solurken hırlarcasına bir ses çıkardı.

Bu sırada toz pembe bir üniformayla yanımıza gelen kız ürkek hareketlerle Derek'e elindekini uzattı.

Bana dönüp dudaklarını aralayan Derek'e yüzümü buruşturdum.

"Git,Derek."dedim sadece.

Son birkaç dakikanın ilk tepkisini vererek kızın yanında getirdiği ilaç masasını tekmeledi ve kız korkuyla sinmişken elindeki beyaz önlüğü kapıp uzaklaştı.

"Onu öldüreceğim."

Yeri topuklarıyla döve döve uzaklaşan Derek'i izleyen Rain sayıklıyordu.

"Onu öldüreceğim. Ölümü benim elimden olacak. Onu ellerimle öldüreceğim,Lily. Yemin ederim,ölümü benden olacak."

Yeter, diye çığlık atmamak için kendimi zor tutuyordum.

"Tamam,gitti. Sakin ol."

Ne yapacağını bilemiyormuş gibi etrafa bakınırken bakışlarının değiştiğini fark ettim.

Duvara geçirdiği eli kızarmıştı. Ancak diğer eli de titriyordu.

Endişeyle ona iyice yaklaştım.

İyi değildi.

"Tamam,kendine gel."dedim,sesimde az önceki sinirimden eser yokken.

Ellerimi yüzüne uzattığımda bana jest geçip biraz eğildi ve kolları omuzlarımı buldu.

"Kimse sana kızmayacak. Senin hiçbir suçun yok. Kendine gelmelisin. Sana ihtiyaçları olacak."

Gözleri kapalı bir şekilde beni dinlerken usulca başını salladı.

Cam gibi mavi olan gözlerini tekrar görebilmek için ona zaman tanımam gerekti.

"Cern iyi mi? Halledebildin mi?"diye sordum lafı değiştirerek.

"Burada."dedi dudaklarını ıslattıktan sonra.

Kaşlarım çatıldı.

Ne uğursuz bir gündü.

"Ciddi bir şey mi?"dedim.

Yüzünü buruşturdu.

"Sanırım kanadından yaralandı."

Sonra da yorgunluktan kızarmış olan gözlerini ovuşturdu.

"Rique arayınca onu da alıp buraya getirdim."dedi. "Kalanlarla Alex ve yanındakiler ilgileniyordu. Ne olduğu hakkında bir fikrim yok."

Başımı salladım ve kollarımın arasından çıkmasına izin verdim.

Ellerini soğuk duvara yaslayıp gözlerini kapadı ve başını eğip sakinleşmeye çalıştı.

Ve biraz sonra kızarmış gözleri bana döndü.

"Görebileceğim biri var mı?"diye sordu. "Ayakta..olan biri."

Yüzüm istemsizce buruk bir gülümseme için kıpırdarken hızla başımı salladım.

Bu haberi ona öylece verecek değildim.

"Telefonuna bak,Rain."dedim sadece.

Kaşları çatılırken bir şey anlamasa da cebinden telefonunu çıkardı.

Boş gözlerle ekrana bakarken kaşları bu kez kalktı,ardından parmağı sesli mesajın üstüne değdi.

Yüzünün değişimini an ve an izlerken duvarda gezinen ifadesiz bakışları beni buldu.

Yutkundu.

"202."

Bunu duyması harekete geçmesi için yeterliydi.

İnsanların arasından sıyrılarak geçerken kulağına götürdüğü telefonda sesli mesajı tekrarlattığına emindim.

***

Cern uyandığına lanet ederek gözlerini kırpıştırdığında bir an nerede olduğu aklına gelmedi.

Oysa rüyasında ellerini gezdirdiği Jace'in saçları hala parmaklarının arasındaymış gibi gerçekçiydi.

Yabancı bir yerde uyanmanın oluşturduğu tehditle yerinden fırladığında bedeni acıyla burkuldu ve eli hemen omzuna gitti.

"Sikt-"

"Siktir!"

Cümlesini tamamlamadan dudağını ısırmıştı ki onun yerine biri tamamladı.

Her şey data gibi sırayla zihnine yüklendiğinde salaklığına lanet edip hasta yatağının sağındaki perdeyi tek hamlede çekti.

Göz göze geldiği kişi duruşuyla kendisinin yansıması gibiydi.

Elini omzuna atmış çocuk yüzünü buruşturmuş hasta gömleğinin sıyırdığı tarafından sargıyı görmeye çalışıyordu.

Perde çekilince bakışlarını kaldırdı ve Cern ile göz göze geldi.

Cern gözlerini kısarken ikisi de ataerkil insanların vahşiliğiyle görgü kurallarını hiçe sayarak birbirini süzdü.

"Sen.."dedi Cern,emin olamayarak.

Bu çocuğu tanıyordu.

"Kurt."dedi çocuk,bir erkek için fazla kusursuz olan hatlarıyla çenesini kaldırırken.

Cern haklarında her şeyi biliyordu. Her detayı. Ace'ın bekaretine kadar. Ama yüzlerini ya karanlıkta görmüştü ya uzaktan ya da o an detayları önemseyemeyeceği anlarda.

"Neil'ı sen bulmuştun."dedi Cern kapıyı açtığında karşılaştığı yüzü hatırlayarak.

O gün birinin dolaylı olarak ölümüne sebep olmuştu.
Kendisine engel olup Kurtlerin yanına geçmeye çalışan çocuğu etkisiz hale getirmiş ve kendi kendisini hırpalayıp çocuğun bir hain olduğunu iddia etmişti.

Pişman değildi.

Kurt başını hafifçe eğdi.

"Anahtar için teşekkürler. Başka çıkış yolumuz yoktu."dedi kızdan gözünü ayırmadan." Ama sen zaten bunu biliyorsun."

Cern ona yandan bir gülümseme yolladı ve perdeyi çekmek için indirdiği ayağını geri yatağa çekti.

"Sizi oraya getirmek için az uğraşmadım."

Evet,az uğraşmamıştı.

Onları çoğu kez yanıltarak olmamaları gereken yerden de uzaklaştırmıştı.

"Neden uğraştın peki?"dedi Kurt sıradan bir şey soruyormuş gibi.

Ancak Cern bunları yemezdi.

"Yanlış anlama. Sizin için öldüğümden falan değil."dedi Kurt'e alaycı bir bakış atarken.

Ondan daha iyisini beklerdi.

Kurt ise karşısındakinin kendisini küçümsemediğinin bilincindeydi. Bu yüzden ona katılıp alaycı bakışlarını kızın sargılı omzuna dikti

"Bizim için olmadığı kesin de.."

Devamını getirmeye gerek yoktu.

Cern de anlamıştı zaten.

Çok olmasa da burnundan güldüğünde gerçekten de keyif alır gibiydi.

"Daha ölmedim. Bu küçük yaranın beni öldüreceğini sanmıyorsundur umarım."dedi,üstündekinin pilelerini sıyırıp baldırındaki izi gösterdi.

Kurt bir kız için normalde kafaya takılacak boyuttaki yaraya bakıp merakla kıza döndü.

"Nasıl oldu?"diye sorarken saçma hastane kiyafetinin yakasıyla uğraşıyordu.

Neyse ki mavi kendisine yakışıyordu.

"Cam kesiği."dedi Cern,sanki başka birinden bahsediyormuş gibi ilgisizce.

Saçını toplamak için bir şeyler arandı ama bir kalem bile bulamayınca saçlarını tekrar serbest bıraktı.

"Cam kendi kendine yürüyüp bacağına girdi diye düşünüyorum."

Cern bu kez kahkaha atar gibi oldu.

"Bir doksanlık sarışın bir camdı."

Kurt yüzünü buruşturdu ve ağzını yamultup hoşnutsuz bir ses çıkardı.

"En beterleri onlardır."

"Sen daha bir altmışlık kumral hemşireleri görmemişsin."diye mutsuzca kapıya baktı Cern.

"Hiç sanmıyorum."dedi Kurt kaşlarını kaldırıp indirdikten sonra.

Cern ise tek kaşını kaldırırken içeri giren kadın konuştu.

"Ancak ben bir altmış altı bir doktorum."dedi dudaklarında özgüvenli,sempatik bir tebessüm varken.

"Hiç fark etmez."

Başını ağır ağır sallayan Kurt, bir an duraksayıp yüzünü buruşturdu.

"Bu konuşmalar bu odada kalıyor. Camilla hiçbir şey duymayacak."

"Ne duymayacağım?"diyen Camilla birden kapıda göründü.

Turuncu saçlarını topuz yaptığından yüzünün güzel hatları daha çok ortaya çıkmıştı.
Beyaz teninde pürüz yok gibiydi.

Kurt tek gözünü kapatıp yüzünü buruşturdu.

"Tüm sürprizi kaçtı."

Ellerini iki yana açtığında Cern hareketlerinden bilinçli bir yapmacıklık aktığını düşünüyordu.

Kendini gülümserken bulduğunda dikkatini üzerine gelen doktora verdi.

"Çok hareketlisin,ha?"dedi saçlarını salaş bir şekilde tepeden toplamış kadın.

"Sargını hemen değiştireyim ve sen de daha fazla hareket edip yarayı açma."

Bir anlaşma yapıyormuş gibi konuştuğunda Cern kendini tutup sadece derin bir nefes alıp verdi.

Başını salladığında kadın çoktan sargıyı çözmeye başlamıştı.

"Kaybettiğin kolyenin aynısından yaptırmıştım. Ama şimdi vermek istemedim. Bu durumdayken.."

Kurt başka çaresi yokmuş gibi bir tavırla omuz silkti.

Ardından buna pişman oldu ve inledi.

"Ah! Ah! Kahretsin."dedi dişlerinin arasından nefes çekerken.

"Abartma,Kurt. Bak,O sesini çıkarıyor mu?"

Azarlayan bakışlarını çevirdiğinde doktorun Cern'in elbisesinin düğmelerini çözdüğünü gördü.

"Ya da bakma!"

Gözleri bir anda büyürken aradaki perdeyi çekti.

"Rahatsız olma."dedi Cern'e gülümserken.

Geri döndüğündeyse Kurt otuz iki diş sırıtıyordu.

"Bakmam."

Camilla başını sallarken baygın bakışlarını yolladı.

"Eminim."

Sonra eliyle bedenini yokladı.

"Kıyafetlerim! Kıyafetlerim nerede?! Kolye oradaydı."

Camilla ona düz bakışlar attı.

Bu sefer de O kaybetmişti işte.

En azından bir süre öyle düşünmesini istedi. Eşyaları kendisindeydi.

"Çileği-"

Kurt bir anda durumu fark ettiğinde altındaki sedye kaymış gibi hissetti.

"Bir saniye.. Sen neden iğrenç hastane gömleğini giyiyorsun?"

Camilla, Kurt'ün girerken topalladığını nasıl olur da fark etmediğine içerledi.

Kurt canı yansa da umursamayıp doğruldu ve Camilla'yı elinden tutup kendine daha çok yaklaştırdı.

Bir eli alışkanlıktan kalçasına giderken kumaşı narince sıyırıp karşılaştığı kalın sargıya yüzünü buruşturdu.

"Bu nasıl oldu?"derken sesi kalınlaşmış ve ciddileşmişti.

Camilla Kurt'ün bu halinden çekinirdi.

Tamam,seksi olduğunu kabul ediyordu.

Ama çekiniyordu.Üstelik olanlardan sonra..

Başını öne eğip Kurt'ün onu yanına oturtmasına izin verdi.

Saçı önüne düştüğünde kulağının arkasına sıkıştırdı.

Bu sırada parmakuçları istemsizce Kurt'ün yüzündeki morarmış yerlerde geziniyordu.

"Telefon geldiğinde hemen yanınıza koştum. Çok kalabalıklardı,tek başıma halledemezdim. Ben de sanki arkamdan bir süre kişi gelecekmiş de sizin yerinizi ilk ben bulmuşum gibi davrandım."

Omuz silkti.

"Hadi Rain! Çabuk gelin! Buradalar!"

Camilla ellerini ağzının iki yanına koyup sesini cok yükseltmeden sahneyi canlandırdı.

"Sonra sizi bırakıp koşmaya başladılar ama bir tanesi hızlı davranamadı. Ben de durumu çakıp diğerlerine haber vermesin diye icabına bakmak istedim."

Kendine gözlerini devirdi.

"Ama o benim icabıma baktı."

Kurt sesli bir kahkaha atıp hayran bakışlarını Camilla'ya çevirdi.

"Benim dışımda..kimse..senin..icabına-"

Kurt, Camilla'ya öpücükler verip arsız cümlesini tamamlayamadan doktor perdeyi çekiverdi.

"Hala burada olduğumuzu ve hastahanede olduğunuzu unutmadınız,değil mi?"

Camilla kızararak bakışlarını kaçırdı.

Cern'i kontrol etmeyi ihmal etmedi,elbette.

Kurt'ün ise sadece keyfi bozulmuştu.

Ama onun öncesinde öfkeli ve üzgündü.

Canı çok yanmış mıydı?

Camilla'yı kollarının arasına alıp öpücüklere boğmak istiyordu.

"Camilla."

Lily kapıda göründüğünde azarlar bakışlarını Camilla'ya dikmişti.

"Neden bunu almadan yürüyorsun? Üstelik bir şey söylemeden öylece gitmişsin."

Alınmış ve bıkkın gözlerle devam ederken elindeki değneği Kurt'ün yatağının başına dayadı.

Bu sefer de Rain kapıda görünüp geçti. Ardından bir adım geri atıp içeri tekrar baktı ve bakışları aradığını bulmuş ifadesini aldı.

"Beni bırakıp nereye gidiyorsun?"dedi Lily'in omzuna kolunu atarken

"Ben de herkes nerede diyordum."dedi Cern kısık sesle.

"Hepinizi ayrı odalara koymak isterdim. Ama elimde bu kadar imkan var. Derek bana her şeyi anlattı."

Cern doktora dikkat kesildi.

"Ne anlattı?"dedi tek kaşı kalkarken.

"Merak etme,benden sır çıkmaz."

"Öyle mi?"derken işiyle ilgilenen kadına omzunun üstünden bakış attı.

Bir yandan da onları duyan var mı diye bakıyordu.

Rain'in buzulu andıran gözleri kendisine kitlenmişti.

Doktor burnundan soludu. Her şey bariz ortadaymış gibi.

"Elbette öyle. Ama yakalanırsanız ben hiçbir şey bilmiyordum,ona göre. Kaçak hayatı zor, değil mi? Daha ne kadar böyle devam edeceksiniz? Umarım dediği gibi işleriniz çabucak hallolur."

Kaçak mı?

Cern gülmesini kendine sakladı.

Ancak odada en az Rain kadar dikkatli biri daha vardı.
Kurt onun yandan gülüşünü yakalasa da kızlarla olan sohbetine ara vermedi.

"Evet,umarım."diye cevapladı Cern.

"Nereden göçtün?"

Kadın bezi son kez sıkıca çekti.

Cern'in eli sırtını kapatmak için kalktığı havada asılı kaldı.

Gözleri yine diğerlerinde gezdi.

"Aksanından da buradan olmadığın belli. Kafkas ya da Rusya tarafları diyeceğim ama.."

Cern üstünde hissettiği bakışlarla kendine gelerek önlüğü çekti.

Ağzının içinde mırıldandı.

Kadının narin,işini bilir parmakları bu kez düğmeleri iliklerken sessizce oturdu.

Ancak elleri ısınıyordu.

"Ah, ismin de Cern olunca ben de.."dedi ve lafını orada kesti kadın."Neyse."

Cern doktorun başta güzel gelen sesinin şimdi sinirlerini bozmaya başladığını düşündü.

Cern zoraki bir gülümsemeyle baktı.

Doktorla göz göze geldiklerinde kadının sandığından daha zeki olduğunu anladı.

Gülümsemesine karşılık verdiğinde ellerini doktor önlüğünün ceplerine koyup olgun yüzünü Kurt'e çevirdi.

"Sana da birazdan geleceğim."dedikten sonra odadan çıktı.

Geride birbirine çekinerek yaklaşan beş kişiyi bırakarak.

***

Neil uyandığında hemen duvardaki siyah saate baktı.

Dört saattir uyuyordu.

Nasıl uyuyakalırım! diye kendine kızsa da bunun sık sık başına geleceğinden haberdardı.

Çok tuhaf bir histi.

Tekrar gelmek.

Ölüp tekrar gelmek.

Bıraktığı şeyleri aynı bulamamaktan korkmak.

Uçurumun kenaeında ansızın aldığı darbeden sonra bunun son olduğunu düşünmüştü.

Tarifsiz bir hissiyattı.

Pelte gibi hissettiği kaslarını oturduğu deri koltukta az da olsa hareket ettirmeyi denedi.

Beli defalarca tekme yemiş,duvarlara çarpılmış gibi ağrıyordu.

Öne doğru eğilip dirseklerini iki yana yasladı ve Ace'ın huzurlu yüzünü izlemeye koyuldu.

Dünden beri yaptığı gibi.

Bugün uyanması gerekiyordu. Doktor ilacın etkisinin geçeceğini söylemişti.

Ve Neil onunla konuşmayı o kadar çok istiyordu ki..

O an kollarının arasında olmasını..

Ace'ın saçlarını izkerken dalıp giden gözleri farklı alemlerde olduğunu gösteriyordu.

Öten makineler onu kalbini sıkıştıracak noktaya getirip duvarları üstüne getiriyordu.

Bu sesleri duyduğunu hatırlıyordu.

O an hissettiği acıyı göğsünde hissedince eliyle gömleğinin kumaşını kavrayıp sıkıntıyla derin bir iç çekti.

Dalıp giden gözleri kırpışıp odada gezindi.

Sonra gözü Ace'ın kıpırdayan ince parmaklarına gitti.

Omuzlarından yük kalkarken bedenini iyice ona doğru çevirip huzurlu bir tebessümle gözlerini açmasını bekledi.

Derin bir nefes koyverdi.

Kalp sıkışması,iç sıkıntısı hepsi kuş olup uçmuştu.

Ace odaksız bakışlarını tavanda gezdirip başını rahatsızca birkaç kez iki yana salladı.

Seruma bağlı eli ameliyat yarasına gitti. Sonra elini hafifçe kaldırıp gözlerini eline dikti.

"Merhaba,güzellik."

Ve Neil'in sesini duyunca hemen ona döndü.

O şefkatli bakışları öyle çok aramıştı ki..

Ağzındaki maske gülüşüyle daha çok buğulanırken göz kenarları kırıştı. Başını tekrar yastığa bıraktı.

"Bu haksızlık."dedi."Senin gözlerini ilk açtığında beni görmen gerekiyordu."

Neil'in gülümsemesi genişledi.

"O zaman kendine dikkat edecektin."

Ace, istemsizce gözleri sulanırken uzanıp maskesini boynuna indirdi.

Sesli bir nefes aldı.

"Sen ettin mi?"

Neil'ın omuzları kıkırtıyla sarsılırken aslında içinde dizginleyemediği bir duygu karmaşası yaşıyordu.

Ve Ace onu saklayamayacağı kadar iyi tanıyordu. Hissettikleri yüzüne yansıyordu.

"Bana sahip çıkacak sen vardın. Ama ben senin yanında olamadım."dedi Neil.

Ace, O yatarken kasları için ona egzersiz bile yaptırmıştı.

Neil söylediği her sözü,anlattığı her şeyi duymuş ve zihnine yer etmişti.

"Özür dilerim."dedi Ace,görüşü bulanıklaşırken."Seni bulamadım,özür dilerim."

Neil uzanıp elini tuttu ve "Şşh.."diyerek onu susturmak istedi.

"Aradık,ama bulamadık. Bu zaman aldı."

"Bunun bir önemi yok,Ace."

Ace birden sinir damarının attığını hissetti.

Ne demek önemi yoktu?!

İçinde biriktirdiği o kadar çok şey vardı ki..

"Ne demek önemi yok?!"

Şimdi dişlerini sıkıyordu.

"Senin mezar taşını diktik,geri zekalı. İsminin yazdığı mezarı her gün görmek nasıl bir şeydi,biliyor musun?!"

Nefesi hızlandığında dikişleri canını yakıyordu. Ancak bir anlığına nefesini tutup sonra devam etti.

"Boş bir mezardan kaçmak nasıl bir şey ,biliyor musun?!"

Neil boğazı daraldığında tekrar tekrar yutkundu.

Sadece gözlerini yumabildi.

Ace'ın titreyen soğuk eli onun elini kavrayıp güçsüz bir şekilde çektiğinde ancak o zaman gözlerini açtı ve yavaşça yerinden kalktı.

Kızın yorgun yüzünde gözyaşları usul usul yol çizerken üstüne eğildi.

Yüzünü ellerinin arasına aldığında önce saçlarının arasına ardından şakağına bir öpücük kondurup alınlarını birleştirdi.

İkisi de gözleri kapalı birbirinin nefeslerini dinlerken Neil'in engel olamadığı birkaç damla gözyaşı Ace'ın dudağına ve yanaklarına damladı.

"Seni o kadar çok özledim ki.."dedi Ace,sözleri kendi dudaklarında yabancı hissederken.

Neredeyse fısıldıyordu.

Neil yine bir şey söyleyemeyip dudağının kenarına kırılacak bir şeymiş gibi minik bir öpücük bıraktı.

"Bunu bir daha sakın yaşatma. Sana yemin ederim,Neil, eğer bir dah-"

"Nasıl bir şey olduğunu biliyorum."dedi Neil nefesini dışarı verirken. Ses tonu Ace kadar alçaktı.

Ace'ın bir eli bileğine dolanmıştı.

"Gözümü açtığımda ilk gördüğüm şey yerde kanlar içinde yatışındı."

Başını iki yana salladı.

Aradan geçen uzun zamanın hatrına kendini açıklayabilmeyi istiyordu.

"Nasıl korktuğumu,neler hissettiğimi tarif edemem. Her şeyi duyup da bir şey yapamamak.."

Neil sustu. Oksijeni yetmiyormuş gibi titrek bir nefes aldı.

Ace ise dudaklarını birbirine canını yakacak kadar sert bastırdığının farkında değildi.

Sadece kendini tutmaya çalışıyordu. Çünkü bırakırsa hıçkıra hıçkıra ağlardı.

Beyninin içinde Kurt yazısı kırmızı harflerle yanarken kalbinin sızladığını hissetti.

"Diğerleri nasıl?"diye sordu.

"Kurt'ün birkaç sargısı dışında bir şeyi yok. Yüzü de biraz mor."

Sesi kendine gelmeye başladığında doğrulup yatağın kenarına oturdu.

"Yüzüne vurmamaları gerektiğini dile getirmedi,tabii."

Ace kıkırdadığında öksürüp yüzünü buruşturdu.

Neil ise istemsizce onu taklit ederek hemen oksijen maskesini geri yerine çıkardı.

Ace derin bir nefes çektiğinde maskenin içine hapsolan sesiyle devam etti.

"Rain iyi mi? Ulaşamayınca ona da bir şey oldu sandım."

Neil başını iki yana salladı.

"O iyi. Mark ve iki kişi daha yaralandı. Ama diğer ikisi.."

Neil bir süre susup bakışlarını pencereden gözüken ağacın yapraklarına çevirdi.

"Herkes şanslı değildi."

Ace,Neil'in gözlerinden geçen huzursuzluğun yanında başka bir şey daha görmüştü.

O pırıltıyı neye yorması gerektiğini bilemedi.

İstemsizce kaşları çatıldı.

Yine de üstelemedi.

Uzanıp tekrar elini tuttu.

"Sanırım artık şansa inanıyorum."

****

Camilla'nın kahkahası birkaç insanı bize döndürdü.

Ona evlerinde kaldığım son seferde büyük annesinin bana yaptığı şeyi anlatıyordum.

"Tekrar anlatsana."dedi sırıtırken.

Bir yandan da birileri hala bize bakıyor mu diye kalabalık sokağa kaçamak bir bakış attı.

Gözlerimi devirip ona düz bakışlar atsam da anlattım.

"Hani Kurt'ün yemek yemek için dışarı çıkmak istediğini söyleyip bizi hazırladığın gün."

Gerçekten normal insanlar gibi oturup yemek yemiş ve karşımda oturan Rain'i kahkaha attığı sırada sarılarak boğma isteği duymuştum.

"Duştan çıktıktan sonra giyinmek için havluyu bıraktım ki kapı açıldı. Büyük annen eli kapıda bana öylece baktı. Sonra da 'Ah tatlım sen mi vardın? Camilla diye direk girdim.'demesini beklerken 'Göğüslerin ne kadar küçük? Rain hiç sorun etmiyor mu? Yeni nesil neyle besleniyor böyle?!'diye söylenerek çıktı."

"Rain sorun ediyor mu?"diye yine kahkaha attığında keyifle ben de eşlik ettim.

Ancak dudaklarımdan küçük bir "Hayır."kaçtı.

Ve salaklık yapıp birden sustum.

O sırada evlerine varmadan dönmemiz gereken son sokaktı.

Beni omzuyla dürttü.

Hala varla yok arası toparlıyordu ancak yarası iyileşmişti.

Ne bekliyordum ki?

Çatlak kolum bir hafta dolmadan iyileşmişti.

Yüzüne neden dürttüğünü anlamak istercesine dönüp bakışlarına karşılık verdim.

Gülümsemesi büyüdü,büyüdü ve sırıtmaya dönüştü.
Hatta onu bile ilerletebildi.

"Siz.."dedi ve başını ağır ağır aşağı yukarı salladı.

"Ne zaman? Aman tanrım! Neden bana anlatmadın!"

Neden öyle tepki vermiştim ki?

Hayalimde alnıma vurdum.

Hayır dedikten sonra öylesine devam etseydim beni yemleyemezdi.

"Çünkü fırsat olmadı."

Beni bu kez dirseğiyle dürttüğünde ona kızgın bir bakış attım.

Tabii ki umursamadı.

"Ne demek fırsat olmadı?!"

Kaşlarımı kaldırdım.

"O sırada Ace ve Kurt hastanelik, Neil ise zombi olmuştu."

Pembe dudakları tekrar aralandı.

"O gün mü oldu?"

Başımı salladım.

Sonra gözlerimi kaçırdım.

Yeşil gözlerinin beni incelediğini hissedebiliyordum.

"Seni yargılamam,Lily. Nereden bilebilirdin ki? Umarım saçma komplekslere girmiyorsundur."

Şaşkınlığımı bastırarak ona döndüm.

Ve elimde olmadan en samimi gülümsemelerimden birini yolladım.

İçimi okumuştu. Her zamanki gibi.

Ama ne diyebilirdim ki..Ben bir insandım ve ne hissedeceğime kendim karar veremiyordum.

Yani pratikte insandım.

Birden bir kahkaha daha koyverdi.

Onu izlerken Kurt ile gerçekten benzediklerini fark ettim.

Aman tanrım,tanıştığım o utangaç,şirin kızın altında aslında neler yatıyormuş.

"Gerçekten nasıl bu kadar şanssız olabilirsin?"

"Hiç sorma."dedim gözlerimi devirip.

"Umarım doğum yaparken dünya savaşı falan başlatmazsın."

Bu sefer ben ona dirseğimi geçirdim.

Ancak unuttuğum bir şeyler vardı.

Artık eskisi kadar güçsüz değildim ve onun bacağı sorunluydu.

Tiz seslerle yana sendelediğinde koluna yapıştım.
Böylece yola düşmedi.

"Hayal mi kuruyordun be kadın?! Ölecektim işte."

Edepsizleşmesi ve bunun Kurt edepsizleşmesi olması gözlerimi faltaşı gibi açmama sebep oldu.

"Camilla? Yoksa bundan sonra Kurt mü diyeyim? Kendine gelir misin?"diye sahte bir panikle yanaklarına hafif tokatlar attım.

Kaşlarını çatıp bir süre öylece baktı.

Ardından bacağını ovuşturdu.

"Haklısın."dedi.

Sonra düşündüğü şey hoşuna gitmemiş olacak ki yüzünü buruşturup yürümeye devam etti.

"Aman tanrım, Kurt'e dönüşüyorum."

Bu haline kahkaha atarken artık kullanılmayıp yıkımını bekleyen otoparkı geçtik ve bir blok ötedeki kahverengi-beyaz evleri görüş alanımıza girdi.

Evleri müstakildi. Ne zaman gelsem küçük bahçesinin yoluna taze toprak sıçramış oluyordu ve yeni renk bir saksı olurdu.

Üç oda ve çok da büyük olmayan bir salonu vardı. Ancak en arkadaki oda hiç açılmazdı.

Camilla o odanın önceden abisinin olduğunu söylemişti.

"Büyükanne! Biz geldik!"

Bahçe kapısını gürültüyle açtığında ben de alışkanlıktan gürültüyle kapadım.

Bahçedeki iki kişinin üstünü ancak örtecek dekor kamelyanın altından doğrulan büyükbabası hırıltılı söylenmelerle bize doğru döndü.

"Anca büyükanne büyükanne. Büyükbaban yok senin."

Camilla yine o şirinliğini kullanarak kollarını kocaman açtı ve büyükbabasının tombul bedenine sardı.

"Gazetenle ilgileniyorsundur diye seslenmedim."

"Camilla!"

Büyükannesi kapıdan elinde bıçakla çıktı.

Sanırım mutfaktaydı. Omuzlarına da lacivert bir şal atmıştı.

"Lily!"dedi sonra gülümsemesi genişlerken.

Bıçağı kapının hemen girişindeki ve Camilla'nın boy boy fotoğrafının olduğu portmantoya koydu.

Gelip beni kibarca öpüp sırtımı pohpohladı.

Eh,eli hala ağırdı.

Sonra kolumu tutup beni olduğum yerde sarsmaya başladı.

"Böyle mi savaşıyorsunuz siz? Hı? Böyle mu dövüşüyorsunuz? Ne bu? Ayçiçeğiyle mi savaşıyorsun?"

Ne diyeceğimi yine bilemezken Camilla'ya döndüm.

Ancak trip yediği büyükbabasının yanında katılarak gülmekle meşguldü.

"Bırak kızı kolunu kıracaksın,Cecile."

Neyse ki büyükbabası insafa gelmişti.

Büyük ihtimal çıkmış olabilecek kolumu bıraktı ama bu sefer yanaklarıma hücum etti.

"Kollarını da bunlar gibi yapacağım. Tabak tabak yemek yedireceğim."dediğinde Camilla'nın bu evde nasıl zayıf kaldığını düşünmekteydim.

"Şey.. Aslında biz sadece kıyafet almak için gelmiştik."

Camilla topalladığını belli etmemek için çaba sarf ederek olabildiğince yavaş adımlarla yanımıza yaklaştı.

"Yemek neredeyse hazır. Siz odana geçin. On dakikaya masayı kuruyorum. Hadi hadi hadi!"

Büyükannesi bir yandan bizi kışkışlarken eve girmişti bile.

"Hoşgeldin,Lily. Bana çörek getirmedin mi?"

Sırıtarak tek omzuma taktığım çantamı indirdim ve Rain'in kıyafetlerinin üstündeki paketi çıkardım.

"Hem de reçelli."

Büyükbabası keyifle güldü.

"Bu sefer gül reçelini denemek istiyordum."dedi bana kaşlarını kaldırıp öğretmen edasıyla bakarken.

"Unutmadım,tabii ki."dedim abartılı bir gururla.

"Yaşa!"diye elime uzandı ve tek yanağıma bir öpücük kondurup bizi eve yöneltti.

Büyükbabasında diyabet vardı.

Öz sahiplerinde nasıl böyle hastalıklar çıkıyordu bilemiyordum. Ama vardı.

Belki de bu dünyada yaşamaktan olmuştu. Kim bilir?

Ve ev halkı ile yaptığı anlaşmayla yalnız ben gelirsem tatlı yiyordu.

O da çarşıda yaşlı bir kadınla dul gelininin işlettiği butik pastanenin bu çörekleriydi.

Eve girdiğimizde soldaki ilk kapıdan Cecile'nin sesi duyuldu.

"Yine yola toprak dökmüşsün,Horald! Görmediğimi sanma. Orayı temizlemeyi unutayım deme!"

Büyükbabası homurdanarak mutfak kapısını kapattı ve bahane olarak da "Yemek kokusu içeri sinmesin."dedi.

Ancak Cecile söyleniyor diye yaptığını Cecile'nin kendisi dahil herkes biliyordu.

Camilla ile onun odasına gittiğimizde her zamanki gibi aşırı derecede toplu olması fark ettiğim ilk şeydi.

Evde artık çok kalmıyor olabilirdi.

Ancak ben olsaydım 'nasıl olsa çok kalmıyorum' diye her şeyi bir yere atardım.

Ama Camilla için her çöpün bir yeri vardı.

"Cern için de birkaç parça koyuyorum."dedi gıcırdayan dolap kapağını açarken.

Ahşap dolabın sadece bir kapağı gıcırdardı.

"İyi fikir."dedim kendimi beyaz yatağına atarken.

Derin bir nefes koyverdim.

Araba hastahane çevresinde dikkat çekeceğinden eve götürmüştük.

Ve taksi bulana kadar hatrı sayılır bir mesafe yürümemiz gerekliydi.

Derek, ulaşım konusunu hallebileceğini söylemişti.

Rain ise koluna yapışmıs bir ben olduğum için dişlerini sıkmakla yetinmiş ve bir yere gitmediğimizi, gerekirse de hali hazırda bir sürü kişi olduğunu söylemişti.

Ne diyebilirdim ki?

Derek'e fazlasıyla kızgındım.

Ama içimden bir ses 'başkası olsa Rain'in ağzını yüzünü dağıtmasına izin verirdin.' diyordu.

Ben ise ona çenesini kapatmasını söylemekten başka bir şey yapamıyordum.

Odanın içinde boğuk bir melodi yükselince bakışlarımı arka cebinden telefonunu çıkaran Camilla'ya çevirdim.

Arka cepteki telefonu pek sevmezdim.

"İlişkimize ara vermemiz gerekiyor."dedi,telefonu açar açmaz ciddi bir sesle.

Kim olduğunu hayatta tahmin edemezdim(!)

"Ne?!"

Kurt'ün gür sesi bana kadar ulaşırken kahkaha attım.

Ve yatağın yumuşaklığının beni çektiğini fark ettim. Bu yüzden zor da olsa yapıştığım yerden kalkıp odada kendimi oyalayacak bir şeyler aradım.

"Üzgünüm,hayatım. Ama gittikçe sana benzemeye başladım."

Bu sırada dolaptan çıkardığı mavi bluzü yatağın ucuna bıraktı.

"Daha ne istiyorsun be kadın? Mükemmel insana bir adım daha yaklaşıyorsun."

Camilla telefonu omzuna sıkıştırıp sesli bir kahkaha patlattı.

Gözlerinin içi gülerken gülümsemesi istemsizce bana bulaştı.

Gerçekten mutluydu.

"Kastın üst insansa Nietzsche'nin senden bahsettiğini hiç sanmıyorum. Ayrıca zaten istesen de benden kurtulamazsın."

"Zaten istesen de bunu isteyemezsin."

Camilla kaşlarını çatarak anlamsızca bana baktığında beni de aynı şekilde buldu.

"İstesem de senin kadar saçmalayamam."

"Her neyse.Biraz acele eder misiniz? Gözümün önünden ayrılırsan her an bir şey olacakmış gibi hissediyorum."

Camilla dudaklarını birbirine bastırdığında kedi gibi mırlayacağını düşündüm.

Ama tanrıya şükür bunu yapmadı ve bana iç geçirten bu ilişkiden tiksinmek zorunda kalmadım.

"Birazdan geleceğiz,Kurt. Ama büyükannemi atlatmamız gerekiyor."

"Ona Kurt bekliyor de. Montunu senden önce giymiş olur."

Camilla ağzı hayretle açılsa da sırıtmasından bir şey kaybetmedi.

"Sen az önce büyükannemi ne ile suçladın?"

"Kadınların bana bayılıyor olması benim suçum değil."

Camilla benimle aynı anda gözlerini devirip ağırlığını diğer ayağına verdi.

"Kapatıyorum,Kurt. Geldiğimde sana bayılan kadınlar hakkında uzun uzun sohbet edeceğiz."

Ve telefonun ucundan yükselen kahkahanın tamamı bize ulaşmadan konuşmayı sonlandırdı.

"Büyükbabam gerçekten Kurt gelince huysuzlaşıyor."dedi kaşlarını yukarı kaldırıp.

Kıkırdayarak gidip pencereyi açtım ve bahçelerinin güzel kokusunun içeri girmesini sağladım.

Döndüğümde bana tuhaf bir şekilde bakıyordu.

Gözlerini gözlerime dikmeye devam ettiğinde kaşlarımı çattım.

"Neyin var?"diye sorduğumda ağır adımlarla yanıma geldi.

Boynundan geçirdiği kolyeyi uzanıp avcumun içine sıkıştırdı.

"Bunu sana vermek istiyorum."

Anlamsızca elimdeki kolyeye bakarken jetonum sonradan düştü.

Bu ona abisinin hediye ettiği kolyeydi.

Minik dairenin içindeki her çiçek yaprağı bir mevsimi simgeliyordu.

Ancak biz biliyorduk ki onlar özleri temsil ediyordu.

"Hayır."dedim başımı iki yana sallarken."Bana neden veriyorsun ki? Hem sen bunu boynundan çıkarmazdın,ne oldu?"

Dudağının kenarı keyifsizce kıvrılırken bakışlarını kaçırıp arkasını döndü.

Gerildiğinin farkındaydım. Çünkü elleri pantolonunun arka cebine gitmişti.

"Kurt onun aldığı kolyeyi bir daha kaybetmememi söyledi. Sürekli onu takmalıymışım."

"Ama bu-"

"Evet,çok değerli."

Gülümsedi.

"Ona benden daha iyi sahip çıkacağına eminim. Hem babam anneme,abim de bana hediye etmişti. Şimdi ben de sana hediye ediyorum."

Tek kaşımı kaldırdım.

"Bu fazla romantik değil mi sence de?"dedim.

Konuyu değiştirmek istemiştim. Bu,kendimi kötü hissettiğimde sıklıkla başvurduğum bir yöntemdi.

Kendisi için bu kadar önemli olan bir şeyi bana emanet edemezdi.

"O bizden sorulur,biliyorsun. Karşında Kurt'ün sevgilisi var."

Istemsizce dudaklarım büzüldü.

"Kurt'ün sevgilisi sence de kulağa biraz tuhaf gelmedi mi?"

Tavana bakarak düşünme payı verdi.

"Aslında..evet. İnsani alışkanlıklar. Bilirsin."

Tekrar dolabına gidip birkaç eşya savurdu.

"Kurt'ün bu dünyadaki şeylerle kafasını fazla bozduğunu düşünmüyor musun?"diye sordu birden.

Anılar bir bir aklıma doluştu. O sırada dudağımı kemiriyordum.

"Sanırım."dedim. "Bunu kolay uyum sağlamasına yordum."

Bana yandan bir bakış attı.

"Hayır,Lily. Bunun için çabalıyor. Fark ediyorum. İnsanları gözlemliyor.Bana sinemaya gidelim diyor,parkta uzun yürüyüşler yapıyoruz..Hediyeler alıyor..Şu kolyeyi görüyor musun? Sence diğer dünyada böyle bir şey var mıdır?"

Bir süre hareketlerini inceledim.

"Sence neden böyle yapıyor?"

"Bilmiyorum. Ama beni endişelendiriyor. Sanki bir daha hiç dönmeyecekmiş gibi davranıyor. Ya da.."

Birkaç saniye eli çantanın fermuarında öylece durdu.

"Bir daha dönemeyeceğini düşünüyor. Bunu kabullenmiş."

Gözleri birkaç saniyeliğine yerde bir yere daldı.

"Geri de o kadar kişi bırakmışken.."diye sessizce mırıldandı.

Göğsüme bir sızı yerleştiğinde asla bilmediğim bir hissin ortasına düşmek beni olduğum ortama yabancılaştırdı.

"Eğer giderse.."diye başladım.

Herkes bildiği ama kimsenin isimlendiremediği o şey beni susturdu.

"Onunla giderim."dedi usulca, sorumu sormama gerek kalmadan ve fermuarı çekti.

Şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırdım.

Bunu daha önce düşündüğü apaçık ortadaydı.

Elbette düşünmüştü.

Bu düşünceyle kaç geceyi sabah ettim bilmiyordum.

"Bu kadar kolay mı?"dedim.

Gözlerini kırpıştırıp yüzünü bana çevirdi.

"Ne bu kadar kolay mı?"

Sanki bu soruyu sormuş olmam bile tuhafmış gibi bakıyordu. Onun da gözlerinde şaşkınlık vardı.

"Gitmek."

Bana küçük bir çocuğa atılabilecek bir bakış eşliğinde gülümsedi.

"Bu gitmek ya da kalmakla alakalı değil,Lily."

Başını iki yana salladı.

"Orası benim gerçek evim. Evet,burada doğdum,burada büyüdüm. Ama onlardan farklı olduğumu bilerek büyütüldüm. Ve şimdi bir nedenim de varken... Neden gitmeyeyim ki?"

Omuz silkip kapının yanındaki aynasında asılı duran tokalardan birkaç tane çekip odadan çıktı.

Bana eliyle işaret yaptığında karmakarışık bir şekilde adımlarını takip ettim.

"Haydi kızlar! Çok güzel yemeklerime denk geldiniz."

Cecile elinde tencere, hızlı adımlarla salona geçerken kaşlarıyla bize işaret ediyordu.

Camilla çaresiz bakışlarla bana döndü.

"Sanırım bu sefer kaçamayacağız."

***

"Ace."

Neil bıkkınlıkla iç geçirirken Ace hala onun elindeki kaşığa burun kıvırıyordu.

"Beslenme zincirimizin çok geniş olmadığını biliyorum,Neil. Ama bunlar gerçekten iğrenç."

"Abartıyorsun."dedi Neil kaşları azarlarcasına çatılırken.

Ace kaşığı ona doğru itip kollarını göğsünde birleştirdi.

"Hiç saman yedin mi, Neil? İstersen al dene."

Rain keyifle ikisini izlerken uzun süredir hissetmediği kadar huzurlu hissetmenin verdiği sarhoşlukla kıkırdıyordu.

Ace'ın bu hallerini görmeyeli ne kadar uzun süre olduğunu da düşünüyordu.

Onlara bakarken aniden gelen bir dürtüyle eli cebindeki telefona gitti.

Tünemiş olduğu koltuğun kolunda biraz cama dönerek Lily'nin numarasını çevirdi.

Telefonun çalışını dinlerken yüzünü kaplayan sırıtışı az da olsa yatıştırmaya çalıştı.

"Efendim."diyen tatlı tınıyı duyunca fark etmeden gerilen omuzları rahatladı.

Her zaman bir şey olacak diye bir şart yok,diye uyardı kendisini.

İstemeden sürekli tetikte oluyordu.

"Ne yapıyorsunuz?"diye sordu öylesine.

Bir su sesi kesildi hattın diğer ucundan.

"Birazdan yola çıkacağım. Camilla sonra gelecekmiş. Ben de taksiye binerim."

Rain'in istemsizce kaşları çatıldı.

O sırada Ace'ın ağzı doluyken çıkardığı iğrenme mırıltılarını ve Neil'in "Yut. Yut!"diyen isyanlarını duyuyordu.

Ace'in nazlandığının elbette farkındaydı.

Ama herkes biraz şımartılmayı hak ederdi.

"Neden tek geliyorsun? Onun ne işi varmış?"

Lily'nin duraksadığını fark etti.

Bir şeyden sıyrılmaya çalıştığında çıkardığı mırıltıyı duyunca yüzündeki gülümseme bilmiş bir edayla tekrar canlandı.

"Büyükannesi Kurt için bir şeyler hazırlayacakmış. Yardım etmesi gerekiyor."dedi geçiştirircesine.

"Ne zaman gelecekmiş?"

"Bir iki saat sürer dedi."

"Pekala. O zaman sen yarım saate buradasın."

"Belki daha erken."

"Gelip seni-"

Rain'in gözü kapıdan giren dev çicek buketine takıldı.

"Gelip seni almamı ister misin?"diye kestiği cümlesini tamamlarken doğrulup içeri giren çocuğu karşıladı.

"Gerek yok. Şimdi hazırlanacağım,kapatıyorum."

Sıradan vedalaşmanın ardından telefonu kapattıktan sonra çatık kaşlarla çiçeği inceledi.

"Ryan Wickersham."dedi çocuk henüz çatallanmış sesiyle.

Başını elindeki kağıttan kaldırıp odadakilere göz gezdirdi.

Rain omzunun üstünden diğerleriyle göz göze geldiğinde onların da tereddütte olduğunu gördü.

"Benim."dedi ama çiçeği almaya yeltenmedi.
"Kim yolladı bunu?"diye sordu.

Çocuk aldığı tepki karşısında gerilerek dudaklarını ıslattı ve fark ettirmediğini umarak sağındaki kapıya kaydı.

"İsim yok."dedi."Sadece kart var."

Neil şimdi Rain'in yanındaydı.

"Sipariş veren kişiyi gördün mü?"diye sordu.

Çocuk kırpıştırdığı gözlerinin ardından anlamsızca baktı. Ama daha da gerildi.

Başını iki yana salladı.

"İnternet siparişi."dedi.

"Pekala,biz onu alalım. Teşekkürler."dedi Ace arkadan.

Neil çocukla ilgilenirken Rain elindeki bukete patlamaya hazır bir bombaymış gibi bakışlar atıyordu.

"Ne yazıyor?"diye sordu Ace,kapı kapandıktan sonra.

Rain kartı bulup yazıyı sesli okudu.

"Sırrını biliyorum."

"Bir arkadaştan değil."dedi Neil koltuğa yaslanırken.

"Bir geçmiş olsun jesti olmadığı da kesin."diye devam etti Ace.

Rain kartı parmaklarının arasında çevirdi. Belki bir imza,bir mühür, herhangi bir şey aradı.

Ancak bulduğu şey bambaşkaydı.

Neil bu sefer kollarını göğsünde birleştirmişti ve Ace'a bakıyordu.

"Ne sırrın var?"

Ace hayretle ona bakıp kaşlarını çattı.

"Sırrım falan yok benim!"

"O zaman neden senin odana çicek gönderiliyor?"

"Rain'in adı verilmiş,Neil!"

Rain kartı cebine sıkıştırdı.

"Asıl soru.."dedi Rain,tartışmalarını keser tonda."Oda numarası nereden biliniyor? Derek kaydı bizim adımızla yaptırmadı."

Hepsi sessizce birbirine baktı.

Rain bunun düşünme sessizliği ya da Kurt'un beyin fırtınası zamanı olduğunu düşünüyordu.

Bu yüzden Neil bakışlarını kendine diktiğinde yine düşünürken daldığını sandı.

Neil ise bir süre daha buna devam edip sakince konuştu.

"Cebindeki kartı çıkar,Rain."dedi,çocuğundan aldığı fazla şekerleri bırakmasını istiyormuş gibi.

Rain ise yakalanmanın verdiği sinir bozuculukla nefesini dışarı verdi.

Onlar sormadan okudu.

"Bildiğim şeyi merak mı ediyorsun?"

"Ve adres."diye tamamladı Neil onu.

Sonra sinirleri bozulmuş gibi gülerek cama döndü.

"Harika."dedi."Ne yapacaktın? Gidecek miydin?"

"Gidecek miydim?"diye geçmiş zamanın üstüne bastırdı,Rain.

"Gidecek misin?"diye sordu Ace."Tabii ki gidemezsin."

Rain canı sıkılıyormuş gibi iç çekti.

Çiçeği tekrar göz hapsine alıp evirip çevirdi.

Neydi şimdi bu? Kim neyi biliyordu?

"Ya blöfse?"

Rain,Ace'a döndü.

"Ya değilse?"

"Ya seni bir yere çekmek istiyorlarsa?"diye seçenek sundu Neil.

"Öğrenmenin bir yolu var."dedi Rain.

Odadakiler onu duymazdan geldi.

"Hangimiz sır saklıyor?"diye sordu Ace.

Yine bakıştılar.

"Hiçbirimiz."

Rain,Neil'ı onayladı.

Ardından ikisi de anlaşmış gibi aynı anda hareketlendi ve odadan çıktılar.

Ace ise hareket edememenin verdiği çaresizlikle öylece kaldı. Sinirle ellerini yatağa vurup yastığa iyice gömüldü.

Rain hastane koridorunda elinde çiçek yanında Neil hızla ilerliyordu.

Aklında bin bir soru,şüphe vardı.

Tıklatmadan kapıdan içeri daldığında Kurt ve Cern sessizce yataklarında duruyordu.

Cern camdan dışarıyı izlerken kapının aniden açılmasıyla neredeyse yataktan inmişti.

Gelenleri görünce soğuk,düz bakışları yerini almıştı.

Neil orada bir yerde azarlama görür gibi oldu.

Rain ise kızın sinirle kasılan çenesine karşın gelen onlar olmasaydı neler yapabileceğini merak etmekle yetindi.

Cern ise burnundan soluyarak yerine geçip bacaklarını kendine çekti ve dışarıyı izlemeye devam etti.

Fakat bundan önce Neil'i baştan aşağı süzüp ona başıyla selam verdi.

"Seni ayaklarının üstünde görmek güzel."dedi.

Karşılığında parlak bir gülümseme kazandı.

"Ah!"diye sevinçle kapıya dönen Kurt'ün ise yüzü bir anda düştü.

"Zaten Camilla olamayacak kadar hayvani bir hareketti."

Burun kıvırıp dönecekti ki Rain'in elindeki çiceğe gözü takıldı.

"Beni çiçekle kandırabileceğini sanıyorsan yanılıyorsun."dedi.

Ardından gözlerinin kenarları kırışarak Neil'a baktı.

"Ama Neil kandırabilir. Ona tavım."

Neil ise yüzünü buruşturarak kapıyı kapattı. Ve ellerini bir şeyi açığa kavuşturmak ister gibi havaya kaldırdı.

"Şefkatini istemiyorum,Kurt. Alt tarafı ölümden döndüm."

Cern bile Neil'a döndüğünde odada bir iki saniyelik bir sessizlik oldu.

"Evet."dedi, Kurt bir şeyi yeni idrak ediyormuş gibi başını aşağı yukarı sallarken."Alt tarafı ölümden döndün. Böyle söyleyince pek de önemi varmış gibi durmuyor."

Ancak Neil'a sanki salak olduğunu düşünüyormuş gibi bakıyordu.

Neil elini her neyse der gibi havada salladı ve Rain'in elindeki buketi işaret etti.

"Rain'e yollanmış. İsimsiz bir kart ve adres var."

Kurt'un oyunbaz havası bir anda ciddileşerek yüzüne yansıdı.

"Ne yazıyor?"

Rain kartı Kurt'e uzattı.

Kurt kaşları çatık kağıdı okurken Cern, beyaz yaprakları yanlara salınan çicekleri inceliyordu.

"Ne sırrı?"dedi Kurt bakışlarını kaldırıp.

Rain'e diktiği gözleri bariz bir şekilde sert bakıyordu.

Çok güzel,diye düşündü Rain.

Önce onları yalnız bıraktım,şimdi bu not.

"Bilmiyorum,Kurt. Eğer bilseydik sır olmazdı."

Kurt'ün sert bakışlarının yerini imalı düz bakışlar aldı.

İyi,diye devam ettirdi içsel konuşmasını Rain,en azından bazı şeyler hiç değişmiyor.

"Zambak.*"

Odadaki herkes köşesinde bacaklarını kendine çekmiş sessizce oturan Cern'e döndü.

Oysa dudakları hafifçe aralanmış her birine beklenti dolu bakışlar atıyordu.

"Ne olmuş ona?"diye savunmaya geçti Rain istemsizce.

Cern'in yüzü bir an anlatmak istediğini anlayamıyorlarmış gibi bıkkın bir ifade aldı.

"Çiçekler."dedi tekrar deneyerek."Zambak. (Lily)"

Odadakilere bir bir farkındalık çökerken Rain başından aşağı kaynar sular inmiş gibi hissetti.

Neil ile göz göze geldiğinde sanki dizleri bir an kendisine ihanet edecekmiş gibi geldi.

"O sırrın ne olduğunu hepimiz biliyoruz."diye devam etti Cern.

Gözlerinden geçen parıltı Kurt'ü tuhaf bi4 şekilde etkisi altına aldı.

Rain'in yüzünden bir duygu dalgası geçerken Neil o ifadenin 'Bu anın geleceğini biliyordum.'ifadesi olduğunu anladı.

Kurt ise boş gözlerle Cern'e bakmaya devam etti.

Nasıl bu kadar sakin konuşabiliyordu?

Rain elindeki buketi bir anda yere bırakıp harekete geçerken telefonuna davrandı.

Sonra da Kurt'un elindeki kartı kaptı.

Kurt bunu engelleyecektiyse de artık çok geçti.

Neil koluna yapıştı.

"Nereye gidiyorsun?"

Rain telefonu kulağına götürüp ona burnundan soluyarak güldü.

"Nereye mi gidiyorum?! Lily'i bulmaya."

Ancak o sırada başka birini arıyordu. Aramayı iptal etti.

"O zaman kartı ver."

Neil bakışmalarını bozmadan elini uzattı.

Rain ise başını hafifçe yana yatırarak derdini anlatmaya çalıştı.

Kimsenin kendisini durdurmasını istemiyordu.
Ona da yapma demek istiyordu. Neil onu anlardı.

Her zaman anlamıştı.

"Kartı ver,Rain. Tek bir bakış atmadan."

Rain adresi tam ezberlemediği için lanet etti.

Nasıl olurdu da her zamanki kadar dikkatli olmazdı?

Ondan hiçbir hareket göremeyince Neil, Kurt'e döndü.

"O halde biz de gidiyoruz."dedi kolunu bırakıp kapının yolunu açarak.

"Ne?!"dedi Rain kaşlarını çatarak.

Bu sırada Kurt ayaklanmıştı.

Belini hareket ettirmek için iki yana döndü birkaç kez.

"Ah! Biraz fazla yatmışım."

"Hayır,hayır. Kimse gelmiyor."

"Kimse de gitmiyor."dedi Neil elini tekrar uzatarak.

"Kartı ver,Lily'i bulalım. Herkes gözümüzün önünde olsun."

"Telefonum nerede?"diye etrafı yokladı Kurt."Biri Camilla'yı arasın."

Camilla isminden gına gelen Cern gözlerini devirdi.

Kurt ile aynı odada birkaç gün geçirecek ne iyilik (!) yaptı nedense bir türlü hatırlayamıyordu.

Rain kartı Neil'a uzatıp tekrar kapıya yöneldi.

"Herkes burada kalsın. Onu almaya birilerini yollayacağım. Lily gelince bana haber verin,yanında birileri yoksa onu karşılamanızı istiyorum."

Neil'a döndü.

"Merak etme,o adrese gitmeyeceğim. Umarım Lily'i ya ilk biz buluruz ya da buraya erkenden varmış olur."dedikten sonra odayı terk etti.

Kimseye nereye gittiğini söylemeden.

***

Rain gideli çok olmamıştı.

Neil arkasından Ace'ın odasına gitmiş,Kurt ise Camilla mesajına cevap verince rahatlayıp yerine geri geçmişti.

Hatta uykuya dalmak üzereydi.

Cern ise camdan dışarıyı seyretmeye devam ediyordu.

Hava kararmıştı ama hala çok güzeldi.

Cern normal insanların ince hırkalarla dışarıda gezdiğini görüyordu.

Yüzüne vurup saçlarını narin dokunuşlarla havalandıran rüzgar ona keyif veriyordu.

Buradan en çok da bahçede gezinen yaşlıları izlemeyi sevmişti.

Hastanenin girişini gördüğünden girip çıkan arabaları,insanları izliyordu.

Lily'i de bu sayede görmüştü.

Hastane altı katlı olmasına rağmen ön taraftaki bahçesi çok büyük değildi.
Ve ikinci katta olduğu için yüzünü iyi seçebilmişti.

Telefona bakarak hızlı adımlar atan kızı görünce hemen çekmecesindeki telefonuna uzandı ve Rain'e haber verdi.

Lily hastaneye girdi.

Kısa mesajına anında yanıt geldi.

Biliyorum.

Cern bunun üzerine daha fazla uzatmadan telefonu aynı yere geri koydu.

En azından içini rahatlatmıştı.

Kıvırcık saçları topuz yaptığı tokasına isyan eden kızı göz hapsine aldı.

Her şey o dakikada başladı.

Başta Cern, Lily'in yanına gelen çocuğu Rain yollattı sandı.

(°°)

Lily ile bir şeyler konuştular. Kız başını salladı,sonra telefonunu gösterip kulağına götürdü.

Ancak çocuk başını iki yana sallayıp onu rahat bir tavırla durdudu ve parmağıyla ileride bir yeri gösterdi.

Cern, Lily'i güvenli bir yere götüreceğini düşündü. Rain ayarlamış olmalıydı.

Ama kızın kulağından indirdiği telefonun hala çaldığını görebiliyordu.

Sadece izlemeye devam etti.

Ta ki bir diğeri Cern'in camının tam altından,hastanenin ana kapısından çıkana kadar.

Cern onun ensesindeki motife bakarken o yanlarına ulaşmıştı.

Bu dövmeyi iyi tanıyordu. Çok iyi.

Onunla ne işleri vardı?!

Yatağından sıçramadan önce Lily'e eskortluk etmelerine ve çocuğun gösterdiği yere son bir bakış attı.

O kapıya doğru koşarken Derek içeri ilk adımını atmıştı.

"C3 otopark!"

Derek 1.90lık cüssesini kolayca yana savurup geçmesinin şokunu yaşarken kızın ne dediği sonradan ona dank edecekti.

Ancak Cern'in umduğu peşine çok geç olmadan birilerinin takılmasıydı.

Derek duvara yapışmış, kızın son sürat koşmasını izkerken Cern asansörlerin düğmesine ardı ardına basıyordu.

En sonunda küfür olduğunu düşündüğü bir şeyler mırıldandı ve çıplak ayaklarla merdivene yöneldi.

Cern önüne gelen herkesi ittirirken otoparkın kaç kat aşağıda olduğunu düşünüyordu.

Bir yandan da gür,kıvırcık saçlarının görüşüne engel olmasını önlemeye çalışıyordu.

Ne kadar hızlı gidebilirdi? Diğerleri gelene kadar ne yapabilirdi? Kaç dakikada ulaşırdı?

Zemin kata indiğinde kenardaki haritadan iki katının daha olduğunu gördü.

Danışmadakiler onu fark etmeden kirişin arkasına geçti.

Uzun süre yatmak hantallaşmaya hasret bedeni için hiç de iyi bir fikir değildi,onu anlamıştı.

Ama hızlı olması gerekiyordu.

Kapının kırmızı kolunu hışımla indirip kendini ardına attı.

Bir saniyelik duraksamadan sonra hızını tekrar alarak artık karanlık olan katları inmeye başladı.

Sürekli dönüp durmaktan dengesizi bir ara kaybedip duvara omuz attı.

Ancak sesini çıkarmadan devam etti.

Neden bu kadar önemsiyorum?

Mecbur değilim.

Rain bana yardım etmişti.

Onlara ihtiyacım var.

Kızın bir suçu yok.

Borcumu ödeyip kendimi kanıtlamalıyım.

Aklından onlarca düşünce geçerken Cern kendisi için sadece birinin önemli olduğunu kabullendi.

Kızın bir suçu yoktu ve ölmeyecekti.

Ve Cern, Lily'in hiç de hoş olmayan şeylerle karşılaşacağına emindi.

O dövme hayra alamet değildi.

İndiği ikinci katın sonunda karanlıkta seçtiği kırmızı beyaz kapı onu loş bir koridora çıkardı.

Nefes nefese çevresine baktığında tepedeki minik lambanın tek bir kapıyı aydınlattığını gördü.

C3

Her zaman otopark olmak zorunda mıydı?

Hemen kapıya yöneldi. Heyecanı bacaklarına vururken ezilen etinin acısını duymuyordu bile.

Ve Cern hayatında hiç bu kadar salak,bu kadar pervasız davrandığını hatırlamıyordu.

Zira ona çok güzel bir ders olacaktı.

Koşarak ulaşıp açtığı kapı kat be kat güçle onu geriye savurduğunda hissettiği ısıyı kollarını önüne siper ederek havayla geri savurdu.

Parçalanan kapının kıymıklarıyla duvara tosladığında başına aldığı darbe gözlerini kararttı.

Ve çıkan sesten dolayı çınlayan kulakları aynı zamanda tuhaf bir basınçla uğulduyordu.

Yine de tiz bir çığlık duyduğuna emindi.

***

"Hayır!"

Sesim gittikçe inlemeye dönerken beni bileklerimden tutmuş çocuktan kurtulmayı yapamayacağımı bile bile tekrar denedim.

Bana her zaman nemliymiş gibi gelen otopark zemininde dizlerimin üstünde duruyorken üstümdekilere rağmen üşüyordum.

Bir terslik olduğunu anladığımda her şey için çok geçti.

"Rain'e haber vereyim."dediğimde bunu ne olursa olsun yapmalıydım.

Telefon etmeme gerek olmadığını söylediklerinde şüphelenmenin paranoya olduğunu düşünmem yanlış karardı.

O telefonu kapatmamalıydım.

Otoparka girmeden önce bir şeylerin bana dank ettiğini onlara çaktırmam yanlış karardı.

Çünkü bana olan tek getirisi ağzımın koca bir el tarafından kapanması ve kollarımın arkamda kırarcasına birleştirilmesiydi.

Başımı elden kurtulmak için sağa sola doğru sallarken 'Bırak!' ve 'İmdat!' olarak çıkması gereken kelimeler boğulup anlamsız öbekler olarak kayboluyordu.

İçinde olduğum durum için şansıma,kaderime ve kalan her şeye lanet ederken çaresizce ne yapabileceğimi,nasıl kurtulabileceğimi düşünüyordum.

Çünkü şahit olduğum şeyin korkunçluğu gözlerimden bile anlaşılıyor olmalıydı.

Oysa daha yarım saat önceye kadar günlerim atlatılan olaylara rağmen huzur doluydu.

Anlıma yapışan terli saçlarımla debelenmekten yorulmuş bir vaziyette başımı sarışın olan dazlak çocuğa doğru çevirdim.
Kaşları neredeyse yok diyebileceğim kadar sarıydı.

"Biliyoruz. Yapabilirsin. Sadece minik bir şey. Daha önce yapmadığın şey değil ya!"

Kaba telaffuzu tam çehresine yakışır düzeydeydi.

Beni ilk bulan çocuk yerde elleri ve ağzı bağlı kızın başucunda dururken benimle resmen beynimi yıkar gibi konuşuyordu.

"Kanı bük. Öldür onu."

Kelimeler ağzından ne kadar basit çıkıyordu!

Kızı karışmış sarı saçlarından tutarak önüme itti.

O ise boğuk ağlamasını daha da şiddetlendirerek yerinde debelendi.

Gri hırkası yer yer koyulaşmış, elleri ve pantolununun dizleri sürtünmekten sıyrılmış,aşınmıştı.

"Yapamam."dedim,ilk andan beri başvurduğum inkar ve yalana tutunarak."Öyle bir şey hiç yapmadım. Yanlış kişiyi buldunuz."

"Mmm.. Bir bakalım. Kıvırcık,kısa boylu,Rain'in minik kuyruğu,Lily.."

Bileklerimi tutup beni zapt eden çocuk başıma sert bir darbe daha indirdi.

"Bu sensin!"dedi alaycı tavrını sürdürerek.

Gözlerimi kapatıp inlememi içime gömdüm.

Açtığımdaysa kızın nemli bakışlarıyla göz göze geldim.

Neyin içinde olduğunu biliyor muydu? Bütün bunlarla bir alakasi var mıydı?

Dehşetle bakan gözleri bana nedense sesli bir cevaba ihtiyacım olmadığını söylüyordu.
Bilmiyordu.

İşte o an içimdeki asla kabullenemediğim susamış ve hayvani yanım yine beni dürtmeye başladı.

Beni tutan iri,esmer ve dazlak kafalı çocuk göz hizama geldi.

"Neden öyle bakıyorsun? Sen yapmasan da onu öldüreceğimizi biliyorsun,değil mi?"

Kız ağzındaki kumaş yüzünden boğuk çıkan isyanını tekrarlayıp kendini sırtüstü bıraktı.

Sarışın olan, kızın ağzındaki pis bezi boğazına indirdi ve kızın arkasındaki eli her ne yaptıysa bunu çığlığını duymam için yaptı.

"Dur! Dur! Bensem! Diyelim ki benim! Ne istiyorsunuz? Neden onu öldüreyim?!"

Ellerim titremeye başladığında yüzüm tiksintiyle buruştu.

Onu nasıl öldürürdüm?

Bu ne delice bir şeydi?

Onlara istediklerini vermeyecektim.

Kalbim bu mümkünmüş gibi daha da delice çarpmaya başlarken ellerim istemsizce kasılıp yumruk oldu.

Bu anın pişmanlığıyla yaşamak istemiyordum.

"O,sensin. Ve biz gerçekten neler yapabildiğine şahit olmak istiyoruz."

En azından denedim,diyebilmek için bir şeyler yapmalıydım.

Nefesim daralırken bir planım olmadan öfkeme tutunmaya çalıştım ve kendimi cesaretlendirip akışına bıraktım.

Başımdaki çocuğun sırıtan yüzüne karşı bildiğim en büyük küfürleri edip saldırmaya çalışacaktım ki arkamdan gelen gürültü beni durdu.

Yerimden sıçrayıp anlamsızca bakakaldığımda ne olacağını beklemeye başladım.

Kız, ağzının tekrar bağlanmasına sebep olacak bir çığlık daha atmış ve küfürler etmişti.

Asansörün solunda kalan kapının yerinde toz dumana karışmışken korkuyla o tarafa döndüm.

Oraya buraya dağılıp çarpan parçaların seslerini duyabilmiştim.

"Biri yanlış kapıyı açmış olmalı."dedi diğeri, sahte bir üzüntüyle kızın başını okşarken.

Kızın sağ elinde sargı vardı. Ve başını isyan edercesine yere vuruyordu.

"Rain olmasını umuyoruz ama bakalım.."diye devam etti başımdaki.

Ve herkesin bir sınırı vardı.

Dudaklarım aralanırken çocuğa öyle hızlı döndüm ki boynum acıdı.

Cümlesi kulaklarımda tekrar tekrar çınlarken bunun olabilitesini düşündüm. Beynimdeki bir şeyin beni delirtip gözümü döndürdüğünü hissediyor ama yoksayıyordum.

Kalbimin ritmi bozulmuştu.
Evet,öyle olmuştu ve ben kendimi telkin edip sakinleştiremiyordum.

Kayışlarımın koptuğunu hissettim.

Dudağımdaki kanın tadını almam ise cabasıydı.

O halde şahit olacaklardı.

Kollarımı bir anda kendime çekip onu daha fazla yaklaştırdım.

Yüzü bana iyice yaklaşmışken dişlerimin arasından çıkan alçak ses sanki bana ait değildi.
Ve loş otoparka çok güzel uyum sağlıyordu.

"Ağzındaki tükürükten alyuvarlarına kadar kurutacağım seni."

Ve yaptım.

Yapıyordum.

Önce ağzının dudaklarına kadar bir anda kurumasını izledim.

Dişlerimi kırarcasına sıkmayı durduramıyordum.

Çocuk üzündeki şaşkınlıkla arkadaşına döndüğünde bileklerimde hissettiğim acıyla hırsla ellerimi çektim.

Elbette, o kadar kolay değildi. Beni buraya getirmek için de bunu kullanmıştı.

Tüm bedenini kaskatı eden hamlem o sırada gelmişti.

Bileğimde hissettiğim sıcak, tenimi yaktığı anda yumruk yaptığım ellerim onu olduğu yere nöbet geçiriyormuş gibi çivilemişti.

Ancak hesaba katamadığım bir şey vardı. Stratejilerin insanı olmamam büyük bir bedele mal olmuştu.

Bunu görmek onlara yetmiş,istediklerini vermiş ve artık kızın bir değeri kalmamıştı.

Ona yardım edebilir miydim,bilmiyordum.

Çünkü başımdan aldığım görünmez bir darbe,kıza dönük olan her yerime sıçrayan kan ve Rain'in gelmesi aynı ana denk gelmişti.

Asla öğrenemeyecektim. Ama öğrendiğim bir şey varsa o da saliselerin bir insanın hayatını değiştirebileceğiydi.

Hiçbir kasımı hareket ettiremezken darbeyle savrulduğum yerde öylece donakaldım.

Olmuyordu,istesem de hareket edemiyordum.

Yere düşen çocuk,kaçan arkadaşı ya da beni yerden doğrultup sarsan Rain umrumda değildi.

O sırada onu pek de hissedemiyordum.

İstemsizce kapanan gözlerimi açmayı reddedip o anın bir kabus olmasını diliyordum.

Kaşımdan süzülen sıcacık kan kirpiğimi yapıştırmış gözümü açmaya korkar hale getirmişti.

Ama yine de açtım.

Rain'in telaşla bir bana bir de arkaya doğru Cern'e seslenişini ağır çekimde izledim.
Demek kapıdaki O'ydu.

İnlemeyi beceremeyip kesik bir nefesle uğraştım.

Ellerim havadaydı ancak ne için kaldırdığımı unutmuştum.

Ağzımı ne için açmıştım?

Çığlık mı atacaktım? İnleyecek miydim? Yoksa dilimin üstünde kayan kan damlalarını mı kusacaktım?

Tamam,şimdi geçecekti. Sadece kısa bir sarsılmaydı,şimdi bu aksak ruh halinden sıyrılacaktım.

Yüzümü sıvazlayıp başımı iki yana salladım.

Ancak yüzüme dokunmak o sırada hiç iyi bir fikir değildi.

Burnuma bu kokuyu çekmek istemiyordum.

Dudağımı sıyırıp çenemden damlayan akışkanlık, midemi boşaltma isteği uyandırdı.

Rain'in hızlı bakışları etrafı tarayıp dururken yüzümü silme girişiminde bulundu.

Ama kan inatçıydı.

Bir başkasının kanıydı. Ve bu daha iğrençti.

İlk öğürmem başarısız oldu.

Elimin altındaki ıslak,pürüzlü yeri hissedemeyince elimi birkaç kez sertçe vurdum.

Kızarmış ve öğürmekten damarlanmış yüzümle gayri ihtiyari önüme döndüğümde gözleri açık kalmış, hareketsiz zavallı kızla karşılaştım.

Ve öğürme sayıları beynimdeki sis dağıldıkça arttı.

Olayların nasıl karıştığını,Rain'in kaçan çocuğu yanıbaşımdayken nasıl etkisiz hale getirdiğini,köşeden birden çıkan yeni birinin nereye kaçtığını ağır çekimde ve algılayamadan izliyordum.

O sırada kapıdan geriye kalan son parçaların üstünden atlayarak tazı gibi koşan Cern bende bir şok dalgası daha yarattı.

Yerle sertçe buluşan ayaklarının ardından boğazından gelen hırıltıyla ileri atıldı.

Kanayan yaralarının farkında değil miydi?
Ya da iplikleri savrulan üstünün?

Onlara rağmen Cern çıplak ayakla hızlandı,hızlandı ve tam çocuk otoparkın arkaya açılan kapısını açmıştı ki sırtına atladı.

Başım dönüp tansiyonum düşmeden ve gözlerim geriye dönmeden önce son gördüğüm şey, Cern'in tek eli çocuğun saçlarını kavramış ayağa kalkarken diğer elini gözünü alan ışığa karşı siper etmek için kaldırışıydı.

Sonrasındaysa kendimi bir kez daha Rain'in güvenli kollarına bırakıp bilincime veda ettim.

Continue Reading

You'll Also Like

439K 23.2K 54
Siz: Ya hayır anlamıyorum benim ne suçum var neymiş efendim bilerek yapmışım Siz: Alakası bile yok sadece anneme yardım etmek için tabakları Masaya...
Patron By waty_yazarı

Science Fiction

2.2K 115 15
Patron, her kes onu bu isimle tanırdı, Patron.. Namı diğer Patron, beni ailemden almıştı, kafesimden çıkmayı başarmıştım ama, yeni kafesime girmiştim...
226K 17.8K 45
(bxb) Eceli gelmeden ölmek nedir bilir misiniz? Hayatın yavaş yavaş anlamını yitirmesi ve yaşadığımız olayları o veya bu sınıfına koyamayıp yaşarken...
151K 13K 32
Anneleri zoruyla aynı evde kalan hyunlix çifti Yan shipler: Minsung Yeobin Chanmin Jeonbin İlk ficim olduğu için tecrübeli değilim yazım yanlışı fa...