AHÛZAR SERİSİ (TAMAMLANDI)

De haticekubraozcan

1.2M 49.3K 11.3K

[AHÛZAR SERİSİ -1- KELEBEK SESLERİ] Her kadının dışında fırtınalar koparsa da içinde rengarenk çiçekli umutla... Mai multe

AHUZAR SERİSİ - 1. KİTAP: KELEBEK SESLERİ
KS - 1. Bölüm: ÖLÜ RUHUM
KS - 2. Bölüm: KURTULUŞUN UMUDU
KS - 3. Bölüm: PARAMPARÇA
KS - 4. Bölüm: YENİLİKLER
AFİLLİ ÂŞIKLAR SERİSİ
KS - 6. Bölüm: KİMSESİZ KADINLAR
KS - 7. Bölüm: DEDİKODU KAZANI
KS - 8. Bölüm: İPTEKİ PEMBE ÖRTÜ
KS - 9. Bölüm: VELAYET
KS - 10. Bölüm: İŞ GÖRÜŞMESİ
DUYURU - OKUR GRUBU
KS - 11. Bölüm: CİHANŞAH
KS - 12. Bölüm: MEVLİT YEMEĞİ
KS - 13. Bölüm: TEKLİF
KS - 14. Bölüm: HATA MI ETTİM?
DUYURU - INSTAGRAM
KS - 15. Bölüm: SENİ SEVMEME İZİN VER
KS - 16. Bölüm: DÜĞÜN
KS - 17.Bölüm/Pt.1: AŞK SARHOŞU
KS - 17. Bölüm/Pt.2: AŞK SARHOŞU
KS - 18. Bölüm: TAK PARMAĞINA YÜZÜĞÜ
KS - 19. Bölüm: AYRILIK
KS - 20. Bölüm/Pt.1: YIKIMIN EMARELERİ
KS - 20. Bölüm/Pt.2: YIKIMIN EMARELERİ
BİR TUTAM
KS - 21. Bölüm: ANNE
KS - 22. Bölüm: GÜÇLÜ KADIN
KS - 23. Bölüm: AİLE
KS - 24. Bölüm: NEVŞEHİR
KS - 25. Bölüm: SEVE SEVE EVLENİRİM
VAHA
KS - 26. Bölüm/Pt.1: AŞK KADERİ
KS - 26. Bölüm/Pt.2: AŞK KADERİ
KS - 27. Bölüm: KURŞUN YARASI
KS - 28. Bölüm/Pt.1: ARKADA KALANLAR
KS - 28. Bölüm/Pt.2: ARKADA KALANLAR
KS - 29. Bölüm: YUVA
KS - 30. Bölüm: KELEBEKLERİN SONU
KELEBEK SESLERİ DUYURUSU
SADE'M
VEDA DUYURUSU

KS - 5. Bölüm: EVLAT HASRETİ

24.6K 1.4K 237
De haticekubraozcan

Yorum sınırı; 220.

6. Bölüm, sınır geçerse yarın yani çarşamba günü gelecek ❤️

Keyifli okumalar...


5. BÖLÜM: EVLAT HASRETİ

Zaman ne kadar hızlı geçiyor Dilruba.

Daha dün gibi hatıramda o mahalleye girişimiz...

Gülfem verdiği karardan memnun görünüyordu ama içten içe de korkmuyor değildi. Hiç tanımadığı bir şehre geldikleri yetmiyormuş gibi burada oturanların bile pek de memnun olmadıklarını söyledikleri bir semtte kız kardeşiyle yalnız başına oturmak ne derece güvenilirdi, büyük bir soru işaretiydi.

"Abla ne yapacağız?" Gülfem kız kardeşinin sorusu ile irkildi ve ona baktı. Birkaç gün önce adamın teklifini reddettiğine göre işe koyulacaklardı. Madem bir yola çıkmıştı korkup kaçmak ona göre değildi. Şu an burada duruyorsa öyle olması gerektiği içindi. Kaderine razı gelecek ve onun için çizilen bu yolda ilerleyecekti.

"Burada oturacağız kuzum. Hadi temizleyelim de eşya falan almaya gidelim," kaldıkları pansiyonda günleri dolmak üzereydi. Dilruba ablasının sözlerine karşılık onu onaylamaktan başka bir şey yapamadı. Zaten ablasının başında yüzlerce sorun varken bir de o itiraz edemezdi.

İki genç kız ellerindeki malzemelerle mümkün olduğunca temizlemeye çalışıyorlardı ama o pis kokunun çıkmaya niyeti yok gibiydi.

"Abla iğrenç kokuyor burası." Dilruba yemenisini daha çok çekti burnuna. Hayvan pisliği bile daha iyi kokuyordu.

"Biliyorum canım ama şu an başka seçeneğimiz yok," elindeki boya rulosunu kovanın içine batırıp duvarı boyamaya devam etti. Boya kokusunun bu pis kokuyu bastırmasını ümit etmekten başka bir çaresi yoktu. Gülfem bahçe kapısının sesini duyduğunda hemen bakışlarını pencereden dışarıya çevirdi. Kahvenin önünde karşılaştığı adam onlara doğru geliyordu. Ruloyu kardeşine uzatıp dışarıya çıktı.

"Hikmet Bey buyurun, bir şey mi oldu?" adam babacan davranmış olabilirdi ama bu art niyetli olmayacağı anlamına gelmiyordu. Tedbirli bir şekilde kapının dışına çıktı ve adamın ilerlemesine izin vermeden durdu önünde. Tavrını erkenden belli edecek ve kimseye güvenmeyecekti.

"Kızım ben lafı uzatmayı sevmem, evin durumu ortada, pisliği geçtim yıkılmak için an kolluyor. Sende gitmem buradan diyorsun onu da anlamış değilim ya. Neyse madem bizim Ali bir halt yemiş sen ver anahtarı bize, ben çocuklara onarmalarını söyleyeyim." Gülfem ne demesi gerektiğini bilemedi. Bu kadar iyilik fazla değil miydi? Kim tanımadığı birine bu kadar iyilik yapar diye geçirdi içinden?

"İnanın hiç gerek yok. Biz bir şekilde başımızın çaresine bakarız. Şu an tadilat için ayıracak bütçem yok. En azından iş bulana kadar. Birkaç ay bizi idare etsin sonra bulurum ben bir usta. Belki o zamana kadar eşim de gelmiş olur," adam bu sözlerine gülerken Gülfem mahcup duruyordu. Acaba onu kırmış mıydı teklifini reddederken?

Kendine söz verdin Gülfem, aklını başına topla. Kimse için üzülmeyeceksin.

"Kızım önümüz kış hatta kışa girdik, ilk yağışta akıtır bu çatı. Kötü bir niyetim yok, izin ver yardım edelim." Gülfem inat etmişti bir defa. Ücretsiz bir yardım kabul ederse eğer ödemesi çok zor olacaktı biliyordu. Mahcup kalacağı için her defasında istemediği şeyleri yapmak durumunda kalacaktı. Sırf bu duruma düşmemek için yeniden reddetti.

"Teklifiniz için teşekkür ederim ama ben hallederim," adam bu inatçı kız karşısında daha fazla ısrar edemedi. Kabul etmiyorsa zorlamanın âlemi yoktu. O üzerine düşen görevi fazlasıyla yerine getirmişti.

"Ben üzerime düşen görevi yaptım, sen bilirsin kızım. Başınız sıkışırsa bakkala git benim adımı söyle o bana ulaşır."

"Tabi, teşekkür ederim." Gülfem ihtiyacı olsa da gitmeyeceğini biliyordu. Bu devirde hangi adama güvendiyse sırtına bir bıçak fazladan yemişken, tanımadığı yabancı bir adama güvenmezdi. Adamın arkasından bakarken esen rüzgâr ile titredi ve içeriye girdi.

"Ne için gelmiş o adam abla?" Dilruba'nın onları dinlediğini bilse de belli etmedi genç kadın. Merak ediyor olmalıydı, sonuna kadar haklıydı. Olanları kısaca anlattıktan sonra işlerini bitirip çıktılar evden. Şimdilik birkaç parça eşya işlerini görürdü. Etrafa sora sora ikinci el eşya satan dükkânlardan aldıkları eşyaları dükkân sahibinin arabası ile eve getirdiler.

"Abla bunlar kim?" Bahçede toplanan kalabalığa bakarken hızla indi arabadan.

"Siz kimsiniz? Ne işiniz var burada?" Sesi bahçede yankılanırken gözleri evini tarıyordu. Kapısı açık, içeriden adamlar çıkıyordu. İçeride eşyası yoktu ama bu korkmasına engel değildi.

'Allah'ım başımıza nasıl bir bela aldık biz?' içinden söylenirken yüzü sarılı Ali ve onu döven adamı gördü. Bu mahalleli laftan anlamıyor olmalıydı? Yardım istemediklerini söylemişken bu ısrar nedendi?

"Ali hatasını telafi etmek istedi bende onu getirdim," muhatap alacağı adam belli olmuştu işte. Öne çıkan adamın karşısında dik durdu ve yüzüne sert sert bakmaya başladı.

"Hikmet Bey ile konuşmamızda yardım istemediğimi söylemiştim. Gerçekten bu olanlara hiç gerek yok. Biz başımızın çaresine bakarız..."

"Siz bakarsınız hanımefendi ben bakamazsınız demedim ki? Benim problemim sizinle de değil. Ali cezasını çekiyor."

"Cezasını başka bir yerde verin lütfen. Ben istemiyorum bunları," evden ayrılalı daha ne kadar olmuştu ki bu kadar ilerlemişlerdi? Üç kişi çatının tepesinde, dört kişi temizledikleri evin içinde dolaşıyordu. Çıldırmamak mümkün değildi. Sinirle dişlerini sıktı, ellerini yumruk yapmış bu laftan anlamayan adama ne demesi gerektiğini düşünüyordu.

"Sizden izin almıyorum. İşleri bittiğinde güvenle oturabileceğiniz bir yer olacak. Arkanıza yaslanın ve olanları izleyin."

"Ne demek izin almıyorum? Bu ev benim, kendi evim hakkında kararları ben veririm. Size yardımınızı istemiyorum diyorum neden anlamıyorsunuz? Evimin içinde ne yaptığı belli olmayan insanları görmek istemiyorum. Çıkın gidin lütfen." Eli ile dışarıyı gösterdiğinde Cihangir elini takip edip baktı o yöne. Sabır diliyordu Rabb'inden. Gülfem de farkındaydı bu hareketin adamı kızdırdığının.

"Hanımefendi ben sabırlı bir adam değilim. Şimdi bu sözlerinizi kızgınlığınıza veriyor ve susuyorum lakin ne yaptığı belirsiz falan bu sözler yakışmıyor. Ben alttan alabilirim ama bu çocuklara söylersem pek anlayışlı olacaklarını düşünmüyorum," dedi tehditkâr bir ifade ile. Gülfem gözlerinin içine bakan adamın sözleri ile olduğu yere sindi. Ne kadar cesaretli olacağına dair kendisine söz verse de küçük yaşından itibaren hayatındaki erkeklerin kendisine uyguladığı şiddetten dolayı sindirilmiş bir kız çocuğuydu. Şimdi elini kaldırıp ona bir tokat atsa belki karşı gelmeye çalışırdı ama daha sonrasında olduğu yere çöker ve darbelerin bitmesini beklerdi. Üstelik tek başına da değildi, yanında kız kardeşi vardı. Kendi her şeyi kabul ederken Dilruba'yı da bu sıkıntıların içine çekemezdi. Dikkatleri üzerine çekmeden bir yaşam sürmek istiyordu.

"Ne yapıyorsanız çabuk yapın." Adamın sözlerinin ve kısacası ufak çaplı tehdidinin ardından kız kardeşini kollarının arasına aldı, bahçenin köşesine geçerek adamları izlemeye başladı. Aldığı eşyalar bahçenin köşesine duruyordu, evine giren yabancı adamlar vardı ve hava git gide soğuyordu.

"Abla ben çok acıktım." Dilruba'nın kendisine dönen gözlerine bakarken kendi açılığını unuttuğunu hissetti.

"Bende acıktım kuzum. Bir şeyler alırız şimdi." Gülfem yerinden kalkarken karşıda sandalyede rahat rahat oturup, telefonu ile oynayan adamın yanına gitti.

"Daha ne kadar sürer?"

"Var biraz daha hayırdır?" Hesap vermek istemiyordu...

"Markete uğramam gerekiyor."

"Bir saat kadar sürer. Siz gidin ben buralardayım."

"Askerlik arkadaşımsın ya, ölüme bile giderim ben seninle, sen evime bakmışsın çok mu?" Gülfem adamın alaycı yüzüne bakarken kendi kendine söylenmeyi ihmal etmedi.

"Bir şey mi dedin?" sorgulayan bakışlarla kendisini izleyen adama baktı boş boş. Bal gibi de anlamıştı ne demek istediğini inadına yapıyordu.

"Tamam dedim(!)"

Kız kardeşini de alıp bahçeden çıkarken arkasında bıraktığı adam keyifle kızların haline gülüyordu. Ali'nin yüzünden buralarda sürünüyordu. Eğer o helal yoldan para kazanmak yerine harama bulaşmasaydı bunlar olmayacak o da kendi işinin başında duracaktı. Ali'nin ailesine verdiği söz, Hikmet amcasının ısrarları onu buraya getirmişti.

Mahalle bakkalından aldığı malzemeler ve küçük tüp ile evlerine döndüler. Bahçeye girdiğinde az önce bıraktığı adamı görmemiş olmak onu rahatlatmıştı. Korkuyordu Gülfem o adamdan. Her an sinirli ve bağırmaya müsait bir görüntü sergiliyordu. Gülfem şiddet yanlısı insanlardan olabildiğince uzak duracaktı.

"Sen geç şurada otur," kardeşini köşeye; kapıdan görünmeyen kısma oturttu ve poşetteki malzemeleri çıkarmaya başladı. Bahçede duran malzemelerin yanından çaydanlığı da alıp geri döndü. Küçük tüpe çay koyup plastik tabaklara peynir zeytin koydu. Kısa sürede pek çeşit olmayan minik bir sofra hazırlamıştı bile. Demlenen çayı kenara alıp tavada pişirdiği yumurtayı kız kardeşinin ekmeğine koyup bir bardak çay doldurdu.

"Karnını doyur hadi."

"Abla sen de acıktın. Kendine de yapsana." Gülfem kardeşinin yanağını sevip gülümsedi. O da yiyecekti elbette ama şuan evinde nefes dahi almadan çalışan çocuklar bir şeyler atıştırdıktan sonra yerdi.

"Bende yerim sen karnını doyur," o sırada mutfağa giren çocuğu görünce yüzündeki gülümsemeyi sildi.

"Adın ne senin?"

"Emre, abla."

"Tamam, Emre şu malzemeleri balkona götür de bir şeyler atıştıralım." Çocuk sözünü ikiletmeden dediklerini yapıp malzemeleri balkona çıkarmaya başladı. Gülfem'de yeniden yumurta pişirmeye başladı. Neredeyse on beş yumurta pişirmişti, üç tabak olacak şekilde bölüştürüp Emre ile birlikte balkona taşıdı.

"Sen arkadaşlarını çağır, ben çayları doldurayım." Gülfem, plastik bardaklara çayları doldururken çocuklar tek tek geldiler yanlarına.

"Abla hiç gerek yoktu. Biz bir şeyler ayarlardık," neredeyse hepsinin ağzından bu cümle çıkıyordu.

"Çok bir şey yok ama şimdilik açlığınızı bastırır. Daha sonra kendiniz ayarlar iyice doyurursunuz karnınızı," çayları servis ederken içlerinde göremediği yüzü aradı gözleri. Hepsi buradaydı ama Ali yoktu.

"Ali nerede?"

"O çalışıyor abla. Cihangir ağabey ona mola vermeyeceksin demişti..."

"Cihangir hanginiz?" Oturan gençlerin üzerinde gezindi gözleri.

"Cihangir ağabey işte abla... Hani konuşuyordunuz ya?" Gülfem geç fark ettiği ayrıntı ile suratını buruşturdu. Çocuklara bir şey demeden içeriye geçti. Evin içinden çatıya uzatılan merdivene tırmanırken yukarıdan gelen gürültüyü duyabiliyordu. Çatı katına çıktığında kendisini yukarıya çekti ve Ali'yi aramaya başladı.

"Ali... Ali neredesin?" Çatı katında bulamadığı çocuğu çatının dışında buldu. Sargılı ve şiş suratı ile kiremitleri onarıyordu.

"Sen neden inmedin aşağıya?"

"Hazırlamak zorunda değildin abla. Çocuklar yesin saat geç olmadan bitirelim de eve gidelim."

"Cihangir Bey mola vermeyeceksin demiş doğru mu?"

"Yok, ben kendim inmiyorum. Hem yemek hazırlamana gerek yoktu abla. Ben cezamı çekiyorum, çocukların yemekleri bana aitti."

"Bak Ali, beni kandırdığını duyduğumda çıldırmak üzereydim. Ne kadar zor durumda kaldığımı sana anlatsam anlayacağından şüpheliyim. Ben sana güvenmiştim, yüzündeki masum gülümsemeye aldanıp bu çocuk iyidir, yeni hayatımda bana ilk yardımı bu çocuk yapacak demiştim. O kadar canımı yaktın ki... Daha önce çok canım yandı ama her şeye sıfırdan başlamışken bana yaptığın şey hazmedilir bir şey değildi. Şeytan tüyü mü var sende anlamadım ama kızgınlığımı unutup şu haline üzülüyorum. Beni kandırdığını unutalım, sanki ben mahallenize yeni taşınan bir komşuymuş ve sen bana insani görevini yapıyormuşsun gibi düşünelim. Bende bu yardımınız için size ikramda bulunuyorum tamam mı?" Genç adam kadının sözleri ile ona bakarken Gülfem bu saçlı sakallı adamın hâlâ küçük bir çocuk olduğunu düşünüyordu. Gözlerinde gördüğü parıltı bile onun ısrarını bekliyor gibiydi adeta. Onunla iyi anlaşacaklarına inanıyordu ya da inanmak istiyordu.

"Hadi beni kırıyor musun yoksa? Ben buranın yabancısıyım bana sen yardım edeceksin..." Ali kadının ısrarına dayanamayıp elindeki kiremit parçasını bıraktı.

"Abla özür dilerim sana yaptığım yanlış için. Beni polise de vermedin hem. Bundan sonra eline kıymık batsa, Ali diye seslen emrine amadeyim." Gülfem bu haline gülümsedi. Omzunu sıvazlayıp yolu gösterdi.

"Hadi hadi çok konuşmada inelim bize kalmayacak yoksa..." ikili peş peşe indi. Ali arkadaşlarının yanında yerini alırken Gülfem çocukların çaylarını ve meyve sularını dolduruyordu. Onların kendi aralarında dönen sohbetlerini dinliyordu.

"Bu akıllı Merdo adamın güvercinlerden çalmaya girince bacağından yemiş bıçağı. Bu önde adam arkada koşarak girdiler mahalleye," ismini hatırlayamadığı bir çocuk anlatıyordu başlarına gelen hikâyeyi. Onlar gülüyorlardı bu anılarına ama Gülfem suratını buruşturmaktan ileri gidemiyordu. Hırsızlık yapıyorlar, övünüyorlar ve yaralanmayı kahkaha atmak gibi kolayca anlatıyorlardı.

"Afiyet olsun," aniden duyduğu ses ile bakışlarını çocuklardan kaldırıp sesin sahibine baktı. Cihangir denen adam iki eli de dolu bir halde karşısında duruyordu. Bakışlarını ondan çektiğinde masaya çevirdi yeniden. Bu adam da hoşlanmadığı şeyler vardı ve uzak durmak istiyordu.

"Bende yemek getirmiştim ama ev sahibi hızlı çıkmış." Gülfem adamın gülerek söylediği sözlere karşı tepkisiz kaldı. Adamın da bunu taktığını düşünmüyordu. Yerinden kalkan çocuklardan birinin yerine oturup poşetteki ekmeklerden birini önüne koydu.

"Çay var mıydı?" Cihangir sabah Hazal'ı kontrole götürüp öyle gelmişti mahalleye. Oğlunun keyfi yerindeydi, çok az bir zaman kalmıştı kavuşmasına. Bu güzel durumun sevinci her haline yansıyordu. Mahalledeki sağlık ocağında da Ali'ye pansuman yaptırıp, mahallenin delikanlılarını toplayıp gelmişti Gülfem in evine. Kibar bir adam gibi kapıyı defalarca çalsa da cevap alamayınca zaten zor duran kapıyı pek fazla güç uygulamadan açıp, çocuklara yapmaları gerekeni söyleyip oturmuştu.

Kadının gelip itiraz etmesine de izin vermemişti üstelik. Şimdi ise elindeki köfte ekmek ile bu inatçı kadından çay istiyordu. Amcasının hatırı olmasa buraya kadar da gelmezdi lakin amcası köprü olsa üzerine basıp geçemezdi. Bir de Ali'nin ceza işi vardı, unutmamıştı.

"Var."

"Demli olsun." Gülfem adamın pişkinliği karşısında sinirden çıldırıyor olsa da belli etmeden boş bir bardağa çay doldurup verdi.

"Sedat herkese ekmeğini dağıt koçum." Karşısında oturan çocuk kalkıp ekmekleri dağıtırken sıra Gülfem'e geldiğinde kadın kendisine uzatılan ekmeği almadı.

"Teşekkür ederim karnım tok. Sen diğerlerine ver." Cihangir bu tepkiyi bekliyordu o sebepten üzerinde durmadı. Yemeğini yiyen çocuklar işlerine dönerken balkonda Cihangir ve Gülfem kalmıştı. Adamın biten bardağını yeniden doldururken oturduğu yerden kalktı Gülfem. Daha fazla bu adam ile muhatap olmayacaktı. Dilruba da mutfakta kalmıştı. Yanına gitmeliydi.

"Neden gitmedin buradan? Çok daha sakin bir semtte sana ev bulabilirdik," bu ne demekti şimdi? O kimdi de ona ev bulacaktı? Parmağında bulunan yüzükten evli olduğunu tahmin ediyordu. Evli bir adam gibi davranmak yerine, açık açık ona sarktığını düşünmeye başlamıştı Gülfem. Biraz daha zorlarsa yüzüne tükürüp, karısından vuracaktı eğer azıcık cesaret toplarsa.

"Burayı sevdim." Cihangir boğazdan gelen bir kahkaha attı. Bu hâli Gülfem'i sinir etse de belli etmedi.

"Bak onlara... Eli ile işaret ettiği çocukları gösterirken kızdan gözlerini ayırmadı.

"Onları inandırırsın ama beni inandıramazsın. Burayı kimse sevmez... Burayı devlet bile sevmezken sen daha bugün gelmişsin, nesini sevdin?"

"Sen nesini seviyorsun?"

"Ben burada doğdum, burası benim."

"Bende burada doğacağım belki?"

Cihangir çayından bir yudum daha alırken sözlerine devam etti. "Burası yeniden doğmak için hiç sağlıklı bir yer değil. Hasta olursun, hasta ederler..." Gülfem de bu cümleyi komik bulmuştu. Bu mahallede doğduğunu söyleyen adam ona bu mahalleyi kötülüyordu.

"Bu benim problemim." Gülfem ilk defa adamın gözlerine kendi isteği ile baktı. Sakallı suratına, sert çehresine tezat yumuşacık bakan gözleri vardı. Ona kızdığına adı kadar emindi ama gözleri öyle demiyordu. Saniyelik karşılaşmanın ardından gözlerini çevirdi. Kendi kendine telkinler verirken sakin kalmaya çalıştı. 'Elin kocasına bakma Gülfem... Adamın istediği ortamı ona sağlama sakın. O bakarsa da sen kör ol gerekirse ama bakma!'

"Bu mahallede olan her şey benim problemim anlıyor musun?" Cihangir aldığı cevap ile sinirlenmişti. Mahallenin insanlarının hepsini kurtarması mümkün değildi belki ama bu çukura düşen insanların kirlenmesine engel olmayacağı anlamına gelmiyordu.

İki kızın da yüzünden belliydi masum halleri. Annesi kardeşini süt kokulum diye severdi, hah işte bu kızın kardeşi süt kokuluydu sanki. Gülfem desen en az kardeşi kadar masum duruyordu. Kocası nerelerdeydi bir fikri yoktu. Parmağındaki yüzüğü görmüştü ama kocası ortalıklarda görünmüyordu. Belki de burada yeni bir hayata başlama istekleri kocasının yüzünden olmuştur diye düşündü. Er ya da geç öğrenirlerdi. Kolunu yakaladığı kızı bir iki defa salladı. Bedeni öne atılırken sesini olabildiğince kıstı ve göz bebeklerini kızın yüzüne sabitledi.

"Ne istiyorsun benden? İlla birine hesap vermek zorunda mıyım? Hiç bir şey sormadan, sadece biz olduğumuz için bir yerde barınmak yasak mı? Yaşamak istemek, özgür olmayı istemek suç mu? Hem size ne? Bırakın yaşayacaksam da ben yaşayayım. Bu hayat bizim, bu yaşam bizim. Hatalarım olacaksa da benim kararım olsun. Hareketlerim için haber vereceğim tek kişi kocam, onun da ne yaptığımdan haberi var." Cihangir kolunu tuttuğu kadından çıkan fısıltı halindeki sesleri zor işitmişti. Bu kadına neden bu kadar sinir olduğunu, şu an işinin başında olması gerekirken neden burada olduğunu sorguladı bir an...

'Ali'yi adam edeceksin, bu iki garibe doğruyu söyleyip buradan göndereceksin, ondan buradasın Cihangir. Amcana söz verdin unutma, kimseye zarar vermeyeceksin amcana verdiğin söz var,' beyni bunları söylerken içi başka söylüyordu.

'Hadi lan oradan! Elin garibi dediğinin bir seni dövmediği kaldı. Biraz daha zorla da, dişlerini eline versin. Sesini çıkarma onlar kendilerini korur, korumazsa da kendileri bilir seni ilgilendirmez,' iç sesi düşmanından farksızdı şuan. İç hesaplaşması kavgaya dönüşürken Gülfem bu zorba adamın düşünceleri ile olan çekişmesinden habersizdi. Ağlamak üzereydi, içini dökecek yer arıyordu ve hiç sırasının olmadığının da farkındaydı. Adamın çalan telefonu ile özgürlüğüne kavuşurken yerinde hareketlendi.

"Efendim?" Birkaç saniye bekledi. İşittikleri hoşuna gitmemiş olacak ki ifadesi değişip karardı.

"Ben eşiyim, bir sorun mu var?" Bir süre karşı tarafı dinledi. Elleri titrerken, Gülfem gözlerinin titrediğine şahit oldu.

"Durumu nasıl iyiler mi? Oğlum nasıl? Memur bey üstü kapalı cevaplar vermeyin bana. Durumları nasıl lütfen bunu söyleyin," bunları söylerken arabasına doğru koşuyordu çoktan. Gülfem ise adamın telaşı ile üzülmüştü haline.

Cihangir korku ile geçen yolculuğun ardından hastaneye geldiğinde hemen karısının olduğu odaya koştu. Girişte gördüğü adamlarına bakmadan girdi içeriye. Odaya göz attığında yatakta ağlayan karısını gördü. O gözyaşları yüreğini yangın yerine çevirirken gözleri karnına çevrildi.

"Hazal iyi misin?" Elleri hemen karısının yanaklarını buldu. Göz göze gelmeye çalıştı ama karısı inatla reddediyordu. Boşta kalan elini karnına yerleştirdiğinde taş gibi sert olduğunu fark etti. Hamileliği boyunca sayılıydı ona dokunuşu. Hazal inatla izin vermiyor, dokunuşlarının onu rahatsız ettiğini söylüyordu.

"Hazal ağlama ne oldu anlat lütfen," göz göze geldiklerinde Hazal bir kez iç çekip anlatmaya başladı. Cihangir'in içi acıyordu onun bu haline. Aylardır zor günler geçirdiğini biliyor, elinden geldiği kadar destek olmaya çalışıyordu. Evlendikleri günden itibaren eski Cihangir'i gömmüştü toprağın altına. Evladı için her şeyi unutmuş, ona ve karısına layık bir adam olmak için çabalıyordu. Hazal bu konuda yardımcı olmuyordu ona, her iyi niyetinin ardında bir kötülük arıyor, onu sorguluyor ondan uzak durmaya çalışıyordu. Cihangir ise karısını anlayışla karşılıyor, karısının bu duygusal değişimlerini hamilelik hormonlarına bağlıyor ve düzelecekleri niyeti ile yaşıyordu.

"Ben anlamadım ne olduğunu? Yürürken ayağım burkuldu ve düştüm." Cihangir karısının saçlarını okşarken onu sakinleştirmeye çalışıyordu.

"Şimdi iyisiniz ya, o yeter. Korkma, bir şey olmadı bak iyisin." Hazal kocasına sığınmayı seçti birkaç dakikada olsa. Onun sinesine sığınıp geçecek demesine ihtiyacı vardı. Çok bunalmıştı, çok sıkılmıştı. Annesi ve kocası arasında sıkışıp kalmıştı, kimseye derdini anlatamıyordu. Kocası onlar için çabalıyordu bunu fark etmemesi imkânsızdı ama annesi ona engel oluyor, kocasına besleyeceği en ufak duyguyu burnundan getiriyordu. Cihangir sakinleşen karısını yerine yatırıp koltuğu yatağın kenarına çekmek için ayaklandı. O sırada yatağın kenarına, yere bırakılan topuklu ayakkabılara takıldı gözü.

"Bunlar ne?" Hazal ayakkabıların orada olduğunu unutmuştu bile. Gözlerini pişmanlıkla kapatırken bu sorgudan nasıl kurtulacağını düşünüyordu. Cihangir'in onu defalarca uyarmasına rağmen sözünü dinlememiş, ona meydan okumuştu.

"Şey..." O sırada içeriye giren doktor ile sorusunu yinelemedi. Sonraya bırakmıştı belli ki... Hazal son haftalarında sayılırdı. Dokuzuncu ayın içerisindeydi ve doğuma iki hafta kadar vardı.

"Görünen o ki sancılarınız başlamış. Şuan için erken ve biz bunu engellemek için sizi burada misafir edeceğiz."

"Ama benim sancım yok ki?"

"Siz olmadığını sanıyorsunuz. Karnınızda sertleşme var, NST'de sancınızın olduğunu söylüyor." Cihangir doktorun odadan çıkması ile peşinden çıktı. Durumun ne olduğunu özel olarak konuşmak istiyordu. Hazal bu durumu fırsat bilip hemen annesini aradı. Hastaneye ilk geldiğinde annesini aramıştı ama kadın hâlâ ortalarda yoktu.

"Anne neredesin sen ya? Cihangir geldi, birazdan senin ne işin vardı dışarıda diye kıyameti koparacak."

"Hastanenin girişindeyim." Hazal apar topar telefonu kapatıp eski yerini aldı. Hırsla açılan kapıdan giren adamı gördüğünde yatağına olabildiğince sindi.

Cihangir doktordan duydukları ile sakin olmaya çalışıyordu ama bu pek mümkün değildi. Doğum başlamıştı, en fazla 3 gün durdurabilirlerdi ve Hazal'ın durumu şuan için uygun değildi.

"Üzerine gelmek istemiyorum ama dışarıda ne yapıyordun?" Cihangir ses tonunu sabitleyerek konuşmayı denedi. Biliyordu ki karısının bahanesi çok saçmaydı. Yine arkadaşları ile buluşmaya gitmişti, olmadı alışverişe gitmişti ama asla geçerli bir sebep değildi. Bir de şu uzun topuklu ayakkabıları vardı. Defalarca tembih etmiş, bana haber ver yalnız çıkma demişti ama onu dinlemeyi ısrarla reddediyordu. Cihangir'in amacı onu kısıtlamak değildi aksine yalnız olmayıp, başına bir şey geldiğinde yanında yardım edecek birilerini bırakmaktı.

"Kızlarla bir kahve içecektik sadece."

"Arkadaşların bizim evimize gelsin, evde için kahvenizi ben sana daha önce söylemedim mi? Yemek mi yiyeceksiniz istediğiniz yerden eve söyleyin, olmadı bana haber ver ben bırakırım seni demedim mi Hazal? Son ayına girdin, doktor seni defalarca uyardı, neden dinlemiyorsun? Bir de ayağına şunları giymişsin!" Bir yere kadar sakin kalabildi. Ses tonu sonlara doğru yükselirken içeriye giren kadın ile duruldu. Aile içi kavgaları kimseye belli etmeye niyeti yoktu.

"Ne bağırıyorsun sen benim kızıma? Sahipsiz mi sandın onu? Utanmaz herif, adam olsaydın da karının dibinden ayrılmasaydın." Cihangir karşısında duran kadının sözleri ile afalladı. Tüm suç onun mu olmuştu şimdi?

"Sizinle kavga etmeyeceğim Suzan Hanım, karıma da bağırmıyorum, neden böyle düşüncesizce davrandığını soruyorum. Beni siktir edin ona ve bebeğe bir şey olsaydı onu düşünüyorum. Siz de bir annesiniz, son haftalarınızda ayağınızda neredeyse yirmi santimetre topuklular ile bir dakika oturmadan orada burada gezdiniz mi?"

Suzan Hanım her zaman ki bilmişliği ile çenesini kaldırıp küçümser gözlerle baktı Cihangir'e. İlk baştan beri anlaşamamışlardı zaten. Ona göre Cihangir ve ailesi onlara uygun değildi. Sonradan görmüş, serseri, kabadayı ve görgüsüz insanın tekiydi hepsi. Şuan Cihangir'e hak veriyor olsa da bunu adama belli etmeyecekti. "Ben kızımı kendi kararlarını kendi veren, istediğini yapabilen, hayır demeyi bilen, akıllı, görgülü kısacası özgür biri olarak yetiştirdim. Çocuğunu senden daha çok düşünüyordur emin olabilirsin. Şimdi burada kızıma bağırıp çağırana kadar karısını seven bir koca gibi davranmayı deneyebilirsin."

Cihangir söyleyecek çok söz biliyordu. Bu kadını kolundan tuttuğu gibi kapı dışarı edip, evine dahi almamayı da biliyordu ama karısının hatırına sesini çıkarmıyordu. Zorlukla yutkundu ve Hazal'a bakarak konuşmaya başladı.

"Haklısınız Suzan Hanım. Ben karısına, evladına sahip çıkmayan düşüncesiz bir adamım. Yine siz haklısınız ne diyeyim," kayınvalidesinden ayırdığı bakışlarını ona korku ile bakan karısına çevirdi. Dudakları kıvrılırken rahatlaması için yanına yürüdü. Elleri saçlarını okşadı ve alnına bir öpücük kondurdu.

"Ben dışardayım, istediğin bir şey var mı?"

"Evden birkaç parça eşya getirir misin?"

"Tamam," içeride belli etmese de siniri geçmemiş aksine artmıştı. Odadan çıktığında değişen ifadesi ile karşı duvara giderek sinirle yumruklamaya başladı.

"Allah'ım sen bana sabır ver," defalarca ettiği bu dua omzuna dokunan el ile durdu.

"Oğlum," babasını gördüğünde yaşına başına bakmadan sarıldı adama. Kaç yaşına gelirse gelsin en zor anlarında babasını bulmak ona iyi geliyordu. Belki de küçükken hep yalnız başına ağladığı için bunu yapıyordu, o da bilmiyordu.

"Bir şey mi oldu?" Annesinin de orada olduğunu gördüğünde ona da sarıldı.

"Sancısı var ama durdurmaya çalışıyorlar. Suzan Hanım da içeride." Zehra Hanım daha fazla üstelemedi. Evlendikleri günden beri ne gelini ile anlaşabilmiş ne de kızın annesi ile yıldızları uyuşmuştu. Hazal'ın ona karşı bir yanlışı olmasa da soğukluğu aralarına duvarlar örmelerine yetiyor da artıyordu bile. Torunu ile ilgili tek kelam etmiyordu, doğacak olmasına içtenlikle sevinemiyordu. Ne ördüğü yelekleri, ne patikleri giydirmeyeceğini de biliyordu. Hiçbir şey söylemeden girdi içeriye. Cemal Bey ve Cihangir yalnız kalmışlardı. Yaşlı adam oğlunun bu haline içerlese de belli etmedi. Onu mutlu görmeyi her zaman çok istiyordu. Diğer evladı da önemliydi onun için ama Cihangir çok başkaydı.

Cihangir evlendiğinde mutlu olur demişti ama oğlu günden güne gözünün önünde eriyor, gün geçtikçe mutsuz bir adama dönüşüyordu. Eskiden yan yana oturduklarında ettikleri sohbetler yerini sessizliğe bırakmıştı, her hafta yaktıkları mangal günleri bitmişti. Cihangir eskiden akrabalarına önem verirken şimdi neredeyse akrabaları ile bir araya gelemiyordu. Bir araya geldiklerinde Hazal istemediği için Cihangir'de gelmiyordu artık. Oğlu benliğini kaybetmişti ve bu, Cemal Bey için çok üzücüydü.

"Konuşmak ister misin?" Cihangir konuşmadan onayladı babasını. Bahçeye çıkarken de evdekileri arayıp Hazal'ın çantasını hazırlamalarını söylemişti. Bahçeye çıktıklarında babasının adamı Burak elinde çay bardakları ile yanlarına geldi. Kuytu köşede olan bir bankın üzerine oturup sessizce beklediler. Cemal Bey oğlunun konuşmasını bekliyor, Cihangir babasının sormasını bekliyordu.

"Ben sormadan sen söylemeyeceksin herhalde? Karının ve bebeğinin durumu iyiyse sen neden sinirlendin o kadar?" Derin bir nefes çekti genç adam. İçi içine sığmıyordu, aldığı nefes ciğerlerini patlatacakmış gibi geliyordu adeta. Gözleri dolu doluydu, kaldıramıyordu üzerine bırakılan yükü.

"Sabah doktor kontrolüne gittik beraber. Doktor tansiyonunun yüksek olduğunu, dikkat etmesi gerektiğini söyledi. Bunlara rağmen gayet de sağlıklı görünüyordu ikisi de. Eve bıraktım, yanında kalabileceğimi söyledim ısrarla git dedi. Ben evden çıktıktan sonra arkadaşları ısrar edince o da çıkmış. Arkadaşları ile buluşmaya giderken de yolda düşmüş. Görevliler haber verdi bana da. Ona kızmadım bile baba, sadece neden dikkat etmediğini sordum. Arkadaşları ile evde buluşabileceğini söyledim, tamam sesimi biraz yükseltmiş olabilirim ama suçlamadım." Cihangir çoğu şeyin üzerini örterek anlattı. Babasının her şeyi bilmesine de gerek yoktu. İçini dökse yeterdi.

"Annesi geldi, küçümsedi falan işte. Her zamanki halleri..."

"Bir şey demedin değil mi?"

"Öyle bir şey yapsam duvarı yumrukluyor olmazdım herhalde baba. Hazal'ın hatırına sesimi çıkarmadım ama ne zamana kadar sabrederim bilmiyorum..." Cemal Bey oğlunun haline üzülmeden yapamadı. Biliyordu bu hâle geleceklerini. Oğlu ve gelini asla aynı yolun yolcusu değillerdi.

"Sabır oğlum... Evladın için bir şey demeyecek, her şeyi yutacaksın. Düzelir, bu zamanlar geçer gülerek izlersiniz..."

***

2 Ay Sonra...

Sessiz, soğuk ve karlı bir akşam dışarıda olan herkesin içini ürpertiyordu. Kimisi koştura koştura evine gidiyor, kimisi soğuk dinlemeden geziyor, kimisi de başını sokacak sıcak bir kuytu arıyordu.

Gülfem kabanına olabildiğince çok sarıldı ve dolmuş duraklarına yürümeye başladı. Ankara'ya taşınalı iki ay olmuştu neredeyse. Mahallesini sevmeye başlamış, güzel komşuluklar kurmuştu. Komşuları iyi insanlardı, onu koruyup kolluyorlardı. O evde değilken kardeşine göz kulak da oluyorlardı. Onların sayesinde para kazanabileceği bir iş de bulmuştu. Daha ne isterdi ki?

"Parasını göndermeyen göndersin," şoförün sözlerini işittiğinde cebine hazırladığı parayı uzattı. Akşam trafiği yüzünden on beş dakikalık yolu baya uzun sürmüştü. İneceğe durağa yaklaştığı sırada çantasının hareket ettiğini hissetti. Hızla çantasını yakaladığında hemen arkasında duran adamın elini çantasında yakalamıştı.

"Ne yapıyorsun sen?" Çığlığı ile adam ellerini geri çekti ve sırıtmaya başladı.

"Çantanın fermuarı açık kalmış, onu kapatıyordum. Usta müsait bir yerde tükür bizi be," adamın sözlerinden sonra Gülfem hemen çantasını açtı ve içini kontrol etti. Biliyordu fermuarını kapatmadığını ama şu an bir şey de yapamıyordu. Zaten ondan başka kimseden de ses çıkmamıştı.

"Param yok. Durdurma arabayı, paramı ver çabuk." Adam sırıtan ifadesini genişletirken cebinden çıkardığı çakıyı genç kadına savurdu. O sırada Gülfem korku ile geri çekilirken dolmuşun içinde bir uğultu duyuldu, arkasından küfürler. Gözlerini açtığında çantasını kurcalayan adamı başka bir adamın elinde yerde yatarken buldu. Tüm bu kargaşa saniyeler sürmüş gibi geliyordu. Adamın cebinden çıkarılan para ona uzatılırken içinden kendine ait olan miktarı alıp kalan kısmı geri uzattı. Ona yardım eden genç adam kalan kısmı da adamın yüzüne fırlatıp dolmuştan attı.

"Böyle şerefsizler iyice türedi. Ulan kendi mahallenizde bari yapmayın," adam söylenirken Gülfem neredeyse titriyordu. Kolunda hissettiği acı ile gözlerini sıkıca kapattı. Kurtulduğunu sanmıştı ama bıçak kesmişti kolunu.

"İyi misiniz?"

"Çok teşekkür ederim. Gerçekten çok teşekkür ederim," adama minnettardı doğrusu. O olmasaydı belki bıçak daha büyük bir zarar verecekti.

"Yaralı mısınız?" Adamın onun kolunu tuttuğunu fark etmişti. Bakışları kolunda gezerken birkaç kişi daha aynı soruyu sordu. Gülfem ise bir sorun olmadığına ikna etmeye çalışıyordu.

"Ufak bir sıyrık, eve gidince hallederim. Tekrar teşekkür ederim size," dedi onu kurtaran adama bakarken. Yüzü bir yerden tanıdık geliyordu ama kim olduğunu bilmiyordu.

"Rica ederim, ne demek... Kaptan müsait bir yerde inecek var," dolmuşun durması ile Gülfem de indi adamın peşinden. Adama bakmadan yokuşu tırmanmaya başladı ağır ağır.

"Pardon siz de mi burada oturuyorsunuz?" Kendisine seslenen adama baktı. Birkaç büyük adım da yanına gelmişti işte.

"Evet."

"Buradakileri tanırım genellikle ama sizi çıkaramadım," adamın şüpheli bakışlarına karşılık dikleşti Gülfem. Geldikleri günden beri kimsesiz olduklarını belli etmiyorlardı. Hep bir ailesi olduğundan bahsediyor, kocasının cezaevinde olduğundan, olmayan abilerinden bahsediyordu. Bu belki bir mühlet buradakileri oyalardı ve korumada kalırlardı.

"Yeni taşındık o yüzden tanımıyor olabilirsiniz."

"Nerede oturuyorsunuz? Yani hangi eve taşındınız?" Adamın meraklı sorularını havada bırakarak "iyi akşamlar size," dedi ve hızla yürümeye başladı. Gereksiz muhabbete girmişlerdi ve bu onu rahatsız etmişti.

Bakkala girdiğinde adamın gitmesi için biraz oyalandı. Nefes nefese kalmıştı doğrusu. Korktuğu her halinden belli oluyor olmalıydı. Bir gözü dışarıda, küçücük dükkânın içinde bir sağa bir sola giderken içeride Ahmet Bey'in de dikkatini çekmişti.

"Hayırdır Gülfem bir şey mi oldu kızım?" Bakkal Ahmet ağabeyin sorusu ile irkildi. Dışarıda onu takip eden adama o kadar çok odaklanmıştı ki onu unutmuştu.

"Yok, Ahmet ağabey, köpek kovaladı da korktum biraz," adam anladım der gibi kafasını salladı ve haberleri izlemeye devam etti. Gülfem ise birkaç parça malzeme ile ücreti ödeyip evine doğru yürümeye başladı. Her adımında istemsizce çevreyi kontrol ediyordu. Görünürde kimse yoktu, biraz daha hızlanarak kendi sokağına girmeyi başardı. Bahçe kapısından içeriye girdiğinde salondan gelen televizyon ışığı ile gülümsedi.

"Abla hoş geldin," eve girdiğinde kız kardeşi koltukta oturmuş televizyon izliyordu. Onu görmesi ile yerinden kalkıp yanına geldi. İki kardeş sarılırken Dilruba ablasının elinde duran poşetleri aldı. Akşama kadar can sıkıntısından patlamamış olması onun için iyi sayılabilirdi.

"Yemek hazır, hemen kuralım sofrayı." Gülfem hemen üzerini değiştirip, ellerini yıkadı. Bugün çok yorulmuştu. Gazetede gördüğü ilan ile temizlik şirketinde işe başlamıştı. Onların gönderdiği evlere gidip temizlik yapıyor, aylık parasını alıyordu. Şimdilik memnundu işinden, geçimini sağlayacak kadar kazanıyordu. O gelene kadar Dilruba çoktan sofrayı kurmuş, çorbalarını doldurmuştu bile. Kız kardeşinin yanına otururken her zamanki sorularını sormaya başladı.

"Ne yaptın bugün?" kız kardeşi pek evden çıkmıyordu, Gülfem de istemiyordu zaten. Komşularının neredeyse hepsinin yetişkin oğlu vardı ve hiçbiri de çalışmıyordu. Onlar evdeyken Dilruba'yı oraya gönderemezdi.

"Hiç bir şey yapmadım. Akşama kadar biraz oya yaptım, sana çorba yaptım o kadar."

"Ellerine sağlık çok güzel olmuş. Bu hafta iznimde çıkar gezeriz olur mu?"

"Olur ablacım. Ha sahi Ali geldi bugün. Akşam sana bir paket bırakacakmış sanırım. Hani şu adam vardı ya adını unuttum?" Dilruba, Ali'nin söylediği ismi hatırlamaya çalışırken Gülfem atıldı ondan önce.

"Cihangir mi?"

"Ha... Yok, o değil, diğeri ya. Hani ondan önce gelmişti de evinizi yaptıralım dedi ya. Cihangir ağabeyin amcası." Dilruba bir taraftan yemeğini kaşıklıyor, diğer taraftan bir şeyler anlatmaya çalışıyordu ama Gülfem henüz konuyu anlamamıştı.

"Hikmet Bey mi?"

"Hah o sana bir şey göndermiş de onu verecekmiş."

"Getirsin işte niye önceden haber veriyor sana. Bu çocuğa da yüz verdim astar istiyor. On kere söyledim ben yokken eve gelme, gerekirse beni ara diye," sözlerini bitirmişti ki kapı çaldı. Hızla yerinden kalkan Gülfem kapıyı açtığında elinde kocaman koli ile ona bakan Ali ile karşılaştı.

"İyi akşamlar ablam." Gülfem ne kadar kızarsa kızsın bu çocuğun şebeklikleri karşısında yumuşuyordu bile.

"İyi akşamlar Ali. Buyur ne vardı?"

"Bunu Hikmet ağabeyim gönderdi." Koliyi ayaklarının ucuna bırakırken Gülfem sorguladı sebebini.

"Ne bu?"

"Gıda kolisi ablam."

"Bizim ihtiyacımız yok. Sen başkasına ver." Ali'nin anında gülen yüzü düşünce ters ters baktı kadına.

"Abla herkese dağıttılar zaten. Tüm mahalleye verdiler, bende aldım. Bunu da özel olarak sana gönderdi."

"Bana niye gönderiyorlar Ali? Allah'a şükür çalışıp kazanıyorum paramı. Aç değiliz, açıkta değiliz."

"Abla kimse aç, açık değil. Adam gönlünden geçirip göndermiş iste ne diye tantana ediyorsun. Bak o kadar dertlerinin arasında seni düşünüp gönderdi adam, hâlâ yaranamıyorlar. Yemin ederim katır inadı var sende." Gülfem o an sadece dertleri var lafını anlamıştı. Ona katır demesini umursamamıştı bile. Bu üç ay içinde defalarca karşılaşmıştı Hikmet Bey ile. Yolda görüştüklerinde ayaküstü sohbet edip yollarına devam ediyorlardı. Onlara yardımı fazlasıyla dokunuyordu.

"Hayırdır ne dertleri var?" Hikmet Bey gerçekten de iyi bir adamdı. İlk geldikleri andan itibaren onları koruyup kollamıştı. Bakkala veresiye hesabını bile onun sözleri ile açtırmıştı.

"Duymadın mı sen?" Ali anında modunu değiştirip dedikoducu mahalle kadınları gibi ona yaklaşınca Gülfem istemsizce bir adım geri çekildi.

"Duymadıysan ben söylemem o zaman. Valla kellemi uçururlar benim." Ali korku ile geri çekilirken Gülfem'in vazgeçmeye niyeti yok gibi duruyordu. Bir taraftan merak ederken, diğer taraftan kendisine kızıyordu. Onu ilgilendirmeyen insanlar için neden merak duyuyordu?

"Gıdakladın, yumurtla Ali. Kimim var da söyleyeceğim sanki?" Ali biraz tereddüt etse de söylemek zorunda hissetti kendisini. Etrafa gereksiz bir bakış atıp kısık tuttuğu sesi ile konuşmaya başladı.

"Cihangir ağabeyim karısından ayrıldı. Çocuğu da yeni olmuştu, onu da aldı gitti karısı." Gülfem duyduklarına üzüldü. Adamın ailesine önem verdiğini o kısacık görüşmeden bile anlamıştı. Ayrıldıklarına üzülmemişti, sevmiyorlarsa ve beraber olamıyorlarsa ayrılmaları en mantıklı olandı ama bir bebeğin bu kadar küçükken babasından ayrı kalmasına canı sıkılmıştı. Kendisi de bu acıyı yaşadığı için anlayabiliyordu durumu. Adamın evin içindeki tavrını bilmediği için kadını suçlamayacaktı elbette. Tanımadığı bir ailenin iç meselelerine yorum yapmak haddine değildi.

"Yaa. Çok üzüldüm. Peki, görmüyor mu çocuğunu?"

"Görmüyor asıl mesele o zaten. Kadın aldı gitti çocuğu, abime göstermiyorlar."

"Bende üzüldüm inan ki. Küçücük bebek, anne sevgisine ihtiyacı olduğu kadar baba şefkatine de ihtiyacı var ama kadını da dinlemek lazım. Canı yanmış belli ki yoksa neden göstermesin evladını babasına?" Ali bu sözler üzerine ayıplar bir bakış attı. Gülfem bu bakış ile kaşlarını çattı ama laf etmedi.

"O nasıl söz abla? Sen ağabeyimi tanımıyor olabilirsin ama benim ağabeyim bir tanedir. Kimseye özelliklede çocuğunun annesine asla eziyet etmez, üzerine toz kondurmaz, kimseye laf ettirmezdi. Sen bilmiyorsun ama o kadın çocuğunu da istemiyordu, abimin zoru ile doğurdu şimdi de istemediği çocuğu kaçırıyor ağabeyimden. Benim ağabeyimi bir görsen eridi aktı adam, hayata küstü geziyor deli gibi etrafta." Gülfem adamın sözlerini şaşkınlıkla dinliyordu. Az önce konuşmak istemeyen adam her şeyi dökülmüştü.

"Ne diyeyim Ali haklarında hayırlısı olsun. O minik oğlan en az zararla büyüsün inşallah." Gülfem daha fazla uzatmadı. En azından o küçük bebeğin onu arayıp soran, arkasından üzülen bir babası vardı. Gülfem'in o da yoktu. Kimsesizdi. Bir şekilde büyüyüp yetişmişti.

"İnşallah abla. Neyse ben gidiyorum şimdi, bir şey olursa ararsın." Ali'nin arkasından bakarken koliyi de beraberinde içeriye aldı. Kapının pervazında duran kardeşini gördüğünde buruk bir gülümseme bıraktı.

"Görüyor musun ne babalar var Dilruba? Adam evladının hasretine deli olmuş diyorlar. Bir baba böyle mi olur babasız olduğumdan bilmiyorum, şaşırdım..."

"Belki de babanın olmaması daha iyi abla. Benim vardı da ne oldu? Hiç saçımı okşamadı, ihtiyacımı sormadı. Kızım dediğini hatırlamıyorum. Olanlar ne gördü de, olmayan ne görecek. Sıkma o güzel canını sen."

"Beş parmağın hepsi bir mi güzelim. Ne iyiler var şu hayatta, bize hiç denk gelmeyen. Bizim payımıza düşen de, kalbi kötülükle dolu olanlarmış, ne yapalım?"

***

Cihangir oturduğu koltuğa iyice yayıldı. İki gündür uyku girmemişti gözüne, uyuyamıyordu. Bedenini esir alan özlem, hasret yüreğinin kapılarını zorluyordu. Oğlunun o mis kokusu burnunun direğini sızlatıyordu. Alışmıştı onunla uyumaya, koynunda uyutmaya. İki haftadır oğlunu görmüyordu ama iki gündür hiç bir haber almıyordu onlara dair.

Tüm bedeninde hâkim olan titreme gelecek olan krizin habercisiydi biliyordu. Oğlunun fotoğrafını yeniden kaldırdı gözlerine. Minicik eline tutturulmuş balona, büzük büzük duran dudaklarına baktı. Uzanıp ekranı öptü doyabilecekmiş gibi. Gözünden akan tek damla yaş yanağından süzülürken oğluna sözler veriyordu.

"Kavuşacağız oğlum, baban gelip alacak seni ve yeniden yan yana olacağız." Hazal oğluna bakamıyordu ve bu gerçek canını acıtıyordu Cihangir'in. Korkuyordu oğlu için, telaşlanıyordu. iki ay boyunca oğlu ve karısının yanından bir gün olsun ayrılmamış onların yanında olmuştu. Hazal'ın depresyona girmesini istemediği için başında beklemiş, sıkıntılarını, sorumluluklarını üstlenmeye çalışmıştı. Hazal oğlunun altını almazken Cihangir alıyordu. Hazal uyutmazken Cihangir uyutuyordu oğlunu. Tek eksiği vardı emziremiyordu, o zaman bile Hazal'a telkinler veriyor ne kadar iyi bir anne olduğundan bahsediyordu.

Hazal kabul etmek istemiyordu ne onu, ne de oğlunu. Her defasında böyle küçük mü kalacağını soruyor, acilen bir bakıcı tutmaları gerektiğini söylüyordu. Süt vermek istemiyor, sesini duyunca suratını ekşitiyordu. Cihangir biliyordu Hazal'ın bunları bilinçsizce yaptığını, sadece alışması için zamana bırakıyordu. Düzelecekti ve alışacaklardı. O tüm iyi niyetiyle bunları söylerken bir gün boşanma isteği ile gelmişti karısı karşısına.

"Çocuk doğduktan sonra istediğini yapabilirsin demiştin," Cihangir ifadesizce bakmıştı karısına. O da boşanacaklarını biliyordu ama bu kadar kısa sürede beklemiyordu.

"Anlaşmalı boşanamayız henüz birkaç ay var bir senenin dolmasına," dedi prosedürleri hatırlatarak. Hazal koltuğa otururken kıvranıyordu resmen. Bir an evvel bu evden kurtulmak istiyordu. Burada kaldığı her an annesi tarafından kocasına çekilmek konusunda baskıya maruz kalıyordu. O hiç bir zaman kendi kararını kendi verememişti ve yine annesinin yardımına ihtiyacı vardı.

Annesi Cihangir'i aileye yakıştırmıyordu. Bu Hazal için geçerli bir sebepti.

"Sen bir yolunu bulursun Cihangir. Bak bebek duracak dedin kabul ettim, evleneceğiz dedin yine tamam dedim ama daha fazla sürdüremem bunu."

"Velayeti ben alacağım. Çocuğumu bana ver nereye gidiyorsan git," onayladı kadın. Cihanşah'a bakamayacağını biliyordu, göz göre göre ilgilenemeyeceği evladına eziyet edemezdi. Cihangir onu onaylarken kadının ona yapacağını tahmin edememişti.

Cihangir avukatları ile görüşüp boşanmak için ne gerekiyorsa yapılmasını istedi. Bu süre zarfında Hazal ile aynı evi paylaşmaya devam etti. Anlaşmalı boşanmadılar lakin çekişmeli açılan dava iki tarafında hiç bir talebinin olmaması sebebiyle tek celsede bitti. Hazal bebeğin küçük olduğunu, hâlâ emdiği için onu bırakmayacağını, Cihangir'in belirlediği bir evde kalacağını ve Cihangir'in oğlunu istediği zaman, istediği saatte görebileceğini söyledi.

Cihangir yüreğinde kötülük olmayan bir adamdı, ardından oynanan oyunu fark etmedi. Kabul etti şartlarını. Evladı annesinden ayrı kalmasın diye o evladından ayrı kalmayı göze aldı. Boşandıkları gün Hazal oğlu ile terk etti onu. Bu evde ikisi kalacak, Cihangir başka bir eve çıkacaktı ama olmadı. Hazal onu kandırmıştı, Cihangir de sorgulamadan inanmıştı sözlerine. Hazal yaptıklarını birkaç kelime ile açıklamıştı.

"Biz iyiyiz, biraz senden uzak durmaya ihtiyacımız var. Yeniden geleceğiz o zamana kadar lütfen bizi rahatsız etme," bu sözler onu çıldırtsa da elinden bir şey gelmedi.

Babası mantıklı bir konuşma yapmıştı, oğlunu düşünecekti. "Oğlum ileride evladına açıklayamayacağın bir şey yapma. Bırak dinlensin, kafasını toparlasın er ya da geç karşılaşacaksınız," işte elini kolunu bağlayan bunlardı.

Evladı olmasaydı Hazal'ın gözünün yaşına bakmayacaktı. Kadın o hakkı kaybetmişti artık. Şimdi ise oğlunun hasreti ile tek başına kavruluyordu. Herkes evine köyüne çekilmiş, ailesi ile vakit geçirirken Cihangir karanlık ve soğuk evinde oğlunun yolunu gözlüyordu. 

BÖLÜM SONU...

Continuă lectura

O să-ți placă și

380K 22.8K 35
O gün, o balkonda Asrın cebinden bir yüzük çıkarıp kıza evlenme teklif ettiğinde Nur bir rüya görmekte olduğuna kanaat getirmişti. Bakışlarını yüzükt...
KARAYEL De Betül K.

Ficțiune adolescenți

68K 5.6K 30
Hayatını kendi yazdığı kurallarına göre yaşayan Göktuğ Karayel. Yazılan kuralları tek tek silmeye ant içen Rüya Çağlayan. Ufuk çizgisinin ardındaki d...
244K 17.6K 21
Çocukların resim defterine çizdikleri Güneş'in sarısında saçları, Bade'den aldığı yeşilleri, Savaş'tan aldığı kararlılığı ve dik kafalılığı... Kavin...
245K 19.2K 27
Yüsra, ömründe ilk kez ağabeyinden gizli bir yola gitti. Üstelik, oldukça riskli bir yola... Görev icabı sınırda bulunan askerlere yardım eli olmak i...