AHÛZAR SERİSİ (TAMAMLANDI)

By haticekubraozcan

1.2M 49.3K 11.3K

[AHÛZAR SERİSİ -1- KELEBEK SESLERİ] Her kadının dışında fırtınalar koparsa da içinde rengarenk çiçekli umutla... More

AHUZAR SERİSİ - 1. KİTAP: KELEBEK SESLERİ
KS - 1. Bölüm: ÖLÜ RUHUM
KS - 2. Bölüm: KURTULUŞUN UMUDU
KS - 3. Bölüm: PARAMPARÇA
AFİLLİ ÂŞIKLAR SERİSİ
KS - 5. Bölüm: EVLAT HASRETİ
KS - 6. Bölüm: KİMSESİZ KADINLAR
KS - 7. Bölüm: DEDİKODU KAZANI
KS - 8. Bölüm: İPTEKİ PEMBE ÖRTÜ
KS - 9. Bölüm: VELAYET
KS - 10. Bölüm: İŞ GÖRÜŞMESİ
DUYURU - OKUR GRUBU
KS - 11. Bölüm: CİHANŞAH
KS - 12. Bölüm: MEVLİT YEMEĞİ
KS - 13. Bölüm: TEKLİF
KS - 14. Bölüm: HATA MI ETTİM?
DUYURU - INSTAGRAM
KS - 15. Bölüm: SENİ SEVMEME İZİN VER
KS - 16. Bölüm: DÜĞÜN
KS - 17.Bölüm/Pt.1: AŞK SARHOŞU
KS - 17. Bölüm/Pt.2: AŞK SARHOŞU
KS - 18. Bölüm: TAK PARMAĞINA YÜZÜĞÜ
KS - 19. Bölüm: AYRILIK
KS - 20. Bölüm/Pt.1: YIKIMIN EMARELERİ
KS - 20. Bölüm/Pt.2: YIKIMIN EMARELERİ
BİR TUTAM
KS - 21. Bölüm: ANNE
KS - 22. Bölüm: GÜÇLÜ KADIN
KS - 23. Bölüm: AİLE
KS - 24. Bölüm: NEVŞEHİR
KS - 25. Bölüm: SEVE SEVE EVLENİRİM
VAHA
KS - 26. Bölüm/Pt.1: AŞK KADERİ
KS - 26. Bölüm/Pt.2: AŞK KADERİ
KS - 27. Bölüm: KURŞUN YARASI
KS - 28. Bölüm/Pt.1: ARKADA KALANLAR
KS - 28. Bölüm/Pt.2: ARKADA KALANLAR
KS - 29. Bölüm: YUVA
KS - 30. Bölüm: KELEBEKLERİN SONU
KELEBEK SESLERİ DUYURUSU
SADE'M
VEDA DUYURUSU

KS - 4. Bölüm: YENİLİKLER

25K 1.5K 206
By haticekubraozcan

Merhaba!

Buraya Kelebek Sesleri'ni okumasını tavsiye edeceğiniz bir arkadaşınızı etiketleyebilirsiniz...

Bol bol yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın lütfen :)

Keyifli okumalar...


KELEBEK SESLERİ

4. BÖLÜM: YENİLİKLER

Bazen gitmek unutturmaz; kalmak ise yaşatmazdı...

Eski, bir parça paslı radyonun sesi yükselirken kaldıkları barakanın önüne yerleştirdiği kütüklerin üzerinde oturuyordu Gülfem. Annesinin acısını yüreğine gömmeye alışmıştı. Her gün o toprağı suluyordu, umut çiçekleri ekiyordu.

Parmaklarını yüzüne kapatıp gözlerine bastırdı. Uykusu vardı ama uyuyamıyordu bit türlü.

Cemşit hava kararırken arkadaşlarını da alıp girmişti evin içine. Gülfem onlar evden ayrılmadan uyumayı düşünmüyordu. Kapıları kırık tahtalardan oluşurken, onlar uyurken bir ayyaşın saldırısına maruz kalmaları kaçınılmazdı. Ellerini yüzünden çekip dizlerine dayadığı baltayı kontrol etti. Eğer yanlış bir hareketleri olursa bununla savunacaktı kendini ve kardeşinin canını. Bir süre daha bekledi oturduğu yerde. Gözlerine yüklenen ağırlık ile kafasını ardında bulunan duvara yaslayıp gözlerini bir kaç dakikalığına kapattı.

Uyumayacaktı... Uyku onun düşmanıydı. İçinden bunları tekrarlarken evin içinden gelen bağırış sesleri onu irkiltti. Baltasını eline alıp kalktı ayağa. Sesler öyle yoğun geliyordu ki önce kardeşinin kapısını kontrol etti ardından eve doğru yürüdü. Evin kapısı ardına kadar açıktı, adımlarını o tarafa çevirdi. Tül perdeyi kaldırıp köşeden bakmaya başladı. Olayın ne olduğunu anlamasa da ortada dönen bir borç meselesi vardı. Cemşit'in hemen karşısında oturan adam elini masaya vurup ayağa fırladı. Bu hareketi Gülfem'in bir adım gerilemesini sağlarken, sözlerin muhatabı hiç korkmuşsa benzemiyordu.

"Ne demek borcum yok lan? Ben o parayı sokakta mı buluyorum? Eşek gibi vereceksin borcunu." Cemşit adamın sesi ile ayağa fırlamış yakasına yapışmıştı. Diğerleri de onları ayırmaya çalışıyor ama sarhoş olmalarının verdiği şaşkınlık ve uyuşukluk ile bir şey yapamıyorlardı.

Gözleri mutfaktan koşarak gelen Hamide'ye takıldı. Kocasını kavga ederken gördüğünde koşup ayırmaya çalıştı ama nafile bir çabaydı. Yüzüne yediği yumruk sendelemesine sebep olurken olduğu yere çöktü kadın. Gülfem hiç acımıyordu onlara. Er ya da geç yaşattıklarını yaşayacaklardı. Umurunda bile değildi.

O tüm bunları birebir yaşarken ona kimse acımamıştı.
Tüm olanları film izler gibi seyrediyordu. Cemşit adamın yakasını bırakıp mutfağa koştu. Geri döndüğünde elinde büyük bir bıçak duruyordu. Gülfem bir sonraki hamlenin ne olacağını merakla beklerken üzerine gelmeleri halinde kaçmak için temkinliydi.

Gülfem her an tetikte beklerken Cemşit elinde tuttuğu bıçağı çoktan adamın karnına saplamıştı. Tüm sesler o an kesildi ve ortama derin bir sessizlik hâkim oldu. Gülfem gözlerini çıkacak kadar açarken Cemşit elinde tuttuğu bıçağa bakakaldı. Ne bir adım ileri gidiyor ne de geri dönebiliyordu. Üzerine doğru yalpalar halde gelen adamları gördüğünde hemen geri çekildi. İkili küfür ederek kaçıyorlardı. Onların arkasından bakarken içeriden diğerlerinin sesleri duyuldu.

"Cemşit sen ne yaptın?" Karısı avazı çıktığı kadar bağırıyorken adam şoku atamamıştı üzerinden. Bu yaptığı karısına ve kızına uyguladığı şiddetler gibi değildi. Birini öldürmüştü. Katil olmuştu ve ölene kadar o parmaklıkların arkasında kalacak, çürüyerek ölecekti.

"Kes sesini kadın!"

"Katil oldun. Sen katil oldun..." Genç kadın olduğu yere çökerken Gülfem hâlâ şaşkınlıkla bekliyordu. Ani bir karar vermesi gerekiyordu. Şimdi vereceği karar ile bu adamdan ömür boyu kurtulabilirdi. Çok uzun sürmedi plan yapması. Cemşit'i o parmaklıkların ardına yollarsa gerisini bir şekilde hallederdi. Aklı ile hep övünmüştü. Pratik zekâsı uzun zaman önce işine yaramayı bıraksa da bu gece yeniden göreve başlamıştı. Cemşit'in elinden attığı bıçağa yaklaştı ve ayağı ile itekledi duvara.

"Burada olanları kimse bilmeyecek. Kendine gel hemen," derken sesini sakin tutmaya çalıştı. Cemşit ise bu kızın ne dediğini anlamaya çalışıyordu.

"Tut ayaklarından kaldıralım. Hemen toplayalım etrafı." Gülfem adamın gözlerine baktı küçümseyerek. Fırsat ayağına kadar gelmişken onu bırakmazdı.

"Saçmalama. Çekil şuradan," yere eğildi ve yatan adamın nabzını kontrol etmeye çalıştı. Parmaklarının altından hissettiği güçsüz atışlar ile sandalyede duran havluyu alıp uzattı yerde oturan Hamide'ye.

"Adam yaşıyor. Hemen ambulansı ara. Onlar geldiğinde de haneye tecavüz etti, karıma sarkıntılık etti bende saldırdım de. Sakın bizi karıştırma, Herkes senin bize değer vermediğini biliyor, bu bahaneye inanmazlar." Cemşit bir süre anlamaya çalıştı. Bu kız ona neden yardım ediyor bir türlü kavrayamadı.

"Hadisene ne bekliyorsun?" Gülfem'in sözleri saçma gelse de korktuğu için mantıklı gelmişti o an. Cebinden çıkardığı telefon ile ambulansı aradı.

"Al şunu bastır yarasına ölecek yoksa adam," kadın da sözleri kafasını sallayarak onaylamış, ardından da havluyu yaraya bastırmaya başlamıştı.

"Ceza alır mısın almaz mısın bilmiyorum ama senin için avukat tutacağım," saniyeler içinde aklı başında biri için saçma, hapse girme korkusu yaşayan biri için son derece mantıklı planı işe yaramak zorundaydı. İlk işi bu adamı o parmaklıkların ardına sokmak, sonrasında ise kardeşini alıp buralardan kaybolmaktı.

"Sen bana niye yardım ediyorsun kız? Doğru söyle ne planlıyorsun?" Omzundan tutup savurdu adam. Gülfem duvarın kenarına düşmüş, dudaklarından acı bir inilti dökülmüştü. Eliyle belini ovuşturup cevap verdi.

"Ne planlayacağım? Sen gidersen biz nerede barınacağız? Seni düşündüğümden değil, kendimizi düşünüyorum. Ayrıca ne olursa olsun başımızda bir erkek olmazsa halimiz harap olur. Bizi burada barındırırlar mı sanıyorsun sen?" Gülfem bunları söylediği için dilini ısırıyordu ama Cemşit bunu bilmiyordu.

"Ben olay olduğunda burada değildim. Ben sonra geldim anladınız mı? Beni karıştırmayın sakın. Karakol köşelerinde duramam bu yaştan sonra," adamın yarasını bırakıp kapıya yöneldiği sırada Cemşit yakaladı kolundan. Kendisine çevirdiği kadını yeniden, yaraladığı adamın önüne fırlattı.

"Yok öyle kaçmak Hamide Hanım. Sen bu evdeydin, bu şerefsiz Cihan sana saldırdı ve ben de namusumu korudum. Haneye tecavüz etti, karıma sarkıntılık etti bu herif, bende kendimi savundum. Diyeceksin anladın mı? Sen korku ile ne gördüğünü hatırlamıyorsun. Şimdi tut şu havluyu ölmesin pezevenk." Hamide gözlerini büyütüp, kafasını iki yana sallarken kabul etmek istemiyordu. Tam kurtuldum, artık rahatım derken bir de hapishane köşelerine düşmezdi.

"Anlamadıysan anlatayım. Senetlerin hala elimde, tek telefonuma bakar geldiğin yere gidersin," üzerine eğilen adam ile korkuyla titreyen kadın mecburen kabul etti sözlerini. Hele bir hapse girsin o senetleri bulup kurtulacaktı ondan da bu tımarhaneden de.

Siniri ile yakıp kavuran Cemşit gitmiş, onun yerine korkak bir adam gelmişti. Bir tarafı kaçmak isterken, diğer tarafı çöktüğü yerden kalkmasına izin vermiyordu. Dakikalar saatler gibi gelirken kapının dışından bir ses duyuldu. "Abla..." Dilruba'nın sesi ile Gülfem bakışlarını kardeşine çevirdi. Bir iki adımda kardeşini yakalayıp gerisin geriye çevirdi.

"Hemen ahıra geri gidiyorsun. Baban adamın birini bıçaklamış, büyük ihtimal tutuklanacak."

"Abla sana da bir şey olursa? Babamı biliyorsun o sana atar suçu..."

"Atamaz kuzum görgü tanıkları var. Korkma sen, şimdi içeriye gir ve ben gelene kadar çıkma dışarı. Askerler gelirse uyuyordum duymadım de," Dilruba korkuyor olsa da kabul etti sözlerini. Ablasını öptü, sarıldı ve geldiği gibi gitti. Gülfem ise içeride olanları uzaktan izliyordu. Dilruba'nın gitmesi ile siren sesleri duyuldu köy meydanında. Arabalar birer birer durdu önlerinde. Arabadan inen askerleri Gülfem karşıladı. Annesinin cenazesinde yardım istediği komutanı gördüğünde koşarak gitti yanına.

"Cemşit, beraber alkol aldıkları adamı bıçakladı. İçerideler şimdi," eli ile evi gösterdiğinde adam anlayışla kafasını salladı ve koşarak içeriye girdi. Gülfem de sağlık görevlilerinin peşinden girmişti. Hamide köşede kalırken, Cemşit derdini anlatmak için uğraşıyor ama askerler onu kelepçeli elleri ile dışarı çıkarıyorlardı.

"Gülfem Hanım sizin ifadenizi almamız gerekiyor"

"Peki, komutanım," derken adamı takip edip bindi arabaya. Karakolda geçen yedi saatin ardında nihayet rahatlamıştı. Karakoldan ayrılırken gülümsüyordu. Merdivenlerin ucuna geldiğinde derin bir nefes çekti ciğerlerine. Özgürlüğüne yeni bir adım atmıştı ve bu defa engelleyen olmayacaktı. İçeride olanı biteni, olayın namus konusu olmadığını bir güzel anlatmıştı.

"İyi nöbetler," nöbet bekleyen askerlere selam verip basamakları inmeye başladı. Ağır adımlarla bahçeden yürürken ona seslenilmesi ile duraksayıp, sesin sahibine baktı.

"Gülfem Hanım!"

"Efendim," ona doğru gelen asker ile duraksadı.

"Buyurun sizi eve kadar bırakayım."

"Yok, ben giderim. Teşekkür ederim."

"Komutanımın emri, lütfen buyurun." Gülfem teşekkür ederek takip etti adamı. Köye kadar sesini çıkarmadı. Eve geldiğinde teşekkür edip kardeşinin yanına koşmaya başladı. Gülfem'in girmesini beklemeden Dilruba çıkmıştı dışarı. İki kardeş birbirine sarılırken Dilruba ne kadar korktuğunu anlatıyor ve ne olduğunu soruyordu.

"Babanı tutukladılar Dilruba," dedi temkinli davranırken. O ne kadar Cemşit'i sevmese de Dilruba o adamın öz kızıydı. Belki babasının hapse girmesine sevinmesine kırılır diye düşündü.

"Çok şükür abla... Çok şükür ki kurtulduk," sevinçle gülümsedi iki kardeş. Gülfem kardeşini sarıp sarmaladı, öptü kokladı ve evlerine girdiler. Ertesi gün karakola gitmek için hazırlanıyordu Gülfem. Kardeşini de götürecekti bu defa.

"Dilruba," diye bağırdı göremediği kardeşine. Ondan önce bahçeye çıkmış olması gerekiyordu. Bir kaç kez daha bağırdı, cevap alamayınca telaşlanmıştı. Bahçenin etrafını tarayacağı sırada Cemşit'in evinden çıkan kardeşi ile duraksadı.

"Ne işin var senin orada?"

"Şerefsizin paralarını Hamide zillisine mi bırakacaktım? Ne var ne yok aldım, çıktım," elinde tuttuğu tomar tomar parayı savuruyordu havada. Bileklerine taktığı bilezikler ve parmaklarında duran yüzükleri de ablasına gösteriyordu üstelik. Gülfem ayıplar bakışlar attı kardeşine. O adamın hiç bir şeyini istemiyordu doğrusu.

"Bırak o pis paraları Dilruba."

"Hiç de pis değil, bunlar bizim hakkımız. O adamın tek evladı benim ve şuan o yoksa ben varım. Bu da demek oluyor ki tüm malı, tüm parası, her şeyi benim. Çatır çatır yiyeceğiz." Dilruba kardeşinin sözlerine güldü. Haklıydı, neden harcamayacaklardı ki.

"Haklısın, tamam bir şey demiyorum," ikili gülüşürken bahçeden içeriye giren imam ile bakışlarını ona çevirdiler. Adam mahcup bakışlar atıyordu ikisine.

"Kusura bakmayın rahatsız ediyorum ama Alparslan Komutan size telefonla ulaşamamış, beni aradı. Önemli bir konu varmış sanırım." Gülfem adamın uzattığı telefonu alırken teşekkür etmeyi ihmal etmemişti. Bir kaç çalış sonrası açıldı telefon.

"Kürşat hocam buyurun?"

"Komutanım benim Gülfem. Benimle konuşmak istemişsiniz," adamın gülümsediğini hissetti Gülfem. İyi bir adamdı, bunu anlamıştı kolaylıkla. İhtiyacı olan herkese yardım etmekten geri durmuyordu. Cenaze sonrası bir kaç defa uğramış, hal hatır sormuş, bir ihtiyacı olup olmadığını kontrol etmişti. Bu bir tek Gülfem'e yaptığı bir muamele değildi, tüm köylüye karşı iyi bir adamdı.

"Gülfem Hanım nasılsınız?"

"Teşekkür ederim iyiyim. Karakola geliyordum bende."

"Gelmeden aradığım iyi olmuş o halde. Kalabalık bir yerdeyseniz biraz uzaklaşmanızı rica edeceğim. Sizinle konuşmak istediğim özel konular var." Gülfem özel konulardan kastını anlamasa da kardeşine ve Kürşat hocaya belli etmeden birkaç adım uzaklaştı.

"Dinliyorum şimdi."

"Cemşit'in yaraladığı adam öldü. Dün sizinle konuşmuştuk, buralardan gitmek istiyorum demiştiniz." Gülfem nefessiz dinliyordu adamı. Onay cümleleri kurmuyordu bile.

"Benim kız kardeşim avukat, pek etik değil ama dün sizin konunuzu konuştuk kendisiyle. Eğer izniniz olursa size bu konuda yol göstermek istiyor." Gülfem çok sevinmişti işittiklerine. Gerçekten eğer böyle bir şey olursa ondan mutlusu olmazdı.

"Gerçekten mi? Şimdi onun cezası baya uzun olur değil mi?" Adam, kadının sevinci karşısında mutlu olmuştu. İlk tanıdığı andan itibaren bu iki kardeş onun aklını kurcalıyor, aklına geldiğinde onlara yardım edemiyor olmanın vicdan azabını çekiyordu. Bazı durumlarda vicdan kanundan önce geliyordu ve Alparslan tam da o anlardan birindeydi.

"Öyle umut ediyoruz Gülfem. Şimdi sen karakola gel, ben kız kardeşim ile görüştüreceğim seni."

"Teşekkür ederim komutanım," derken gerçekten işlerin yoluna girdiğini düşünüyordu Gülfem. Telefonu sahibine verip karakola gitmek için yola koyuldular. O andan sonrası çorap söküğü gibi geldi. İlk önce Alparslan Bey'in kız kardeşi Selcan Hanım ile konuştu. Dilruba için vasi talebinde bulunacak, ardından da taşınmaz malların satışı ile ilgili mahkemeye başvuracaklardı. Bunun için hapis kararının netleşmesini bekliyorlardı. Selcan Hanım onlara bu konuda yol göstereceği sözünü verdiğinde iki kardeşte rahat bir nefes aldı.

"Komutanım Allah razı olsun çok yardımcı oldunuz," dedi masanın arkasında oturan adamı izlerken. Onun yardımı olmasaydı ne yapardı bilmiyordu.

"Ben bir şey yapmadım Gülfem. Aylardır içim içimi yiyordu yardım edemiyorum diye, böylelikle bende rahatlamış oldum."

"Allah razı olsun," kız kardeşi gözünün içine bakıyordu kalkmak için. Müsaade isteyip kalktılar. Alparslan da onları uğurlamak için kalktı.

"Selcan'ın size ulaşması için bir telefon numarası alabilirsem..." Gülfem kız kardeşine baktı. Gülfem'in telefonu yoktu ama Dilruba'nın vardı. Babasından gizli saklı almıştı bu tuşlu telefonu. Ablası evliyken onunla konuşuyordu ara sıra. Hemen numarasını verdi adama. Artık orada kalmaları için bir sebep kalmamıştı.

"Kolay gelsin."

"Ay vallahi bu nasıl ilgidir abla?" Dilruba alttan alta laf vuruyordu ablasına. Henüz karakoldan çıkmadan yapıyordu üstelik.

"Senin gibi düşünenler yüzünden kimse iyilik yapamaz oldu Dilruba..."

"Ne dedim ben şimdi ya? Adam fazla ilgili dedim sadece."

"Kes Dilruba, kes," karakoldan çıkıp çarşıya uğradılar. Dilruba abur cubur almak için ablasından izin alıyor, Gülfem fazla açılmamaları gerektiğini tembihliyordu her defasında. Dilruba ve Gülfem çocukluğunu yaşayamamış iki kardeşti. Yaşları ve bedenleri büyümüş olsa da içlerinde boynu bükük birer kız çocuğu duruyordu.

Anne ve babası olmayan insanlar çocukluğunu yaşayamadan büyürler. İçlerinde hep eksiklik, hep burukluk kalır. Altmış yaşına gelse de o saçlarının okşanmasına, sevilmeye daima muhtaçtırlar.

"Abla ne olur bunu alalım," elinde tuttuğu ayna takımını gösteriyordu Dilruba. Dışı gümüş rengi ve gül işlemeliydi. Tarağı da tıpkı aynası gibiydi süslü püslüydü. Takıma bakarken yanında hissettiği beden ile duraksadı.

"Gülfem," dedi Mirza gülümseyerek.

"Dilruba ne alıyorsan al gidelim hadi."

"Parası ödendi onun," dedi Mirza utanmadan ve devam etti." Gülfem biraz konuşalım mı?"

"Benim seninle konuşacak bir şeyim yok."

"Bak, ben özür dilerim." Gülfem devam etmesine izin vermeden kaldırdı elini havaya. Daha fazla saçmalamasına izin vermezdi, geçmişte olup bitmiş bir şeyi dillendirmesine gerek yoktu.

"Sen kimsin de karşıma geçmiş böyle konuşuyorsun?"

"Gülfem ben çok pişmanım, seni kırdım üzdüm ama cezasını da çektim. Ben seni sevmekten vazgeçmedim," dedi utanmadan. Gülfem ise gülerek izliyordu adamın saçmalamasını. Mirza onun bu halini fark ettiğinde duraksadı.

"Oğluna bakıcı mı arıyorsun Mirza? Ben zorla evlendirilirken neredeydi aklında şimdi çıkıp geldin? Daha fazla etrafımda dolanma seni pişman ederim," dedi ve kardeşinin aldığı takımın parasını satıcıya verip ayrıldı oradan. Zamanında yanında olmayan adam boşanınca oğluna baksın diye peşinde gezer olmuştu.

Kimsenin gönlünün eğlencesi olmayacaktı Gülfem. Buna izin vermeyecekti. Çarşıdan eve geldiklerinde evin içinden gelen sesler ile ikili bekledi. Dolap kapakları kapanıyor, kapıların vurulma sesleri geliyordu. Gülfem bir gün önce bıraktığı baltayı alıp eve girdi. Açık kapıdan içeri girdiğinde Hamide evi kurcalıyordu.

"Ne yapıyorsun sen?" onu beklemiyor olacak ki sesinden korkmuş, elinde tuttuğu telefonu düşürmüştü.

"Evimi toparlıyorum, asıl siz ne yapıyorsunuz evimde," dedi pişkin pişkin.

"Bana baksana sen; Cemşit girdi içeri çıkamaz artık o delikten. Şimdi odaya gidip pılını pırtını toplayıp defolup gidiyorsun buradan. Bu ev bizim, bu evde ne varsa hepsi bizim," dedi tıslarcasına. Hamide diklenecek gibi oldu ama Gülfem buna izin vermedi. Elinde duran baltayı gösterip tehdit etti.

"Seni, kıtır kıtır keserim, şu bahçeye gömerim Hamide. Suçu da geldiğin yerdeki adamlara atarım anladın mı beni?" Kadın korku ile kafasını sallamış, koşar adım eşyalarını toplamak için odasına girmişti. Bu sırada Gülfem Cemşit'in ahıra sakladığı kadının senetlerini getirtti kardeşine. Hamide toparlanıp giderken senetleri yüzüne fırlatıp bir daha görüşmemek üzere yolladılar evden. Bir sorunu daha halletmişlerdi nihayet.

Olayların üzerinden dört ay geçmişti ki Cemşit, tasarlayarak adam öldürme suçundan 'on beş yıl üç ay' ceza aldı. Gülfem bu karara sevinirken Cemşit cezaevine girdiğinde, kararı bozduracağını, avukatı değiştireceğini, daha iyi bir avukat bulup onu buradan çıkacağını söylemişti. Mahkemece Dilruba'nın vasisi olarak atanması kararı verilmişti. Bundan sonrası daha kolay olacaktı.

Kimseye haber vermeden Hüseyin Bey'in konağının önünde aldı soluğu. Israrlarına dayanamayan çalışanlar adamın yanına çıkarıp ikisini konuşturdu. Gülfem başına gelenleri anlatıp adamdan yardım istediğinde, Hüseyin Bey genç kadına yardım edeceğinin garantisini verdi. Cemşit'in borçlu gösterilmesi ile işler hızlandı.

Mahkeme taşınmaz malların satışı için pazarlık yoluna gidileceği kararını verip işlerini kolaylaştırdı. Kaldıkları ev, tarlalar tek tek satıldı ve Cemşit'in Hüseyin Ağa'ya olan borcu için ödeme yapıldı. Hüseyin Ağa ise kızlara tüm parayı iade edip onların yeni hayatlarına gidiş biletleri olmuştu.

Para Dilruba'nın hesabına yatırıldığında bir dakika bile burada durmama sözü verdi kendine. Bu köye çok kurban vermişti Gülfem. Çocukluğunu, gençliğini, ömrünü en önemlisi de annesini kurban etmişti buraya. Kardeşini bu bataklıktan kurtaracak, ona yeni bir hayat kazandırana kadar da peşinden ayrılmayacaktı. Dilruba kendisi gibi olmayacak, hakkını savunan güçlü bir kadın olacaktı ve dahası bu dünyada bir kimliğe sahip olacaktı.

"Abla nereye gideceğiz?" Valizini toplayan kardeşine baktı umutla. Gidiyoruz demişti ama o da bilmiyordu nereye gittiklerini. Kafasında bir yer yoktu gidecekleri. Ne zaman terminale giderler o zaman karar verirlerdi.

"Otogara gidelim de ilk otobüs nereye gidiyorsa oraya gideceğiz," toplanan valizler ile apar topar çıktılar evden. Sadece kıyafetlerini aldılar, bir de annesine ait birkaç parça eşyayı. Hava kararmıştı iyiden iyiye. Köy sokaklarında bir kaç başıboş köpekten başka bir şey yoktu.

Kürşat hocanın evine geldiklerinde sessizce çıktı merdivenleri. Kapıyı açan kadın onları gördüğünde şaşırsa da belli etmedi. Yüzünde beliren gülümseme ile davet etti ikisini de. Gülfem girmek istemiyordu. Bir an evvel bu lanetli köyden defolup gitmek istiyordu o kadar. Yaşlı kadının gülümsemesine karşılık verirken konuşmaya başladı.

"Biz gelmeyelim Züleyha teyze, şey diyecektim Kürşat hoca evde mi?" yaşlı kadın ikilinin ardındaki valizleri görse de sormadı.

"Camiye gitti kızım ama gelir birazdan. İsterseniz içeride bekleyin." Gülfem istemese de girmek zorunda kaldı. Koltuklara henüz oturmuşlardı ki kapı yeniden çaldı.

"Kürşat gelmiştir," kadın kapıyı açmaya giderken Dilruba ablasına bakıyordu. Oradan oraya sürükleniyorlardı ama umutluydu. Bundan sonrası çok daha iyi olacaktı onlar için. Bundan sonra rahat yüzü göreceklerdi. İçeriye giren adam ile iki kız da kalktı ayağa. Hem ilk defa yabancı bir eve gelmiş olmanın verdiği rahatsızlık, hem de bir an önce dertlerini anlatıp derman bulmak istiyorlardı.

"Hoş geldiniz." Kürşat hoca koltuklardan birine otururken kızlara döndü.

"Beni sormuşsun bacım. Bir sorunun mu vardı?" Gülfem ellerini dizlerine bastırdı ve adama karşı konuştu.

"Bizim otogara gitmemiz lazım. Bu köyde güveneceğim pek kimse yok. Aklıma da siz geldiniz. Eğer sizin için uygunsa bizi otogara götürür müsünüz? Ücreti neyse öderim," genç adam kızın sözlerini tarttı. Ne kadar zor durumda olduklarını duymaktan ziyade fazlasıyla görmüştü. Biraz düşünür gibi yaptı. Tek başlarına nereye gideceklerini merak ediyordu. Sorup sormamak arasında gidip gelse de merakı ağır bastı.

"Nereye gideceksiniz peki? Gideceğiniz yer var mı? Eğer yoksa yardımcı olalım."

"Ha... Yok, benim teyzem var İzmir'de. Onun yanına gideceğiz," Gülfem, adamın kabul etmesi için daha fazla yalan söylemeye hazırdı. Adam da uzatmadan kabul etmişti zaten. Evden çıktıklarında Gülfem ve Dilruba arka koltuğa oturdular. Züleyha Hanım da ön tarafa geçmişti.

"Sizi bırakıp hemen dönmemiz lazım. Yatsı namazına yetişeceğim." Gülfem bu işe sevinmişti bile. İtiraz etmeden kabul etti. Kısa süren yolculuğun ardından otogara geldiklerinde indiler arabadan.

"Kızım başınız sıkışırsa bu benim telefon numaram ararsın," yaşlı kadına sarılan Gülfem uzattığı kâğıdı sıkıştırdı cebine. Kürşat hoca bir kaç adım geride duruyordu. "Bacım eğer ayıp olmazsa şu parayı alın. Lazım olur yollarda."

"Yok, bizim paramız var."

"Paranız yok demedim ki. Elbette vardır ama bulunsun yanınızda." Gülfem almayacaktı. Parası vardı, ihtiyacı yoktu.

"Yok hocam ihtiyacı olan birine ver o halde. Bizim paramız var," adam daha fazla ısrar edemedi. Yeniden vedalaşıp geldikleri gibi gittiler otogardan. Gülfem ve Dilruba tek başlarına kalmışlardı. Derin bir nefes çekti ikisi de ciğerlerine. İşte şimdi başlıyorlardı.

"Ankara'ya iki bilet alabilir miyiz?"

***

İki gün sonra...

Gülfem hemen önünde yürüyen adama güvenmişti güvenmesine ama içi hiç rahat değildi. İçerlerde bir yerlerde yanlış yaptığına dair yükselen sesler vardı.

"Mahalle çok güzeldir. Sıcakkanlıdır, güvenilirdir, emin olun siz de çok seveceksiniz. Ev biraz bakımsız ama boya badana ile halledilir." Gülfem resimlere bakarak almıştı evi, resimlerine göre çok da iyiydi ama işte aması vardı.

"Paranın bir kısmını da evi görünce veririm." İki gündür Ankara'da kalıyorlardı. Kiralık ev aramak için emlakçı ile görüştüğü sırada tanışmıştı bu delikanlı ile. Tertemiz yüzü ve geniş gülümsemesi ile güven veriyordu. Evin fotoğrafları ile bulunduğu semti başka bir emlakçıya sormalarının ardından Gülfem evi almaya karar verdi.

"Abla bir miktar kaporta alayım ben. Ev benim değil, amcamın evi. Satmak için uğraşıyor ben ücret alırsam eğer evi ayırırız. Eğer evi beğenmezsen paranı iade ederim." Gülfem çocuğa hak vermişti. İlk önce bin lira verip evi görmeye gittiler. Tek katlı mavi duvarlı, bahçesinde çardağı olan evi beğenmişti. Hemen notere gidip evin satış işlemlerini tamamladılar. Biraz pazarlık ile evi elli bin liraya aldığına seviniyordu bile. Tapuyu eline aldığında gülümseyerek bakıyordu. Söylenilene göre ahım şahım bir yer değildi, belki de bir sene sonra yıkım için geleceklerdi ama o zamana kadar gayet kullanışlıydı. O zamana kadar işe girerse evleri yıkıldığında arsa payının üzerine kredi çeker daha iyi bir yerden ev bile alabilirdi.

"Ablacım hayırlı olsun. Başın sıkışırsa beni ararsın," telefon numarasını veren gencin ardından gülerek bakıyordu. Apar topar kaldıkları pansiyona gitti. Kız kardeşini de yanına alıp temizlik malzemeleri ile evlerinin yolunu tuttular. Eve geldiklerinde elinde bulunan anahtar kapıyı açmıyordu. Bir kaç defa denese de açamadı. Tam Ali'yi arayacağı sırada bahçeden gelen ses ile döndü arkasını.

"Orada ne yapıyorsunuz hanımefendi?" Bahçede bir çift ve emlakçı olduğunu düşündüğü bir adam duruyordu.

"Evime girmeye çalışıyorum," adam ona boş boş bakarken bu konuşmaya ne gerek var diye düşünmeden edemedi. Daha fazla kapıda kalmak istemediği için telefonunu çıkarıp Ali'yi aramaya başladı.

"Hanımefendi bu ev satılmadı, eğer izin verirseniz çiftimiz bakacaklar." Gülfem adama alay edercesine bir bakış atarken adamın da ondan farkı yoktu.

"Kusura bakmayın ama ben bu evi bugün aldım. İsterseniz tapusunu göstereyim," çantasından çıkardığı tapuyu adama uzattı. Kendisinden o kadar emindi ki, adamın biraz sonra ondan özür dileyip buradan gideceğine emindi.

"Hanımefendi ev aldığınız doğru ama bu evi değil. Bakın adres şurada yazıyor. Siz Hıdırlık tepeye gideceksiniz. Ayrıca oradan ev mi alınır?" Gülfem duydukları ile sarsılırken olduğu yere bayılacaktı neredeyse. Ellerinden kan çekilirken, bacaklarından da güç çekilmişti. Ayaküstü dolandırılmıştı öyle mi? Daha kaç defa yıkılıp yıkılıp kalkacaktı bilmiyordu. Hiç mi acımıyordu insanlar ona?

"Ne diyorsunuz siz?" Elindeki anahtar yere düşerken kendisi de peşinden düşmemek için olduğu yere çöktü. Bahçede bulunanlar da yanına geldiğinde onu sakinleştirmeye çalışıyorlardı. Kadın çantasından çıkardığı kolonyayı uzatırken Dilruba kollarına masaj yapıyordu.

"Hanımefendi kendinize gelin. Şu suyu için lütfen," dudaklarına uzatılan suyu içerken Dilruba da perişan olmuştu. Buraya gelirken ablasının sevincini görebiliyordu. Artık rahat ve huzurlu bir hayatları olacaktı. Mutlu olacaklardı ama daha ilk dakikadan tepelerine kara bulut çökmüş, ablasının gününü mahvetmişti

"Abla, ne olur kendine gel. Kurban olayım bırakma kendini," yerde oturan ablası aniden irkilince gerilerek çekildi. Gülfem sinirle dolmuştu şimdi. Bu zamana kadar ezildiği, etinin koparıldığı yetmişti. Hakkını arayacak, o Ali'nin anasından emdiği sütü burnundan getirecekti.

"Beyefendi, ben bu adrese nasıl gideceğim bana tarif eder misiniz?" Adam kıza gideceği adresi tarif ederken Gülfem'in ağzını bıçak açmıyordu. Önce o evi bulacak, ardından da gidip o adamı bulacaktı. Verdiği telefonun da işe yarayacağını düşünmüyordu. Dolandırıcının verdiği numaranın doğru çıktığı nerde görülmüş? Sokakta gördüğü adamdan ev alan salak nerede görülmüş? Diye içinden geçirmeden edemedi.

Ulusa geldiklerinde sora sora buldukları dolmuşa binip söylenilen semte gittiler. Gülfem ve Dilruba etrafa şaşkınlık içinde baksalar da sesleri çıkmıyordu. Dolmuşun girdiği yollardaki evlere baktıkça köylerindeki evlerinin bunların yanında villa olarak adlandırılabileceği aşikârdı. Tek katlı yıkık dökük evler yol boyu sıralanmıştı. Sokaklarda oynayan çocuklar, kapı önlerinde oturan kadınlar ve diğer yakada kalan uzun binalar. İki taraf arasında uçurumlar vardı adeta.

"Abla siz burada ineceksiniz. Şu yokuşu çıkın oradan sorarsınız birine." Dolmuş şoförünün durması ile apar topar indiler dolmuştan. Önlerinde uzun bir yokuş ve sağlı sollu gecekondular duruyordu.

"Abla, korkuyorum." Dilruba'nın kolundan asılması ile kardeşine baktı. Kendisi de korkuyordu ama elinden bir şey gelmezdi. Korktuklarını belli etmemeliydiler, cesaretli olmaları gerekiyordu.

"Korkma ben varım." Kendisi ne yapabilirdi ki? Bilmedikleri bir şehirde, bilmedikleri bir mahallede yolun ortasında durmuş öylece bakıyorlardı. Arkalarından gelen korna sesi ile irkildiler. Yanlarından geçen arabanın arkasından bakarken artık yürümeleri gerektiğinin farkındalardı.

"Abla, ya dediği gibi bir ev yoksa?"

"Polise gideceğiz ama önce orayı görmeliyim. Evi bulduktan sonra o adi, şerefsizi de bulmamız lazım."

"Akıllı adam arkasında delil bırakır mı?" Dilruba'nın sorusu mantıklı olsa da, Gülfem adının dahi doğru olduğundan emin olmadığı adamın salak olmasını istiyordu. Öyle olmalıydı ki arkasında delil bırakabilsin.

"Dua et de bırakmış olsun," daha fazla konuşmadan yokuşu tırmandılar. Ellerinde temizlik malzemeleri ile ismine göre cadde ama ona göre sokak bile sayılamayacak düzlükte yürüdüler. Ta ki adresin nerede olduğunu sorabilecekleri birini görene kadar. Kendilerine doğru gelen yaşlı bir adamı gördüklerinde Gülfem hemen öne atıldı.

"Amcacım şu adresi biliyor musun?" Yaşlı adam dudaklarının arasında duran sigarayı eline aldı ve kızın elindeki kâğıda baktı.

"Şu ilerideki sokaktan dön sola, birinci değil ikinci bahçe," adama teşekkür edip dediği yolda ilerlemeye başladılar. Tarif ettiği yere geldiklerinde karşılarında bahçe içinde neredeyse yıkılmak üzere olan bir gecekondu duruyordu.

"Abla bu ev yıkılıyor." Dilruba'nın sözleri adeta beyninde şimşek etkisi oluşturmuştu. Gözlerini sıkı sıkıya kapattı ve bahçeden içeriye girdi. Çantasında duran anahtar ile kapıyı açmaya çalıştığında zorlansa da açılmıştı. İçeriden yüzüne vuran rutubet ve küf kokusunun dışında, bariz belli olan idrar kokusu ikisinin de yüzünü ekşitti.

"Burası adam olmaz abla. Köydeki ahır bile daha lükstü," biliyordu Gülfem. Bunların hepsinin farkındaydı ama ne yapacağını kestiremiyordu. Elbette lüks içinde yaşamayacağının farkındaydı ama bu kadarını da beklemiyordu. Tek tek gezdi evin içini. İki odası vardı, küçük bir mutfak ve tuvaletten ibaretti. Kırık dökük eşyalar evi bir nebze olsun dolu gösteriyor olsa da yaşanılacak gibi değildi.

"Abla ne yapacağız?"

"Düşünüyorum Dilruba. Sessiz ol, benimde gördüğüm şeyleri inadına bana söyleyip durma lütfen. Sinirlerim daha da geriliyor. Bana biraz izin ver düşüneyim," bahçeye bakan odaya girdiklerinde camın önüne gitti ve dışarıya bakmaya başladı. Temizlese, boya badana yapsa oturabilirler miydi? Temizleyip satışa çıkarsa kim alırdı ki burayı? Anca kendisi gibi bir salak bulmalıydı ki bu pek mümkün değildi. O sırada sokaktan geçen adamı tanıyordu. Kafasına taktığı kasket bile gizlenmesine izin vermemişti.

"Sakın bu evden çıkma," kardeşini tembihledi ve evden çıktı. Kendi kendine söylenirken adamın adımlarına karşılık hızlı adımlar ile takip etmeye başladı. Ali keyifli bir ıslık tutturmuş dudaklarına, elindeki tespih de eşlik ediyordu ona.

"Kaçabileceğini mi sandın ha? Senin canını alacağım." Bir mühlet takip ettikten sonra Ali ayakkabısının bağcığını bağlamak için yol kenarında duran kayanın dibinde durunca Gülfem için fırsat oluştu. Çantasından çıkardığı bıçak ile adamın dibine kadar girdi ve tek kolu ile boynunu yakaladığı adamın boynuna bıçağının tersini yasladı.

"Benden kaçabileceğini mi düşünüyordun şerefsiz herif?" Ali boğazında hissettiği bıçak ile ne olduğunu anlamazken, birazdan canını teslim edeceğini düşünüyordu.

"Abla bak konuşalım bir!" O an kurtulmak için hızlı düşünüyordu. Yapacağı yanlış bir hareket canına mal olabilirdi. Bu evi satarken kadının onu takip edeceği aklının ucundan bile geçmezdi doğrusu.

"Konuşma evresini çoktan geçtik. Paramı ver benim." Ali pratik düşünmeliydi. Gülfem pek kalıplı biri değildi, ani bir hareketinde şaşıracağını da biliyordu. Ya burada bekleyip onu kesmesini bekleyecekti, ya da son şansını deneyip kaçacaktı. Derin bir nefes aldı ve dirseğini kadının karnına vurduğunda serbest kalmanın sevincini yaşadı. Sevincini sonraya erteleyip koşmaya başladı. Yokuş aşağıya inmek kolay olacaktı doğrusu.

"Abla, sen kiminle yarışıyon he? Akıllı ol, aklını alırım." Gülfem yerde kıvranırken, Ali çoktan tehdidini savurmuş koşmaya başlamıştı.

"Sen ne dayaklara katlandın kızım, bu darbe vız gelir sana, hadi kalk ve hakkını al," yerinden doğrulup adamın peşinden koşmaya başladı.

"Ulan benim dayaktan bütün kemiklerim tek tek kırıldı da yine de ah demedim. Kuş tüyü dokunuşun canımı yakar mı benim ha tüy sıklet?" Yokuş aşağıya Ali önde, Gülfem arkada koşarken ilerideki kalabalığa geldiklerinde Ali'nin kahveye girdiğini gördü.

"Ulan gavat, çık dışarıya da deşeyim o postunu senin," eğer korkaklık sergilerse üzerine gelirlerdi. Birkaç adım atıp kahveye gireceği sırada kahvenin önünde duran, üzerindeki kıyafetlerle ben buraya ait değilim diye bas bas bağıran orta yaşlardaki adam tarafından durduruldu. Kolunu kurtarmak için çekiştirdi biraz.

"Bırak beni," gözleri kırmızı kırmızı olmuştu sinirden. Terden saçları alnına yapışmış, ciğerleri bedenine büyük gelir gibi nefes nefeseydi.

"Ağır ol bakalım yeğenim. Elinde bıçakla nereye koşuyorsun böyle? Anlat bakalım derdini?" Gülfem ters ters adama baktı. Buraya kadar gelmişken vazgeçeceğini sanıyorsa yanılıyordu. O kahveye girecek, o şerefsizi alacaktı.

"Asıl sen ağır ol bakalım bey amca. Bu fareyi köşeye sıkıştırmışken ölsem de gitmem buradan. Bu şerefsiz bana ev satıyorum diye başka bir ev gösterip, harap bir gecekonduyu sattı. Ben o paraları sokakta bulmadım. Daha götünü temizleyemeyen, dünkü çocuğa da yedirmem paramı," Gülfem'in gözleri kahvenin içine kayarken adamın kaçacağını biliyordu. Bu adamlar onu burada oyalarken adam gidiyordu elinden. Sabırsızca kıvrandı yerinde. Bir kaç hamle yaptı kahveye girmek için.

"Ha o ev satıyorum dedi sen de yedin, öyle mi? Kızım ne işin var senin bu semtte? Bilmiyor musun buralar tekin değil?" Sabır diler gibi gözlerini kapattı ve derin bir nefes çekti. Az önceki cümlenin neresini anlamamıştı acaba? Bu semtte olduğunu bilse alır mıydı? Neden işini kolaylaştıracak insanlar gelmiyordu karşısına.

"Çok affedersiniz, semtinizin kapısında 'burası tekin değildir, üç harfliler çarpar' diye tabela asılı değildi. Ama hata benim telepati yöntemi ile biliyor olmam lazımdı. Siz benimle dalga mı geçiyorsunuz?" Adamın değişen ifadesini gördüğünde konuşmasına fırsat vermeden devam etti.

"Neyse ben paramı almadan buradan asla gitmem. Şimdi bırakın beni, "Adamın kolunu tutan elinden sıyrıldı ve bir iki adımda kahveye girmek için hızlandı. Basamaklara henüz ulaşmışken yeniden engellendi. Bileğinden tutan el onu çekiştirirken düşmemek için üstün bir çaba sarf etti.

"Ya sabır. Çekil kızım şuradan. Şimdi elini, yüzünü çizecekler göreceksin gününü. Sen kimin çöplüğünde öttüğünü bilmiyorsun, bir de ahkâm kesmeye çalışıyorsun." Dediklerinde haklı olabilirdi. Etrafa baktığında kahvedekilerin neredeyse hepsinin ayağa kalktığını ve kendisine ters ters baktığını gördü.

"O zaman yardım edin bana. Bakın o para benim için önemli, öyle aman ne olacak diyebileceğim bir miktar değil."

"Bekle burada işin aslını öğrenelim," hemen yanında duran adama kaş göz işareti yapıp yeniden Gülfem'e döndü bakışları. Bu mahalleye yakışmayacak bir ifadesi vardı kızın. Masum duruyordu yüzüne bakınca. Eline bıçak alıp koşarken bile bir cana kıyabilecek biri olmadığı anlaşılıyordu. Ali onun haşatını çıkarırdı, bunu biliyordu Hikmet Bey.

Kahvenin içinden bağırma, inleme ve kırılma sesleri geldiğinde herkes merakla o tarafa baktı. Gülfem bir kaç defa parmak uçlarında yükselip içeriye göz atmıştı ama karanlık geliyordu, bir şey göremiyordu. Daha fazla dikkat çekmek istemediği için sessizce beklemeye başladı onu durduran adamın yanında. Meraktan ölse de sesini bile çıkaramadı. İçeride kalan birkaç kişi de çıktı dışarıya. Dakikalar sonra az önce içeriye giren adam, Gülfem'in kovaladığı Ali'yi ensesinden tutmuş, kan revan içerisinde kalan suratı ile birlikte ayaklarının dibine attı.

Evet, Gülfem kovalamıştı kovalamaya ama böyle olmasını da beklememişti. Yere düşen adamdan bir inleme sesi duyulduğunda içi acıdı. Gördüğü görüntüden daha beter hallerde bulunduğu olmuştu. Onun çektiği acının kat kat fazlasını da çekmişti. Günlerce yattığı yerden kalkmayıp, kanlarının kabuklu yaralara döndüğü günleri atlatmıştı. Hemen yere çöktü ve ensesinden tuttuğu adamı kendisine çevirmeye çalıştı. Kırmızının en koyu haline bürünen suratı, yanmış olduğunu gösteren boynu ve kulağı, parmaklarının üzerinde oluşan şişlikler önünde duruyordu şimdi. Bu haline içi acımıştı. Şu durumda borcundan vazgeçebilirdi ta ki zengin olsaydı.

Açlıktan nefesi kokarken elbette parasının peşini bırakmayacaktı. Bunları yaparken de insanlığını unutmayacaktı. Kusmaya başlayan adamın dibinden kalkıp geriledi. Yerde oluşan kan dolu kusmuğa bakıp suratını ekşitti.

"Adam ölüyor yahu, öyle bakacağınıza bir ambulans çağırın," etrafta seyre durmuş adamları tek tek gözden geçirdi ama kimseden bir tepki alamadı. Bu defa kendisini durduran adama çevirdi bakışlarını.

"Yardım edin, lütfen. Benim yüzümden ölecek yoksa..."

***

Karanlık şehirlerin ufuk çizgisinde yükselen binaların, rengârenk ışıkları ile aydınlanan sokaklarında sert adımları ile asfaltı arşınlayan bir adamdı Cihangir. İçinde günden güne büyüyen çocuğu sokaklara bırakmak için gün sayan deli dolu bir adamdı. Bu şehrin sokaklarını iyi tanır, iyi bilirdi.

En çok kendi mahallesinin sokaklarını ezberlemiş, adım adım gezmişti. Adımları birbirini takip ederken sokakta oynayan çocuklara takılıyordu ara sıra. İleride gördüğü çocuklara dondurma ısmarlamayı aklından geçirirken hemen çocukların yanında duran ekip arabası ile duraksadı. Bu mahallenin bir kavgası, iki polisi eksik olmazdı. Polisler çocuklarla konuşup yollarına devam etmişlerdi.

Bu mahalle onun doğup, büyüdüğü mahalleydi. Bu mahalledeki her evi kendi evi bilmiş, her yaşlıyı büyüğü bellemiş, küçükleri de kardeşi gibi koruyup kollamıştı. Metropol şehirlerin belaları onların mahallesine bulaşmasın diye canhıraş çalışıyordu. Gencecik çocukların, çağımızın illeti uyuşturucuya bulaşmaması için çaba harcıyordu. O uğraşıyordu ama yeterli gelmiyordu. O illet bu mahalleye bulaşalı çok olmuştu. Şimdi ise tek hedefi canlı gördüklerini korumaktı. Bir tanesini bile kurtarabilirse kendini şanslı hissediyordu.

Sadece kuşlar için kullanılan gecekondularının önüne geldiğinde havada kanat seslerini duyduğu kuşlara baktı. Amcası ondan önce gelmiş kuşları uçurmaya başlamıştı. Hayvan severdi Cihangir ama işleri onlarla ilgilenmesine müsaade etmezdi. Bazen çok bunaldığı zamanlarda babasından önce anlardı halini ve kafasını dinlemeye gönderirdi bu eve. Bu güvercinler sinir stres bırakmıyordu insanda.

"Kendine mi Müslümansın amca? İnsan bunları da çıkarır," bahçeye girdiğinde kendi kafeslerinin olduğu kısma yürüdü ve kapağa uzandı. Amcası ve babası arasında süregelen senin kuşların, benim kuşlarım tartışması sürer giderdi.

"Lan oğlum bırak çıkarma. Kavga ediyor namussuzlar," Cihangir kapıyı açmadan kapatırken hemen köşede duran tabureye kuruldu. Bacak bacak üstüne atıp amcasının hareketlerini seyrediyordu. Onların ailede kuş beslemek hastalıktan daha öte bir şeydi. Bir kuş için kavga edip, adam dövdüklerini hatırlıyordu küçüklüğünde. Amcası bu varlıklar için tüm servetini sererdi ortaya öyle bir bağlılıktı onunki.

"Görüyor musun yavruyu? Nasıl da takla atıyor, hey kurban olduğum." Bir defa takla atan deste kuyruk fazla uzaklaşmadan yere indiğinde teker teker topladı diğer kuşları. Bu kuşları toparlamak, eğitmek için çok uğraşmıştı. Amcası ve babasının aksine Cihangir hayvanları sevse de öyle aşırı bir bağlılığı yoktu. Babasının yapamadıklarını yapar, onun sözlerine itimat eder, verdiği emirleri yerine getirirdi. Ona göre hayvan sevilecekse eline aldığında kaçmayacaktı. Bu yüzden kendi evinde 5 tane evcil hayvanı vardı.

"Hasan iki çay kap gel koçumla bize. Hadi bakalım." Hikmet yeğeninin yanına otururken içinde yaşadığı sevinci sözlerine yansıttı. Gecekondunun balkonuna yaktırdığı semaverden getirilen çayı keyifle yudumlayacak, Ankara'yı seyre dalacaktı.

"Hasan çıkarsın oğlum kuşları. Sen otur," kalkmaya çalışan yeğenini durdurmak istese de durmayacağını biliyordu. Onunki sadece bir öneriydi.

"Yok, emir büyük yerden geldi. Şimdi duyar falan uğraştırma beni," kafesin kapağını açtı ve özgürlüklerine kavuşan kuşlar neşe ile etrafa savruldular. Kısık kısık ıslık sesleri ile onları yönlendirirken havada sayısız kanat çırpışları, neşeli çığlıkların yüzünde gülümseme ile seyretti. Onlar havada süzülürken az önce kalktığı yere geri oturdu.

"Şimdi bir çayını içerim," eline verilen bardağın kenarında duran şekeri attı ve karıştırdı. Öyle sert çaydan hoşlanmazdı. Ağızlarının tadı zaten yoktu, bir de çaya kaçmasındı.

"Anlaşmayı imzalamışsınız," amcasının birden sorduğu soru ile tüm neşesi kaçtı.

"Öyle oldu ama bazı sorunlar var." Amca baba yarısıdır, sağ el ile sol el gibi diri, tek başına eksik. O küçüklüğünden beri onunla var olmuş, onunla kavrulmuş, onunla pişmişti. Her ne kadar amcası pek ortalarda görünmeyi sevmese de, yine de katkısı büyüktü. Babasının hakkından fazlaydı Cihangir üzerinde olan hakkı. Baba bellemişti onu Cihangir.

"Sen halledersin," boşta kalan elini sırtına koydu ve desteklemek için birkaç defa vurdu. Yeğeni babası ile abisine çok benziyordu. Zehir gibi bir kafaya, yılan gibi kıvrak bir zekâya sahipti. Anında ürettiği çözümlerle birçok sorunu kolaylıkla halledebilirdi. Onun bu karamsar halinden sorunun büyük olduğunu anlıyordu ama yine de bunu belli etmeyecekti.

"Zamanın birinde adamın biri iş yerinden çıkmış ve caddede yürümeye başlamış. Meydanda bir parka gelmiş, kara kara düşünmeye başlamış. Hemen yanında da eli yüzü düzgün, kılık kıyafeti jantı bir adam oturuyormuş. 'Neyin var hemşerim?' Demiş. 'Ben battım. Tüm malım mülküm gitti. Bankalar bana kredi vermiyor' demiş. Onun bu halini gören adam hemen ceketinin cebinden bir çek defteri çıkarmış, 'Ne kadar paraya ihtiyacın var?' demiş. 'Dört yüz bin lira' deyince hemen adam meblağı deftere yazmış, imzalamış ve adamın eline tutuşturmuş. 'Al bu çeki, git bankada bozdur. Tüm işini hallet. Ödeyeceğin zaman gel beni bu parkta bul' demiş ve ortadan kaybolmuş. Adam da sevinerek çeki cebine koymuş geldiği yolu geri giderek işyerinin yolunu tutmuş. Yolda giderken bir banka görmüş, yeniden şansını denemek için içeriye girmiş ve kredi başvurusunda bulunmuş. Şans o işte, kredisi onaylanmış, çektiği para ile iş yerini kurtarmış. Cebindeki çeki de eğer sıkışırsam o zaman kullanırım diye hiç bozdurmamış. Tüm sıkıntılar bitince, parka yeniden gitmiş. Adamı bıraktığı yerde bulmuş. Yanına oturup konuşacağı sırada bir ambulans gelmiş ve adamı yakalamış. 'Bu adamın neyi var da götürüyorsunuz?' deyince görevliden biri cevaplamış, 'Aylardır bu adamı arıyoruz biz. Kendisini çok zengin zannediyor ve etrafında olanlara sahte çekler kesiyor. Hastaneden kaçtı ama sonunda bulduk,' demiş. Demem o ki amca, bazen sahte olan bir çek bile hayat kurtarıyor. Bir umut bile insanın içini o kadar ferahlatıyor ki..."

Cihangir tüm içtenliğiyle söylenirken amcası her zaman ki haylazlığı ile adama vurdu. "Lan hergele, sen bana deli demeye mi getiriyorsun?"

"Estağfurullah amca, yine yanlış anladın." Cihangir de adamın şakasına uyarak cevaplar veriyordu. Neredeyse bir saatten fazla süren sohbetleri bittiğinde iki adam da evlerine gitmek için yola düştüler. Yokuştan aşağıya inerken kahvenin önünde soluklanmak için bekledi Hikmet.

"Hikmet ağabey, yarın akşam maç var geliyon de mi?" Masada okey oynayan gençlerden biri adama seslenirken Cihangir etrafı seyrediyordu. Kılıçtan daha keskin olan ifadesi ile birkaç kişiyi süzerken karşıdan koşarak gelen Ali'yi gördü. Adam önde koşuyor, hemen arkasında elinde tuttuğu bıçakla onu takip eden bir kadın geliyordu. Ali hızını alamayıp kahveye girdiğinde kadının ne yapacağını seyretmek istedi. Ali'nin oradan kaçamayacağını biliyordu elbette.

"Ulan gavat, çık dışarıya da deşeyim o postunu senin!" Birkaç adım atıp kahveye gireceği sırada Hikmet, hemen kadını kolundan yakaladı ve geriye savurdu.

"Ağır ol bakalım yeğenim. Elinde bıçakla nereye koşuyorsun böyle? Anlat bakalım derdini?" Cihangir kısa bir göz gezdirdi kadının suratına. Nefes nefese kalmış hâli komik görünüyordu. Ali kim bilir ne yapmıştı da canını yakmıştı. Bu çocuğu eğiteyim derken her geçen dakika daha da baş edilmez bir hâl alıyordu.

"Asıl sen ağır ol bakalım bey amca. Bu fareyi köşeye sıkıştırmışken ölsem de gitmem buradan. Bu şerefsiz bana ev satıyorum diye başka bir ev gösterip, harap bir gecekonduyu sattı. Ben o paraları sokakta bulmadım. Daha götünü temizleyemeyen, dünkü çocuğa da yedirmem paramı." Cihangir kızın sözlerine gülmek istese de yapmadı. Ağırlığını koruyarak, amcasının ne cevap vereceğini beklemeye başladı.

"Ha o ev satıyorum dedi sen de yedin, öyle mi? Kızım ne işin var senin bu semtte? Bilmiyor musun buralar tekin değil?" adam bir şekilde kıza cevap vermek istemişti ama pek başarılı olmuş gibi görünmüyordu. Kızın suratındaki bıkmış ifadeye baktı ikisi de.

"Çok affedersiniz, semtinizin kapısında 'burası tekin değildir, üç harfliler çarpar' diye tabela asılı değildi. Ama hata benim, telepati yöntemi ile biliyor olmam lazımdı. Siz benimle dalga mı geçiyorsunuz?" Adamın değişen ifadesini gördüğünde konuşmasına fırsat vermeden devam etti.

" Neyse ben paramı almadan buradan asla gitmem. Şimdi bırakın beni."

"Ya sabır. Çekil kızım şuradan. Şimdi elini, yüzünü çizecekler göreceksin gününü. Sen kimin çöplüğünde öttüğünü bilmiyorsun, bir de ahkâm kesmeye çalışıyorsun."

"O zaman yardım edin bana. Bakın o para benim için önemli, öyle aman ne olacak diyebileceğim bir miktar değil."

"Bekle burada işin aslını öğrenelim," adam kızı yeniden ardına savurduğunda, amcasının işaretleri ile ne dediğini anladı ve girdi kahveye. Ali büyük ihtimalle arka camdan kaçmaya çalışıyordu imkânsız olduğunu bile bile. Hızlı adımları ile içeriye girdi ve adamı tuvalet camından aşağıya atlamaya çalışırken buldu.

"İn lan aşağıya!" Bacaklarından tutup çekerken adamın dengesini kaybedip zemine yapışmasını zevkle seyretti. Kapıdan dışarıya çıktı ve onu tezgâhın önünde beklemeye başladı.

"Ağabey, emanetsiz çıkmıştım dışarıya, o kız beni deler," özrü kabahatinden büyüktü adamın. Cihangir sabır çekerek bekledi. Biraz elle tutulur bir açıklaması olur mu diye bekliyordu ama nafile bir bekleyişti.

"Lan it, emanetin olsa kesmeyi düşünüyorsun demek. Ben senin gırtlağını kesmeden ver şunun parasını," eli ile dışarıyı işaret etti ve amcasının kızı korkutmasını seyretti. Adamın o minyon ifadesinden kimse korkmazdı ama yine de şansını deniyordu.

"Ben o parayı yedim ağabey," aniden gelen sinir dalgası ile tezgâhta duran demliği eline aldı ve adamın göğsüne doğru fırlattı. İçinde duran kaynar çayın derisine teması ile bağıran adam kaçmak için çabalıyordu ama bu pek mümkün değildi.

"Ben size adam olacaksınız demedim mi lan? Eliniz iş tutacak, çakallığa özenmeyeceksiniz demedim mi? Okulunu bitir işe gir demedim mi?"

"Dedin ağabey. Ben bilemedim," kafasını kaldırdığında burnundan dudaklarının üzerine doğru süzülen kanı görmezden gelerek köşede duran durulanmış bardaklara uzandı. Tezgâhta tek hamle ile kırılan bardağın parçalı yüzeyini adamın boğazına dayadı.

"Bir daha duyacak mıyım oğlum? Bir daha benim sözümden çıkacak mısın? Milletin garibanını dolandırıp, haklarına girecek misin?" Onların içerideki kavgası ile tüm kahve boşalmış, dışarıya akın etmişlerdi. Herkes pür dikkat onları dinliyor, sanki hiçbir şey olmamış gibi davranıyordu.

Kapıdan elinde kan revan içinde kalmış adamla çıkan Cihangir dehşetle gözleri büyümüş kızı gördüğünde Ali'yi basamakları inmesine fırsat vermeden önüne fırlattı. Para yenmişti ve yapacak bir şey yoktu. Yediği dayak ile tüm borcunu kapatabilirdi. Ali'nin arkasını bu defa kapatmayacaktı. Ali çalışacak, o parayı bu kadına ödeyecekti başka yolu yoktu.

"Adam ölüyor yahu, öyle bakacağınıza bir ambulans çağırın." Cihangir kızın telaşına gülümsedi. Gerçekten az önce yokuş aşağı kovalarken böyle bir son hayal etmiyor muydu? Bu kadınların merhametleri onu bazen güldürüyordu.

"Bakmasana öyle," gözlerinin buluşması ile kızın yardım isteyen sesi kısıldı.

"Kimse yardım etmeyecek. Yokuş aşağı kovalarken bunu hayal etmiyor muydun? Ne diye uğraşıyorsun?" Cihangir karşısında afallayan kadına baktı.

"Saçmalamayın. Ben sadece paramı almak için korkutmak istedim, yaralamak gibi bir derdim yoktu."

"Herkes verdiği kararların sorumluluğunu alacak, yok öyle yaptım bitti işleri. İş işten geçmiş artık, senin parayı yemiş. Her ay çalışıp sana taksit taksit ödeyecek borcunu, o zamana kadar kalacak yerin varsa gider kalırsın, yoksa da Ali evini tamir ettirecek."



BÖLÜM SONU...


NOT:
Bundan sonraki bölümlerde küçük yorum sınırları olacaktır. Bölümler sınır geçtikten hemen sonra yayınlanacaktır!

Continue Reading

You'll Also Like

149K 5.7K 35
Göğün feryât ettiği hüzünlü bir şarkıyım, sevgilim. Sevdânın yasıyla çağlayan bir nehirim. Ben artık, kokun kokuma iliklensin isterim. 🌓 Ellerimi...
15.7K 776 6
Özgürlüğe Aşık bir Kadının, Tutsaklığa mecbur eden Adamı... "Hem senden kaçmak isteyip, hem senden gidememenin zorluğunu bilsen beni Daha çok tutsak...
11.5K 1K 8
" Gözlerinde yaşam vardı bayım, kurtuluşum onlardı.. " Jîn EDİZ " Gülüşün var oluşumun temel sebebi iken nasıl bırakırım seni ellere.. " ARHAT KARAMA...
1.6K 112 6
Bu hikaye ünlü model Melike Arslan'ın hikayesi. Melike kendi ayakları üzerinde duran güzel kızımız başına gelen üzücü bir olayla hayatı değişir. Nas...