21. YAŞ "RAFTA"

By Mehmet_Kocyigit

2.4M 86.3K 64.7K

Gizem/Gerilim #1 Yirminci yaş gününün sabahında, ardında hiçbir iz bırakmadan kaybolan bir genç kız, Azra... More

BAŞLARKEN
2. BÖLÜM
3. BÖLÜM
4. BÖLÜM
5.BÖLÜM
6. BÖLÜM
7. BÖLÜM
8. BÖLÜM
9.BÖLÜM
10. BÖLÜM
11. BÖLÜM
12. BÖLÜM
13. BÖLÜM
14. BÖLÜM
15. BÖLÜM
16. BÖLÜM
17. BÖLÜM
18. BÖLÜM
19. BÖLÜM
YENİ KAPAĞIMIZ
20. BÖLÜM
21. BÖLÜM
22. BÖLÜM
23. BÖLÜM
24. BÖLÜM
25. BÖLÜM
26. BÖLÜM
27. BÖLÜM
28. BÖLÜM
29. BÖLÜM
30. BÖLÜM
VAKTİ GELDİ!
YAYINEVİ
KAPAK ve DUYURU
İLK İMZA VE MUHABBETLER

1. BÖLÜM

122K 4.7K 2.6K
By Mehmet_Kocyigit

"Eve Dönüş"

Duvarlarda bir şeyler vardı. Karşıdaki binanın duvarlarında. En azından Atakan'ın pür dikkat oraya doğru baktığını gören arkadaşları öyle düşünüyorlardı. Düşünceli olduğunda belirli bir noktaya dalıp gittiğini bilmeyecek kadar yabancıydılar ona. Henüz tanışalı iki hafta bile olmamıştı. Sigarasından bir nefes daha çekip üçüncü katın penceresinden aşağı fırlattıktan sonra birden aklına bir şey gelmiş gibi "Ben çıkıyorum, yarın görüşürüz," diyerek kapıya yöneldi.

Tam dokuz yıl sonra mecburen yeniden taşındığı bu şehri sevip sevmediğine bir türlü karar verememişti. Genç adam, bu konuda içinde yaşayan milyonlarla aynı kaderi paylaşıyor olabileceğini düşündü. Herkesin acil bir işinin olması giderek tatsız bir hal almıştı. Nereye yetişmek zorunda olduğunu bilmeden koşuşturanların yüz ifadeleri değişmese bile insanlar dokuz yıl önceye göre sanki daha az yaşamaya başlamışlardı bu şehirde. Arada sırada gelirdi İstanbul'a. Fakat bu ziyaretlerinin iki günü geçtiğini hatırlamıyordu. Üniversiteyi okuduğu bu şehre böylesine yabancı kalmasının sebebini hep merak etmişti ya da ediyor gibi yapmıştı. Eczacılık fakültesine başladığı yıl tanıştığı, mezun olmaya üç ay varken de ayrıldığı Meltem'le birlikte görmedikleri yeri kalmış mıydı İstanbul'un. "Herhalde yoktur," diye düşündü. Bu durum, şehrin dört bir yanına gömülmüş anılar demekti. Herhangi bir sokağın herhangi bir köşesini döndüğünde karşılaştığı bu anılar, çoğunlukla sinir bozucuydular. Unuttuğunu her zannettiğinde yaptığı bir İstanbul seyahati ile acı gerçek suratına vuruluyordu genç adamın. Meltem, bu şehre adeta sinmişti ve kendisini ancak bu şehirden kilometrelerce uzaktayken güvende hissedebiliyordu.

İki haftadır kaldığı otel odasına girdiğinde odasının temizlenmiş olduğunu gördü. İsteklerinin dikkate alınıyor olması onu rahatlatmıştı. Üzerindekileri çıkarıp kendini banyoya attı. Beş dakikada duş alabiliyor olması annesine göre iyice yıkanmamasının bir sonucu iken kendisine göre son derece işlevsel bir yetenekti. Çıktığında saatin yediye yaklaştığını görerek bu yeteneğinin azalmakta olduğunu gördü. Artık bir şeyler yemesi gerektiğini düşündü. Üzerini giyinip kendini sokağa bıraktı. Babasının kendisine komiser olduğunda aldığında pahalı arabasına atladığı gibi keşmekeşe daldı.

Annesi ve babası eczacıydılar. Ankara'da aynı isimde iki farklı eczaneleri vardı. Bu durum kendini bildi bileli maddi anlamda bir sorun yaşamaması sonucunu doğursa da oldukça sıkıcıydı. Üniversiteyi, özellikle annesinin yoğun ısrarı sonucu Eczacılık Fakültesi'nde okudu komiser. Son senesinde ailesine kurduğu planları anlattığında, kendi izlerinden gelen tek çocuklarının polis olma üzerine bir gelecek planladığını duyan anne ve babasının yaşadıkları şok, mesleğindeki sekizinci yılın sonunda tazeliğini koruyor gibiydi. Polis olduktan sonra babası kendisine hiç eskisi gibi "Atakan" dememişti. Annesi arama sıklığını değiştirmese de kırıldığını ve bunun gelip geçici bir kırgınlık olmadığı her fırsatta hissettirmeden tat alıyordu sanki. O günleri anımsadı. Ailesi olayı psikolojik destek alması gerektiğini söylemeye kadar götürdü. Oysa zengin bir çevrede yetişmiş olması ya da Eczacılık Fakültesi mezunu olması ona göre kimsenin bilmediği çocukluk hayalini gerçekleştirmesinde bir engel olmamalıydı. Hatta mezun olduğu bölüm, kariyer planında olumlu bir ivme yakalamasını bile sağlayabilirdi. Üç ay konuşmadılar. Ne bir telefon ne bir mesaj. Belki böyle yaparak onu kararından döndürmeyi denediler, bilemezdi. POMEM' de geçirdiği üç ayın ardından ziyaretine gelen annesinin sarılması ise buz gibi soğukta yapılan sabah koşusunun ardından içilen sıcak bir bardak çay gibiydi.

Şu sıralar Ankara'dan ayrılmış olmasının da etkisiyle daha sık arayan annesinden gelen telefonla tüm bu düşüncelerden sıyrıldı. "Efendim anneciğim." diyerek telefonu açtı Atakan.

"Nasılsın oğlum?" Sesindeki kırgınlığın ne zamana kadar süreceğine dair adamın kendi kendine sorduğu o soru, son yılların favori sorusuydu.

"İyiyim anne yemek yemeye gidiyordum," diyerek kendine dikkat ettiği izlenimi vermeye çalıştı.

"Ne yiyeceksin?"

"Ne yersem mutlu olurdun?" diye cevap verdi. Özlemişti annesini. Yaşadığı coğrafyada annenin kutsallığı üzerine birçok özlü söz söylenmişti ve hepsi de ayrı ayrı çok haklıydı. Anne başka bir şeydi.

"Balık yesene."

"Emrin olur canım."

Havadan sudan kurulan birkaç cümlenin sonunda annesi iyi olduğuna daha çok inanıyor gibi gelmişti. Telefonu kapattığı an sevdiği dürümcünün önüne gelmişti bile. Balığı başka zaman yerdi. Arabayı park edeceğine dair ayakta tutmaya çalıştığı fakat yıkılmak üzere olan umudu sönmek üzereyken tam karşıdan kırmızı bir arabanın geri geri çıktığını gördü genç adam. Burası İstanbul'du ve o boş bir park yerinin değeri burada geçirdiği iki hafta içinde zihninde kararlı olarak artmıştı. Arabasını keyifle park ederek aşağı indi. Şubatın soğuğunu denizi olan şehirlere mahsus o koku ve nemle birlikte ciğerlerine doldurdu. Bir sigara yaksa mıydı? Bu dürtüyü bastırıp ağır adımlarla yolun karşısındaki beyaz tabelalı dükkana yöneldi. Elini kapıya atar atmaz henüz bir haftadır tanıdığı fakat kendisine sanki elinde büyümüş de yıllardır onu arayıp sormadıktan sonra birdenbire çıkagelmiş gibi davranan Recep abi kapıyı açtı.

"Neredesin sen?" dört gün art arda yediği dürüme dün verdiği ara onu gücendirmiş gibiydi.

"Nasılsın bakalım?"

"İyiyim iyiyim."

"Ne yapayım komiserim, canın ne istiyor?"

Hep söylediği gibi "Açım işte abi, yap bir şeyler," dedi. Beklerken telefonunu karıştırmaya başladı. Maillerine baktı komiser. Kimden geldiğini görünce merakını uyandıran üçüncü sıradakini açtı. Kemal ÖNCÜ' den geliyordu. Eşi bir cinayete kurban gitmiş emekli bir zabıt katibiydi bu yaşlı adam. Altı ay dosyayla bizzat ilgilenmiş, sonunda kadıncağızın kolundaki üç bilezik için aynı apartmanda oturan aşağı yukarı aynı yaşlardaki arkadaşı tarafından öldürüldüğünü ortaya çıkarmıştı.

"Sevgili Atakan, iki aydır uyuyabiliyorum. İki aydır başımı yastığa her koyduğumda duyduğum acı azalmasa da o aşağılık kadının cezasını çekiyor olduğunu bilmek beni rahatlatıyor. Sana böyle ulaşarak en azından uygun bir anında bunları okumanı istedim. Teşekkür ederim. Tüm yaptıkların için. Çok teşekkür ederim. Kemal."

Meslek hayatında henüz çift haneli rakamlara ulaşmamış olsa da genç komiserin başarıları tam anlamıyla göz kamaştırıyordu. Açtığı tüm dosyalarda sonuca ulaşmayı bilmiş, faili meçhul diye bir kavramı hiçbir zaman tanımamıştı. Bu durum ona haklı bir şöhret kazandırmıştı. Bu işi ülkenin en iyi yapanlarından olduğu, ilgili herkesçe kabul ediliyordu. Zaman zaman kafasına göre davranabilmesi, meslektaşlarına göre daha özgür hareket edebilmesinin bunun bir sonucu olduğunu bilecek kadar etrafına hakimdi. Zekasının farkındaydı. Olaylara birden fazla kişiymiş gibi bakabiliyordu genç adam. Çözdüğü her bir olaydan sonra duyduğu hazzı kelimelere dökse yazdıklarına paha biçilemezdi herhalde. Seçtiği meslek tam da kendisinin olmak istediği şeydi ve şimdi insanlara elinden geldiği kadar yardım ediyordu. Çoğu zaman kendi hayatını yaşamayı ıskalamasına sebep olsa da böyle yaşamayı seviyordu.

"Al bakalım," dedi Recep abi "Afiyet olsun."

Büyük bir iştahla yediğinin ne olduğunu ancak dürümün yarısına geldiğinde fark etti Atakan. Mönüsünde Sultanahmet köfte vardı ve ikinci siparişi hemen vermesi gerektiği gerçeğiyle yüzleşmesini sağlayacak kadar da lezzetliydi. "Bir tane daha!"

Dışarı çıktığında, az önce tıka basa doymuş olmasına bağladığı garip bir mutluluk hissi vücuduna yayıldı. Arabasına yöneldi. Kapı kolunu kendine doğru çekti, açılması gereken kapı öylece duruyordu. Birkaç denemeden sonra anahtarın cebinde olmayacağını düşünmeye başlamışken elinde anahtarıyla Recep abiyi gördüğünde rahatladı.

Son günlerde vücudu, özellikle de zihni bazı sürprizler yapıyordu ona. Unutkanlığının arttığını hissediyordu. Bu durumu yeni bir şehir, yeni çalışma arkadaşları, alışılması gereken bir sürü yeni şeye bağlasa da hiçbir zaman gereğini yapmayacağı bir notu beynine kazıdı; "Bir ara doktora görünmelisin!"

Birlikte çalışacağı arkadaşlarının onda bıraktığı ilk intibayı on üzerinden numaralandırırsa -bu onun gizli oyunuydu- ikisi için de sekiz derdi. Şimdilik kendine bağlı olarak çalışacak bir komiser yardımcısı ve bir polis memurundan oluşan küçük bir gruptular. Emrah, akademiden gelen bir komiser yardımcısıydı. Onu görür görmez zeki bir adam olduğuna dair bir his oluşmuştu Atakan'ın içinde. Bu his onu kendine yakın görmesine sebep olmuş hatta ilk maç muhabbetini de onunla yapmasına sebep olmuştu. Kafası çalışmayan insanları sevmezdi. Hele de bir iş üzerindeyken. Diğer çocuk ise Cenk'ti. Karadenizli bu polis bilgisayar alanında kendini geliştirmiş gibiydi. Komiserin gittiği her yere kendinden birkaç adım daha önde giden ünü sayesinde midir bilinmez, ona büyük saygı besliyormuş gibi duruyorlardı. Bugüne kadar basit bir iki toplantı yapmış ve Atakan'a üzerinde çalıştıkları üç dosyayı anlatmışlardı. Zaten hepi topu beş gün merkeze gitmişti. İlk hafta boyunca İstanbul'a, kendisine artık bulaşmamasını öğütleyip durdu genç adam. Aslında ev tutmak için programladığı bu hafta, bir anda aval aval gezmek için biçilmiş kaftan oluvermişti.

Üç olay da son derece sıradan görünüyordu; Sabahın beşinde bar kavgasında kafasından vurulan yirmilerinin ortasında bir genç, komiserin giderek toplumun rezil bir gerçeğine dönüşmekte olduğunu dehşetle izlediği bir kadın cinayeti vakası daha ve yirminci yaş gününün ardından ortadan kaybolan bir genç kız.

Bar cinayeti ve kadın cinayetinin failleri tesbit edilmiş aranmaktaydılar. Bu durum onları eğer işin içinde organize bir şey yoksa listenin ikinci ve üçüncüsü yapıyordu. Kaybolan kız ise muhtemelen arkadaşlarıyla bir yerlerde eğleniyordu şu sıra. Ama yine de listenin ilk sırasına kurulmayı başarmıştı. "Kayıp ve Aranan Şahıslar" biriminin ilgilenmesi gereken bu dosyayla kendilerinin neden ilgileneceklerini öğrenene kadar beklemeye karar vermişti Atakan.

İstanbul'a gelmesini ısrarla isteyen beş yıl önce bir cinayet dosyasında yolları kesişince sıkı dost olduğu Turan Amir ile henüz görüşememişti. Normal şartlar altında mayıs belki haziran ayında tayin olması gerekirken; Amir'in geçen ay boyunca her gün araması ve kıramayacağı insanlardan oluşan minik bir ordunun onu desteklemesi sonucu kendini burada bulmuştu komiser. Bu ısrarın altında yatanın ise kendisine duyulan bir hasret olmadığının farkındaydı. Sebebin ne olduğunu hiçbir zaman açıkça söylememişti Turan Amir. Kendisine duydukları ihtiyacı anlatan birkaç klişe cümleyle lafı profesyonelce çevirmişti her seferinde. Pılını pırtısını toplayıp kendini bir haftada İstanbul'a atmasının duyduğu merak ile ne kadar ilgisi olduğunu düşündü. Amir üç haftalığına ABD'deydi. Gelmesine dört gün kalmıştı. "Meraklı geçecek 96 saat daha" diye geçirdi içinden. Böyle bir film mi izlemişti? Kaçırılan kızını bulmak için sadece 96 saati olan Lıam NEESON' u düşündü.

Otele gidip yatağına girdiğinde emlakçıyı hala aramadığını fark etti. Oysa adama arayacağını söylemişti. Saatine baktı "23:42" Adam, "24 saat arayabilirsiniz komiserim." dememiş miydi? Samimiyse sorun yoktu. Değilse ona her ağzına geleni söylememesini öğütleyecek bir ders vermiş olurdu. Doğruldu, telefonunu eline aldı. "Emlakçı Ahmet" diye kaydettiği numarayı bulup arama tuşuna dokundu. Karşısındaki sesin canlılıkla "İyi geceler komiserim." dediğini duyduğu an adam hakkındaki düşüncesinden utandı Atakan.

"Nasılsınız Ahmet Bey? Bugün arayamadım. Dün baktığımız evle ilgili kararımı verdim, tutacağım."

Ahmet Bey'in sessizliğini kafasında hesapladığı komisyon tutarına bağladı genç adam. "Tabi komiserim, hemen hallederiz. Yarın müsaitseniz ev sahibi ile birlikte bir kontrat yapalım. Sonrası elektrik, su, doğalgaz gibi işlemler. Kontratla hepsini halledebilirsiniz." İlk intiba puanı olarak Ahmet Bey'e kaç vereceğini düşündü, yanıt gecikmedi "4." Oldum olası emlakçıları sevememişti.

"Benden haber bekleyin" dedikten sonra telefonu kapattığı an uykusunun ardında hiçbir iz bırakmadan yok olan genç kız gibi ortadan kaybolduğunu gördü. Sinirleri gerilmişti. Uyumak istiyordu. Uykusu kaçınca geri dönmesinin zaman aldığını bildiğinden yatağa gidip umutsuzca beklemek yerine televizyonu açtı Atakan.

Bir dakika sonra ise Emrah'tan bugün aldığı dosyayı elinde tutuyordu. Üç olaya dair raporlar, analizler... Her şey bu kalın mavi dosyada mevcuttu. İki cinayet vakasında da kamera kayıtları vardı. Barda ateş edilme anı ve tetiği çeken yeniyetme çocuk net şekilde görünüyordu. Kadının ölümü ile sonuçlanan olayda ise, birlikte Kartal'daki evlerine giren karı koca evlerinin altındaki marketin güvenlik kamerasındaydılar. Kırk altı dakika sonra ise evden koşarak uzaklaşan koca az önce yaptığı şeyden pişman mı olmuştu, korkuyor muydu, söylemek güçtü. Fotoğraf haline getirilmiş kayıtlara bir daha göz gezdirdikten sonra üçüncü vakaya geldi. Beklemeye karar verdiği vakaya.

Koyu yeşil gözleri ve kestane rengi saçlarıyla güzelliği tüm dünya ülkelerinde geçerli olabilecek gibi duran bir genç kız, objektife neşeyle gülümsemişti. Boydan çekilmiş, muhtemelen sosyal medya hesaplarının birinden alınma bir fotoğraftı bu. Altında ise olay hakkındaki genel bilgiler verilmiş ayrıntılar arka sayfalarda aktarılmıştı. Yazılanlara göre kaybolalı iki ayı geçmişti. Genç kızın arkadaşlarıyla kaçamak yapacak tarzda birine benzemediği ilk anda dikkatini çekti komiserin. Ayrıntıları okumaya başladığında dikkat kesildi. Kızın 20. doğum günüydü. İstanbul'da ailesinin yanındayken yaptıkları kutlamaya, Ankara'dan gelen üniversiteden iki kız arkadaşı da katılmış hatta minik partileri sonrasında üçü birden aynı odada uyumuşlardı. İfadelerine göre sabah kalktıklarında arkadaşları yanlarında yoktu. Uyandıktan bir saat sonra ekmek almaya gittiği varsayımı etkisini yitirmiş, biraz sonra ise anne ve babasında başlayan panik misafirleri de sarmıştı. Ortada bir iz yoktu. Genç kızın telefonu ve cüzdanı evdeydi. Yanına biraz bozuk para alıp yolun karşısına geçmiş, elinde üç gofretle çıkıp gelecek gibiydi ama gelmemişti. Ne o gün ne de sonraki günlerde.

Kızın bir yerlerde eğleniyor olduğu düşüncesi resmini gördüğünde giderek temelsizleşmeye başlamışken, dosyanın henüz ilk sayfasını okuduğunda aklından tamamen uçup gitti Atakan'ın. Ankara'dayken yakaladığı üç genç kızı öldürdükten sonra hiçbir şey olmamış gibi balık satmaya devam eden o seri katil geldi aklına geldi. Telefon, hatta cüzdanını evde bırakmasını bir yere kadar anlamlandırabiliyordu fakat kızın bir tek elbise bile almadan ortadan kaybolması başının ağrımasına neden oluyordu genç adamın. Sabah şu ev işini halletmeliyim" diye geçirdi içinden. Kendisine ayak bağı olacak işleri bir an evvel halletmeliydi. Masadan kalktığında saat üçü geçiyor olduğunu görünce şaşırmadı. Dosyaların içinde kim bilir kaçıncı kaybolmasıydı bu. Aldığı notları poşet dosyaya attı. Uykusu nihayet vücudunu teslim almaya gelmişti. Direnmeye niyeti yoktu. Teslim olmadan önce son hatırladığı şey kızın koyu yeşil gözleri ve kendisine, hiç var olmamış kızının adıymışçasına tanıdık gelen ismiydi.

"Azra, Azra Güven."

Continue Reading

You'll Also Like

186K 6.7K 31
Bora'nın üzerime gelen adımlarıyla birkaç adım daha ondan uzaklaşmak istesem de yatağa çarpan bedenimle durmak zorunda kaldım. Gözlerimin derinine ba...
PUS (+18) By Siriustaki•°

Mystery / Thriller

7.9K 399 36
Sıradan bir hayat ve gizem dolu bir adam. Yalanlar ve suçlarla dolu bir dünya. Pus adlı bir ekip. Onlara sonradan dahil olan ve hayatının dönüm nokta...
ELIYS (+18) By Duru

Mystery / Thriller

158K 9.4K 53
Asırların içerisinde daha kaç kez öldürecekti kendisini? Kaç yüzyıl daha acı çekecekti? Bir yandan ölesiye nefret ettiği, öte yandan da, yüzyıllarca...
1M 41K 36
İnsan ne dilediğine dikkat etmeli, zira kalbinden geçen iyi ya da kötü hiçbir dilek gerçekleşmeden peşini bırakmaz, derler. Ben, ölüm diledim. Bir ö...