BAŞKASI

By bluestragger

269K 8.3K 5K

Doğukan Arınç Balcı. Dünyasını, bize yaşamı anımsatan bütün canlı renklerden soyutlamış ve en az kendisi ka... More

GİRİŞ
Bölüm 1: "GRİ"
Bölüm 2: "BAŞKASI"
Bölüm 3: "İTAAT"
Bölüm 4 Part 1: "BARUT"
Bölüm 4 Part 2: "DÜŞ KAPANI"
Bölüm 5: "ESARET"
Bölüm 6: "ÖZGÜRLÜK"
Bölüm 7: "SADAKAT"
Bölüm 8: "HATIRA"
Bölüm 9: "YİTİK"
Bölüm 10: "SIĞINAK"
BÖLÜM 11: "HAYALETLER"
Bölüm 12: "LİMAN"
Bölüm 13: "KABUS"
Bölüm 14: "TAMAHKAR"
Bölüm 15: "ZİNCİR"
Ön Bölüm (16)
Bölüm 16 Part 1: "ÇANLAR"
Bölüm 16 Part 2: "ISTIRAP"
Bölüm 17: "KARMA"
20 Kasım
Bölüm 18: "CAMBAZ"
Bölüm 19: "BUZ"
Bölüm 20: "ÇARK"
Bölüm 21: "SINIRLAR"
Bölüm 22: "İHTİRAS"
Bölüm 23: "ARAF"
Bölüm 24 PART 1: "GECE RÜZGARI"
Bölüm 24 PART 2: "FIRTINALAR"
Bölüm 25: "PARAMPARÇA"
Bölüm 26: "İMTİHAN"
Bölüm 27: "BATAKLIK"
Bölüm 28: "NEFES"
Bölüm 29: "RENKLER"
Bölüm 30: "ALEVLER"
Bölüm 31: "VAHŞİ"
Bölüm 32: "ISSIZ"
Bölüm 33: "YENİLMEZ"
Bölüm 34: "GÜNAHKAR"
Bölüm 35: "RULET"
Bölüm 36: "OYUNBOZAN"
Bölüm 37: "KÜLLER"
Bölüm 38: "CAZİBE"
Bölüm 39: "YOLDAŞ"
Bölüm 40: "DERİN"
Bölüm 41: "İHANET"
Bölüm 42: "ÖPÜCÜK"
Bölüm 43: "TUTKULAR"
Bölüm 44: "GÖLGELER"
Bölüm 45: "GÜZ"
Bölüm 46: "PELERİN"
Bölüm 47: "HARABE"
Bölüm 48: "VEDALAR"
Bölüm 49: "KAPAN"
Bölüm 50: "ŞAH ve MAT"
Bölüm 51: "UCUBENİN ŞARKISI"
Bölüm 52: "KAYIP"
Bölüm 53: "YABANCI"
Bölüm 54: "ALPAGU"
Bölüm 56: "AFFEDİLMEZ"
Bölüm 57: "HİÇLİK"
FİNAL BÖLÜM 58: "SESSİZLİK"
Sevgili okurlarım,
30 Mayıs 2019
20 KASIM 2019

Bölüm 55: "DARAĞACI"

1.3K 83 36
By bluestragger

Bu kapak, kitap olsaydı istediğim kapak tarzındaydı.

Bölüm şarkısı: Amber Run-Stranger

-

Yabancılaşmak. Anılarının kök saldığı, zihninde seninle birlikte büyüyen hatıralara yabancılaşmak. İlk çiçeğini kopardığın yolun kaldırım taşlarıyla örtülmesi, ilk anını hatırladığın sonsuz maviliklere bir başkası gibi bakmak. Ezbere bildiğin hayatların değiştiğini ve yeniden her şeyi kaçırdığını bilmek.

Arabayı durdurduğumda on yedi yaşıma kadar dünyanın en güvenli ve dokunulmaz olan, yirmi iki yaşıma kadar unuttuğum, yirmi iki yaşımda o odaya girdiğimde beni büyüten duvarların yabancılaştığını gördüğüm, dört sene sonra aniden geldiğimde daha önceki değişimlerinden farklı olduğunu gördüğüm yuvama gelmiştim.

Eve kısa bir bakış attıktan sonra arabayı park ettim ve içine girmeye cesaret ettim, evdeki her şey değişse de hatıralarım duvarlara yapışmış ve beni bu evde olmadığım gecelerde hatırlatmıştı. Gülümseyerek kendine kahve hazırlayan babama ve koltukta uzanan anneme baktım, artık kabul etmek gerekiyordu ki yaşlanıyorlardı ve ben büyümüş gibi hissediyordum.

Annem, "Faruk, kim o?" diyerek doğrulurken ona el salladım ve gülümseyerek küçük bir kız gibi kollarına koştum.

"Gerçekten kaza yaptığınızdan haberim olmayacak mı sanmıştınız?" derken geriye çekildim ve kaşlarımı çattım. "Gerçi siz iki moruğu baş başa bırakanda hata, arabayla uzun yolculuklar yapabilecek kadar genç mi sanıyorsunuz kendinizi?" Anneme karşı anne gibi davranmak tuhaftı, genelde sorumsuzluk sonucu azarları ben yerdim.

"Sen büyüdün de bizi mi azarlıyorsun?" derken babam kupasını bıraktı ve bana uzun uzun sarıldı. "Geleceğini haber verseydin kızım, birilerini yollardım."

"Sürpriz böyle yapılır," derken derin bir nefes aldım ve tekli koltuğa oturdum. "İyi misiniz? Ciddi bir şeyiniz yok umarım," derken annemin alçıdaki ayağına baktım.

"Alt üstü küçük bir kaza," dedi babam, göz devirdim, sağlığını hiçbir zaman ciddiye almıyordu. "Kocaeli yolundaydık ve buraya dönüyorduk ama sarhoş bir şoför üstüme sürdü, direksiyonu kırdım ama bariyerlere çarptım, o sırada frene basmadığım için biraz savrulduk ama ciddi bir şey yok."

Surat asarken babamın inatçılığına küfür ettim. "Kaza yaptığınızı Yağız'dan duymak ve kazadan bir hafta sonra gelmek de hoş bir şey değildi. Ya daha kötü bir şey olsaydı? Sarsıntı geçirmişsin ve annemin de ayağı kırılmış. Yağız beni kazadan bir hafta sonra arama zahmetine girmeseydi hiçbir şeyden haberim olmayacaktı. Şu an size çok kızgınım."

"Babaya babalık taslama," dedi babam beni geçiştirerek. En son on beş gün önce görüştüğümüzden beni pek özlediklerini sanmıyordum. "Torunlarım nerede?"

"Ben de sizi çok özledim, tek kızınız olarak," derken göz devirdim ve saate baktım. "Yağız'dan almam gerekiyor. Sonra da senin iş yerine gidip geçici olarak bakacağım, iyileşmeden o binaya ayak basmayacaksınız. Anlaştık mı?"

Ebeveyn olmaya kendimi cidden kaptırmıştım, annemin de babamın da itiraz şansı olmamıştı. Arabayı çalıştırarak Yağız'ın yeni evinin konumuna sürdüm, sevgili eşinin yükseklik korkusu olduğu için o rezidanstan taşınması beni sinirlendirmişti çünkü aynısını ben istediğimde o evin hayalindeki ev olduğunu söyleyerek yapmamıştı. Yol boyu ona küfür ederek arabayı evine kadar sürdüm ve evinin bahçesine geldiğimde kaldırım kenarına park ederek açık olan bahçe kapısından geçtim.

Yağız oğlumla birlikte basketbol oynarken kızım da onları umursamayarak telefonuyla oyalanıyordu, o telefonu aldığı için bir gün Yağız'ın kıçına sokacaktım. Geldiğimi belirtmek için yüksek sesle öksürürken üç çift göz bana döndü. Yağız beni gördüğünde gülümsedi, sık sık yaptığı gibi, çocukların yanında yüzüme sahte bir gülüş koymak zorundaydım.

"Anne babam bana yenildi," dedi oğlum gülümseyerek ve koşarak bana sarıldı, terli saçlarını karıştırdım ve yanağını öptüm. "Babam artık basketbol oynayamayacak kadar yaşlı," derken Yağız'a dil uzattı.

"Baban hala çok genç ve emin ol çok iyi oyuncudur," dedim Yağız'la göz göze gelirken, o basketbol takımını üzerinde görmeyeli yıllar olmuştu, on yedi yaşı kafamda canlanırken eskisinden farklı olmadığını gördüm. "Sadece basketbolda değil birçok oyunda iyidir."

Oğlum geriye çekilirken gülümsedi ve kızıma da sarıldım, alt üstü lanet birkaç gündü ama bin yıl gibi gelmişti. "Babam başka sporlarda da iyi midir anne?" diye sordu oğlum. O tam anlamıyla babasının hayranıydı ama kızım beni babasından daha çok severdi, biraz teselli verse de ikisine de bütün kalbimi vermiştim. Beş yaşlarına çok az kalmıştı ve on yaşına girmelerinden çok korkuyordum.

"Sadece basketbol oynadığını gördüm ama çok güzel tiyatro yapar." Yağız bana elini uzatırken saçlarını tek eliyle geriye attı. Neden benden daha genç gözüküyordu? Elini sıktım.

"Annene haksızlık etme Özgür, annen çok güzel drama yapar." Gülümserken elini geriye çekti. "Hadi ikiniz de üzerinizi değişip oturma odasında annenizi bekleyin, benim annenizle konuşacaklarım var." İkisi de gülerek evin içine girerken Yağız'a ters ters baktım, bana dokunma cesaretini göstererek evin içine ardından üst kata çıkan merdivenlere yönlendirdi. "Kimin aklına gelirdi dört sene sonra seni buraya getirecek kişinin ben olması."

"Senin için gelmediğimi hatırlatmamı ister misin?" derken beni neden odasına çıkardığını anlamakta hiç zorlanmadım, erkek arkadaşımdan birkaç gün önce ayrılmışken ve tanıdığım erkekler arasında en iyisiyken Yağız'a yeniden dokunma fikri hiç hoş gelmiyordu. Bir yandan da sanırım şu İngiliz kadına biraz benim yaşadıklarımı yaşatmak hiç fena olmazdı diye düşünmüştüm.

Açıkçası yıllarca düşündükten sonra bir cevap bulabilmiştim, Yağız daima sahip olamadığı şeyler gözünde çok büyüdüğünde onun peşinden giderdi. Naomi'ye sahip olması, bana sahip olmasındansa çok kolaydı, aslında sadece elde etmek istiyordu. Elde ettiğinde de yeni şeylerin peşine düşüyordu, bir sene öncesine kadar dünyanın en mutlu evliliğini yaşıyor olabilirdi ama ulaşamadığı tek şeydim, yanıma yaptığı ziyaretler sırasında bunu fark etmiştim. Odasına girdiğimde kadın parfümü burun direğimi sızlattı ve gülümsedim, bana yapılanı hiç başka birine yapmamıştım ama bu fikir çok cazip gelmişti. Kırılma noktama çok kez yaklaşmış ama hiçbirinde kırılmamıştım.

Artık kanın kokusundan midesi bulanan bir kuzu değil, kanın kokusuna susayan bir aslandım.

"Seni özledim," diye mırıldandı.

Sırtım nazikçe duvara çarparken Yağız'ın dudakları boynumda gezindi ve çeneme, ardından dudaklarıma tırmandı, odunsu kokusuyla birlikte içki ve ter birbirine karışmıştı, eli elbisemin fermuarına uzanırken elini nazikçe ittim. "Önce banyoya girmeni tavsiye ederim," diyerek başımı duvara yasladım ve gözüm yatağındaki telefona çarptı.

Bana itiraz etmeden üzerinde sıfır bir rakamı olan formasının üzerini çıkardı ve banyoya ilerledi, gidişini izledikten sonra telefonunu aldım ve şifresini çözmek çok basit oldu, Naomi hatırladığım kadarıyla moda tasarımcısıydı ve muhtemelen iş yeri evine fazla uzakta değildi. Çocuklarımı anormal bir şekilde kendi çocuğu gibi sevmesine katlanamıyordum ve onlara veda etmeden gitmek istemeyeceğini düşündüm, bu yüzden eve gelmesini söyleyen bir mesaj attıktan sonra gülümseyerek üzerimdekileri çıkardım ve banyoya ilerledim.

Duş kabini buharlanmıştı ve naneli bir duş jelinin kokusunu çok keskin bir şekilde alabiliyordum, içine girdiğim gibi Yağız'ın beni süt kahvesi rengindeki fayanslara yapıştırması bir olmuştu, beni özlediğini mırıldanırken o andan özellikle kopmaya çalıştım. Bir kez daha onunla ilgili bir şey hissetmeye niyetim yoktu, bedeni bedenimle birleştiğinde bakışlarım boşluğa kaydı ve o andan zevk almadım, onunla ilgili hiçbir şeyi istemiyordum. 21 Aralık gecesinde beni sevdiğini ilan ederken sadece bir hafta sonra başka bir kadınla o yatağa girmesi tuhaftı.

Beni aldatana kadar cidden mutlu günler yaşamıştım ama sadakatle ilgili öğrendiğim bir şey varsa dalından koparılan çiçeğin bir daha o dala geri dönemeyeceğiydi. Ellerimi saçlarının arasına geçirdim eskiden yapmayı sevdiğim gibi. Daha tuhafı o gece orada öz babamın da bulunmasıydı, hoşuna gitmeyen biriyle evlenmiştim ve sevdiğim adama silah doğrultmuştu, o davette bir şeyler yaptığı ve bu benim bütün hayatımı değiştirdiği hissinden kurtulamıyordum.

Tutuşları sayılı saniyeler arasında sertleşirken beni sevdiğini söylediğini bir kez daha duydum ve o andan tekrar nefret ettim, yavaşça tutuşları gevşedi ve yüzüme baktı, ifadesiz ve boş yüzümü gördüğü an bunu zevk için yapmadığımın farkına varmıştı. "Benden hala nefret ediyorsun, değil mi?"

Soğuk bir gülüşü yüzüme yerleştirdim. "Hayır, hiçbir şey hissetmiyorum."

Kabinin sürgüsünü açarak üzerime bir havlu aldım ve havluya sarınarak banyodan çıktım, giyinmekte acele ederken saçlarımı kurutuyordum ve Naomi tam zamanında gelmişti. Kaşlarını kaldırarak bana bakarken su seslerini duyduğu an her şeyin parçalandığını hissettim, son bir senedir tuhaf bir şekilde mutlu olsalar da ilişkilerinde iniş ve çıkışlar olduğunu biliyordum ve bu son noktaydı, o parçalanma sesini duyabiliyordum, aynı bana yaptığı gibi. İntikam zavallıcaydı ama zevkliydi. Sakince ayakkabılarımı giyerken o da duştan henüz çıkan kocasına bağırmaya başlamıştı, çantamı alarak odadan çıktım.

Çocuklarımı oturma odasında bulmuştum, hiçbir şeyden haberleri olmadığından beni takip ettiler ve arabaya ilerledik. İşte kendimi şimdi tam olarak güvende hissediyordum, arabayı çalıştırdım, babamın iş yerine gitmeme yirmi dakikadan az vardı. "Büyükanne ve büyükbabanızın yanına gideceksiniz ve ben de akşam geleceğim." Kaşlarımı çatarken dikiz aynasından telefonuyla oynayan kızıma baktım, bu yaşında savaş temalı oyunları oynaması tuhaftı. "O telefonları bırakmazsanız gelir gelmez ikinizi de kampa göndereceğim haberiniz olsun."

"Ama anne..." Sızlanmalar ve yakarışlar başlamıştı, başımı iki yana salladım. "Burada ne kadar kalacağız anne? Burayı daha çok sevdim, babamla da görüşebiliriz."

"Büyükanne ve büyükbabanızı yormayın." Kaşlarımı çattım, aslında bir kez gelmiştim ve geri dönmek çok zor olacaktı, özellikle de o şirkete girip babamın tanıdığı herkesi çağırdığımda. "Bilmiyorum, uzun süre de kalabiliriz, şimdilik büyükanne ve büyükbabanıza bağlı."

Yolun kalanını susarak tamamladık ve çocuklarımı annemle babamın evine bırakınca babamın iş yerine sürmeye başladım, kahrolası binanın yerini değiştirdiği için mutluydum çünkü Güngören hiç hoşuma gitmiyordu. Her şey bir yana eski hayatımdaki insanları görmeye devam ettikçe buraya daha çok bağlanacaktım, geldiğim gibi geri de dönemezdim çünkü annem ve babama bencillik etmiş olurdum. Bir diğer tarafım da baş edebileceğimi söylüyordu. Yıllar içinde sarsılmaz biri olmuştum, bencilliğimi engelleyebilmeyi öğrenmiştim, artık kendimi daha açık ifade edebiliyordum ve tepkilerimi anında belli ediyordum, ebeveyn olmakla birlikte otoriter biri olmaya alışmıştım.

Başa çıkabilirim diye düşünürken tam vaktinde babamın iş yerine gelmiştim, arabayı park ederken asansöre bindim ve babamın bürosunun olduğu kata çıkarken çantamı askılığa astım ve ihtiyacım olanları içinden alırken sekretere seslendim. "Bir süreliğine babamın yerine ben olacağım, sağlık durumu hakkında bilgi vereceğim ve burada sorunlu giden işleri değiştireceğim, bu yüzden Sabancı, Toraman, Doğan, Polat, Gürsoy ve Evliyaoğlu hariç bütün şirketleri çağırabilirsin." Aceleyle parfüm sıkarken makyaj malzemelerimle birlikte saç maşasını alıp büroya geçtim.

Sekreter beni yıllardır tanıyordu ve benden ilk günkü gibi çekiniyordu. "Balcı da dahil mi?" diye sordu, aramızdaki geçmişi o da biliyordu. "İki saat sonraya ayarlamamı ister misiniz?"

"Özellikle onu çağırdığımı belirt," derken kısa bir bakış attım ve mat kırmızı rujumu sürerken saçlarımı maşalayarak düzelttim.

Kalbim göğüs kafesimden fırlayacakmış gibi hissediyordum, iki saat içinde stresten birkaç kahve tüketip toplantı salonunda yüzünü görmeyince biraz hayal kırıklığına uğramıştım, yüzüme zorunlu bir gülümseme yerleştirdim. "Hepinize geldiğiniz için teşekkür ederim," dedim beni izleyen insanlara bakarak. Aslında umurumda değillerdi, sadece onun da geleceğini düşündüğüm için bir bahane olarak bu buluşmayı ayarlamıştım. "Anne ve babam bir hafta önce trafik kazası geçirdi ve sadece kırık var. Sağlık durumları iyiye gidiyor, onlar tamamen iyileşene kadar burada kalacağım."

Yaklaşık otuz dakika sıkıcı iş konuşmalarıyla geçerken otuz dakikanın sonunda hepsi memnun olmuş bir şekilde elimi sıkarak toplantı odasından ayrıldılar. Son eli sıktıktan sonra yüzümü aniden gelen bir somurtma isteği esir aldı ve omuzlarımı düşürerek toplantı salonundan ayrıldım, sekreterle yan yana yürüyorduk, aslında beni bu kadar yüksekteymişim gibi görmese arkadaşım olabilirdi.

"Balcı gelmedi," derken listedeki ada baktı. "İyi misiniz?"

"Görebiliyorum," dedim somurtarak. "Rakı masası kurmak çok iyi olurdu," diyerek saate baktım. Öğle vakitleri sarhoş olmak için hiç iyi değildi. "Önemli olmadıkça kimse rahatsız etmesin," derken büroya girdim ve koltuğa oturduğum gibi havası boşalmış bir torba kadar amaçsız hissettim.

Somurtmaya devam ederek dosyaları inceledim ve imza attım. Bu işin kötü tarafı da buydu, çoğunlukla imza atmak, eğer hala hemşire olsaydım şu an birinin boğazına laringoskop sokuyor olurdum ve kafam dağılırdı. Bazen her şeyi bırakıp geri dönmeyi istiyordum, iç geçirerek imzamı atmaya devam ettiğim sırada kapım çalındı.

"Girebilirsin," derken tek elimde saçımı geriye attım ve kapı açıldığında elim saçlarımın arasında kaldı. Adrenalin bütün vücuduma yayılırken o an sevinçten kendimi aşağıya atabilirdim, hayatımın son yıllarında hiç bu kadar iyi hissetmemiştim.

Kendimi beş yaşında gibi hissediyordum, fırtınanın ortasında güneş açmış gibi, kaybedilmeye mahkum bir savaşta umudun doğması gibi. İçim aydınlanmış gibiydi, bakışlarımda ve gülümsememde bir parlama oldu. Sanki bir çocuğun rüyası bedenimde şekil bulmuş ve rüyasını gerçekleştirmiş gibiydi.

Beni görünce şaşırdığını hissetsem de aptal gülüşüme karşılık o da gülümsedi ve ayağa kalkarak ona sarılmak yerine elimi resmi bir şekilde uzattığım için kendime içten içe küfür ettim. Önümdeki koltuğa otururken heyecandan ellerimin titremesine engel olamadım. "Bir şey içer misin? Kahve, su, çay, gazoz, kola falan var. Sert bir şey içmek istersen viski bulabilirim, eminim burada bir yerde var..."

Yanaklarım kızardı ve hızlı söylediğim kelimeler arasında anlamış olmasını umut ettim, bu kadar telaş yapmama ne gerek vardı ki? Karşımdaki adam benim bir zamanlar sevgilimdi, beraber yatağa girdiğim, omzunda ağladığım ve sevdiğimi söylediğim kişiydi.

"Siktir et viskiyi," derken ciddiyetle bana baktı. "Baban beni çağırdı sanmıştım, geciktiğim için özür dilerim, eğer senin beni çağırdığını bilseydim daha erken gelirdim."

Ve gülümsemem ben aptalım der gibi genişledi. "Bir süre burada olacağım, annem ve babam kaza geçirmişti onların iyi olduğuna emin olmak istiyorum, bunu açıklamak için çağırmıştım." Yüzünü inceledim, ben daha olgun bir görünüm kazanmıştım ama o da Yağız da hiç değişmemişti. Kalemi elimde çevirirken onu o odada nasıl bıraktığım aklıma geldi ve gülümsemem soldu. Bir doğum günü partisinde kıskançlık nedeniyle beni yanlış anladığı için bana zarar vermişti ve beni aşağılamıştı, ancak o odada kalmam için yalvarırken onu arkamda bırakarak onu daha fazla aşağılayamazdım. Aramızda kırgınlık veya kızgınlık yokmuş gibi konuşmamalıydım. "Şey... Beş seneye yakın zaman geçti, nasılsın?"

Ayrıca onu kendime istemeyi düşünmemeliydim, zaman değişmişti ve belki düşüncesi acı verse de görüştüğü biri olabilirdi. Zaman beni değişse de onun karşısında babasıyla konuşan küçük bir kızdan farksızdım, isteklerimi açıkça belli ediyordum.

"İyiyim," dedi eski soğuk yüzüyle. "Sen iyi misin?"

"Hiç bu kadar iyi olmamıştım," derken iç geçirerek ona gülümsedim ve içimden kendime tokat attım, neden duygularımı bu kadar belli etmiştim ki? "Biraz sinirli görünüyorsun, canını sıkan bir şeyler mi var?" diye sordum durumu toparlamaya çalışarak.

"Uzun hikaye," dedi kaşlarını çatarak. "Bu önemli değil. Geri geldin ve önemli olan bu. Son telefon konuşmamızda bana söz verdiğin gibi orada güzel bir başlangıç yaptın mı?"

Uçağa binmeden önce beni aramıştı, yeni bir başlangıç yapacağıma ve bana iyi olacağıma söz verdirtmişti, hem de ne başlangıç yapmıştım. İtalya'ya ayak bastığım günden beri İtalyan erkeklerle tek gecelik ilişki yaşadığımı ya da ayrılmasaydım benimle evlenmeyi düşünen aşırı takıntılı eski erkek arkadaşımı söylersem tepkisini hayal edemiyordum, tanıdığım en kıskanç insandı.

"Sözümü tuttum, her şey güzeldi," dedim gülümseyerek. "İş yerimde canımı sıkan bir durum olmadı. Hatta yıllar sonra birkaç arkadaşım oldu. Yaz geceleri çok güzeldi, Roma'daki kültür, Venedik'teki sokak sanatçıları, Malta geceleri. Geceleri hava ılık olurdu, Venedik'te gondollara biner ve İtalyan sokak sanatçılarının aşk şarkılarını dinlerdik, bazıları romantik şarkılarda dans ederdi, aşkı hissettiğim bir şehirdi, çok huzurluydu. Ruhunu hem aydınlatan hem de karartan bir havası olurdu, çok güzeldi." Gülümserken ona baktım. "Her şey çok güzeldi ama bir şeyler de hep eksikti."

"Gerçekten evin gibi hissettiğin bir yer değildi, değil mi?" diye sordu.

"Evet." Bakışlarımı yüzüne kaydırdım. "En sevdiğim insanla paylaşamadığım bir mutluluğu yaşadım ve çok eksik hissettim. Dans eden çiftleri ne zaman izlesem en sevdiğim insanla paylaştığım kırgınlık aklıma gelirdi. Mutluluğa kasvet çökerdi."

"Kırgın değilim," dedi gözlerimin içine bakarken. Yıllar geçse de o gri gözleri beni hep kendine esir ediyordu. "Mutlu olduğunu bilmek beni de mutlu etti."

En son ne zaman ağladığımı hatırlamıyordum ve o an ağlayacak gibiydim. "Hala her şey aynı mı?" diye sordum.

"Hiçbir şey aynı kalmaz, her şeyin parçalandığı bir nokta oldu," dediğinde bastırdığım bütün duygularım dışa vurdu, karşısında bir çocuk gibi ağlayacak kıvama gelmiştim. "Ama sen aynısın," dedi uzun süre düşündükten sonra. "Tuhaf olan aynı kalan şeyleri senin değiştirmendi. Her şey sen gittiğinde parçalanmaya başladı ve o kadar hızlı oldu ki anlamam için çok geçti."

"Özür dilerim," dedim yüzümde tuhaf bir ifade belirirken.

"Önemi yok," dedi eski soğuk maskesiyle, telefonu çaldığında cebinden çıkarıp kısa bir bakış attı ve kapattı. "Fazla vaktim yok, Anıl'ı almam gerek," dediğinde onunla birlikte ayağa kalktım. "Görüşmek istersen beni nerede bulacağını biliyorsun."

"Biliyorum," derken yeniden elimi uzatmak gibi aptal bir hata yaptım. Elimi sıkmak yerine boş boş bakarken beni hızlıca kendine çekti ve göğsüne bastırarak sarıldı. Gülümseyerek sırtına kollarımı dolarken kokusu unutulmuş bir his gibi içimde çözüldü. "Kahretsin seni gerçekten özledim."

Dudaklarını saçlarımın arasına geçirdi. "Sonra görüşeceğiz." Elleri yavaşça gevşerken geri çekilmek zorunda kaldım ve ölü grilere baktım. Yavaşça kapıya yönelirken masaya tutunmak zorunda kaldım. Onu bu kadar çok sevmek can yakıcıydı.

Ve gittiğinde bir çocuğun rüyasını aydınlatan güneş fırtınalara yer verdi.

Hava karardığında eve varmıştım ve içimde eve koşma dürtüsü vardı, çocukluk günlerimde olduğu gibiydi, karanlıkta dışarıda kalmaktan korkardım. Paranoyak bir şekilde gece uğrayanlar tarafından kovalandığımı düşünür ve hayatım buna bağlıymışçasına eve koşardım, odama girer ve dört duvara sığınırdım, kendimi güvende hissetmem sadece bir battaniyenin altına girmek, el fenerini açmak ve bir romanın sayfasına sığınmama bağlıydı.

Huzursuzlukla arabadan çıkarken etrafa göz attım, tanıdık bir manzaraydı ama fazla sessizdi, evlerinde yaşayanlar dışında tek canlı benmişim gibi. Ayakkabılarım kaldırımda sesler çıkarırken evin dış kapısından girdim, bahçede benim dışımda biri var hissine kapıldığımdan etrafa bakınırken evin kapısına ulaştım ve ellerim titrerken kapıyı açmayı başardım. İçeride sadece annem ve babamın söylediği gibi Özgür vardı, derin bir nefes verirken çantamı ve trençkotumu askılığa astım.

"Neden kız kardeşin, büyükannen ve büyükbabanla birlikte gitmedin?" derken ona ilerledim ve bana kollarını açan oğluma sarıldım, günün sonunda evde beni bekleyen iki çocuğuma sarılmak bütün günün yorgunluğuna değiyordu. "Korkmadın değil mi?"

"Senin yanına kalmak istedim, seni uzun zamandır görmedim anne, ben hiçbir şeyden korkmam."

Gülerek saçlarını karıştırdım. "Ben de seni özledim ufaklık. Hadi seninle o kadar güzel bir yemek yapalım ki büyükannen ve büyükbaban dönünce şaşırsınlar, önce üstümü değişeceğim sen de ihtiyacımız olanları hazırla." Eğilip yanağını öptüm ve gülerek mutfağa koştu.

Üst kata, odama çıktım ve beni büyüten bu odanın çocuklarımı tanıması tuhaf geldi. Genelde çocuklarıma karşı otoritemi sevgimden daha önde tutuyordum çünkü onları git gide çivisi çıkan bu dünyada çok iyi yetiştirmem gerekirdi. Otoritem sevgimden önde olduğu için onları sevdiğimi gösterdiğimde mutlu olurlardı, Yağız direk sevgisini gösterdiği için oğlum muhtemelen babasını daha çok seviyordu ama kızım çok akıllıydı ve beni anlayabildiğini biliyordum.

Üzerimdeki gömleğin düğmelerini çözdüm ve atletle kaldığım sırada arkamda bir beden ve boğazımda bir soğukluk hissettim. Bu anı yıllar önce yaşamıştım, o aptal küçük kızın savunmasızlığına yakalanarak çığlık attım ve saçım arkaya sertçe çekilirken bir kol boğazıma dolandı.

"Ayça Poyrazoğlu," dedi erkek sesi ve silahı çenemin altına tuttu. "Hiçbir zaman sessiz gelmeyi başaramıyorsun, sen geliyorsun ve ayakkabılarının sesini kilometrelerce öteden duyuyorum, kanını tekrar akıtma isteğim kimin öz kızı olduğunu değiştirmiyor." Beni altı yıl önce vuran adam yarıda bıraktığı işini bırakmak için dönmüştü. Bir şey söyleyecektim ama odamın kapısı açıldığında korkum arttı. "Büyüdün ve artık kendi ailen var, gerçekten enteresan," derken silah boğazımdan çekildi ve oğluma doğrultuldu, tek hamle şansım vardı ve yanlış yapmak gibi bir aptallık edemezdim. "Çocukları can sıkıcı bulurum biliyor musun? Gevezeler, oyun oynamak istiyorlar, tabii hayat acımasız davranmadıysa. Hayatın acımasız davrandığı çocuklardan biriydim, evim sokaklardı. Ve senin çocukların olabilecekleri en güzel konumdalar. Can sıkıcı şımarık veletler."

Oğlum, "Anne bu adam kim?" dedi boş boş silaha bakarken. "Anneme zarar veremeyeceksin," diye bağırırken o an cesaretinden şaşkına uğramıştım.

"Özgür hemen çık bu odadan," dedim sakin bir sesle. Duruşunu bozmadan ayakta dikildi ve yüreğim korkuyla çarptı. "Özgür sana bu odadan çık dedim," diye sesimi yükselttim, ona ilk kez sesimi bu kadar yükseltmiştim ve sinirimi göstermiştim.

"Hayır, hayır," diye itiraz gelirken oğluma doğrultulan silah hareket ettiği ve boğazıma dayandığı için içim rahatladı. "Çocuk bu odada kalacak."

Derin bir nefes verdim. "Özgür masanın altına giriyorsun, hemen. Kulaklarını kapatacaksın." İtiraz etmeden masanın altına girerken elleriyle kulaklarını kapattığını gördüm. "Evime gelip boğazıma silah dayıyorsun, öldürmek istesen çoktan öldürürdün, ne istiyorsun?"

"Balcı'nın seni bu kadar akıllı bir kız yapacağını hiç düşünmezdim," derken silahı elinde çevirdi ve yine boğazıma dayadı. "Üç gün sonra, Cumartesi günü. Öğleden sonra iki, lunaparka geleceksin, hangisi olduğunu sana yarın bildireceğim. Orada olacağım ve sana söyleyeceklerim olacak, bir de sakın palyaçolardan korkma. Tek geleceksin ve kimsenin bundan haberi olmayacak, özellikle Balcı'nın. Bu gece yaşanmadı ve eğer Cumartesi günü seni orada görmezsem, bu konuşmayı anlattığını duyarsam..." Gözleri masanın altındaki oğluma kaydı ve masanın arkasına bir el ateş ederken hareketlendim ama boğazımı çıplak ellerle sıktı. "Senin ölümün bir şey ifade etmez ama çocuklarının acısı daha büyük olur değil mi?"

O sırada oğlum masanın altından çıktı ve bacağının kanadığını gördüm, bana doğru ilerlerken avizeye ateş etti ve avize tam olarak oğlumun üzerine düşecekti, onu ittirerek hareket ettiğim gibi onu o kadar hızlı çektim ki dengesini kaybetti ve sıkıca göğsüme bastırırken gözyaşlarım akmaya başladı, arkamı döndüğümde çoktan pencereden atlayarak gitmişti.

Direk bacağına baktım, şu an şoktaydı ve muhtemelen acısını da hissetmiyordu, kurşun sadece bacağını sıyırmıştı. "İyisin, sadece küçük bir sıyrık," derken aslında onun yerine kendimi inandırmaya çalışıyordum, berbat haldeydim, oğluma sıkıca sarıldım ve bu kadar çaresiz olduğum için kendime küfür ettim.

"İyiyim anne," dedi elini kanayan bacağına götürürken. "Canım acımıyor. Sen iyi misin anne? O adam kim, senden ne istiyor anne?"

Gözyaşlarımı silerken geriye çekildim ve omuzlarını tuttum. "Kim olduğu önemli değil, sana bir daha asla zarar veremeyecek. Bundan kimseye bahsetme tamam mı? Kimse bilmemeli."

Bana boş boş bakarken bir an sözünü tutup tutmayacağından emin olamadım. "Kimseye söylemem," dedi. Kontrolümü biraz olsun kazandığımdan yatağımın altındaki ilkyardım çantasına uzandım ve yarasını temizlemeye başladım, küçük bir pansumanla ve antibiyotiklerle sorun çıkmayacaktı. İşimi kontrolle yaparken oğlum dikkatle beni izliyordu.

"Sen hiç ağlamazdın anne, hep bir kahraman gibiydin. Kahramanlar bir gün yenilir mi?"

"Öyle bir an gelir ki," derken sesim titredi. "Öyle bir an gelir ki, en zayıf noktasından vurulduğunda her kahraman yenilir."

Ve o hayal kırıklığıyla dolu bakışlar asla kaderimi yaşatmayacağım dediğim çocuklarımın yüzünde belirdi, kaderimin aynısını bakışlarında gördüm, çocukluğunu bitiren, inancını yok eden o cümleyi kendi çocuğuma ben söyledim.

-

Yol bittiğinde kaderimle baş başa kaldım ve derin bir nefes alarak arabayı durdurdum. Yalnızdım ama beni ürküten bu değildi, iki saat sonra çocuklarımı göremeyecek olma ihtimaliydi. Tuttuğum nefesi verirken arabayı park ederek indim ve çocukların kahkahalarının ayakta tuttuğu lunaparka baktım. Çocukken hiçbir zaman sevememiştim ve çoğunlukla adrenaline gelemezdim.

Kotumu yukarıya çekerken beyaz gömleğimi düzelttim ve gişeden bilet alarak lunaparkın içine girdim, alan çok büyüktü ve çok fazla insan vardı, çoğunlukla çocuklardı bu yüzden kimseye zarar gelmeden o sosyopata istediğini verecektim, arka cebimdeki bıçak kendimi biraz bile olsa güvende hissettiriyordu. Ne zaman şiddet yanlısı silah ve bıçaklara başvurduğumun farkında değildim ancak herkesin bir kırılma noktası vardı ve kendinden beklenmeyen şeyler yaparlardı. İşte bu da benim kırılma noktamdı.

Lunaparkın her köşesini gezdim, en sessiz ve ücra köşeleri bile, ancak o sosyopatın suratını iyi tanıyordum ve burada yoktu.

Kendime bardakta mısır aldığım sırada bir çocuğun bakışlarını üzerimde hissettim, aldığım mısırı ona uzatırken sevincini görmek beni de mutlu etti, çocukların kahkahalarıyla mutlu olabilmeyi öğrendiğimden beri her şey daha kolaydı. Bardakta mısırı karıştırarak kalabalığın içine ilerledim ve izledikleri şeye baktım.

Bir palyaço büstü vardı, devasaydı, palyaçolara özgü gülüşüyle ürkünçtü, palyaçonun ağzına küçük bir top atıldığında aniden palyaço kahkaha attı, elinde sahte bir bomba belirdi ve üzerinde saniyelerle otuz saniyeden geriye saydı, kaşlarımı çattım ve gözlerimi ayırmadan saniyelerin azalmasını izlerken yanımdaki kadına fısıldadım. "Bu saçma aletin lunaparkta ne işi var? Çocukları kötü etkilemiyor mu?"

"Çocukların favorisi," dedi kadın gözlerini palyaçodan ayırmadan, son on saniyeydi. "Çocuklar sıraya giriyor ve sırası gelen basamağa tırmanarak palyaçonun ağzına top atıyor, beş deneme şansları var ve üç tanesi palyaçonun ağzına girince palyaçonun elinde sahte bir bomba belirir ve otuz saniye içinde patlayarak çocuklara hediye verir. Hediyeler hep farklı oluyor, bazen palyaço maskesi, bazen oyuncak ayı, bazen de bilet verir."

Kaşlarımı çattım ve son saniyede büyük bir patlama sesiyle ürktüm, ellerimi başıma koyup eğilmemek için kendimi çok zorlamıştım ama patlayan sadece konfetiydi.

İnsanlar git gide psikopatlaşıyorlar diye düşündüm ve sıradaki çocuğun palyaçoya ilerleyip basamağa tırmandığını gördüm. Yanındaki top filesinden bir top aldı ve ilk atışta palyaçonun ağzına girdi, palyaçodan kahkaha sesleri çıkarken ürktüm, palyaçolardan nefret ederdim. İkinciyi de aynı şekilde tam isabet ettirerek attı ve palyaço kendisine özgü kahkahasını attı. Mısırı kaşıklayıp ağzıma götürdüğüm sırada kaşlarımı çattım, palyaçolardan korkma demişti.

Çocuk üçüncü topu attı ve ıskalamadan palyaçonun ağzına girdi, alkışlayanlara katılmak istesem de palyaçodan çıkan ses palyaçonun kahkahası değildi, 22. yaş günümde pastamdaki mumları üflemeden hemen önce kahkaha atan sosyopatın kahkahasıydı. Ve palyaçonun eli açıldı, avuçlarında bir bomba belirdi, bu gerçek bir bombaydı ve yirmi saniye süresi vardı.

O sırada kabalık çığlık atarak koşuşturdu ve bana çarptılar, bir an sersemledim ama basamaktaki o çocuğu kurtarma isteğim daha ağır bastı, kendi çocuğum gibi bir yakınlık hissetmiştim. Orada öylece dikiliyor ve bombaya boş boş bakıyordu, kalabalığa göğüs gerdim ve onlara çarparak çocuğa koştum, onu basamaktan çekip aldığım gibi şaşkına uğradı.

Onu kucağıma aldım ve ağırlığı umursamadım, insanların ters yönüne koşarken ilerideki standı gördüm, zamanım yoktu, en hızlı koşumu yaptım, mesafe kısaldıkça bombanın patlamasına da az kalıyordu. Standın arkasına girdiğim an çocuğu yere bırakıp üzerine kapandım, ona zarar gelmemesi daha önemliydi. Bomba büyük bir gürültüyle patladı ve kulaklarım sağır oldu sandım, stand patlamadan dolayı parçalandı ve parçaları üzerime düşerken acıyı hissetmedim.

Birkaç dakika aklımı kaybetmiş gibi öyle durmaktan başka bir şey yapamadım. İnsanlar üzerimdeki tahta parçalarını alırken gökyüzüne baktım, kalabalığın sesine sağırlaşmış ve aklımı kaybetmiş gibi hissediyordum. Çocuğa baktığımda o da bana bakıyordu. Ellerimle yarası olup olmadığını kontrol ettim. "Bir yerin acıyor mu? İyi misin? Yaralandıysan acını hissetmeyebilirsin," diyebildim telaşla.

"İyiyim," derken bana tuhaf tuhaf baktı ve gözlerine dikkatle baktım.

Aynı soğuk bakışlar, aynı sert ifade, rengi farklıydı ama babasının mirasını yaşatıyordu. Henüz bir bebekken gördüğü ilk yüzdüm, bebekliğindeki masum maviler her şeyi sorgulayan, şüphe eden, ruhsuz birinin bakışlarına dönüşmüştü. Eğer onu oradan kurtarmasaydım...

"Anıl," diyerek ona sıkı sıkı sarıldım ve bir an benim için neden bu kadar özel olduğunu bir kez daha anladım. Sarılmak yerine kayıtsız kaldığında yanlış bir şey yapıp yapmadığıma emin olamadığımdan donuk yüzüne baktım.

"Beni nereden tanıyorsun?" dedi tuhaf bir ifadeyle yüzüme bakarak. "Sen melek misin? Babam hep seni anlatırdı, beni bir gün kurtaracağını, en güçlü kadın olduğunu ve beni çok sevdiğini anlatırdı, uzun sarı saçların olduğunu söyledi. Sen o melek misin?"

"Melek değilim ama doğduğundan beri seni tanıyorum, gözlerini açtığında gördüğün ilk yüz bendim," dedim ona sevgiyle bakarak ve ellerini güvenle kavradım, o an sevinçten ağlayacak hale gelmiştim. "Bebekken ilk söylediğin kelime benim adımdı. Seni çok severdim ve sen de beni severdin. Ama bir gün gittim ve büyüdüğünü hiçbir zaman göremedim."

"Sen melek değilsin," dedi geri çekilerek ve ellerimi sertçe bıraktı. "Beni sevseydin gitmezdin," dedi babasının kindar ve intikamcı yüzüyle. "Neden beni terk ettin anne? Neden bana bunu yaptın?"

Ve bütün dünya tek bir cümlenin hatırına paramparça oldu.

Continue Reading

You'll Also Like

LALO By Kara Gül

General Fiction

473K 31.6K 30
☘️Günçiçek▪️Fırat☘️ Gözlerinden akan yaşlarla, otuzlarında olan kadını karşısına dikildi "Sen ne arıyorsun burda? Anlamıyor musun ben ne kırkındaki...
924K 55.1K 71
"Hiç bir aile karesinde yerim yokmuş ki benim" Ben Buse. Buse Yalın olarak doğmuştum ve şimdi Buse Gamzeli olarak ölecektim. Bu ruhu ölmüş, bedeni ya...
GELECEK By VeraHare

General Fiction

103K 5K 16
Tüp bebek merkezinde tüplerin karışması sonucu kocası yerine hiç tanımadığı bir adamdan hamile kalmıştı Mahru. #1İhanet/24.5.2024 #1Mahru/24.5.2024 #...
73.3K 1.8K 23
"Han." derken dudaklarım titredi. Bedenlerimizin yakın olması ise bedenimi titretti. "Güneş." dediği an kalbime bir ok saplandı sanki. Yer yerinden...