MUTANT: Küllerinden Doğan

By SsiyahAnka

622K 48.9K 7.2K

Tüm dünyam gözümün önünde yok olurken, tek başımaydım. Cızırtılı sokak lambalarının altında yürürken orada, k... More

1 / TANITIM /
2. BÖLÜM: İDGM Başarısız Oldu!
3. BÖLÜM: Sirayet
4. BÖLÜM: Bağışık'lar?
5. BÖLÜM: Davetsiz Misafirler
6. BÖLÜM: Panzehir
7. BÖLÜM: SuperNova
8. BÖLÜM: Sağ Kalanlar
Bölüm Değil!
9. BÖLÜM: Rüya mı İmge mi?
10. BÖLÜM: Pandora'nın Kutusu
11. BÖLÜM: Kabus Çarkı
12. BÖLÜM: Avcılar
13- Anka İşlemeli Çakmak
14- Kandırmaca
15- Simurg Anka
16- Saklı Kalanlar
17- Astım
18- Evim
19- 'Ayaklarına İhtiyacın Olmayacak'
20- Teklif
21- 'Sakın Uyuma'
22- Kontrol
23- Bağışık Kanı
24- Kanlı Gözyaşı
25- Sürpriz
Yazardan
26- Gizli Takip
KARAKTERLER
27- Dostluk Kurtar'ır
28- 'Kurtulanlar Kampı'
29- Beklenmedik Atak
30- Umut
31- LİDER
32- Yeni Doğan Vezir
34- Kahraman
Türkiye Cumhuriyeti İlelebet Payidar Kalacaktır
35- Yaşam İçin Mücadele
36- Terkediliş
37-Mezarlık
38- Harikalar Diyarı
39- Kapan
40- Çınlama
41- Çıkmaz Sokak
42- Kül ve Köz
43- Ölüm İmzası
44- Operasyon: Zümrüd-ü Anka
45- Sonu Yakalamak
46- Kör Kırmızı
47- Ölümcül Serap
48- Geceye Son Atış
|FİNAL|Son Senfoni

33- Fedakar Takım

9K 805 80
By SsiyahAnka

Demek 33. bölüm. Demek finale yaklaşyoruz... Umarım bölümü beğenirsiniz.
Beğenin ya. 😂😂
Yazarken yerimde duramadığım bir bölüm oldu.

Keyifli Okumalar... :)))

Bölüm şarkısı: Starset- My Demons

~~~~

Güneşin ilk ışınları camdan süzülüp yüzümün sol tarafına vururken o kadarda rahatsız etmiyordu. Aksine güvendelik hissi veren sıcaklığın beni uyandırmasına kızmamıştım bile.

Bir saat önce uyanmış sağa sola dönüp uyuyamadığım için sonunda kalkıp oturmuştum. Düşüncelerimi kafamdan sıyırıp, pandoranın kutusuna koymuştum. Saat bir zaman sonra rahatsız edici tik-tak sesleri çıkarmaya başladığında, diğerlerinin hala nasıl bu kadar uzun uyuyabildiklerini düşünmeye başlamıştım. 57- 58- 59.....

Ve saat 07.00.

Kalkıp kafalarında davul çalma isteğimi, bir davulum olmadığı için bastırmıştım. Ama yine de Esin'de çareler tükenmez.

Zippo işlemeli çakmağımı elime alıp kapağı açıp- geri kapattım. Tekrar... ve tekrar.

Çıkan tok ses ne kadar hoşuma gitmese de yüzümde bir tebessüm oluşturmuştu.

Kapak açılıp kapanırken kıpırdanmalar başlamıştı.

"Kes şunu."

Rüzgar gözlerini açmadan konuşunca daha çok sırıttım.

"Neyi?"

"Bomba etkisi yaratıyorsun Esin. Tik tak, tik tak. Kes şunu." derken bir gözünü açmıştı.

"Bomba gibiyim zaten. Az sonra patlayacağım." dediğimde tekrar yastığa gömüldü.

Kübra'da uyandığına dair sıkıntılı homurtular çıkarıp yastığa daha çok gömüldü ve boğuk bir sesle,

"Saat kaç, Esin?" diye sordu.

"Sekiz buçuk." dedim. Bam! Yalan.

Saat henüz, 07:02.

Kübra şaşkınca kafasını yastıktan kaldırıp komik bir ifadeyle yüzüme baktı,

"O kadar oldu mu?

"Evet, hadi kalk." derken yüz ifadesine gülmemek için direniyordum.

"Yalan söylüyor." diyerek araya giren Kaçık yatağında dikleşmişti.

"Saat henüz yedi."

Tabii, adamın kolunda saati var.

"Yediyi iki geçiyor. Hatta şimdi üç oldu." dediğimde Kaçık umursamazca omuz silkti ve,

"Ama Esin haklı." dedi.

Şaşkınca kaşlarım havaya kalktı ve,

"Öyle miyim?" diye soru verdim.

Kaçık bu saçma sorumu da duymazdan gelip ayağa kalktı ve kapıya yöneldi.

"Lavaboya gidiyorum ve geldiğimde hepinizi tamamen uyanık görmek istiyorum." dedi ve kapıdan çıktı. Üzerinde çok durmak istemesemde, sesinde dün geceden kalan hüzün kırıntıları vardı.

Çakmağın kapağını açıp kapamaya ara vermeden,

"Duydunuz zilin sesini, yarış başlamıştır." dedim ve hala tepki vermeyen Rüzgar ve Kübra'nın yatakları arasındaki alanda ayakta dikilmeye başladım.

Kübra tarafına bakarken, elimde hissettiğim baskı ve aniden çakmağın geride bıraktığı boşluk hissiyle sitem ettim.

"Hey!"

"Eğer susarsan çakmağı geri alabilirsin."

Rüzgar elini çakmağı avucunda kaybolmasını sağlayacak şekilde yumruk yaptı ve elini yastığın altına koydu. Arkamda Kübra'nın, Rüzgar'ı destekleyen kıkırtısı duyulmuştu.

İki seçeneğim vardı. Birincisi, çakmağı geri alabilmek için yatakta Rüzgar'la savaş vermem, ikincisi, dediği gibi pes edip peşini bırakmam.

Fakat Esin Dizdar, üçüncü seçeneği seçiyordu.

"Pekala." dediğimde Rüzgar'ın omuzlarının gevşediğini gördüm.

Yavaşça kapıya doğru ilerleyip, kulpu çevirdim ve gıcırtılar eşliğinde kapıyı ardına kadar açtım. Yüzüme hınzır ve alaylı bir gülümseme yerleştiğinde, hiç beklemeden insancıl tüm gücümle kapıyı iterek gürültülü bir şekilde çarptım.

Çıkan gürültüyle gözlerim irileşirken, bunun iki katı şaşkınlık ve dehşetle, Rüzgar ve Kübra, aynı anda yataklarında doğrulurken sırıtmadan edemedim.

Kübra şaşınlıkla komik bir suratla bakarken, Rüzgar Kübra'nın aksine korku filmlerini aratmayan bakışları yüzümü turluyordu.

Sırıtışım yüzümden silinmeden omuz silktim ve,

"Kapıyı da sökecek misin?" dedim.

Rüzgar tepki vermeden gıcık olmuş bir şekilde bakmaya devam ederken, ufak bir an için dudaklarının titrediğini gördüm fakat çok uzun sürmedi.

Yataktan kalkıp önüme geldiğinde kafasını iki yana sallayıp,

"Sen iflah olmazsın, Anka." dedi.

Yüzümü düşürmeden, kapıyı tekrar açtım ve geçmesi için önünden çekildim. Yanımdan geçerken, bu sefer silikleşmeden, dudaklarının yukarı kıvrılışını yakalamıştım.

***

"O şeyi çıkarırsan, şeytan görmüş gibi taşlarlar seni, Esin."

Kübra'yla banyoların birinde yüzümdeki amaçsızca duran sargı bezini çıkarıp çıkarmama karar vermeye çalışıyorduk.

Yanağımdaki kesik, arkasında hiç bir iz bırakmadan tamamen kaybolmuştu.

"Şuan da ise ben aptal gibi hissediyorum." dedim ve Kübra'nın aynadaki yansımıyla göz teması kurdum. Kübra yaslandığı duvardan yavaşça dikleşti ve,

"Biliyorum." dedi ve bana yaklaştı.
"O yüzden, şu sargıyı suratından çıkart ve bunu tak."

Cebinden çıkarttığı yara bandı olduğunu anladığım şeyi bana uzattı.

Minnetle tebessüm ederken,

"İlk yardım kutusunda bu yoktu. Nereden buldun?" diye sordum.

"Revirden. Dün akşamda kendinle münazara içindeydin." durdu ve omuz silkti. Ben yara bandını olması gerek fakat izi dahi olmayan yaranın üzerine yapıştırırken,

"Hem küçük bir parça yara bandı çalmanın kimseye zararı olmaz." dedi.

Sesi o kadar saf ve masum çıkıyordu ki, bazen nasıl benim yanımda olmaya katlandığını çözemiyordum.

"Sen benim kahramanımsın." diye fısıldadığımda 32 diş gülümsedi.

"Kahramanların formda kalmaları için kahvaltı yapmaları gerekir, Bayan Dizdar."

Önünden yavaşca reveransla çekilip,

"Önden buyurun, Bayan Soylu." dedim. Kübra sahte bir kibir ve havayla önümden geçerken, gün içinde ikinci kez arkada kalmaktan mutlu olmuştum.

Yemekhaneye indiğimizde Rüzgar ve Kaçığı ayakta dikilen Yiğit'le hararetli bir şekilde sohbet ederken bulduk.

"Bunu yaparsak bir çok insanın hayatı kurtulur."

Masaya geldiğimizde Kübra yerine geçerken bense Yiğit'in yanında, duyduğum cümleyle ayakta kalakalmıştım.

"Neyi naparsak ne olur?"

Kurduğum cümle karşısında istemsizce kaşlarım çatılmıştı.

Yiğit bana dönüp hafifçe güldüğünde, bende ona bakarak cevap bekliyordum.

"İlaç bulma konusunda planlarımız var." dedi Yiğit, doğrudan gözlerimin içine bakarak.

Kaşlarım daha çok çatıldığında,

"Öyle mi? Nasıl?" dedim bende ona bakarak.

"Lider Luke, bütün kurtarma timlerini kontrol odasına çağırıyormuş." dedi Kaçık araya girerek. Sesindeki umutsuz ton hala silikleşmemişti.

Kaçığa döndüğümde Rüzgar' a da bir bakış attım. Ellerini masanın üzerinde toplamış, gözleri Yiğit'le benim aramda mekik dokuyordu.

Yiğit tekrar bana dönünce refleks olarak bende ona baktım.

"Bugün yoğun geçeceğe benziyor." dediğinde tekrar masaya dönüp kafamı sallamakla yetindim.

Gözlerim tekrar Rüzgar'ı bulunca kısık gözlerle yine bana bakarken yakaladım. Yiğit'ten hiç mi hiç hoşlanmıyordu.

"Dikilmesene öyle ayakta." dediğinde aynı zamanda gözleriyle karşısındaki sandalyeyi işaret ediyordu Rüzgar.

İkiletmeden Kübra'nın yanındaki sandalyeye yerleştiğimde Kaçık konuştu.

"Sıkı bir kahvaltı yapın." dedi ve kollarını masanın üzerine koyup dikleşti.

"Pek hoş bir gün olmayacak."

***

Lider Luke'n emir verdiği gibi, bütün grup liderleri ve görevliler kontrol odasında toplanmıştık.

Bayağı geniş elips bir masada, baş köşedeki koltuktan sağa doğru, hacker olduğunu bildiğim kadın, onun yanında Yiğit, ben, Rüzgar, Buket, Çagkan, Luke'un ve diğer başların takımından bir kaç kişi oturuyorduk. Kaçık kapı eşiğine yaslanmış ve herkes gibi bekliyordu. Çünkü Lider ve Tuna henüz odaya teşrif etme lütfunda bulunmamışlardı.

"Demek henüz 17 yaşındasın."

Buket'in aşağılayıcı tiz sesi kulaklarıma geldiğinde bunu bana söylediğini anlayabiliyordum. Zira bu odada 17 yaşında başka bir insan evladının olmadığı da kesin zaten.

Kısaca boğazımı temizlediğimde ona bakmaya tenezzül etmeden cavap verdim.

"Demek sende aklın yaşta olmadığını anlamayan, küçük beden beyine sahip insanlardansın."

Sağımda Yiğit ufak gülüşünü duysamda, oralı olmadan karşıya bakmaya devam ettim.

Buket'in sinir dolu ve kibirle kısılmış gözlerini yan profilimde hissedebiliyordum.

"Haddini aşma."

Bu safer dayanamayarak ona dönüp, onun sert ses tonuna nazaran yumuşak bir sesle,

"Haddin sınırına yaklaşmadım bile." dedim.

Çenesi kasılıp cevap vereceği sırada açılan kapıdan Lider Luke ve ardından Tuna girdi.

Bana bakarken cevabı ağzında kalan Buket kapıya döndü ve Lideri selamlamak üzere ayağı kalktı. Diğer herkes gibi... Bu bana daha çok göze girme çabaları gibi gelmişti.

Luke baştaki koltuğa Tuna'da onun sağındaki sandalyeye yönelirken, diğer herkes çok kıymetli bir taraflarını sandalyeden ayırırken bense sadece dizimi kırıp sandelyenin oturma yerine koyduğum ayağımı indirdim.

Luke ayaktakilere işaret verip oturmalarını isterken, masadaki yerine geçti.

Sandalyede rahatsız olup bacak bacak üstüne atarken, hacker kadının küçümseyici bakışlarını yakaladım.

"Lidere bile saygısı yok." derken başlar ona dönmüştü.

Etraftan soru soran mırıltılar yükselirken kadın devam etti.

"Üst rütbeye bile saygı göstermeyen biri, lider vasfında masamızda oturuyor."

Güldüm.

"Yanlış. Ben sadece her insan eşittir düşüncesini savunanlardanım."

Gözler kadınla aramda mekik dokurken diğerlerini umursamadan kadına odaklanmıştım.

"Ama o senin üstün. Fikirlerini biraz senden üst düzeydekilere boyun eğmeyle dizginle." dedi.

Alay ile gülümserken gözlerimi kıstım.

"Dünyanın bu halde olmasının nedeni de bu düşünce değil mi?" dedim. Bu sefer benim ses tonum küçümseyici çıkmıştı. Fakat bu küçümseyiş doğrudan kadın değilde düşüncelerineydi.

Kadın cevap vereceği sırada Luke'un

"Yeter." demesiyle kadının gözleri Lidere döndü.

Konunun kapanışıyla arkama yaslandığımda Luke'un bana bakışlarını yakaladım. Tam olarak ifadesizdi.

"Buraya bize yararlı olacak şeyleri tartışmaya geldik. Bildiğiniz üzere kampta ne etkili bir ilaç ne de merhem kaldı." dedi ve hacker kadına baktı.

"Neyse ki bir kaç gün önce, el değilmemiş ilaç deposu bulduk."

Kadın Lideri onaylarcasına kafasını salladığında yüzünden ne kadar gururlandığı anlaşılıyordu.

Luke tekrar masadakilere dönüp,

"Sorun şu ki, depo bir antrepoda değil, merkezde bir binanın zemin katında. Gidiş geliş ve mutantların olası saldırı durumuna karşı plan yapmamız gerekiyor." dedi. Sonlara doğru kısılan gözleri durumun ciddiyetini anlatıyordu.

Yiğit'in yanımdan kalktığını hissettiğimde arkasından baktım.

Duvarın dibinde duran bir kaç çanta içinde dik olarak duran büyük rulo haline getirilmiş kağıdı aldı, düzleştirdi ve masanın üzerine serdi.

Göz ucuyla baktığımda kağıdın renkli çizgilerle işaretlenmiş bir harita olduğunu gördüm.

Luke'a geri döndüğümde tepkileri ölçer gibi tek tek yüzümüze bakıyordu.

"Güzel bir plan çoğunluğu kurtarır."

***

"Pekala biz buradayız."

Luke işaret parmağını haritada gezdirip küçük bir ormanık alanda durdurdu.
Orman haritada düşündüğümden daha küçük görünüyordu.

"Nakliyat kamyonlarımız orman patikadan çıktıktan sonra ise burada olacağız."

İşaret parmağı ormandan sağ çapraz yol boyunca ilerletip bir yolda durdu. Burası Rüzgar ile ormana girdiğimiz yoldu.

"Gideceğimiz yol yaklaşık 8 km."

Parmağı bina ve çöpe dönmüş evler olduğunu anladığım karelerin üzerinde ilerleyip diğerlerinden daha geniş olan bir binanın üzerinde durdurdu parmağıyla iki kez vurdu.

"İşte ilaç deposu burası. Çevresinde işlek ve kalabalık bir mutant trafiği mevcut. İlerleyebilmemiz için ortadan kaldırılmaları gerekir. Kamyon ve araçların içinde her ne kadar güvende olsak da nakliyat sırasında başımıza üşüşürler."

"Bizim yapmamız gerekense grup grup ilerlemek ve bu yollardan nasıl ilerleyeceğimizi bulmak."

Araya Tuna girdiğinde gözler ona dönmüştü.
Neredeyse herkes ayağı kalkıp haritanın içine gömülmüştü. Arada onaylayan tonda mırıltılar ve konuşan oluyordu. Bense oturduğum yerden onları izliyordum.

Bu umursamazlık nereden geliyor bilmiyorum.

Lider Luke,
"Fikirleri duymak hoşuma giderdi." dediğinde bir kaç kişi fikirlerini sunmaya başladı.

Neredeyse ordu halinde gitmeyi teklif edenler ve hilal taktiği uygulamayı teklif edenler olmuştu. Lider Luke bütün fikirlere kafasını sallasa da içinde saçma olanları elini kaldırarak susturmuş ve çıkmaza kaçan sorular yöneltmişti.

Yaklaşık 20 dakika sonra kafalarda bir plan düzeni oluşmaya başlamıştı.

Dikkatimi çeken, Buket'in havaya el kaldırması olmuştu.

"Efendim, konuşabilir miyim?"

Lider masanın üzerinden dikleşerek Buket' e onaylayan bakışlar attığında Buket boğazını temizledi ve haritaya eğildi.

"Benim fikrim şu. Buradan tek bir düzen halinde çıkıp güzergah üzerindeki bütün mutantları temizleriz. Kamyon camlarına nişancılar yerleştiririz. Vardığımız depoya bir takımı ilaç taşımaya göndeririz. Geri kalan depo çevresine koruma olarak kalır ve içeridekilere koruma sağlar. İçeride işleri bittikten sonra kamyona yerleşirler. Koruma olarak geri kalanlarda son kez çevreyi kontrol ettikten sonra araçlarına binerler. Geldiğimiz yoldan geri döneriz."

Cümlelerini sonlandıktan sonra beklentiyle Luke'a bakmaya başladı. Luke kollarını göğsünde bağladıktan sonra bir süre haritaya baktı.
Etrafta Buket'i onaylayan mırıltılar yükeselirken bazı pürüzlü ve eksik noktaları kaçırdıklarını anlamıştım.
Buket'in planında beynimi dürdükleyen eksik ve kopuklar vardı.

Düşünürken gözlerim kendiliğinden kısılmış ve kaşlarım çatılmıştı.
Gözlerimi haritadan kaldırdıktan sonra bakışlarımı yakalayan Luke,

"Bu plan hakkında düşüncelerin neler, Esin?" diye sordu.

Odadaki bütün gözler bana döndüğünde haritanın üzerine eğilmemiş ve rahat bir şekilde oturanın bir tek ben olduğumu fark ettim.
Kafamı sallayıp,

"Harika bir plan." dedim. Buket'in gururla gerilen omuzlarını umursamadan,

"Tabii amacımız intihar etmekse." diye ekledim.

Buket'in gururlu gülümsemesi çatık kaşa ve sinirli bakışlara dönüşürken,

"Plan tamamen eksiksiz ve amaca uygun." dedi.

"Öyle olduğunu sanıyorsun. Sana buradan bir kompozisyon eksik çıkarabilirim. " dediğimde 'seni dinliyorum' manasında kollarını birbirine bağladı ve bir adım geriledi.

Sandalyeden kalkıp haritanın başına geldim.

"Öncelikle bütün planı es geçerek sonuna geliyorum çünkü plan içerisindeki eksikleri sayarsam yetişmez." dedim.

Elimi ilaç deposunu üzerinde gezdirdim ve parmağımı deponun karşısındaki ilerlememiz gereken yola getirdim.

"İlaç nakliyatı sırasında koruma olarak kalacak kişiler olma fikri güzel. Fakat geri dönüş kısmında yığılacak bütün mutantları ortadan kaldıramazsın. Mutantların da 'siz gidin hadi biz bakmıyoruz.' havalarında takılacaklarını düşünmüyorum. Geri dönüş sırasında yolumuzu keseceklerdir." dedim. Buket,

"Depoya varma olayında yaptığımız gibi nişancılar güzegahı halleder." diye planı savunduğunda kafamı iki yana salladım.

"Yolumuza çıkacak mutantlar, depoya varırken yolumuza çıkacakların kat be kat daha fazlası olacaktır. Hepsine yetişemeyeceğimiz gibi bizi takip edebilme riskide yüksek." diye cevap verdiğimde bu sefer etraftan beni destekleyen mırıltılar yükselmişti.

Lider Luke,

"Bir fikrin varmış gibi görünüyor." dedi.

Şuana kadar yoktu fakat kafamda bir şeyler oluşmaya başlamıştı. Kısık bir nefes alıp kafamda çizilenleri anlatmaya başladım.

"Binaların arasında, şaşırtmak amacıyla ayrı, karışık ve düzensiz bir şekilde ilerleriz. Başlarda karşımıza çıkan tek tük mutant olur. Bizim gibi mutantlarda grubundan ayrılacağı için bütün gruplara az miktarda mutant düşer. Bir yığın mutant yerine ayrılmış mutantlar çok zorlamaz. Gruplar ayrılır ve düzenli bir düzensizlik içinde ilerleme mantıklı olur. Üstelik geri dönerken de, ilerleyeceğimiz yola yığılmış ve önümüzü kesmemiş olurlar."

Parmağımı deponun önündeki yoldan ayırıp diğer iki ara yolda gezdirdim.

"Geri dönüş için tekrar ayrılabiliriz. 3 farklı yol kullanırsak mutantlar ayrılır. Onlar ortadan kalktıktan sonra ilerideki ana yolda buluşuruz. Kampa gelecek yol, diğer yollarla birleşiyor zaten."

Söyleyeceklerim bittikten sonra elimi haritadan kaldırmadan kaşlarımı kaldırıp Lider Luke'a baktım.

Etraftaki insanlar birbirlerine dönüp planımı onaylarken omzumda hissettiğim elle dikleşip elin sahibine baktım.

Rüzgar garip bir ifadeyle gülümseyip,

"O beyin o küçük kafaya nasıl sığıyor?" diye sordu.

İltifatı bile garip olan bu çocuk bana bakarken, Buket'te Rüzgar'a bakıyordu. Gözlerindeki kırgınlık nedense garip hissettirmişti.

Luke kısık gözlerle bir süre yüzüme baktıktan sonra,

"Yola koyulmak için hazırlıkları yapın. Bir saatten daha kısa bir süre sonra çıkıyoruz." dedi.

***

Yarım saatin sonunda tek değişiklik belime yerleştirdiğim gümüşlerim ve yukarıda topladığım saçlarım olmuştu.

Rüzgar yapılan hazırlıklara yardım etmeye, Kübra ise Kaçığa yardım etmeye revire gitmişti. Ne yaptıklarını bilmiyordum fakat şuan tamamen başıboş bir şekildeydim.

Odadan çıkıp aşağı indim. Etraftaki koşuşturmaca insanı daha çok geriyordu.

Ayaklarım istemsizce revire yöneldi. Revirin bulunduğu gri koridora geldiğimde revirin kapısının önünde ceketini giyen Kaçığı buldum.

Gözleri beni bulduğunda gergince gülümseyip,

"Hazır mısın bakalım?" diye sordu.

"Her zaman." diye cevap verdiğimde yanıma gelip çıkışa doğru yürümeye başladı.

Onunla birlikte çıkışa yürürken arkamda bıraktığımız revire bakarak,

"Kübra nerede?" diye sorduğumda,

"Revirde, hastalar ağırlaştı ve yanlarından ayrılmıyor." diye cevap verdi.

Tekrar önüme dönüp,

"Bir hoşçakal demek iyi olurdu." dedim.

Kaçık hafifçe omzuma vurup,

"Neden ölüme gidiyormuşuz gibi konuşuyorsun? Bir şey olmayacak." dedi.

Ona bakıp isteksizce gülümsedim.

Ben neden öyle hissetmiyordum o zaman?

Yaklaşık bir saat sonra göreve gidecek olan herkes binanın geniş bahçesinde toplandı. Son olarak Lider Luke geldiğinde gruplara ayrıldık. Tek bir grup gitmeyeceği için gruptaki kişiler karma yapılmıştı.

Üzüldüğüm tek şey Çağkan ve Buket'le yine aynı takıma fakat Rüzgar'la ayrı takımlara düşmemiz olmuştu.

Lider Luke, ne kadar itiraz etsekte -daha çok Rüzgar yaygara koparmıştı.- itirazları kabul etmemişti.

Her lider ve takımdakilere birer telsiz verilirken,

"Ne olursa olsun grubunuzdan ayrılmayın. Olası bir şanssızlık durumunda beklemek, görevi yada takım arkadaşlarını tehlikeye atacak aptalca hareketler yapmayın." dedi.

Daha acımasız ol, Luke. Bu kadar yumuşaklık neden?

"Karşı telsizdekilere aranızda kararlaştırdığınız şekilde hitap edebilirsiniz." dediğinde dayanamayıp.

"Mayday. Mayday. This is a call for help." dediğimde Rüzgar, Yiğit, Çağkan ve gruptan birkaç adam gülünce, Luke'un attığı bir bakış bizi susturmaya yetti.

Bir kamyon ve iki geniş polis arabaları andıran bu arabaların nereden çıktığını anlamadığım bir şekilde kamp girişine yerleştirilmişti.

Silah kullanımı yasak olduğundan herkese birer zıpkın ve ok verilmişti. Yinede her ihtimale karşı takım liderlerine 2şer el bombası, yedek ok ve zıpkın verilmişti. Ama benim gümüş 1911 Colt'umu  yanımdan ayırmaya niyetim yoktu.

Gitme vakti geldiğinde Kaçık nakliyat kamyonuna, ben ve Rüzgar' da ayrı iki arabaya binmiştik. Diğerleri de yerlerini aldıktan sonra kampın kapıları açıldı ve saniyeler sonra kamptan çıktık.

İlaç deposuna giden yolda, camdan doğrultulan zıpkınlar sayesinde karşımıza çıkan mutantlar tahtalı kötü boyluyordu.

Tahmin ettiğimiz gibi ilaç deposuna giderken yolumuza o kadar da çok mutant çıkmamıştı.

Diğer adamlar haricinde arabada Çağkan ve Buket'le oturduğum halde, etrafta ölüm sessizliği vardı.

Nihayet deposu, ilaç deposu olarak kullanılan uzun binanın önüne geldiğimizde, nakliyat kamyonu arkası binaya bakacak şekilde diğer iki arabada yanlarına park esilmişti. Arabalardan inildikten sonra Kaçık ve Tuna eşliğinde diğer takımdaki adamlar binaya girdi ve gözden kayboldular.

Lider Luke binanın önünde elinde zıpkınıyla dururken,

"Çok uzaklaşmadan ayrılın ve etrafı kolaçan edin." diye emir vermesiyle etrafa dağılmaya başlamıştık.

Binanın önündeki yol boyunca, terk edilmiş park halindeki araçların içinden her an bir şey fırlayacakmış gibi duruyordu. Biraz ilerleyip, etrafa bakmaya başladım.
Pek fazla hareketlilik görünmüyordu. Çok uzakta, kırmızı fakat pastan kararmış arabanın arkasındaki mutantı görmemle yere indirmem bir olmuştu. Etraf o kadar sessizdi ki takımdaki adamların canları sıkılmıştı ve sohbet etmeye başlamışlardı.

Rüzgar'ı birkaç metre ötede bana bakarken gördüğümde, telsizi ağzına götürdü.

Konuşmasa da dudak hareketlerinden ne dediğini anlamıştım.

'Mayday! Mayday!'

Gülerek tekrar önüme döndüm. Az ileride arabaların yanında hızla bize doğru ilerleyen bir mutant gördüğümde, onun da sonu öncekiyle aynı şekilde olmuştu.

Neredeyse 20-25 dakika sonra etrafta artan mutantlar sıkıntı çıkarmaya başlamıştı.

Yanımda bir adam,

"Bu şeyler bölünerek mi çoğalıyor?" dediğinde ona hak vermedim değil. Hiç bitmeyecekmiş gibi sürekli bir yerlerden çıkıyorlardı.

Başka bir adam,

"Acele etseler iyi olacak. Kızın dediği gibi, çoktan yığılmaya başladılar." dediğinde, adamın lafının bekliyorlarmış gibi binadan çıkmaya başladılar. Taşıdıkları kolileri teker teker kamyona yerleştirdiklerinde artık gitme vakti gelmişti.

Lakin şuan pek iyi hissetmiyordum.

Son olarak kaçık binada çıktığında kamyonla gidecek olanlar yerlerini aldı.

"Tamam! Gidiyoruz, herkes araçlarına. Ayrılıyoruz."

Son dakikada vurulan en az 5 mutant durumun ciddiyetini anlatıyordu.

Arabalar hareketlendiğinde camdan hala mutant vuruluyordu.

Araçlar 3 ara yolda ayrıldıktan sonra yollar rahatlamıştı. Peşimizden gelmeye çalışan mutantlar her ne kadar komik duruma düşselerde bu aynı zamanda ürkünçtü.

O anda ne olduğunu anlamadığım bir şekilde yanımdaki camın patlama sesiyle yerimde sıçradım. Sağ tarafım tamamen tuzla buz olmuş cam parçalarıyla kaplanırken ne olduğumu şaşırmıştım.

Aynı patlama ön camda da olunca net şekilde gördüğüm kurşunun çıkardığı izdi.

Birisi bize ateş ediyor fakat öldürmeyi hedeflemiyordu.

Araba ani frenle yolda savrulurken fren sesi kulaklarımı acıtmıştı. Bir patlama da tekerlekten gelince, şimdi resmen savruluyorduk.

"Neler oluyor?"
Buket'in tiz çıklığı kulaklara geldiğinde yolda sürükleniyorduk.

"Birisi bize ateş ediyor!"

Aynı şekilde şoför ona cevap verince düşündüğüm tek şey karşıdaki mutantlardı. Sürüklenen araba doğruca onların üzerine gidiyordu.

"Siktir!"

Arabayı süren adamın dehşet saçan küfrü ve direksiyonu sola kırışı bardağı taşıran son damla olmuştu.

Araba büyük bir gürültüyle mutantlardan bir 10 metre ötedeki boş bir binaya bodoslama girdi.

Işık hızında gerçekleşek olay bütün dengemi kaybetmemi sağladı. Etraf dönüyor, nesneleri ayırt edemiyordum.

Kafam ve kaburgalarıma ağrı girmişti. Etrafım netleşmeye başlayınca görüş alanıma şoför ve yolcu koltuğunda, yüzü gözü kan içinde kalmış adamlar girdi.

Buket sol yanımda acıyla inlerken onlara bakıp,

"Ölmüşler mi?" diye sordu.

Tereddüt ve umutsuz bir şekilde yolcu koltuğundaki adama yaklaşırken Çağkan da şoför koltuğundaki hareketsiz yatan adama yöneldi.

Kaburga ağrılarımın eşliğinde işaret ve orta parmağımı, adamın boynundaki attığını hissetmem gereken damarın üstüne koydum.

Nabzı atmıyordu. İsmini bile öğrenmeye fırsat bulamadığım adam ölmüştü.

Diğer adam?

Elimi çekip Çağkan'a baktım. Yavaşca kafasını iki yana salladı.

Yüzüm acıyla buruşurken gözlerim kırık dikiz aynasında arkadaki mutantları görünce irkildim.

"Dışarı çıkın!"

Hurdaya dönen arabanın içinden güç bela dışarı çıkıp, arabayı mutantlarla aramıza siper ettik. Kaburgamdaki ağrı, rahatsızlık vericiydi. Sırtımı arabaya yaslayıp Buket'le Çağkan'daki hasara baktım.

Çağkan'ın kaşı patlamış Buket'in ise sol bacağı fena halde kanıyordkesilmişti. Ona baktığımı görünce,

"Ben iyiyim, bunlardan nasıl kurtulacağız?" dedi ve kafasıyla arkayı işaret etti.

Tamam, herşeye olan hazır cevaplılığı ve çözüm bulma yeteneği olan beynim şimdi çalışsa iyi ederdi.
Aksi taktirde arkamızda 20yi aşkın mutant gösteri yapmayı bekliyordu.

Etrafa bakarken arabanın bagaj kısmından boşalan benzin dikkatimi çekmişti.

Daha önce yaptıklarını düşün.

"Tamam buraya gelin ve benzinin üzerinize boşalmasını sağlayın." dediğim de Buket inlercesine,

"Neden, intihar etmek için mi?" diye sordu.

"Hayır aptal, kıçınızı kurtarmaya çalışıyorum. Kokunuzu silecek."

Onlar beni ikiletmeden dediğimi yaparken, ayağı kalkmadan arabanın açık kapısından içeri girdim. Bombaların olduğu çantayı kapıp tekrar dışarı çıktım ve yere oturdum. Mutantlara bir göz gezdirince, hiç aceleleri yokmuş gibi neredeyse sürünerek bize yaklaştıklarını gördüm. Saklandığımız hurda arabayla bayağı mesafe vardı aramızda.

Benzinin yaydığı yoğun koku beni bile rahasız etmişti. Mutantları yavaşlatacaklarına kesinlikle eminim.

"Pekala şimdi beni iyi dinleyin. Birazdan mutantların hepsini başka bir tarafa yönelteceğim. Size koşmanızı söylediğimde binanın yanından dolanıp geldiğimiz yönden kampa geri kaçmanızı istiyorum. Fazla uzak değil zaten." dedim.

İki el bombasını belime sıkıştırırken Çağkan,

"Delirdin mi? Aptal değiller bir zaman sonra fark eder ve peşimize düşerler." dedi.

Belimden gümüşlerimi çıkarıp,

"O yüzden ben onları oyalayacağım." dedim.

İkisinin gözleri de aynı derecede açılırken Çağkan lafa daldı.

"Hayır. Arkamızda kalamazsın." dedi

Delici bakışlarımı ona yöneltip neredeyse fısıltıyla,

"Ne zamandan beri hayatta kalmamı önemsiyorsun?" diye sordum.
Ardından kafamı sallayıp,

"Bana birşey olmaz sadece onları oyalayacağım. 10 dakikaya kalmaz arkanızdan gelirim. Buket'in yanından ayrılma ve koşmasına yardımcı ol." dedim.

Derin kesik olan bacağı kan revan içindeydi.

El bombalarını aldıktan sonra boş çantayı köşeye atarken, Buket'in ilk kez yumuşak sesini duydum.

"Bak seni çok sevdiğimden falan değil ama geri dönmemezlik yapma." dedi.

Şaşkınca kafamı sallayıp,

"Dönmezsem bu... sizin sorununuz. Muhtemelen Kübra sizi boğar." dedim ve arabanın üzerinden arkaya bir bakış attım.

"Rüzgar'da tekrar diriltip işkence eder."

Çağkan'ın söylediği şeye oralı olmayıp,
tekrar eğildim ve silahlarımın birini Çağkan'a verdim. Zıpkınlar büyük ihtimalle ip yumağı gibi olmuştu.

Çağkan gözlerimin içine bakarken,

"Teşekkürler." diye mırıldandı.

Korkumdan taviz vermeden,

"Silahımın başına bir şey gelirse kaçışın olmaz, bu sefer seni öldürürüm." dedim.

İkiside gülerken mutantlara bir bakış attım. Aramızdaki mesafeyi kapatıyorlardı.

El bombalarından birini elime aldım ve,

"Kampta görüşürüz, kafanızı koruyun." dedim ve bombanın pimini çektim.

Ayağa kalkıp bombayı bütün gücümle mutant grubunun olduğu yere attım.

Hızla tekrar eğilip arabaya yaslandım ve küçülebildiğim kadar küçüldüm.
Bomba büyük bir gürültüyle patlarken havayı ısıtmıştı. Yaslandığımız araba sarsılırken garip bir şekilde rahatlamıştım. Gerisinde yangın bırakan patlama yavaşlayınca,

"Şimdi! Hadi gidin." diye bağırdım. Çağkan Buket'in koluna girdi ve birlikte binanın arkasına dolanmaya başladılar.

Pekala, sıra bendeydi.

Saklandığım hurda arabanın arkasından çıktım ve kendimi karşılarına sundum.

Kurtulan mutantlar ateşe çok korkunç bir şey görmüş gibi bakıyorlardı.
Elimdeki silahla havaya bir kaç el ateş açınca gözler bana döndü.

Yoğunluğunu azaltan ateş sayesinde birer adım daha yaklaştılar. Mutantların hepsi bana bakarken, arkada ana yola çıkan yolda Çağkan ve Buket'i gördüm.

Tekrar mutantlara baktığımda bir adım geriledim. Onlarda bunu bekliyorlarmış gibi üzerime gelmeye başladılar. Gürültüyü duyan diğerleri de birazdan buraya yığılmaya başlayacağından artık hareket etsem iyi olacaktı.

Arkama dönüp koşmaya başladığımda peşimden gelen adım sürükleme seslerini duyuyordum. Benim kadar hızlı olmasalar da koşuyorlardı.

Önüme çıkan bir mutantı öldürdükten sonra kampa giden 2. ara yoldan sokağa girdim. Burada apartmanlardan daha çok depolar vardı. Peşimdeki mutantlardan kurtulmak için kendimi bir antreponun içine attım ve kapısını arkamdan kilitledim.

Kokumdan dolayı aramızdaki kapının onları çok engellemeyeceğini bildiğimden içeriye bir göz attım. Demir çubuklar, sökülmüş kapılar, tahtalar, camlar.

İşime yarayacak hiçbir şey yoktu.

Ya kokumu silmeliydim ya da buradan çıkış için başka bir kapı bulmalıydım.

Antreponun içinde ilerlemeye başladığımda arkada bir başka kapı buldum. Koşar adımlarla kapıya gittim ve açılır umuduyla kapı kolunu indirdim. Çıkan klik sesi ve yüzüme vuran esinti heyecandan kalbimin teklemesini sağlayacaktı.

Küçük aralıktan dışarı adımımı atacağım sırada arkamda hissettiğim gelecek darbeye karşı kendimi savunmak için eğildim. Kapı hızla geri kapandı.

Yerden kalkmaya çabalarken bana vuran kişiye baktım.

Bu mutant başından beri bu depoda mıydı? Nasıl hissedememiştim?
Yerden kalkarken gürültünün geldiği yere baktım.

Ah hayır. Kapıyı açmışlardı.
Ani bir hareketle silahımı kavradım ve en önce dibimdeki ve içeri girmeye çalışan mutantları vurdum.

Bitmiyor, peşinden yenileri geliyordu. Bir kaç tanesini daha vurduğumda şarjörüm beni hayal kırıklığına uğratmıştı. Boş tabancayı tekrar belime yerleştirdikten sonra bir refleksle elim kemerimdeki el bombasına gitti.

Kafamı silkip bu düşünceden sıyrılmaya çalışırken üzerime gelen mutantı tek hamlede savurdum. Sinirlenmeye başladığımda zihnime giren ağrı üzerime gelen bir mutanta kuvvetle bir tekme savurmamı sağladı.

Artık gözlerim yanmaya başladığında yerden aldığım bir demir çubukla mutantların karşına dikildim. Gözlerini gözlerime dikmişlerdi.

Tüm vücudum ısınmaya devam ederken zihnime doluşmaya başlayan düşünceden başka seçeneğim olmadığına emin olmuştum.

Belimdeki el bombasını elime aldığımda bir mutant üzerime gelmeye başlamıştı fakat çok geç olmuştu.

Bombanın pimini çektim ve kendimden bayağı uzak bir yere atmak için elimi havaya kaldırdım.

O an anlamadığım bir şekilde mutantın elimi sarsması kötü şans olmuştu.

Bomba birkaç metre öteme düşerken 5 saniye sonra patlayacağı gerçeği bütün vücuduma alarm etkisi yaratmayı başarmıştı.

Hızla gerileyip koşmaya başlarken bombadan en fazla 7-8 metre uzağa kaçabilmiştim.

Kulakları sağır edecek o patlamayı duyduğumda herşey için çok geçti.
Sırtımda hissettiğim sıcaklık ve hava basıncı beni ileri doğru atarken duvara toslamıştım. Sırt üstü yere düştüğümde yüzümün komple sağ tarafında ve ensemde hissettiğim yapış yapış sıcaklık zihnimi bulandırıyordu.
Kıpırdamaya çalışırken kaburgama daha sancılı bir şekilde giren ağrı beni yattığım yerde acıyla inletmişti.

Kulaklarımdaki baskı ve çınlama yerini uğuldamaya bırakırken etrafı ateş sardığını görebiliyordum.

En azından mutantlardan kurtulmuştum.

Zihnim yoğun ve sancılı bir ağrıyla kapanırken, kulaklarım tekrar çınlamaya başladı.

Çok uzakta alev alev yanan bir antrepoya bakıyordum. İçime merak duygusu yayılırken, birinin ölüp ölmediğini, zihnime yansıyan kendi yüzümün antreponun içinde kalıp kalmadığını merak ediyordum.

Bir nevi kendimi merak ediyordum.
Oktay ölüp ölmediğimi merak ediyordu.

Derin bir çekip 'kesin ölmemiştir' hissi yayılıyor içime. Yanan antrepoya arkamı dönüp gidiyorum.

Bütün vücudum yaraların etkisiyle kavrulurken göz kapaklarım birbirine yapışmış gibiydi. Vücuduma emir veremiyordum. İyileşebilmem için ateş bana yeterince ulaşmıyordu.

Uğultularla bilincim elimden kaybolup giderken duyduğum ya da duyduğumu sandığın tek şey birinin zihnimde konuşması oldu.

Son yaklaşıyor, görüyor musun, Esin?

~~~~

Son yaklaşıyor, görüyor musunuz Ankalar?

Finale adım adım giderken artık her şeyin bir açıklaması gelmeye başlayacak. Bundan sonraki bölümlerde durağanlık beklemeyin. Ya da bekleyin bilemiyorum. Ehuehue 😂
Oy ve yorumlarınızı esirgemeyin canımlar. Bir sonraki bölümde görüşürük, kendinize iyi bakın.💕😍

Continue Reading

You'll Also Like

1.1M 56.6K 68
--En yüksek: Bilim Kurgu #1, Fantastik #1, Aksiyon #3 -- Claire hafızasını kaybetmiş bir biçimde kendisini yabancı bir evrende bulur. Kafasındaki bi...
12.3K 2.3K 9
Onu her gün gördü. Ona her gün gülümsedi. Ama onunla hiç tanışamadı. xxx İthaf: Beni fark etmeyen, fark etmediklerim, fark edilmeyen ve fark etmeyen...
3.8M 196K 66
UYARI: Hikayeyi okurken sakın henüz okumadığınız bölümlere bakmayın. Gizem/Gerilim olduğu için spoiler yiyebilirsiniz! Yetenekli olmak. Her defasınd...
386K 12.1K 51
işten eve dönerken ıssız bir ormanda duyduğu sesin peşine gitti ve bu bulunduğu yer onun hayatının değişim noktasıydı. * * * * * İLK KİTABIM OLDUĞU İ...