Yorum, yorum ve yorum.... Lütfen eksik etmeyin. (Canan Karatayın kayıp kızı -.-)
Yorum yapın ki kim okuyor, kaç kişi okuor, kimlere ulaşıyorum bir bileyim... Lütfen beni bu konuda tereddütte bırakmayın. Kimlerin okuduğunu kaç kişinin hikayemi ciddiye aldığını merak ediyorum ..
Multideki çalışma bana ait. Sizce nasıl olmuş?
Keyifli okumalar..
"Pekala" dedi Steven kaşlarını kaldırarak. "Kedicik"
Tam Steven'a kızacakken Brandon'ın sesini duydum.
"Al" dedi Brandon mırıltıyla. "Bende bunu sevdim"
Alex dudaklarını kemirerek başını eğdi. Elleriyle oyalanmaya başlaması ise sevgili arkadaşımın baya bir etkilendiğini gösteriyordu. Eğer şimdiden böyleyse öpücüğe nasıl tepki göstereceğini kestiremiyordum bile. Yanaklarına gelen kızarıklık kafasını neden eğdiğini gösteriyordu. Demek ki bir tek ben kızarmıyordum şu koca dünyada. Kafamı Brandon'a çevirdiğimde Brandon'ın gözleri Alex'in dudağında takılı kalmıştı. Ve gözlerinde gördüğüm parıltı yüzümde oluşan gülümsemeye sebep olmuştu. Kafamı Steven'a çevirdiğimde onu bana bakarken yakalamıştım. Elimi hafifçe kaldırarak baş parmağım ile onay işareti vererek sırıttım.
Sanırım Alex için bir şeyler başarabilmiştim. En azından Brandon onu fark etmişe benziyordu. Artık sadece sabretmek kalıyordu geriye.
"Steven" diye seslendim yavaşça. "Lisa mesaj atmış. Eve gitmem gerekiyor"
"Neden" diye sordu Alex şaşkınlıkla.
"Bilmiyorum" dedim yavaşça. "Sanırım bunu eve gidince öğreneceğim"
"Pekala seni eve ben bırakırım" dedi Steven.
"Teşekkür ederim"
"Gitme" dedi Alex bana eğilerek fısıltıyla. "Beni yalnız mı bırakacaksın"
"Merak etme" dedim aynı onun gibi fısıldayarak. "Adam yemediğine eminim"
"Katie" diye fısıldadı Alex yalvaran gözlerle.
"Üzgünüm" diye fısıldadım yavaşça.
Ayağa kalkıp Brandon'a döndüm.
"Seninle tanışmak bir zevkti Brandon" dedim samimiyetle. "Bunu tekrarlamayı çok isterim"
"Ben de çok isterim Katie" dedi Brandon gülümseyerek. Steven'a bakış atarak tekrar bana döndü. Yüzündeki sırıtış çok şey ifade ediyordu. "Steven seninle arkadaş olduğu için oldukça şanslı"
Arkadaş kelimesini bastırması kaşlarımı çatmama neden oldu.
"Eğer ağzını kapatmazsan" dedi Steven tehditkar bir şekilde. "Ben kapatmasını bilirim"
"Pekala dostum" dedi Brandon ellerini havaya kaldırarak. "Bir şey demedim. Henüz..."
"Pekala" dedim kelimeleri yayarak. "Sonra görüşürüz"
"Görüşeceğiz" dedi Alex imayla.
Ona göz kırpıp ilerlemeye başladım. Steven ile birlikte arabasının yanına giderken sabırsızca ofladım. Arabanın yanına geldiğimizde durup ona döndüm. Bu yerde Brandon ve Alex'in bizi göremeyeceğine emindim.
"Sence onu eve bırakır mı?" dedim tedirginlikle. "Sağ salim"
"Göründüğü kadar odun değildir" dedi Steven kaşlarını çatarak. "Merak etme"
"Alex beni öldürecek" diye mırıldandım sıkıntıyla.
"Büyük ihtimalle" dedi Steven onaylarcasına.
"Hiç yardımcı olmuyorsun" dedim kaşlarımı çatarak. "Nasıl arkadaşsın sen?"
Arkadaş kelimesini Brandon gibi bastırarak söylemiştim.
"Sakın o konuya girme" dedi Steven mırıldanarak. "Brandon'ın saçmalıkları işte"
"Aranız baya iyi herhalde" dedim kafamı kafenin camına doğru çevirerek. İçeriye bakmaya çalışırken Steven'ın son cümlesini algılamamla ona kafamı çevirmem bir oldu. "Arkadaşlığımızı saçmalık olarak mı düşünüyorsun?"
"Ne?" dedi Steven şaşkınlıkla. "Ben öyle bir şey demedim"
"Evet dedin. Brandon'ın saçmalıkları demek aynı şey" dedim kızgınlıkla. "Çünkü Brandon tam olarak arkadaşlığımızdan bahsetmişti. Ya da her neyse işte"
"Katie" dedi Steven tedirginlikle. "Alınganlık yapıyorsun"
"Ne?" dedim şaşkınlıkla. "Ben mi yapıyorum?"
"Evet. Sen yapıyorsun"
"Arkadaşlığımıza saçma derken iyiydi, değil mi?
"Katie" dedi sabır diler gibi.
Kafamı çevirerek başka tarafa bakmaya başladım. Gözlerim dolmuştu. Belki de bu tepkim gereksizdi. Belki de arkadaşa sahip olmadığım içindi bu tepki. Bilmiyor olabilirdim. Fakat bu Steven'ın saçmalık demesini gerektirmezdi.
"Ne şimdi" diye şaşkınlıkla sordu Steven. "Trip mi yapıyorsun? Bana?"
Cevap verme gereği duymayarak yavaşça yürüyerek yola çıktım. Gözlerim taksi aramaya başlamıştı.
"Katie" dedi Steven şüpheyle. "Lütfen şu saçmalığı bırakarak benimle arabaya biner misin?"
Elimi kaldırarak gelen taksiyi durdurdum.
"Saçmalıyorsun şuan" dedi Steven kızgınlıkla. "Lütfen beni dinler misin? Yanlış anlıyorsun"
Taksi durduğunda gidip kapıyı açtım.
"Katie" dedi Steven elimi tutup beni durdururken. "Seni taksiyle göndermeyeceğim"
"Bırak" diye tısladım.
Steven taksiciye dönüp bir şeyle dedikten sonra kolumu çekerek beni taksiden uzaklaştırdı. Taksi giderken yapabildiğim tek şey arkasından bakmak olmuştu.
Steven kolumu çekerek beni arabaya çektiğinde sesimi çıkarmadım. Beni arabaya bindirip kendisi de hızla bindiğinde arabayı sürmeye başladı.
"Bak Katie" dedi Steven kaşlarını çatarak. "Beni yanlış anladın. Öyle demek istememiştim"
"Beni evime bırak" dedim dişlerimi sıkarak. "Lütfen"
"Pekala" dedi Steven kafasını sallayarak. "Bırakacağım. Ama lütfen beni yanlış anlamayı bırak"
"Ben mi yanlış anlıyorum" dedim sinirle. "Arkadaşlığımızın saçmalık olduğunu söyleyen sendin Steven"
"Öyle demek istemediğimi biliyorsun Katie" dedi Steven bıkkınlıkla.
"Ben hiçbir şey bilmiyorum artık Steven"
"Bak ben sadece Brandon' a saçmalık demiştim"
"Beni evime götür"
Steven kafasını sallayarak hızını arttığında koltuğa yaslanıp derin bir nefes aldım. Steven arabayı kullanırken ben de dışarıya bakmaya başladım. Bir anda ağaçlar ve yol çizgileri daha çok ilgi çekici olmuştu. Belki de Steven haklıydı. Belki de ben alınganlık yapıyordum. Belki de ben haklıydım.
Aklım karmakarışıktı. Duygularımın da aklımdan aşağı kalır yanı yoktu.
Steven evimin önüne geldiğinde arabanın kapısını açtım.
"Teşekkür ederim" diye mırıldandım. Arabadan inecekken beni durduran engele kafamı çevirerek baktım. Steven kolumu tutmuştu.
"Özür dilerim" dedi Steven üzüntüyle. "Bu lafımın seni kırdığını görebiliyorum. Ama inan amacım seni kırmak değildi"
Başımı sallamakla yetindim.
"Katie" dedi Steven üzüntüyle. "Senin canının yanması benim de canımı yakar. Lütfen..."
Şaşkınlıkla kafamı kaldırıp ona baktım. Gözleri dolmuştu. Gözlerinin dolduğunu görmek benimde gözlerimi doldurmuştu.
"Özür dilerim" dedim acının kavurduğu sesimle.
"Özür dilerim" dedim acının kavurduğu sesimle. Ne için özür dilediğimden emin değildim. Ama o gözlerin öyle bakmasına sebep olduğum için özür diledim en çok.
"Dileme" dedi Steven elini yüzüme koyarak. "Senin hiçbir şuçun yok. Belki de tek masum sensin"
"Öyle deme" dedim çatlayan sesimle. "Aklımı karıştırıyorsunuz. Hepiniz. Ablam, abim, sen, Ethan... Hayatıma giren herkes beni korkutmaya başlıyor artık"
"Yakında her şeyi anlayacaksın" dedi Steven gözlerimi gözlerine sabitleyerek. "Çok yakında"
"Bu lafı bu aralar çok duyuyorum" dedim kaşlarımı çatarak. "Ne demek istiyorsun?"
"Git ve biraz dinlen" dedi Steven gülümseyerek. "Gözlerin şişmiş"
"Senin yüzünden" dedim savunmaya geçerek.
"Evet" dedi Steven mırıltıyla. "Benim yüzümden"
"Özür dilerim" dedim samimiyetle. "Sanırım fazla alınganlık yaptım"
"Kabul ediyorsun yani" dedi Steven alayla.
"Steven!" dedim koluna yavasca uyari amacli vurarak. "Okulda görüşürüz"
"Görüşürüz"
Arabadan inip evime doğru yürümeye başladım. Kapıyı çalmayıp çantamdan kendi anahtarım ile kapıyı açtım. Yavasca ıçeri girip kapattım.
"Lisa, Kevin" diye seslendim içeriye doğru. "Ben geldim"
"Hoş geldin, tatlım" dedi Lisa salonun kapısında bana bakarak. Yüzünün rengi atmış gibiydi.
"Sen iyi misin?" dedim kaşlarımı çatarak. "Hasta görünüyorsun"
"Katie" dedi Lisa yutkunarak. "Misafirlerimiz var"
"Öyle mi?" dedim şaşırarak. "Kim peki?"
"Gel hadi" dedi Lisa salona girerek.
Salonu doğru ilerlemeye başladım. Kim gelmiş olabilirdi ki? Bugün yeterince şaşırma kotamı doldurmuştum. Daha fazla şaşıracağımı zannetmiyordum. Fakat Lisa'nın tepkisini anlam veremiyordum. Kevin neredeydi acaba?
Salona girdiğim de ayakta duran Lisa'yı gördüm ilk önce. Kafamı çevirince bana endişeyle bakan Kevin'a takıldı gözlerim. Koltuğa doğru yaslanmış kollarını göğsünde bağlamıştı. Gözlerimi salonda gezdirdiğimde koltukta oturan çifte takıldı gözlerim. Otoriterlikleri bakışlarından ve dik oturuşlarından bile belli oluyordu. Uzun zamandır değişmeyen bir tek onlarmış gibi geliyordu bana. Hala aynıydılar.
Şaşkınlıkla soludum.
Sanırım bugün şaşkınlık kotamı doldurmama büyük bir boşluk kalmıştı.
"Anne, Baba?"