BAŞKASI

By bluestragger

269K 8.3K 5K

Doğukan Arınç Balcı. Dünyasını, bize yaşamı anımsatan bütün canlı renklerden soyutlamış ve en az kendisi ka... More

GİRİŞ
Bölüm 1: "GRİ"
Bölüm 2: "BAŞKASI"
Bölüm 3: "İTAAT"
Bölüm 4 Part 1: "BARUT"
Bölüm 4 Part 2: "DÜŞ KAPANI"
Bölüm 5: "ESARET"
Bölüm 6: "ÖZGÜRLÜK"
Bölüm 8: "HATIRA"
Bölüm 9: "YİTİK"
Bölüm 10: "SIĞINAK"
BÖLÜM 11: "HAYALETLER"
Bölüm 12: "LİMAN"
Bölüm 13: "KABUS"
Bölüm 14: "TAMAHKAR"
Bölüm 15: "ZİNCİR"
Ön Bölüm (16)
Bölüm 16 Part 1: "ÇANLAR"
Bölüm 16 Part 2: "ISTIRAP"
Bölüm 17: "KARMA"
20 Kasım
Bölüm 18: "CAMBAZ"
Bölüm 19: "BUZ"
Bölüm 20: "ÇARK"
Bölüm 21: "SINIRLAR"
Bölüm 22: "İHTİRAS"
Bölüm 23: "ARAF"
Bölüm 24 PART 1: "GECE RÜZGARI"
Bölüm 24 PART 2: "FIRTINALAR"
Bölüm 25: "PARAMPARÇA"
Bölüm 26: "İMTİHAN"
Bölüm 27: "BATAKLIK"
Bölüm 28: "NEFES"
Bölüm 29: "RENKLER"
Bölüm 30: "ALEVLER"
Bölüm 31: "VAHŞİ"
Bölüm 32: "ISSIZ"
Bölüm 33: "YENİLMEZ"
Bölüm 34: "GÜNAHKAR"
Bölüm 35: "RULET"
Bölüm 36: "OYUNBOZAN"
Bölüm 37: "KÜLLER"
Bölüm 38: "CAZİBE"
Bölüm 39: "YOLDAŞ"
Bölüm 40: "DERİN"
Bölüm 41: "İHANET"
Bölüm 42: "ÖPÜCÜK"
Bölüm 43: "TUTKULAR"
Bölüm 44: "GÖLGELER"
Bölüm 45: "GÜZ"
Bölüm 46: "PELERİN"
Bölüm 47: "HARABE"
Bölüm 48: "VEDALAR"
Bölüm 49: "KAPAN"
Bölüm 50: "ŞAH ve MAT"
Bölüm 51: "UCUBENİN ŞARKISI"
Bölüm 52: "KAYIP"
Bölüm 53: "YABANCI"
Bölüm 54: "ALPAGU"
Bölüm 55: "DARAĞACI"
Bölüm 56: "AFFEDİLMEZ"
Bölüm 57: "HİÇLİK"
FİNAL BÖLÜM 58: "SESSİZLİK"
Sevgili okurlarım,
30 Mayıs 2019
20 KASIM 2019

Bölüm 7: "SADAKAT"

5.8K 199 79
By bluestragger

Kitabın en güzel bölümü. Sevgilerle.

-

Şimşek çakınca bu aralar çok ürkek olduğumdan battaniyeye bir kez daha sarıldım. Sevinç Teyze uyumadığım için beni öldürecekti ama iki hafta önce yaptığım delilik, benden uykularımı çalıyordu.

Ilık sütümü pencerenin kenarına bıraktım ve ahşap sandalyede doğruldum. Pencereden dışarıya baktığımda yağmur tüm Bornova'yı kaplamıştı. Ankara Caddesi Mart yağmuruyla Şubat'ın miras bıraktığı tüm pisliklerinden yıkanıyormuş gibiydi.

İki hafta geçmişti ve Doğukan'la hiç karşılaşmamıştım, gerçekten de Atina'daydı. Attığım her adım diken üzerinde yürümekten farksızdı, yalnızken, odamın duvarlarına sırtımı yaslayıp otururken bile gri gözlerin beni duvarların ardından izlediğini hissediyordum.

Beni ben yapan acıları ona anlattığım için gerçekten pişmanlık duyuyor muydum yoksa beni artık kaçışım yokmuş gibi tanıdığı için utanıyor muydum? Kendimi çıkmazı olmayan bir yola sokmuş çaresiz gölgemi izliyordum. Soruları ve cevabı unutuyor kendimi geçmişe bırakıyordum. En kötüsü de hala iliklerime kadar hatırladığım gibi hissediyordum.

Farklıydım, çocukken bile. Sitede diğer çocuklar oyun grupları kurarken uzaktaki bir banka oturur onları izlerdim, Sena, üvey kuzenim Nevra ve Ümit dışında çocukluk arkadaşım yoktu.

Bir gün onlarla oynamaya karar vermiştim. Oyun grubuyla ip atlarken ayakkabımın bağcığı takıldığı için düşmüştüm ve çocuklar oyunu bozduğumu düşündüğü için dışlanmıştım. Beni birkaç tanesi iteklerken henüz bir arsadan ibaret olan kumlu, taşların olduğu araziye düşmüştüm. Derin bir yerdi ve çok kötü yaralanmıştım.

Kalkamayacak kadar güçsüzdüm akşama kadar baygın olarak orada kalmıştım ama çektiğim acı tarif edilemezdi. Beni evlatlık edinen babam beni bulduğunda kucaklayıp en yakındaki hastaneye götürmüştü. Çok fazla kan kaybım vardı.

Hayal meyal hatırlıyordum. Kan grubumun bulunması çok zordu, doktor da mesai saatinin bittiğini muayenenin başlaması için bir saat gerektiğini çok istiyorsa dikişleri hemşirelerden birinin atabileceğini söylemişti ama orada bulunan hemşireler bunun etik ilkelerine uymayacağını bildiği halde sesini çıkarmamıştı, başka hemşire bir abla vardı. Şu an bir amacım varsa ona borçluydum.

Kahraman gibi öne çıkmış ve doktora sorumsuz olduğunu başhekime onu şikayet edeceğini söylemiş beni kucaklayıp kesikleri kendisi dikmişti. Acıyı en az haliyle hissederken bile kıvranmıştım. Bütün gece hastanede kalmıştım çünkü kesiklerim derindi ve zayıf bedenim bunu kaldıramazdı. Çektiğim acı katlanılmazdı, en ağır analjezik bile hafifletmiyordu.

Kan nakli yapıldıktan sonra birkaç gün daha o hastanede kalmıştım. Ona baştan aşağı her şeyiyle hayran kalmıştım, ismini bilmiyordum ama ona bir isim vereceksem bu umut olurdu. En karanlık zamanlarda kalplerimize yerleşen bir umut parçasıydı. Onun gibi olmak istiyordum çaresiz insanlara umut olmak istiyordum, hayat amacımı bulduğum gündü belki de.

Büyüdüğüm zamanlarda bile o anının kirli elleri boynuma sarılmış gibi insanlardan özenle uzak dururdum, ne zaman mutlu bir anım olsa insanların bunu mahvedeceğini düşünürdüm. Faruk Poyrazoğlu ilime önem verirdi, arkadaşım olmadığı için kitapları benim arkadaşım yapmıştı.

İlk okuduğum kitabın yazılarını anımsıyordum ama ismini hatırlamıyordum, zorla okuduğum için başta nefret ederdim ama bir an sonra tek arkadaşımın kitaplar olduğunu fark etmiştim çünkü kitaplar yalan söylemezdi. Hatırlıyordum, titrek sokak lambasının ifşa ettiği güçsüz kar taneleri düşerken pencerenin önünde koltuğuma oturmuş mumların aydınlattığı satırları, soğuk havanın hakim olduğu ama evde sıcak battaniyeme sarılıp sıcak ada çayımı yudumlarken düşünü kurduğum karakterleri.

Birkaç dakika daha boş boş sokağa baktım, titrek sokak lambası ve karanlığa alışan gözlerimden her yeri seçebiliyordum. Ardından yatağıma ilerleyip sırtüstü yatağıma uzandım, eski Ayça Poyrazoğlu'nu özlüyordum, lakin onu katledeli çok olmuştu, kendimi öldürmüştüm. O mutlu ruhu keskin bir hançerle tam göğsünden bıçaklamış ve tabutuna yerleştirip karanlık denizlerin dibine gömmüştüm. Öleni bir daha öldüremezdim ya da canlandıramazdım.

Ama yeniden doğmuştum, daha güçlü olarak.

-

Kampüsten uyarı alıp başıboş çevrede gezindikten sonra kendimi yeşillik alanına attım ve ağaçlarla dolu yerlere doğru ilerledim. Dokuz Eylül Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi öğrencileri kampüs kafeteryasına program yapmak için gelmişti ve ben o programa istemeden katılmış bulundum, tabii ki şort ve büstiyer bluz giydiğim için uyarı aldım ve atar yaparak kafeteryayı terk ettim.

Bu kıyafetle kampüse girmemem gerekirdi ama herhangi bir program olacağını bilmiyordum, bilsem gitmezdim. Saçlarımı atkuyruğu yaptıktan sonra rujumun ve göz makyajımın akmadığını kontrol ettim. Sigara içilmez tabelalarına bakarken tabelayı tekme atarak yere düşürdüm ve çimenlere oturduktan sonra sigara paketini çıkarıp bir sigara yaktım, cezası da umurumda değildi.

"İlahiyat Fakültesi öğrencilerine atar yapmak, tabelaya tekme atmak ve yasakları çiğnemek. İşte benim kızım." Sesin sahibini iyi tanıyordum, yanıma oturmak için tabelayı uzağa fırlattı ve yanıma oturdu. Ya kalkıp giderdim ya da kalır onunla yüzleşmek zorunda kalırdım. Ayağa kalkacak gibi oldum ama bunu yapacağımı bildiğinden bileğimden tuttu ve beni yerime geri mıhladı.

Derin bir nefes alırken göğsüm kalkıp kalkıp iniyordu, bakışları üzerimde gezindi. Yarısında olduğum sigarayı aldı ve bir nefes çektikten sonra söndürüp izmaritini fırlattı. "Nefes sorunları yaşıyorsun, daha fazla sigara seni sadece öldürür."

İri elleriyle hala bileğimi tutuyordu, bıraktığı an gideceğimi biliyordu. "Dönmüşsün," diye mırıldanırken yüzümün sadece güneşten kızardığını düşünmesini istedim. Çekinerek yüzüne baktım, son görüşümden bu yana epey toparlanmıştı, o yenilmez görüntüsü yine üzerindeydi ve o gri gözler dünyanın geri kalanına meydan okuyordu.

Yapmak için uzun zamandır bekler gibi beni kendine çekti, savaşmaktan yorulmuş bir savaşçı gibi bedenimi ona teslim ettim ve başımı omzuna yasladım. Kollarında olmak karşıt bir savaş değildi, kollarında olmak kötü değildi. İyi hissettirmişti, iyi hissetmeye ihtiyacım vardı. İnsanların bakışlarını üzerimde hissettim, onun bu kadar arzulanması bana pahalıya patlayacak gibiydi.

"İnsanlar bize bakıyor."

Sanki her şeyi daha önce planlayıp hayal etmiş gibi ellerini saçlarımın arasına daldırdı. "Siktir et insanları, konuşsunlar ve dilediklerini düşünsünler. Sen yanımdayken önemi yok."

Bir süre öylece oturduk ama kaçıp gitme isteğiyle doluyordum, sessizlik ilk defa beni çıldırtıyordu. "Sana bir daha yüzüne bakamam demiştim. Daha fazla seninle böyle olmaya devam edemem." Bakışlarım gölgemize kaydı, aramızda hiçbir şey yoktu. Bulunduğumuz durumun adı yoktu, belirsizlikten ibaretti. Belirsizliğin içinde sürükleniyorduk.

"Yapamayacağını biliyorum. Devam etmen için bir bahanen yok, sadece bana bu gününü ver." Gözlerimi gölgeden çekip onun yüzüne sabitledim.

"Bu günümü mü? Günün bitmesine 8 saatten az var ve hala iki dersim var." Tabii ki derslerimi umursadığımdan değildi ama onunla bu kadar yakın olmak ürkütüyordu.

"Madrid'deyken fark ettim, son iki senedir araba yarışlarını çok özlemişim. Belki şans meleğim olmak istersin," derken ayağa kalktı ve elini uzattı.

Daha fazla direnmek yerine elini tuttum ve ayağa kalktım, Sena'ya derslikten çantamı alması için mesaj atarken arabasına bindim, torpidoyu açarken kucağıma bir düş kapanı bıraktı. "Artemis minyatürü alacaktım ama düş kapanlarını sevdiğini hatırladım."

"Teşekkür ederim," derken sevinçle boynuna sarıldım ve tuhaf bir ifadeyle karşılık verdikten sonra geri çekilip arabayı çalıştırdı.

Üniversitenin sınırlarından uzaklaştıktan sonra çevre yoluna girdi ve hızını iki katına çıkardı, yol boyu müzik dinleyip sessiz kalmayı başardık. Çok hızlı gittiğinden ve trafik olmadığından yirminci dakikada Balçova'ya ulaşmıştık. Diğer yarış arabalarının yanına park ederken kapıyı nazikçe kapatıp yarış alanına göz attım, Doğukan da bir dakikalığına bir yere uzaklaştı.

Neredeyse iki yüz kişi vardı ama sadece beş araba yarış alanında duruyordu. Saat beş olduğu için ortalık epey sessizleşmişti, bazıları start ile birlikte bikinilerini çıkarıp denize atlayacakmış gibi sahile kadar alanlarını genişletmişti. Gerginlikle arabaya yaslanırken tek bacağımı arkaya attım ve kollarımı birbirine dolayıp beklemeye başladım. En azından buradaki konsepte uygun giyinmiştim.

Yanıma geldiğinde her ne dikkatini çektiyse arkasını dönüp etrafına baktı. Başka kızlara bakıyordu ama yüzlerine baktığını sanmıyordum. Dilediği kadar çapkın biri olsun ben yanındayken başka kızlara bakamazdı, egoist olmasam bile kendime güvenimi zedelerdi.

Omzuna sert bir şekilde vurduğumda acıyla inleyerek bana döndü, eskiden dikişlerinin olduğu yere özellikle vurmuştum. Bana derdimin ne olduğunu sorarmış gibi bakarken omzunu hafifçe ovdu. "Ben yanındayken başka kızlara bakamazsın, yemin ederim bir kıza daha dönüp bakarsan şurada sana öyle bir tekme atarım ki spermlerinin sayısı yarıya iner."

Onun kadar olmasa da benim de sahiplenici dürtülerim vardı, arabanın kapısını açtı ve arka koltuktan kendi ceketini çıkarıp bana zorla giydirdi. "Çok konuşuyorsun." Neden yaptığını daha anlayamadan üzerime eğildi ve beni arabaya yapıştırıp ateşli denilebilir bir performansla öptü, geri çekildiğinde fizik laboratuvarında öpüşen öğrencinin dramını yaşar vaziyetteydim. "Artık susacak mısın?"

Stabil ifademle kalınca cevabını aldı. "Bugün sadece kadınlar yarışacak. Cinsiyetler arası eşitlik isteğinde yalnız değilsin. Araba sürebiliyor musun?"

"Tabii ki sürebiliyorum. Tam puanla ehliyet aldım," derken siyah ceketin kollarını katlıyordum. Kendi bedenim bile bana biraz büyük geliyordu erkek kıyafetleri ise ondan beterdi. Arabanın anahtarını ellerime bıraktı. Arabasını teslim eden herhangi bir erkek kesinlikle güveniyordu.

"Yarışmak ister misin?" Bakışlarım Mercedes logosuna kaydı, güneş ışığının altında hafiften parladı ve gözüme çok büyük gözüktü.

"Ya kaza yaparsam ve arabanı hurdaya çevirirsem?"

"Üst modelini alırım."

Evet, Doğukan Arınç Balcı alt üstü bir milyon kadar daha arabaya yatırım yapsaydı kesinlikle fakir düşmezdi. Anahtarı aldım. "Motorları zorla, sargı ısıtıcı var. Nitrojen gazı var drift yapacaksan çekinme. Arabanın ön kısmı ve yanları demir kasa diğer arabalara vurup yavaşlatabilirsin, çok zarar görmez. Zor durumda kalırsan ve karşındaki de hile yapıyorsa sürücü koltuğunun altına bak."

Kaşlarımı çattım ve diğer arabalara baktım. Mercedes hariç bir Ferrari, iki Toyota, bir Audi ve bir tane de Cooper vardı. Cooper'ın hiç şansı olmadığını düşünsem de hile yapabilme olasılığını aklımın bir köşesine kazdım, hile yapmayacaksa böyle bir arabayla gelmezdi. Arabalar hazır olunca müziğin sesi arttı ve Doğukan'ın yanağını öpüp arabaya ilerledim.

Sürücü koltuğuna oturmak garip hissettirmişti, son bir senedir neredeyse hiç araba kullanmamıştım, araba sürmeyi asla unutmamıştım ama can sıkıcı buluyordum. GPS ayarlarının yüklenmesiyle monitörden yol tarifini aldım, basit gözüküyordu. Şehrin büyük ekranlarında şimdi arabalar vardı.

Diğer arabalarla start çizgisine ilerledik ve marş motorlarının sesi müziği bastırdı, 1.60 boylarında bir kız benim ve diğer arabanın arasında durdu. Giydiği şort yüzünden bacak boyu çok uzun gözüküyordu ellerini kaldırdı ve seyircinin selamına karşılık verdi. "Bayanlar, cinsiyetler arası araba yarışı eşitliği başarıyla sonuçlanmıştır." Kahkahalar attı ve eliyle üçten geriye saydı, ardından da elinde tuttuğu fularla eğilerek yarışı başlattı.

Altı arabanın arasında üçüncü olarak başladım. Arabanın demir kasa olduğunu hatırlayıp öndeki Audiye şiddetle çarptım, Doğukan Arınç Balcı büyük ekranlarda arabasını sürenin nasıl bir canavar olduğunu izliyorsa kesinlikle şaşırıyordu ya da bunu ucuz buluyordu çünkü canavarın sahibi oydu.

Audi bana direniyordu, vitesi arttırıp ona soldan vurduğumda çok acemi olduğunu fark ettim, arabanın sol kısmında çöküklük olduğu için yarışı bıraktı. İkinci sırada olmanın verdiği keyifle vitesi beşe aldım ve Ferrari'yle yan yana geldik. Son vitese almıyordu, ben de almayacaktım.

Şerit değiştirirken dikiz aynasından ve kameradan gördüğüm kadarıyla Cooper bize yetişiyordu hile yaptığına emindim. Son vitese alıp beraberliği sonlandırdım ve öne geçtim. U dönüşü yapacağımız yerden dört metre uzaklaşıp yavaşladım ve sıkıca direksiyonu tuttum, son hızla gelen Ferrari'yle aynı hızı kazandım ve üstüne sürdüm, demir kasa olduğundan çarpışmada çok şiddet görmedim ama hafifçe sarsıldım ve bir an kusacak gibi oldum.

Ferrari'nin ön kısmını mahvederken Toyota'ların yolunu tıkamış oldum ve Cooper önüme geçti. Toparlanmak için beş saniye bekledikten sonra güvenli bir U dönüşü yapıp Cooper'a yetiştim.

Hızım ona yetişmiyordu CLS serisini geçecek tek araba dünyada yok diye düşünürdüm ama resmen hayal kırıklığına uğramıştım, hile yapmadan ilerlemiştim ama şimdi ben de hile yapacaktım. Vitesi altıya alırken araba bir an uçtu ve kısıtlı saniyelerimle sürücü koltuğunun altına elimi uzattım, başka bir vites daha aramayı beklerken bir düğmeye bastım ve arabadan garip sesler çıktı. Yüzümü buruşturdum, galiba arabayı patlatacaktım.

Beklentilerim gibi olmadı ve ikinci bir motor sesi duydum, araba olduğundan da hızlandı. Cooper'a yetiştim ve Cooper'ın soluna geçip onu şeritten çıkaracak kadar güçlü bir şekilde çarptım. Bu defa Mercedes'in demir kasası zarar görmüştü ama Cooper'ı yoldan çıkarmıştım. Tekrar düğmeye basıp yavaşlarken bitişe çok az kaldığını gördüm, Toyota'lar arkamdaydı. Bana yaklaşmalarına izin verdim.

Eğer drift yapabilecek kadar araba bilgim varsa ben kazanırdım ama aksi olursa onca aracı diskalifiye etmeme rağmen kaybederdim. Bitiş çizgisine yaklaştıkça Toyota'lar hız arttırmıştı, onlar da hile yapıyordu. Drift yapmak için direksiyonu sağa çevirdim ve sonra tüm kuvvetlimle sola kırdım, tekerler iğrenç çığlıklar atarken bitiş noktasında frene bastım ve araba durdu. Kazanmıştım.

Yarışı başlatan kız ve Doğukan arabaya doğru ilerlerken anahtarı çıkardım ve arabadan indim, seyirciler tezahüratlara boğdu. Anahtarı Doğukan'a uzattım, benimle gurur duyuyormuş gibi bir ifadeyi yüzünde seçtim ama kendimi öyle bir hayale kaptırmak istemediğimden bakışlarımı çekip seyirciye yönlendirdim. O sırada kız elime küçük bir paket sıkıştırıp kulağıma fısıldadı.

"Ödülün. Sağlam maldır, tek hap bile seni uçurur." Paketi yumruk yapıp sıktım ve Doğukan'ın görüp görmediğini kontrol ettikten sonra şortun arka cebine attım.

"Bence arabanı bir tamirhaneye götürmeliyiz," dedim yüzümü buruşturarak. "Burada bir sanayi sitesi olacaktı..." Bir erkeğe işe yaramaz bir pislik olduğunu söyle ama asla arabasına zarar verme. Ve ben Doğukan Arınç Balcı'nın göz bebeğini mahvetmiştim.

"Kuzenime götürelim, burada bir yerdeydi. Ve kampüsün arkasındaki ormanlık alanda küçük bir parti olacakmış ufak bir işim var oraya gitmemiz gerek."

İşlerim diye üstünü örttüğü gizli şeylerin ne olduğunu merak ediyordum. Yine de onu onayladım ve arabaya bindim ama bu defa sürücü koltuğuna geçmemeye yeminliydim. "Kuzenin olduğundan hiç bahsetmemiştin, amcaların olduğunu da bilmiyordum."

Sigarasına uzandı ve ben de sigarasını yaktım. "Üç amcam var. Haliç, Kubilay ve Sungur Balcı. Durukan Sungur amcamın, Barış da Haliç amcamın oğlu şimdi Barış'ın yanına gideceğiz. Kubilay amcamın da iki kızı var, kendisi kazada öldü. İlayda ve Benan ama son zamanlarda hiç görüşmedik." Kuzenlerinin görüntüsünü anımsamış gibi gözlerinden belirsiz bir özlem geçti.

Sanayi sitesinin içine girince ilerideki dükkanlardan birinin önüne kadar sürdü ve araba durunca inmem gerektiğini anlayıp indim, Nevra'ya olan özlemimden biraz ağlayıp yalnız kalmak istiyordum. Garajın içinde üstünde beyaz ince bir tişört ve siyah kot olan biri vardı ama o kadar çok terlemişti ki tişört üstüne yapışmıştı buradan baklavalarını sayabiliyordum.

"Kuzenimi mi kesiyorsun?" derken beni arkasına çekti ve bana dönüp o buz bakışlarını üzerime dikti, sesi mizahtan yoksundu. Dikkatimi kuzeninin yüzüne vermek isterdim ama mümkün değildi, hangimiz bakmıyorduk ki? O kasları yapmak için kaç saatini spor salonunda geçirdiğini az çok tahmin ediyordum. O kaslara bakmam sadece emeğe saygıdan ibaretti.

"Bakmışsam ne olmuş? Sen de kızların göğüslerine bakmıyor muydun bir saat öncesine kadar?" diyerek kendimi üste çıkardım, çenesi kasıldı ama haklı olduğumdan karşılık vermedi.

"Arınç? Demek kuzenin olduğunu hatırladın," dedi ses bize yaklaşırken.

Bana son bir bakış attıktan sonra kuzeniyle randevuya çıkacakmışım gibi önüme geçti. "Sana sormalı, sözde Atina'ya beraber gidecektik."

Saçlarını karıştırdıktan sonra birbirleriyle tokalaştılar. Bakışlar davetsiz misafirmişim gibi bana dönerken Doğukan'ın o sahiplenici tutuşunu kolumda hissettim. "Araba yarışından geliyoruz, merak ediyorsan bu hanım arabamı mahvetti. Ayça, Barış. Barış, Ayça."

"Hassiktir," diye ağzından kaçırdı. Çok garip olduğumu düşünmüyordum ve tepkisinin neden bu kadar abartı olduğunu anlamamıştım, yoksa gerçekten mi gariptim? "Arınç'ın arabasından çok sevdiği bir kız? Hayatta inanmam. Ayça gerçek misin?"

"Mal mal konuşma, tabii ki gerçek," diye onu tersledi. "Bürona geçsin, bir arabanın üstüne sürdü sarsılmıştır. Kahve içer misin?"

"Viski?" dedikten sonra tatlı tatlı gülümsedim.

"Elma suyu," diye düzeltti. Bana ters ters baktıktan sonra tamirhanenin merdivenlerini işaret etti. "Arabanın yapımı iki saat sürer, kötü çarptın baş ağrın tutmasın, koltukta uyu."

Omuzlarımı düşürüp ağır aksak adımlarla tamirhanenin içine girdim ve burnuma araba yağı kokusu dolarken yüzümü buruşturdum, merdivenlere yönelip büroya çıktım. Büro siyah koltuklarla döşenmiş, normal bir yerdi. Duvarlarda Doğukan, Barış ve Durukan olduğunu tahmin ettiğim kişinin resimlerini gördüm. Onu ilk defa böyle gülerken görüyordum, ailesini seviyor olmalıydı ama şimdi onu bu kadar mutsuz yapan neydi bilmek isterdim.

Barış, Doğukan ve Osman Balcı'yı aynı karede gördüm. İkisinin de büyükbabalarının yanında belirli bir ciddiyeti vardı ya da gördüğüm o ciddi yüzler aslında nefretin izleriydi. Bir kız elma suyu getirirken ağrı kesici de getirdi ve teşekkür ettim, midemi zorlamak istemediğinden elma suyunun ancak yarısını içebildim ve bıraktım. Siyah deri koltuğa uzanmadan önce doğrulup ceketini üstümden çıkardım ve saçlarımı açtım. Ağrı kesici etkisini göstermeye başladığında koltuğa doğru döndüm ve kötü çarpıştığımdan baş ağrımın geçmesi için uykuya daldım.

Kapının açılması ve metalin yere çarpma sesiyle hafifçe gözlerimi araladım ama hala bilincim yerinde değildi. "Uyuyor mu?" dedi bir ses. Önce anlam yükleyemedim ama sonra Barış olduğunu anladım.

"Uyuyor," dedi Doğukan ve üstüme bir şey örttükten sonra kapıyı kapattı.

Bir iki dakika daha uyku sersemliğinden sonra bilincim yerine geldi gözlerimi açtım, hava kararmış ve elektronik saatten göründüğü gibi saat sekiz olmuş, hatta dokuza yaklaşıyordu. Başımı ovuşturarak doğruldum, sırtımda ve kollarımda iğrenç bir ağrı olduğu gibi boğazım kurumuştu. Elma suyunun kalanını içtikten sonra biraz kendime gelebilmiştim. Sesler bir süre sonra anlam bulmaya başladı.

"Atina'ya iyi amaçla gitmediğini varsayıyorum." Ve başka bir metal sesi daha kulaklarımda çınladı.

"Bir şeyleri bilmek istedim."

Kısa bir sessizlik oldu. "Penseyi ver, ikinci motor ve arka tekerlek zarar görmüş," dedi Barış. Ses çıkarmadan ayağa kalktım ve kapalı olan kapının gıcırdamamasını umarak iki santim kadar araladım ve onları izledim. Arabanın altından kalktı ve bir kolu çektiğinde araba aletlerle yukarı kalktı.

"Saçmalıklarla uğraşıyorsun. Aradan geçen beş seneye bak Arınç. Sevmeye yasak kadını sevdim, sen dokunulmayacak kızlara dokundun, Durukan birini öldürmekten beter yaptı. Kendimizi bildik bileli böyleyiz. Ailelerimiz o kanlı soydan değilmiş gibi ama biz yüzeye çıkmış haliyiz. Baksana aşk bana, şehvet sana ve öfke Durukan'a neler yaptırdı. Ne halde olduğumuzu görmüyor musun?"

Durdu ve dönüp tamirhaneyi inceledi. "Oto galeri ve tamirhane. Bunlar güzel şeyler Barış, sahip olduğun en güzel şeyler ve hayalin ama bir Balcı normal bir hayat süremez. Babalarımıza yapamadı ama bize yapacak, o şirket koltuğuna bir Balcı erkeği oturacak ve kendi hayatı nasıl cehennemse birimizin hayatı da öyle cehennem olacak."

Barış konsolu indirdi ve araba aşağı indi. Arabanın demir kasası şimdi yeniymiş gibiydi, sadece grinin aynı tonu değildi. Bir spreye uzandı ve maskesini taktıktan sonra spreyi metal kasaya püskürttü, çizikler kapanıyordu ve araba orijinal rengine dönüyordu. "Dedemin her zaman en sevdiği torunuydun. En sevdiğinin hayatını cehenneme çevirir." O dudaklar tiksinir gibi aşağı kıvrıldı. "Babanı hatırla, babanın hayatına ne yaptığına bak."

Ölümü andıran rutubetli atmosfer üzerimize çöktüğünde dikenlerin üzerinde yürüyüp duman soluyormuşum gibi hissettim, Barış yanlış yerden onu vurduğunu anlamıştı. Her an yüzünde patlayacak yumruktan korkar gibi arabaya yaklaştı.

"Ayça'nın Poyrazoğlu olduğunu söylemiştin ama neden Güray Demirel'e benziyor?" diyerek konuyu değiştirdi. Ne zaman ismi geçse boğazımda düğümler oluyordu. Öz babamdı ama yüzünü bile bilmiyordum, sadece kağıt üzerindeki bir isimdi benim için, ismi bir bedende şekil bulmuyordu ya da bir anlamı olmuyordu.

"Çünkü Güray Demirel'in öz kızı. Evlatlık verilmiş. Babasına çok benziyor ama babasının yüzünü bile bilmediğinden eminim, yanında babasının adını söyleme, aynı hataya düştüm. Yara dıştan kapanır ama içi hala kanıyor."

Spreyin sesi bir iki dakika sonra kesildi, bitmiş olmalıydı, Barış başka bir sprey kutusuna uzandı ve arabanın sağ tarafına geçti. "Beraber misiniz?"

İşte zamanı gelmişti, insanların soru sorduğu vakitler. "Orası çok karışık ama değiliz."

"Yeme beni, arabanı emanet edecek kadar değer veriyorsun. Sevgi güzel şey Arınç, inan çok güzel. Hayat her zaman şehvetle geçmeyecek. Aykut ve Funda'nın öyle olmasını istemezdim ama Ayça..."

"İkisinin de adını anma. Sakın Ayça'yı onlarla aynı kalıba koyma," diyerek sözünü kesti. Sesi ölüyü tekrar öldürecek kadar sıcaklıktan yoksundu.

"Bir kız yüzünden düştüğünüz duruma bak."

"Bitti mi işin?" diye konuyu değiştirdi ama daha çok itiraz kabul etmeyip tersler gibi bir hali vardı. Sesi nefretinden taviz vermiyordu. Bir kız yüzünden... Funda mantıklı olarak değer verdiği birisi olmalıydı. Aykut da kuzeniyse... Kafama balyoz gibi indi. Düşüncesi bile iğrençti, şimdi bile böyle bir tepki verdiyse öğrendiği zamanki tepkisini hayal edemedim.

Sprey sesi kesildikten sonrasını dinlemeye gerek duymadım. Koltuğa oturdum ve hiçbir şey olmamış gibi uzandım, dakikalar sonra kapı açıldı ve bakışlarım ona döndü, bir an konuşulanları duyup duymadığımı soracak gibi oldu ama sakinliğini korumayı başardı. "Başın ağrıyor mu?"

Başımı iki yana salladım ve koltuktan kalktım, ceketini giydim ve odadan çıktık, Barış'la vedalaştıktan sonra arabaya bindi. Hakkında bildiklerim çok küçük bir kısmıydı, buzdağının görünmeyen kısmı da vardı ve o zaman ondan kaçacağımı biliyordum. Ege Üniversitesi'nin ormanlık alanına girene kadar tek kelime etmedim, uyku sersemi olduğumu düşündüğü için üstelemedi.

Arabayı park yerine bıraktığı sırada o fark etmeden cebimdeki haplardan birini yutum. Uyuşturucu kullanmayalı baya oluyordu. Arabasına son bir bakış attıktan sonra bileğimi tuttu, kalabalığın içine ve ağaçlık alana ilerledik. Ortada çok büyük bir ateş yakılmıştı ve birkaç tane de teneke varil yakılmıştı, ışıklar kapatılmıştı sadece içkiler ve müzik vardı.

Ona eşlik ettim ama her an yanından kaçıp gitme isteğiyle doluyordum. Bileklerimi tutan ellerde sayısız kadının teni vardı, gururu için ettiği kavgalar vardı. "Burayı hiç mi dekan basmıyor?"

"Dekanlar buraya gelmezler önlem alıyorlar." Üç buçuk senedir ilk defa insanların arasına karışmanın verdiği gariplikle onu takip ettim, ateş ve çevresindekiler çok kişi değildi. Yüz ya da iki yüz kişiydi.

Beni büyük ateşin ortasına kadar getirdi ve kucak dansı yapmamı bekler gibi durup beni inceledi.

"Ne var?" dedim ateşin ışığıyla aydınlanan gri gözlerine bakarken.

Bir anda yaptığı onca kötü şeye ve bulaştığı onca pislik işe rağmen gözümde yükseklere çıktı. Sert, tehditkar, istediğini elde etmesini iyi bilen ve olgun bir karakteri vardı, karakteri mükemmeldi kimsenin erişemeyeceği boyuttaydı. Biz birbirimize çok benziyorduk, ikimiz de benzer acıları çeken farklı ruhlardık. Beni en iyi anlayan oydu, beni yargılamayan oydu. Beni kollarının arasına alınca babam gibi teselli ediyordu.

O an fark etmiştim, uzun zamandır sevmemeye yeminli kalbimle onu sevmeye başlamıştım. Onu sevmeye başlamıştım ve bu çok can yakıcıydı. Onu sevdiğimi fark etmiştim bu çok mutluluk vericiydi. Onu sevmeye başlamıştım ve bu çok umutsuz bir zevkti.

"Ne var?" diye tekrarlarken anlamsızca güldüm.

Müzik çok yüksek olduğundan kelimelerimi söyleyebilmek için bağırma ihtiyacı duyuyordum sağ elini uzattı ve çenemi tuttu. "Dans edecek misin?"

Sonra pişman olabilirdim ama şimdi benim zamanımdı. Müzik elektrodan The Rolling Stones'a dönünce kendimi ritimlere teslim ettim. Salsa hareketlerini tekrarlarken Doğukan bana deliymişim gibi baktı ve gülmeye başladı, ben dans eğitimi almıştım o kadar da komik gözükmediğimden emindim. "Delisin sen."

Ateşin etrafında bir tur atarken fakülteden çoğu kişi bana uzaylıymışım gibi baktı, ateşin dans etmeye başladığımda beni etrafımda döndürdü ve saçlarım savruldu, fakülteden birkaç kişi beni izledi ve göz önünde bulunmamam gerektiğini unutmuş gibi dikkatlerini çekecek kadar iyi dans ediyordum. Ateşin etrafında dans edip saçlarımı savururken her şey fazla geride kalmıştı. Sadece müziğin notalarını ve ritmini bedenimde hissedip tepki veriyordum.

Doğukan beni tekrar çevirirken dans etmekten yoksun olduğunu fark ettim ama ben deli görünümlü olduğum gibi deli gibi eğleniyordum. Müziğin son ritimleri kulaklarıma dolunca durmam gerektiğini anladım. Symphaty For The Devil, 6 dakika bana Ayça Poyrazoğlu olmama gücünü vermişti ama acılar göğüs kafesime süzülünce gülüşüm söndü.

Şimdi fark ediyordum ki ben acı çekmek için doğmuştum, mutlu olmak sadece altı dakikalık kendime izin ve kafa yapacak bir haptı. Doğukan eğilip nazikçe beni öperken onu itmedim veya hiçbir şey yapmadım, ruhen çok yorgun hissediyordum, artık vücudum umurumda değildi. Dilediğini yapabilirdi. "Geleceğim," dedikten sonra gözlerimi hiç açmadım ve gitmesini bekledim.

Gitmişti, yalnızdım. Ne yapacağımı bilmeden ateşin önünde durdum, sonunda cebimdeki bütün hapları çıkardım ve düşünmeden yuttum, üstüne bir bardak viski içtim ve kalabalığa karıştım. Notalar ve kalbim anlaşmış gibi aynı ritmi tutturmuştu, bedenim müziğe itaat ederken ruhum gizli pelerinlerin ardına çekilmiş ve beni Ayça Poyrazoğlu yapan tüm acılardan azat etmişti.

Ayça Poyrazoğlu, en arka sırada oturan kibirli sarışın.

Hakkımda söylenen her şeyi anımsıyordum. Birinin bana eşlik ettiğini hisseder gibi oldum ama kendimi anılara o denli kaptırmıştım ki bedenime ne olursa olsun umurumda değildi.

Ayça Poyrazoğlu, o dudaklar asla gülmez ya suratsızlığından ya kibrinden boğulacak.

Gözlerimi açtım ve yere baktım, dans eden gölgelerdi, onları ciddiye almam için bir sebep yoktu.

Bir CEO kızı devlet üniversitesine geliyor, ailesini mi terk etti? Gerçekten dergilerde gördüğümüz Faruk Poyrazoğlu'nun kızıymış.

İnsanlar benliğime hakaret edebilirdi ama ailem için çektiğim acılara hiç kimsenin bir şey demesine izin vermezdim. Gözlerimi açtığımda gözlerim dolu doluydu ve etrafı bulanık görüyordum, gözlerimi kırpıştırdım ve ağlamayı diledim ama gözyaşlarım bana azap çektirmek için çukurlarında kalmaya yeminliydi. O an kalabalık beni boğmaya başladı ve dans eden kalabalığın ortasında birden duraksadım, ateşlerin ardındaki gölgeleri izledim.

Ona baksana, sanki önünde adam öldürülmüş ve sebebi kendisiymiş gibi dertli.

Manevi dedem ve babaannem, benim yüzümden öldürülmüştü ve sebebi bendim. Göğüs kafesim sıkıştı. Dudaklarım titrerken ciğerlerim nefes almak için kıvranıyor, kalbim bir şeyler hissetmek için ölüyordu. Her şey çok üst üsteydi, müzik feryat koparan ruhumu gürültüyle susturuyor, insanlar gerçeği görmek isteyen gözlerimin önünü kapatıyordu, gözyaşlarım akmamak ve bana zayıflığımı vurgulamak için yeminliydi. İri siyah bir el boğazımı sıkıyor konuşmamam için beni boğuyordu.

Etrafıma bakındım, kurtarıcımı arıyordum. Göğüs kafesim hızla inip kalkarken düğümler boğazımdan çözüldü ve çığlık attım. Çığlığım öylesine birikmiş ve derindi ki müzik kesildi, duramayacağımı düşündüm öylesine derin bir azaptı ki ses tellerim kopana kadar duramayacağım sandım, insanların bakışları bana dönerken koşmaya başladım.

Ciğerlerimde oksijen kalmayana kadar koştum, durmak istedim ama yapamadım. Çalıların arasından koştum ve tellerden bacaklarım çizdi. Ve o ses, beni durdurdu. Dizlerimin üstüne düşerken Doğukan ve başka bir erkeğin gölgesini seçebildim.

"Kuzenimdin," dedi kayıtsızca ve ona belinden silah çıkarıp önüne attı, "Seni Barış ve Durukan'dan daha çok severdim. Senin için elime silah alıp alamayacağımı sormuştun." Öyle ruhsuzca konuşuyordu ki kalbinin yerinde soğuk bir boşluk olduğunu düşündüm.

Durdum ve ona acı veren her şeyin onu nasıl daha güçlü yaptığını izledim, yenilmez zırhı üzerindeydi ama içinde güçlü fırtınalar kopuyordu, gazabını merak ettim, acıdan kaçmak yerine acıya hükmetmesini izledim.

"Kimi seveceğimizi seçemeyiz." Aykut'la konuşuyordu, Aykut'un ona bakacak yüzü olmadığından arkasını dönmüş ve taşa oturmuştu, Doğukan ise kahramanları gölgesinde bırakacak kadar savaşmaya hazır gözüküyordu. Ben kaçarken o savaşıyordu, cesaretinin gölgesindeki zayıflıktım.

"Ne unutur ne affederim," diyerek sert tavrını ortaya koydu. Bir zamanlar acı duyduğu şey şimdi ona sinek vızıltısı gibi geliyordu ama ben geçmişteki o acılara tutunarak bugünü yaşamayı reddediyordum. "İkinizin de bir önemi kalmadı."

Aykut taşlarla oynadı ve ileriye fırlattı, gülümsedi. "Birlikte olduğun o kız..."

"Gerçekten ona değer veriyorum, elini uzatırsan bu defa o silahı başında bulursun."

"Değer verirsin sen hep, onu sevmiyorsun Arınç, Atina ve Madrid'de kaç kadınla yatarken o kız aklındaydı? Bilmiyor muyum sanıyorsun?" diyerek cümlesini bitirdi ve bakışlarını yere kaydırıp taşlarla oynamaya devam etti.

Beni sahiplenmiyordu, ruhumu sahipleniyordu. Ruhuma değer veriyordu, benim bir önemim yoktu, benim parçalarımın önemi vardı ama bir bütün olarak önemim yoktu. Bunca zaman beni sevdiğine inanmak istemiştim ve yalanlar gözümü kör etmişti.

"Ne fark eder ki? Onu sevmiyorum ama..." Ona ilerlemek isterken bir ağaç dalına bastım ve çıkan sesten dolayı ikisinin de dikkati bana döndü. Siluetine boş boş baktıktan sonra ağlama isteğiyle doldum ve bunu görmesini istemediğimden koşmaya başladım.

Öfkem karanlık gecede beyaz gibi parıldarken yalnız kalacağım bir yere ihtiyacım vardı, BESYO'nun girişine kadar koştum ve kendimi kapalı basketbol sahasında buldum. Nefes almak umurumda değilmiş gibi içeriye girdim, ay ışığı yeni cilalanmış zeminde yansırken ışığı açmak için konsolu tutup aşağı çektim ama arızalı olduğundan tek ışık gürültüyle açıldı.

Sahaya ilerledim ve ayakkabılarımla üzerimdeki ceketi çıkarıp bir kenara bıraktıktan sonra spot ışığının altına, parke zemine uzandım. Spot ışığını gözlerim yorulana kadar izledim.

Spot ışıklarının altında olmak, insanların arasında şampiyon gibi parıldamak ve dünyanın kalanına karşı kazanmış olmak bir zamanlar şampiyon gibi hissettirirdi.

Ayak sesleri yaklaştı ve bakmadan kim olduğunu anladım, yanıma uzandı ve neye baktığımı anlamaya çalışır gibi gözlerini spot ışıklarına dikti. Gerçekleri saklayamayacağını artık anlamıştı.

"Yalancıya yalan söyleyemezsin," dedim derin bir nefes vererek. "Yeryüzünde bütün dolandırıcıların içinde en azılısı kendi kendini dolandıran adamdır," derken bana arabasını verdiği ya da benimsin dediği için kendimi kandırdığımı anımsadım.

"Dickens," dedi, alıntıyı neden yaptığımı anlamıştı, Büyük Umutlar.

Pip'in benden tek farkı Estella'nın kendini sevmediğini, taş kalpli olduğunu kabul etmiş boş ümitlerde bulunmamış olmasıydı ama onu bütün varlığıyla seviyordu. "Bana değer verdiğini düşünmek gibi bir hata yaptım," derken sesimi kırgınlık boyutundan umursamaz boyutuna taşımaya çalıştım.

"Sana değer vermediğimi bir kadınla birlikte olmamdan anlayamazsın. Ya da Aykut'la konuşmama şahit olmanla anlayabileceğin bir şey değil."

Beni avutmaya çalışıyordu, tüm hissettiğim buydu. Gerçek hüzünleri boş avuntulara tercih edeli çok olmuştu, gerçek gülüşlere kapılarını kapatmış dudaklarım gibi. Bakışlarım ağır ağır ona döndü, artık yorulmuştum. Bu zamana kadar her şeyi elimde tutmuştum ve her şey dengeliydi ama gelip her şeyin dengesini bozmuştu, sorunlarıma zirve oluyor beni belirsizliğin içine atıyordu. "Hiç oturup beni düşündün mü? Üç buçuk senedir akbaba gibi gözetleyen her insanın öğrenmek istediği acıları sadece bir ay içinde öğrendin."

Gri gözleri aynı kendisi gibi duygusuz ve kayıtsız bir şekilde bakıyordu, karanlık bir ruha sahip olmayı eleştiriyordu ama gri daha beterdi.

Grinin en güzel ve en karanlık tonu ruhuna işlemişti.

"Ben yalancı değilim, işlerim vardı ama sık sık seni düşündüm. Yalanları istemiyorsun, gerçekleri istiyorsun. Seni o anlamda sever miyim bilemem ama sana önem veriyorum."

Ona güvenmemeliydim ama o lanet dokunuşları güven hissini veriyordu. Güvenilmeyeceğe güvenmiş, söylenmeyecekleri söylemiş, yapılmaması gerekeni yapmıştım. Ve sevilmemesi gerekeni sevmeye başlamıştım, ne anlamda olduğu önemli değildi. Sözlerinin benim için bir önemi vardı ve beni incitebilirdi, beni incitebilecek kadar önemli biri olmuştu.

"Beni belirsizliğin içinde sürüklüyorsun," dedim ve bir daha konuşmadım.

En sonunda ikimiz de ayağa kalktık. Işığın altında yüzü olduğundan daha belirgin gözüküyordu. Kemikli çenesinden çıkmaya başlayan kirli sakallar, düzgün bir burun, dolgun denilebilir dudaklar ve tapılası gri gözler. Apollon'un ilahi güzelliği tasvirlerine benziyordu, Apollon uğruna feda edilmiş satırlar bile Apollon'un güzelliğini anlatmak için yetersizdi, hiçbir kalemin onu anlatamayacağı gibi.

Topuklularımı çıkardığım için aramızdaki boy farkı artmıştı, parmak uçlarımda yükseldim ve bana sürekli yaptığı gibi onu öptüm. Hoşuna gidip gitmediğini anlamaya çalışıyordum, belirsizlikten kurtulup ya sevgiyi ya nefreti seçmek istiyordum ama fazla belirsizdi, karar vermek ya da vazgeçmek arasındaki ipte yürüyordum. Kendimi sisli bir sabahta belirsiz bir yolda koşuyormuş gibi hissettim, bu şekilde devam edemezdim.

Beni boğuyordu geriye çekildim ve ceketiyle ayakkabılarımı yerden aldım. Neye tutunuyordum ben? Onun güvenilir dokunuşuna mı? Ona doğru döndüğümde gözlerim dolu doluydu, yanında ağlamaktan nefret ediyordum, kimsenin önünde ağlamadığım ama onun yanında küçük bir kız gibi ağladığım için ondan nefret ediyordum.

"Bugünüm senindi ama yarınlar olmayacak. Görüşmesek iyi olur."

Söylerken kalbim burkuldu, o ise ifadesizliğini korudu. Çıkışa doğru ilerledim ve onu belirsizliğiyle baş başa bıraktım.

Continue Reading

You'll Also Like

427K 22.4K 49
Her sonun başlangıcı olduğu gibi, benim de biten sonumun başlangıcıydı bu olay... Şans verip, okumadan geçmee:) Hikayedeki karakterler ve ismi geçen...
102K 5.7K 16
"ya siz kafayı mı yediniz çocuk daha o çocuk iki gün önce papucu yırtıldı diye ağlayan kızı gelmiş bana koynuna al diyorsunuz o yetmezmiş gibi bid...
1M 56K 24
"Benim adım yok Narin, gölgem yok, ayak izim yok." dedi umutsuzca. "Olsun!" dedim omuz silkerek. Onun aksine umarsız çıkıyordu sesim. "Adını dilim...
279K 23.4K 39
*Asker Kurgusu* Güneş Milan Aksu, annesinin günlüğünü okuyarak babası hakkında herhangi bir bilgiye ulaşarak onu bulmak ister. Fakat günlüğü okurken...