Buz İçindeki Aşk [Tamamlandı]

By DenizMeyRa

43.9K 2.4K 721

•Her şeyin doğrusunu bilen güçlü bir kadın. Asla düşünmeden, hesap yapmadan hareket etmez. • Her şeye sahip o... More

1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4.Bölüm
5. Bölüm
6.Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11.Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16.Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. BÖLÜM
28. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm
32. BÖLÜM
FİNAL - 33. BÖLÜM

31. BÖLÜM

1.2K 55 29
By DenizMeyRa

Yeniden sevmek mi? Böyle bir şey mümkün mü?
Yuhwa Ken'in sözlerini duyunca şaşırmamıştı. Aptal değildi ve böyle bir şeyle karşılaşabileceğinin farkındaydı zaten Ken'i gördüğünden beri bu soruya nasıl cevap vermesi gerektiğini düşünüyordu, ne cevap vereceği ise çoktan belliydi.
Ken gittikten sonra şirketin restoranında bir süre daha oturan Jeong ise içinde oluşan sıkıntıyı bastırmaya çalışıyordu. Ken'in adını daha ilk duyduğu andan itibaren onun güçsüz bir adam olmadığını fark etmişti. Ve az önce edindiği izlenim dolayısıyla bu düşüncesi daha da güçlenmişti, Yuhwa'nın anlattığı "mükemmel adam" profiline net bir şekilde uyuyordu. 'Aishh!' dedi eliyle saçlarını karıştırıp hızla ayağa kalktı, Yuhwa'yı görmek istemişti. Arabasına atladığı gibi hastanenin yolunu tuttu, tabi oraya gittiğinde karşılaşacağı sürprizden habersizdi.
Jeong yoldayken Ken de Yuhwa'dan bir cevap bekliyordu. İçindeki korkuya ve kaderin ona yaptığı oyunlara inat yine de bir umut vardı içinde, belki... Belki kabul ederdi lalesi, belki hala yaşıyordur aşkı...
Ken simsiyah gözlerini Yuhwa'nın gözleriyle buluşturmuşken sevdiği kadının ne kadar değiştiğini görebiliyordu bu yüzden korkuyordu.
Hafifçe yutkunan Yuhwa 'Hayır' dedi 'Çok özür dilerim ama seni tekrar sevemem. Aşkını bu kadar zor kalbimden atmışken çektiğim o acılara ihanet edemem'
Duyduklarını hazmetmekte zorlanan Ken 'Neden?' diye sordu titreyen sesiyle, fark etmeden japonca konuşmaya başlamıştı 'Jeong Hoon Kim yüzünden mi?'
'Neden mi? İnan bana ben de bilmiyorum Ken, tek bildiğim o adamı çok sevdiğim ve kalbimin tamamen onunla dolduğu. Eğer seninle gelirsem kalbimden sökerim belki onun aşkını ama ben bunu yapana kadar hem sen hem de ben çok acı çekeriz. Üstelik...' Yuhwa bir an durdu, gözlerinden yavaşça yaşlar boşalıyordu 'Senin aşkına yaptığım şey ömür boyu kalbimi acıtacakken şimdi aynısını onun için yapamam. Beni anlıyor musun, kara prens? O beni sevse de sevmese de onun aşkını kalbimde taşımak istiyorum, aksi takdirde donarım'
Kızarmış gözlerini sevdiği kadından alamayan Ken 'Neden beni beklemedin?' diye sordu ve bunu sorduktan sonra önce sol gözünden sonra da diğerinden usul usul yaşlar dökülmeye başladı
'Ben... Yıllarca sana ihanet etmemişken... Söyler misin? Benden vazgeçmeni sağlayan şey ne oldu? Jeong Hoon'u gördükten rosa mı değişti fikrin yoksa... Ondan çok daha önce mi kalbinde bana yer kalmamıştı? Lütfen konuş Yuhwa, ne olur susma' Ken her od kadar acı içinde kalmış da olsa yine de sağduyusunu kaybetmedi, tek istediği cevap almaktı. Zavallı kalbi ise iki değirmen taşı arasında kalmış buğday tanesi gibi umufak olmuştu
Titremesini önlemek için alt dudağını ısıran Yuhwa yatağın yanına tutunup zorlukla kalktı, Ken'in tam karşısında dikilip öyle bir şey yaptı ki artık ikisinin de gözyaşları sağanak halini alıp Seul'u yıkamıştı. Ken artık ne yapacağını bilmez bir halde Yuhwa'nın yaptığı şey karşında kısa süreli bir felç geçirmişti.
Yerde diz çöküp başını eğen Yuhwa 'Yalvarırım beni affet Ken' dedi ve ellerini birleştirip yere koyduktan başını da yere koydu 'Senden binlerce kez özür dilerim, hayatını mahvettiğim için, aşkına layık biri olamadığım için, kalbine sadece acı verdiğim için ve kötü kalpli biri olduğum için... Her şey için Ken, her şey için özür dilerim. Ama inan bana yapamam, Jeong'u severken sana geri dönemem. Yalvarırım beni bağışla ve seni hakeden birine kalbini aç, tıpkı senin gibi mükemmel olan bir kadına aşık ol...' hıçkırıkları sözlerini keserken Yuhwa zorlukla nefes alıp bağışlanmayı diledi. Hayatında sadece iki defa diz çökür yalvarmıştı ve bunların hepsi Ken içindi fakat ne yazık ki bu değerli insana artık aşık değildi.
Üstünde ki şoku biraz da olsa atan Ken 'Kalk!' diye bağırdı, istemeden de olsa sesini yükseltmişti 'Yah! Sana kalk dedim' diyerek hızla Yuhwa'nın yanına çöktü. Hafifçe omuzlarından tutup kaldırırken 'Gözlerime bak' dedi sesi bu sefer kısık çıkmıştı 'Yuhwa lütfen gözlerime bak. Sana neden lalem dediğimi biliyor musun?' Ken bunları söylerken Yuhwa'nın gözlerine bakması için omuzlarını daha sıkı kavrayıp 'Söylesene sana neden lale dedim biliyor musun?' diye sorusunu yineledi 'Çünkü lale dalında tektir, tıpkı senin gibi. Lale nasıl tek olarak varsa sen de kalbimde aynı o şekilde teksin. Ve lale dimdiktir, asla boynunu eğmez. Ne rüzgara ne de şartlara yenilmez, sen de öyle ol Yuhwa. Tamam mı güzelim? Sen de bir daha asla başını eğme, bir daha asla diz çökme. Belki beni tekrar sevemediğin için affederim seni ama eğer gözyaşı dökersen ve gözyaşı dökmene rağmen yenilirsen işte o zaman affetmem seni kötü kadın'
Nemli gözlerini Ken'e diken Yuhwa 'Tamam' dedi Ken'e sarılırken. Artık yanaklarından süzülen damlalar bu yakışıklı japonun ceketini ıslatmaya başlamıştı. 'Senin dediklerini kabul ederim ama...' dedi o sırada art arda iki defa yutkunup sesini toparlamaya çalıştı 'Sen de benim yüzümden kalbine acı çektirmekten vazgeç artık, o ömrü boyunca yeterince zorlandı zaten artık mutlu olma vakti geldi. Önceden ben gülümseyince her şey hallolurdu ama artık bu devir geçti şimdi bir şeylerin yoluna girmesi için senin gülümsemen lazım'
'Öyle mi diyorsun?' diye sorduğu sırada kollarını Yuhwa'nın sırtına koyup koymamak konusunda tereddüte düşen Ken sonunda dayanamayıp sıkıca sarıldı lalesine 'Lale, seni nasıl bırakabileceğimi bilmiyorum'
'Bırakmak zorundasın Ken, kendin için. Hem bilmez misin lalelerin ömrü kısadır, baharda açıp o güzelliğini gösterdikten sonra solan bir çiçektir. Şimdi senin lalen de soldu, artık daha sağlam ve değerli bir çiçeğe açmalısın bahçeni. Ama lütfen öyle uzaklarda arama o çiçeği olur mu? Senin gibi değerli birinin bahçesinde olmayı çok çiçek ister fakat sen en güzelini seçersin biliyorum'
'En güzeli sendin Yuhwa' diyerek sevdiği kadını kendinden ayırıp ellerini tutan Ken 'Ama madem soldun, ben de senin güzelliğine ulasmaya çalışmalıyım öyle mi?'
Hafifçe başını sallayıp gülümsemeye çalışan Yuhwa 'Evet' dedi 'Eminim ki kalbine dokunacak şanslı kadını çok bulacaksın çünkü aşkı en çok sen hakediyorsun' Yuhwa bunları söylerken ayakta durmakta zorlanıyordu, bunu fark eden Ken ona biraz daha yaklaşıp 'Benim düşüncesizliğimaffedersin' dedi onu ayakta durmak zorunda bıraktığını kastederek
Yuhwa 'Sorun değil' dedi ancak o anda belinde bir sızı hissetmişti, Ken'e tutundu. Ken ne olduğunu anlamak için Yuhwa'ya bakarken odanın sürgülü kapısı açılmıştı gelen Jeong'du.
Karşısında Ken'i görünce anlık bir algılama sorunu yaşayan Jeong sinir kıskançlık ve kaybetme korkusuyla dolu bir duygu karmaşası yaşamıştı ama yine de hata yapmamak için elinden geleni yapmaya kararlıydı. Hızlı adımlarla Yuhwa'nın yanına gelip onu Ken'den ayırdı, tabi bunu yaparken karısının canını yakmamaya özen göstermişti. Elini Yuhwa'nın beline dolamış ayakta durmasına destek olurken 'Buraya neden geldiniz?' diye sordu bakışlarını Ken'e dikip
'Size söyleme gereği hissetmiyorum'
Jeong bu cevap üstüne çok sinirlenmişti, başkası olsa tepkisi çok daha farklı olurdu ancak Ken'in Yuhwa için ne derece özel olduğunu biliyordu bu yüzden sakin bir ses tonuyla 'O zaman konuşacaklarınız bittiyse çıkın lütfen, unutmayın ki Yuhwa evli bir kadın'
Duraksayan Ken bir süre Yuhwa'ya baktı ancak Jeong başka birinin gözlerinin karısının gözlerinde olmasını kıskanmış olacak ki uyarır bir şekilde öksürdü 'Lütfen' dedi 'Onun dinlenmeye ihtiyacı var, bazı şeyler sonraya da bırakılabilir'
Bu sözler üstüne Jeong'a kısa bir bakış attıktan sonra Yuhwa'ya dönen Ken 'Kendine iyi bak lale' dedi. Bu kelimeyi son defa kullandığını hem Yuhwa hem Ken fark etmişti
Yuhwa yavaşça başını sallayıp akmakta olan gözyaşlarını gizlemeye çalıştı. Ken daha fazla Yuhwa'yı üzmemek adına aşkını eskiden olduğu gibi kalbine gömerek çıktı.
Öte yandan Ken gittikten sonra Yuhwa'yı yatağına götüren Jeong oturmasına yardım edip mavi örtüyü karısının dizlerine çekti. Yuhwa'nın ağlamaktan yorgun düşmüş gözlerini görünce de dayanamayıp sıkıca sarıldı 'Ne olur Yuhwa' dedi karısının saçlarını okşayıp 'Yalvarırım, biraz daha sabret iyileştikten sonra benden ve nefret ettiğin her şeyden kurtulacaksın ama lütfen iyileşene kadar sabret'
Yuhwa başını Jeong'a yaslamış toparlanmaya çalışırken Ken'i yıllar sonra görmüş olmanın getirdiği duygu harbini vücudunun her hücresiyle yaşıyordu tabi bunda Ken ve Jeong arasında seçim yapmak zorunda kalmış olmanın da etkisi büyüktü. 'O mutlu olmalı' dedi zorlukla 'Eğer bu dünyanın biraz adaleti varsa Ken'i mutlu etmeli Jeong. İnan bana onun mutlu olmasını her şeyden çok istiyorum'
Karısının yüzünü okşayıp saçlarını öpen Jeong 'Biliyorum' dedi ve başını yavaşça yastığa koyup 'Ama şimdi dinlenmeye ihtiyacın var, bunları sonra düşünürüz'
Jeong sakin görünmeye çalışıyordu, açıkçası başarıyordu da ama kalbi korkudan küt küt atıyordu. Yuhwa gözlerini kapatmışken o da içinden gelen dürtüyle eşinin yüzünü elleri arasına alıp nemli yanaklarını kuruttu 'Bir daha benim yanımda başka bir erkek için ağlama'
Duyduklarıyla gözlerini açıp Jeong'a bakan Yuhwa şaşkındı
'Yani... Lütfen' diyerek bakışlarını kaçıran Jeong geri çekilip camın kenarına geçti 'Hala evliyiz öyle değil mi?'
Yuhwa 'Evet' dedi, sesinde alaycı bir tını vardı. Bunu fark eden Jeong gülümsedi, aslında sinir olması gerekiyordu ama yine de gülümsedi "Seni seviyorum ukala kadın" diye geçirdi içinden "Her ne kadar cadının teki olsan da seni seviyorum"
Sonrasında ikisi de hiç konuşmadı zaten az sonra Yuhwa da uyumuştu, Jeong da telefonla şirketteki işlerini halletmeye çalışıyordu tabi olduğu kadar.
Öte yandan Yuhwa'nın yanından ayrıldıktan sonra kalbinin büyük bir ağırlık altında ezildiğini hisseden Ken ellerini montunun cebine koyup yürüyerek hastaneden çıktı. Yüzünü çarpan soğuk hava gözlerinin yanmasına neden olduğu için önünü görebilmek adına gözlerini kıstı. Tüm yaşamını geçirdi gözlerinin önünden, en mutlu olduğu ana gitti; Yuhwa'yla birlikteydi. En acı çektiği zamanı hatırladı yine Yuhwa yanındaydı. Sonra annesi geldi aklına, sadece resimlerde gördüğü ve babasının anlattıklarıyla aklında yer eden biriydi Bayan Ayumi. Ve birde oldu bittiye gelen evliliği vardı tabi, onda da yine hiçbir şeye müdahale edememişti, adece amca dediği o adamın ısrarlarından kurtulmak evlenmişti kuzeniyle. Mari, belki de kalbine acı vermeyen tek insandı gerçi bunda onunla evliyken bile çok anıya sahip olmadığı gerçeği etkin olsa da yine de Mari ve onunla süren kısa evliliği çok da kötü zamanlar değildi. Zaten Yuhwa'nın özlemini en derinlerde yaşarken yanında olan kişi Mari'ydi, hatta hayatına Yuhwa'dan sonra giren ilk ve tek kadındı.
Tüm bunları düşününce yüzünde acı bir gülümseme oluştu, artık geçmişi düşünmekten yorulmuştu. Telefonunu almak için ceketinin iç cebine uzandı, o sırada eline Yuhwa'ya vermek için aldığı çikolata geldi. Unutmuştu. Yüzündeki manidar gülümseme daha da büyüdü, etrafa kısa bir süre göz gezdirdikten sonra annesinin elinden tutmuş mızmızlanarak hastaneye giren küçük bir kız çocuğu gözüne çarptı. Yanına gidip 'Merhaba' dedi
'Merhaba ahjussi' diyerek başını yukarı kaldıran küçük kız annesinin elini daha sıkı tutmuştu.
Gülümseyerek bu minik siyah saçlı şirin kıza bakan Ken 'Küçük hanım adını öğrenebilir miyim?' diye sordu.
Küçük kız alt dudağını annesine baktı onay almak için ve onun da gülümsediğini görünce 'Benim adım Yoo Hwa' dedi ancak biranda Ken'in gülümsemesinin yüzünde donduğunu 'Bir şey mi oldu ahjusshi?' diye sordu
Bu soruyla daldığı düşüncelerden sıyrılan Ken 'Ah hayır' dedi beceriksiz bir gülümseme ile, hemen sonra elindeki çikolatayı Yoo Hwa'ya uzatıp 'Senin olsun, nasıl olsa bu çikolatanın sahibiyle aynı ismi taşıyorsun' Ken tam Yoo Hwa'nın annesine başıyla selam vermiş gidecekken, küçük kız onun elini tutup çekiştirdi 'Ahjusshi bekle, bir şey söyleyeceğim' dedi eliyle eğilmesini işaret edip
Ken 'Peki' deyip eğilince küçük Yoo Hwa hızla bir öpücük kondurdu genç adamın yanağına 'Boyum uzayana kadar bekle olur mu oppa? Ben büyüyünce seninle evleneceğim'
Ken yanağını tutmuş ışıl ışıl gözlerle bu küçük afacana bakarken 'Ben seni beklerim ama benden daha yakışıklısını görünce hemen unutursun beni'
'Senden daha yakışıklısı da mı var oppa?' diyerek şaşkınlığını belli eden Yoo Hwa'nın çekik siyah gözleri kocaman olmuştu
Kalbinin huzurla dolduğunu hisseden Ken Yoo Hwa'nın ellerini avuçlarına alıp öptükten sonra 'Teşekkür ederim, minik prenses. Ama artık burda böyle durmamalısın yoksa üşüyeceksin' dedikten sonra ondan ayrılıp ana caddeye doğru yürümeye başladı. Yardımcısına telefon açıp Kore'deki işinin bittiğini söyledikten sonra bilet en erken uçuşa bilet bulmasını istedi ve telefonu kapatmadan aklına gelen şeyle 'Tokyo'ya değil Osaka'ya gideceğim ona göre bileti ayarlayın' dedi.
Telefon kapandıktan sonra bir süre daha ekrana öylece baktı, gelen çağrılara girdi Mari'nin iki cevapsız çağrısı vardı. Arayıp aramamak konusunda tereddüt etti ama sonra bir daha aramasını beklemeye karar verdi, şimdi ararsa ne diyecekti ki? Ne bahane bulacaktı? "Sadece sesini duymak istedim" dese garip kaçmaz mıydı?
Yuhwa, akşama doğru gözlerini açtığında Jeong'un yine yanı başında olduğunu görünce içinde sanki ufak bir fide yeşermişti, bunun için ona minnettardı. Hala aldatıldığı için kızgındı ama pekala birçok duyguyu aynı anda yaşayabilirdi insan oğlu. Hem Yuhwa zaten yapısı gereği pek yaygaracı değildi, şu an hastanede değilde normal bir şekilde ayakta olsaydı dahi yapacağı en net mahkemeye başvurup boşanma celbini Jeong'a göndermek olurdu. Fazlasına; bağırıp çağırmaya, hesap sormaya gerek duymazdı. Kalbi buzlar içinde olan birine uygun bir şekilde davranırdı yani.
Bir süre içinde bulunduğu durumu düşünen Yuhwa pencereye baktı, gökyüzüne.
'Kar yağdı' Jeong ellerini cebine koymuş Yuhwa'nın baktığı noktaya bakarak bunları söyledi 'Sen derin bir uykudayken, gök uyandı ve Seul'u bembeyaz bir örtüyle kapladı'
'Anlaşılan çok şey kaçırmışım'
'Sadece sen değil Yuhwa ikimiz de sandığından çok şey kaçırdık' Jeong gözlerini eşinin güzel saçlarına dikmişken Yuhwa bir anda ona dönüp 'Amerika seçimleri ne oldu?' diye sordu.
Duyduklarıyla gözleri kocaman olan Jeong 'Aishh!' dedi suratını ekşitip televizyonun kumandasını Yuhwa'ya uzatıp 'Al kendin bak!'
Gülümseyerek LG marka kumandayı alan Yuhwa 'Teşekkür ederim' dedi, Jeong'u sinirlendirmeyiözlemişti. Kahretsin ki kocasının her halini çok seviyordu, hatta bu onurunu çok yıpratsa da çapkın hali bile ondan nefret etmesine yetmiyordu. Zaten Yuhwa da kabul etmişti artık onursuz bir kadın olduğunu, her geçen gün daha da küçülüyordu.
O tam kocasının gözlerine dalmış bunları düşünürken kapı açıldı, gelen Vivian'dı. Yuhwa bir anda arkadaşını karşısında görünce çok sevinmişti ancak hemen sonra paramparça olmuş motor aklına geldi kesinlikle bu Vivian'ı üzmüş olmalıydı. Bir kez daha bileğini kesmediği veya bir halatı boynuna geçirmediği için pişman oldu. En azından bu yöntemler daha kesin sonuç verirdi, hem bu sayede başkalarına da zarar vermemiş olurdu ama iş işten geçeli çok olmuştu. Artık yapmak istediği tek şey Kore'yi terk etmekti, Kanada ve İsveç arasında bir seçim yapıp gidecekti.
Yuhwa'nın dalıp gittiğini gören Vivian 'İyi misin?' diye sordu 'İstersen sonra geleyim?'
Yuhwa telaşla 'Hayır, sadece biran dalmışım' diyerek Vivian'a oturmasını işaret etti 'İyiki geldin'
Vivian elindeki bir buket çiçeği yatağın solundaki komidinin üstüne koyup 'Nasılsın?' diye sordu, aslında moralini kastetmişti ama Yuhwa konuyu sağlık durumuna çekip 'Biraz ağrılarım var' diye geçiştirdi
O sırada Yuhwa'nın kendisi yüzünden rahat konuşamadığını düşünen Jeong 'Ben sizi yalnız bırakayım' diyerek ayrıldı.
O gittikten sonra kapanan açık kahverengi kapıya bakan Vivian 'Bay Kim anlatıldığı kadar varmış' diye söylendi. Yuhwa'nın anlamsız bakan gözlerini görünce 'Yani cidden çok karizmatik ve yakışıklı' dedi gülerek
Yuhwa derin bir iç çekip 'Belki de bu yüzden mutlu olamıyoruz' diye söylendi sesli düşündüğünü fark etmeden. Onu duyan Vivian 'Nasıl yani?' diye sordu, Yuhwa biranda irkilince yaklaşıp elini tuttu 'Bak, eğer anlatmak istersen dinlerim'
Durup arkadaşına bakan genç kadın, onun sözlerini geçirdi aklından "Anlatmak istersen dinlerim demişti". Sahi anlatmak istiyor muydu? Anlatacak bir şey var mıydı ortada? Olmalıydı. Yani... Evliliği bu kadar değersiz olamazdı. Aklından "Ben önceden böyle değildim" diye geçiren Yuhwa, içinde kopan fırtınaları dışarı yansıttığı için pişmanlık duyuyordu. Ömrü boyunca en iyi taktiği hiçbir şey olmamış gibi davranmaktı; sanki hiç kırılmamış gibi, sanki hiç üzülmemiş ve ağlamamış gibi... Ve her zaman da işe yarardı, Jeong boşuna "cadı" demiyordu ona. Bu sıfatını hatırlayınca yüzünde istemsiz bir gülümseme oluştu, Mr. Hoon haklıydı. Ne diyebilirdi ki??
Elini yatağın üstünde kaydırıp yatağın kumandasına uzandı, Vivian'la rahat konuşabilmek için biraz daha dikleştirip arkadaşına baktı 'Özür dilerim' diyerek söze başladı 'O motoru sana geri vereceğim'
'Özür dilemelisin deli kız' diyerek kollarını göğsünde birleştiren Vivian 'Seni de kaybedeceğimi sandım' dedi ve bir süre durup derin bir nefes aldıktan sonra 'Garajımı boşaltmamın zamanı geldi. Yani... Sanırım' Genç kadın gülümsemeye çalışsada sonuç başarısızlıktı.
'Artık motosiklet kullanmayacağını mı söylüyorsun?' Yuhwa biranda ses tonunu yükseltmişti
'Bilmiyorum, karar verme aşamasındayım'
Yanaklarında biriktirdiği nefesi yavaşça dışarı bırakan Yuhwa 'Bu aralar herkes zor kararlar vermek zorunda anlaşılan'
Vivian siyah deri çizmesindeki çivi detaylarından gözünü ayırmadan 'Senin almak zorunda olduğun karar ne?'
Onun baktığı yöne bakan Yuhwa "Nasıl olsa tüm ülke eninde sonunda öğrenecek" diye düşünüp çekinmeden 'Boşanmak istiyorum' dedi. Sözlerinin Vivian'ın üstünde oluşturduğu şok etkisine hiç şaşırmamıştı, bir süre sindirmesini bekledikten sonra 'Jeong'un ne düşündüğünü anlayamıyorum, kontrol tamamen görünmez bir güçte. Üstelik o... O asla birine bağlanamayacak, asla sadık kalamayacak'
'Belki'
'Ne?'
'Belki diyorum' Vivian sonunda Yuhwa'nın gözlerine bakmıştı 'Belki sadık kalamayacak ama ya seni şaşırtırsa? Emin olmadığın bir şey için onsuz yaşamayı göze alabilir misin?'
Yuhwa sözlüye çalışmadan kalkan öğrenci gibi kalakalmıştı biran için, sonra toparlanmaya çalışıp boğazını temizledi 'Şey... Ben eminim, yani... Biliyorum, durum bunu gösteriyor'
'Biliyor musun deli kız, durumun gösterdiği tek şey; senin onu kazanmak için hiçbir şey yapmadığın. Şu yüzünün haline bak, neden Jeong'un dikkatini çekebilmek için özel şeyler yapmıyorsun? Onun gibi birini durduk yere elde edebileceğini mi düşünüyorsun? Eğer öyleyse kusura bakma dostum ama işin imkansız olmasa da çok zor, dışarıda kaç bakımlı çekici kadın kocanın gözlerinin içine bakıyor biliyor musun?'
Gözlerini deviren Yuhwa 'Ah, evet o kadınları biliyorum'
'Madem biliyorsun neden icraat yok? Biraz daha çekici olmaya çalışsan gözün mü çıkar?'
İçten bir şekilde gülümseyen Yuhwa 'Vivian farkında mısın bilmem ama hastanedeyiz?'
'Aishh! Cidden bu kadın beni delirtecek! Ayakta olduğun zamanı da gördük, kullandığın tek şey o kocaman beynin! Sen bir kadınsın ve eğer bir erkeği istiyorsan ona göre davranmalısın'
Yuhwa tek kaşını kaldırıp 'Mesela?'
'Öncelikle işe şu ukala bakışını silmekten başlasan en iyisi olacak, biraz daha tatlı dilli olmayı deneyebilirsin. Yani en azından sevimli görünmeye çalış, anlatabiliyor muyum?'
Ukala bir şekilde gülümseyen 'O böyle şeylerden hoşlanmaz' dedi burun kıvırıp
Dil çıkaran Vivian 'Sevgili arkadaşım, sen kaza sırasında kafanı fena çarptın herhalde? Baksana tüm beyin hücreleri nakavt olmuş'
Gülmesine engel olamayan Yuhwa 'Peki' dedi 'Tamam anlat dinliyorum'
'Bak, canım benim beyfendinin senden hoşlanmasını sağlamaya çalışmıyoruz, adam zaten sana aşık. Yapmamız gereken tek şey; elini çabuk tutması gerektiğini hatırlatmak'
Dalga geçer gibi 'Hadi ya?' diyerek Vivian'a bakan Yuhwa çaktırmasa da anlattıklarını dinliyordu, lafın sonunun nereye gideceğini merak etmişti
'Sen inanma, birgün işe yararsa teşekkür etmeye geldiğinde bu yaptıklarını hatırlatırım!'
'Sanırım haklısın' dedi Yuhwa, Vivian'ı daha fazla sinirlendirmemek için 'Her zaman, herkese soğuk davranıyorum öyle değil mi?'
'Evet Yuhwa ve bu iyi bir şey değil. Yapman gereken en önemli şey kadın olduğunun farkına varmak'
'O nasıl olacakmış?'
Hızla ayağa sıçrayıp ellerini çırpan Vivian 'Merak etme, hızlandırılmış bir kursla bunları sana öğreteceğim' Sinsi bir bakış atıp Yuhwa'ya yaklaştı
Yuhwa yatağında kaçabildiği noktaya kadar kaçıp 'Beni korkutma lütfen' dedi ancak Vivian gözlerini kocaman açıp arkadaşının yatağının köşesine oturdu ve çenesini tutup 'Sakin ol, sadece bir şeye bakacağım' dedi. Dışardan deli gibi göründüğünün farkındaydı ama bunu yaparken çok eğleniyordu. Gözlerini kısıp bir şey arıyormuş gibi Yuhwa'nın yüzünü inceledi, birkaç saniye homurdandıktan sonra 'Bu çok iyi' diyerek geldiği gibi hızla kalktı
Yuhwa iyice afallamış bir şekilde 'İyi olan ne?' diye sordu alacağı cevaptan korkuyordu
'İyi olan yüz hatların. Kusursuz bir çene yapısı, ince kıvrımlı dudaklar ve doğal bir şekilde sert bakan keskin gözler. Tam anlamıyla Bay Kim'in ruhuna hitap eden bir tip, bize geriye sadece bu cevheri işlemek kalıyor, ki ben harika bir sarrafım bilirsin'
'Vivian başım ağrıyor, ne olur lafı dolandırmadan anlat şunu'
'Tamam, ahjumma tamam... Öncelikle şu ses tonunu düzelt eşine hitap ederken daha içten ol'
Kollarını önünde birleştiren Yuhwa 'Ee?'
'Sonra...' Diyerek gözlerini çapkınca çeviren Vivian 'Ona dokunmaya çalış'
'Ne?' diyerek ufak bir çığlık atan Yuhwa iyice sersemlemişti, zaten bunları boşuna dinliyordu. Hiçbirini uygulamayacaktı ki.
'Ne? Ne var? Senin için fesat, ben sapıklaş demedim. Sadece mesela düşmek üzereysen ona tutunmaktan çekinme, veya elini tutup onun yanında olduğunu göster. Böyle basit şeyler işte, bazen geceleri ne kadar ileri gidilmiş olursa olsun. Gündüzleri bu basit beden uyumu olmadığı için çoğu ilişki yıpranır'
'Bunları ilişki devam etsin diye söylüyorsun, iyi ama ben bir ilişkimiz olduğuna bile emin değilim'
İşaret parmağını iki yana sallayan Vivian 'I ı, tüm bunları Bay Kim seni öpsün diye anlatıyorum' dedi ve hemen ardından omuz silkip 'Tabi ki şaka yapıyorum, hepsi seni neşelendirmek içindi. Nasıl davranacağını en iyi sen bilirsin ve Bay Kim de gerçek Lee Yuhwa'ya aşık'
İçten bir şekilde gülümseyen Yuhwa 'Teşekkür ederim' dedi ve derin bir nefes alıp 'Gerçekten...'
Oluşan kısa süreli sessizliği Yuhwa'nın serumunu kontrol etmeye gelen hemşire bozdu 'Merhaba' dedi öylesine, cevap bulmayı ummuyordu.
Zaten odadakiler de genç kızın bu yorgun halini görünce cevap verme gereği duymadı, zaten muhtemelen duymayacaktı.
Koltuğa koyduğu çantasına uzanan Vivian 'Ben de artık gideyim, malum başını çok şişirdim' dedi ancak tam kapıya yönelmişken topukları üstünde dönüp 'Ve son olarak söylemek istediğim bir şey var; biliyorsun çok yaşlı olmasam da çok yer gezdim, çok insanla tanıştım'
Yuhwa yavaşça başını sallayıp 'Evet' dedi 'Senin tecrübelerine güveniyorum'
'İşte ben de bu tecrübelerime dayanarak diyorum ki: Çok akıllı olursan mutsuz olursun Yuhwa, azıcık aptal ol'

"Çok akıllı olursan mutsuz olursun, azıcık aptal ol"
Yuhwa Vivian gittikten sonra hep bu sözü düşündü, haklı olabilir miydi? Düşünceleri rüzgarda savrulan yapsak misali sürekli yön değiştiriyordu, hiçbir şey için emin olamadı. Ne yani? Şimdiye kadar yaptığı her şey, inandığı tüm doğrular yalan mıydı?
Sonunda tek ulaştığı nokta artık ruhunun bedenine dar gelmiş olduğunu hissetmekti, çıkıp uzaklara gitme isteğiyle doluyken o hastane odasına kapalı kalmak zorunda olmanın -daha doğrusu ölmeyi bile becerememiş olmanın- can sıkıntısını yaşıyordu.
Omzundan başlayan bir sızı omuriliğine doğru ilerlerken duyduğu acıyla suratını ekşitti. Bir süre gözlerini kapatıp geçmesini bekledi, her böyle oluyordu; önce hafifçe kendini hissettiriyor sonra çok kısa bir an can yakan bir acıya dönüştükten sonra geldiği gibi hafiflemeye başlıyordu. Tıpkı şuan da olduğu gibi.
Biraz olsun toparlandıktan sonra ayağa kalkıp pencerenin kenarına geçti yavaşça. Bedeni hala yeterince toparlanamamıştı, sabah yağan kar şimdi durmuştu ancak o puslu hava hakimiyetini sürdürmeye devam ediyordu. Bahçeye göz gezdirdi, dalların üstünde biriken karlar esen rüzgarla dökülüyordu. O sırada banklara gözü takıldı, Jeong elini cebine koymuş öylece oturuyordu. Aşık olduğu adamı izledi bir süre, neden ona bu kadar bağlanmıştı ki? Kim Jeong Hoon'u vazgeçilmez kılan şey neydi? O güzel bakışları mı, yoksa büyüleyici ses tonu mu? Kahretsin! Bir nedeni olmalıydı, ne yapmış olursa olsun kalbinin onun için atmaya devam etmesinin sağlam bir nedeni olmalıydı ama ne kadar düşünürse düşünsün bulamıyordu. En sonunda düşünmekten sıkılınca dışarı çıkmak istedi, odadaki dolaba yönelince orda ne bulmak istediğini bilmiyordu. Gerçi dolapta ne olduğunu da bilmiyordu ya neyse.
Kapağı açtığında ilk gözüne deri montu takıldı -hani şu Siwon'un hediye ettiği çift ceketlerinden olan- ama onu giymek istememişti çünkü tekrar korktuğu o anlara dönecekmiş gibi hissetti bir an. Onun yerine siyah yün bir panço aldı, beyaz hastane kıyafetlerini değiştirmeye hali olmadığı için kafasından geçirip alt kısma konulmuş ayakkabısına uzandı bunu yaparken canı acısa da yine de dışarı çıkmak istediği için dayandı. Tüm bunları dışarıdan acınılası görünmemek için yapıyordu, yoksa o da bilirdi bir hasta bakıcı çağırıp tekerlekli sandalyeyle bahçeye çıkartılıp gezdirilmeyi istemeyi ama tabi ki yapmadı. O bir kraliçeydi, her ne kadar tahtının elinden alındığını hissetse de insanın unvanı ileride ne olursa olsun üstüne yapışırdı. Tıpkı, gençliğinde çırak olan biri ilerde çalışıp vezir olsa dahi onu hep basit "çırak" olarak anacak çok kişi olacağı gibi, bir kraliçe de azledilse bile hep kraliçe olarak kalacaktır dolayısıyla çevreye güçlü görünmek zorundaydı. Hem yürümek kaslarına da iyi gelirdi, sonuçta kaç gündür yatmaktan iyice gevşemişlerdi.
Odadan çıkıp asansöre yöneldi küçük adımlarla iyice omzuna attığı şeye sarılıp. Aslında kendini zorlamasının tek nedeni Jeong'un yanında olmaktı, onunla konuşmak istiyordu. Ucunda kavga etmek hatta üzülmek bile olsa bunu istiyordu işte, o adamın sesine, bakışına ve nefesine ihtiyaç duyuyordu. Böyle olmamalıydı, biliyordu ama yine de aptal kalbi ille de aşk isterim diye tutturunca sonunda yapacak bir şey kalmamıştı. Ellerini ince hastane pantolonunun cebine koymuş sıcak tutmaya çalışırken aklından bu düşünceler geçiyordu, Kim Jeong Hoon ve ona olan aşkı son zamanlarda hem kalbini hem beynini hem de bedenini çok yormuştu.
Bahçeye çıkar çıkmaz soğuğu iliklerinde hissetti, biranda gördüğü rüya geldi aklına. O an sanki gerçekmiş gibi o zemheri soğuğu yaşamıştı, bu yüzden şimdi hissettiği soğuk pek de umrunda değildi. Jeong'un olduğu tarafa gitti, gerçi yürürken bir an Jeong'u seyretmeye daldıysa da sonra çabuk toparlandı. Üstündeki pançoyu düzeltip duruşunu dikleştirdi, aldatılmış bir kadın olsa da asla yenik olmayacaktı. Yani yenilmemeliydi, Ken'e söz vermişti.
Kollarını pançosunun altından göğsünde birleştirip 'Ne düşünüyorsun?' diye sordu, anlatacağına ihtimal vermiyordu ama yine de şansını denemek istedi.
Duyduğu sesle aniden ayağa kalkan Jeong kraliçesine dönüp 'Yuhwa?'
Kocasının şaşkın yüzünü gören Yuhwa anlık bir gülümsemeyle 'Evet?' dedi ancak o sırada Jeong çoktan yanına gelip kollarıyla sarmıştı onu, tabiki üşümemesi için. Çatık kaşlarını karısının gözlerine dikip 'Neden ayaktasın?!' diye sordu 'Kendine dikkat etmen gerekiyor' Kızgınlıktan Yuhwa'nın artık daha da toparlanmış olduğuna sevinemiyordu bile, şu an ona bir şey olacağı endişesi daha da ağır basmıştı çünkü.
Jeong kendisine bu kadar yakınken etraftaki soğuğu biraz bile umursamıyordu. Eğer kocası kendisine hep böyle yakın olacaksa bir ömür boyu karlar altında kalmaya razıydı. 'İçerde sıkılmıştım, hava almak istedim'
'Ah be cadı, tamamen iyileşene kadar sabredemedin mi?'
'Ben iyileşene kadar karlar erir' diyerek gözlerini kaçıran Yuhwa'nın asıl istediği Kim Jeong Hoon'un eşi olarak geçirdiği şu son günlerde onunla bir kez bile olsa karda yürümekti. Belki biraz fazla romantik bir istekti bu ama yine de bunu yapmaktan alıkoyamadı kendini. İleride bu genç adamdan hatırlayacağı güzel anılar kalsın istiyordu hepsi bu
Tek eliyle saçlarını karıştırırken düşünen Jeong 'Peki, ama sadece çok kısa bir süre, sadece temiz hava alman için' diyerek ceketini çıkardı ve karısının omzuna attı. Yuhwa kabul etmek istemezken o bu duruma aldırmadı.
Yuhwa yavaşça Jeong'un koluna girdi 'Hadi' dedi kocasının gözlerine bakmaya çekinip 'Biraz gezelim'
Jeong şaşkınlıkla Yuhwa'nın hareketlerini takip ediyordu ancak biranda kendini onunla yürürken buldu. 'Yuhwa' dedi 'Ben... Ben anlayamıyorum' kafası iyice karışmıştı
Gözleriyle önünde uzanan yolu takip eden Yuhwa derin bir nefes alıp 'Boş ver' dedi kendi kendine söyleniyor gibiydi 'Ne olduğu kimin umurunda ki? Her şey büyük bir saçmalıktan ibaret'
Sonrasında uzun bir sessizlik oldu, ikisi de iç dünyalarındaki fırtınalı denizlere dalmışlardı. Sonra Yuhwa'nın saçlarını savuran sert bir rüzgar esti, bu kesinlikle ilikleri dondurmuştu. Bunu fark eden Jeong kolunu çekip Yuhwa'nın önüne geçti 'Lütfen, içeri girelim artık. Üşüyeceksin'
Genç kadın tam itiraz edip biraz daha kalmayı isteyecekken ayaklarının yerden kesilmesiyle nutku tutuldu.
Jeong cadısının itiraz edeceğini bildiği için tereddüt etmeden kucağına almıştı, itiraz dinlemekle vakit kaybedemezdi. Hem yürüyerek kendini zorlamasını istemiyordu.
Öte yandan üstündeki şaşkınlığı attıktan sonra kocaman olmuş gözlerini kocasına diken Yuhwa 'Lütfen' dedi 'Bırakır mısın? Tamam ben giderim'
Jeong onu duysa da umursamadan dudağının kenarında beliren hafif tebessümle yürümeye devam etti. Hastaneye girdiklerinde birkaç meraklı göz onları takip ediyordu, bunu fark eden Yuhwa utançtan kıpkırmızı olmuşken 'Herkes bize bakıyor'
Jeong sinsi bir şekilde gülümseyip 'Gözlerin üstümde olmasına alışkınım'
Yuhwa bu cevap üstüne hiçbir şey diyemedi, pes etmişti. Sadece daha sıkı sardı kollarını Jeong'un boynuna, bunu yapmasının nedeni düşmekten korktuğundan değildi tabi. Sadece ona daha da yakın olmak ve o muhteşem kokusunu hissetmeyi istemişti.
702 numaralı odanın kapısının önüne geldiğinde ayağıyla kapıyı açan Jeong Yuhwa'nın kollarında oluşundan zevk duyuyordu. Böyle anlarda bu cadıya kimin patron olduğunu gösterebiliyordu. Karısını yavaşça yatağa bıraktı, Yuhwa'nın her ne kadar belli etmemeye çalışsa da bu yürüyüşte çok yorulduğunu iyi biliyordu. Bu yüzden elinden geldiğince yardım etmek istedi, ayakkabılarını çıkarmak için eğildi.
Yuhwa telaşla koluna dokunup 'Hayır' dese de, o 'Bana bırak' deyip pek de sıkı bağlanmayan bağcıkları söktü. Bir eliyle hafif bir şekilde bileğinden tutarken diğer eliyle de Yuhwa'nın boğazlı spor ayakkabısını çıkardı. Çiftleri birleştirip yatağın ayak ucuna koyduktan sonra doğruldu 'Öyle bakma, sana acıdığımdan değil sadece yapmam gerektiği için yapıyorum. Unutma, hala senin kocanım'
Yuhwa anladığını belirten bir şekilde hafifçe başını sallarken 'Unutmam' dedi kısık bir sesle. Kalbi sadece Kim Jeong Hoon için atarken unutması beklenemezdi zaten.
Hafifçe yutkunup 'İzinle' diyerek Yuhwa'nın üstündeki pançoya elini uzatan Jeong yavaşça başından çekip çıkardı. Yuhwa'nın saçları dağılmıştı, bunu fark edince gülümseyip onun yanına, yatağın kenarına oturdu.
Tereddütle elini cadısının yanağına uzatıp yüzüne gelen saçlarını geri attı, sonra boynuna inip aynı şeyi tekrarladı.O sırada Yuhwa Jeong'un elinin soğuk olması sebebiyle irkilmişti fakat çok sonra bunu eşine belli ettiği için çok pişman oldu. O sırada elinin soğuk olabileceği yeni aklına gelen Jeong hemen elini çekmek isterken bu sefer Yuhwa ondan önce davranıp ellerini yakaladı.
Hiçbir şey söylemeden eşinin ellerini tutup tekrar yüzüne koyan Yuhwa gözlerini olabildiğince kaçırmaya çalıştı. Onunla göz göze gelmeye cesareti yoktu. Aşık olduğu adamın ellerini avuçları arasına alıp dudaklarına yaklaştırdı. Bir şey söylemek zorunda olduğunun farkına varıp 'Ellerin çok soğuk' dedi, zaten o ara nefesiyle ısıtmaya çalışıyordu. Ardından kendini tutamayıp öpmek denemeyecek bir şekilde hafifçe dokunurdu dudaklarına ve sanki sözlerine hiç ara vermemiş gibi 'Ama sorun değil ısınmaya başladı bile'
Yuhwa Jeong'un ellerini ovuşturup kendi yanağına getirdi tekrar.
Öte yandan eşinin bu davranışına inanamayan genç adam şaşkınlıkla 'Cadı?' dedi. Yuhwa ise derin bir nefes aldıktan sonra bakışlarını kaldırıp 'Efendim?'.
Şimdi onunla bakışları buluşmuştu ve o bakışlarda ne sinsi bir oyun ne de bir plan vardı. O an ikisi de en doğal duygularını yaşıyorlardı, içlerinden geldiği gibi; üstünde çok fazla düşünmeden ve kar-zarar hesapları yapmadan...
Sertçe yutkunan Jeong dayanamayıp aniden yaklaştı Yuhwa'ya ve gözlerini kapatıp anlık bir öpücük kondurdu dudaklarına. Korkuyordu, hiçbir zaman olmadığı kadar korkuyordu artık Yuhwa'yı öperken ama yapabilecek başka hiçbir şeyi yoktu bu cadının dudaklarına ihtiyaç duyuyordu hem de deliler gibi. Yaptığı şey yüzünden annesinin en sevdiği vazoyu kırmış küçük bir çocuk gibi kendini suçlu hissediyordu.
Alt dudağını ısırdı ancak Yuhwa'ya baktığında onun ifadesiz yüzünde hiçbir kızgınlık ifadesi göremiyordu. Zaten o anda Yuhwa'nın kızmaya vakti bile yoktu düşünmesi gereken daha önemli şeyler vardı, Jeong'a karşılık verip vermeyeceği gibi. Sonra biran durup düşündü, madem Jeong istediğini yapıp özgür takılıyordu, hiç tereddüt etmeden istediği kadını öpüyordu artık Yuhwa da keyfince davranıp istediği erkeği öpecekti. Ve şu an istediği tek erkek Kim Jeong Hoon'du, bu yüzden hiç itiraz etmeyecekti. Sadece derin bir nefes alıp kocasının ellerini tutmaya devam etti.
Yuhwa'nın karar vermeye çalıştığı şu kısa süre içinde karısının davranışlarını takip eden Jeong ona olan isteğinin geçmesini beklese de gerçekleşen tek şey daha da büyüyen bir arzu oldu.
Sonunda ne olacaksa olsun deyip cesaretini toplayan Jeong sol elini Yuhwa'nın boynunun arkasına koyduğu gibi kendine çekip sıkıca öpmeye başladı. Sağ eli de eşinin sırtına destek olurken Yuhwa'nın kollarını da kendi bedeninde hissedince biraz daha yaklaştı.
Dudaklarının baskısını biraz daha arttırırken az öncekinden daha cesurdu artık. Karısının başını yana yatırmış ritmik hareketlerle dudaklarını kıpırdatırken Yuhwa'nın kendisine karşılık veriyor olmasının getirdiği karmaşık duyguları yaşıyordu ama yine de biran bile duraksamadı.
Yuhwa ise geri gitmemek için Jeong'a sıkıca tutundu, iki elini de sırtında gezdirirken dudaklarının hızını Mr.Hoon'a uydurmuştu.
Kraliçesinin ince yorgun dudaklarında kaybolmuş, resmen yeni bir büyüye kapılan Jeong eşinin dudaklarına kenetlenmiş iyice içine çekiyordu. Evet, nefes alması gerekiyordu ama ya cadı vazgeçerek devam etmesine izin vermezse? işte bunu göze alamazdı. Bu yüzden elini karısının saçlarına daldırıp, diğer eliyle de belini daha sıkı kavradı. Hiç durmadan deli gibi özlem duyduğu dudakları kendi içine çekerken, Yuhwa'nın karşılık verirken kontrolü bırakmamaya çalışması içindeki isteği daha da körüklüyordu. Sanki ateşten, görkemli bir ejderha bu inatçı çifti çevrelemiş onların yaşadığı bu özel anların koruyucusu olmuştu.
Yuhwa hastanede olduğundan beri ilk defa böyle tatlı ve etkili bir ilaç kullanıyordu, elleri hala kocasının sırtında gezerken Vivian'ın sözlerini hatırlayıp gülümsedi "Ona dokunmaya çalış" demişti deli kız ve kesinlikle haklı çıkmıştı. Yuhwa farkında olmadan onun verdiği taktikleri uygulayıp kısa sürede sonuca ulaşmıştı. Ne yani Mr.Hoon'u baştan çıkarmış mı oluyordu şimdi? Yüzündeki gülümseme daha da büyüdü, tabi bu durumu Jeong da farketmişti. Öpücüklerinin hızını yavaşça azaltıp durdu, aslında buna hiç niyeti yoktu ama yine de kendini tutamayıp gülünce buna mecbur kalmıştı. Dudakları hala bitişikti, ikisi de hemen bitirmek istemiyordu.
Yuhwa Jeong'un traşsız yüzünü elleri arasına alıp bir süredir kapalı olan gözlerini açtı, soluk alışverişleri birbirlerinin yüzünü okşarken ikisinin de içi sıcacıktı. Bu çiftin garip yanı da buydu işte; birbirlerinden nefret etseler dahi kin tutmuyorlardı. Dakikalardır öpüşüyor olsalar da içinde bulundukları durumun hep farkındaydılar ancak sadece bir süre için unutmuş gibi davranmaya karar verdiler çünkü birbirlerine ihtiyaç duyduklarının farkındaydılar.
Jeong biraz soluklandıktan sonra tekrar başladı o tatlı dokunuşlarına, dudaklarını karısının dudaklarının kıvrımlarına iyice yerleştirmiş resmen içine vakumlarken onun ne kadar güçlü bir kadın olduğunun tekrar tekrar farkına varıyordu.
Yuhwa'yı biraz daha kendine yaklaştırıp canını acıtmamaya da dikkat ederek iyice bedenlerini bütünleştirdi. Dudaklarını karısının teninden bir an olsun ayırmadan yavaşça kaydırdı önce çenesini öptü, sonra boynunu en son da yakasını açıp çıplak kalan omzunu öptü. Başını iyice Yuhwa'nın omzuna gömmüş dudaklarıyla ufak dokunuşlar yaparken aklındaki soru işaretlerinin iyice çoğaldığını hissediyordu. 'Bunu yaptığım için pişman olmalı mıyım?' diye sordu, başını kaldırmadan
Yuhwa sertçe yutkunup 'Beni öpmeyi seviyor musun?'
'Dudaklarımız birleştiğinde canın yanıyor mu?'
'Beni öperken ne düşünüyorsun?'
'Hiç korktun mu? Hem de ölesiye?'
'İnsanın kaybedecek bir şeyi kalmadığında ne olur?'
'İnsan nasıl kendini bir hiç gibi hisseder?'
'Ne kadar koşsan da yetişemediğin oldu mu?'
'Arayıp da bulamamak olmadığını mı gösterir?'
Bu karşılıklı gelen sorudan sonra nedensiz bir şekilde gülümseyen Jeong daha sıkı sarıldı karısına. Oluşan sessizlik sırasında etraflarını saran ateşten ejder kanatlarını savurup gökyüzüne uçtu, artık burda işi bitmişti.
'Tüm bu sorulara cevap bulabilecek miyiz?' diyerek son bir öpücük kondurduktan sonra eşinin tenine veda eden Jeong bakışlarını Yuhwa'nın gözlerine dikmişti.
'İnan bana bilmiyorum Jeong. Her geçen gün gücüm tükenirken bir de bunca soruya nasıl cevap bulacağım bilmiyorum'
Jeong cadısını belinden kavrayıp yatağa uzattı, mavi renkli battaniyeyi Yuhwa'nın omuzlarını da içeri alacak şekilde örttükten sonra saçlarını okşayıp alnına sımsıcak bir öpücük kondurdu 'Güzel kraliçem benim' diye fısıldadı kulağına. Sıcak nefesi Yuhwa'nın irkilmesine neden olmuştu omzunu yukarı çekip üstündeki örtüye daha sıkı sarıldı.
'O soruların cevabını aramaya uyuyarak başlamalısın bence' diyerek kollarını göğsünde birleştiren Jeong, Yuhwa'nın başucundaki koltuğa oturup 'Hadi ama ne olur çabucak iyileş. İyileş ki seni rahatça kızdırabileyim'
Yavaşça gözlerini kapattıktan sonra 'Beni kızdırmak için iyileşmemi bekliyor olman ne büyük nezaket' diyerek gülümseyen Yuhwa evliliğinin ilk günlerini hatırlamıştı. İkisi de birbirlerine yapmadık şey bırakmamıştı. Sonra düğün günü geldi aklına, her şey masallardaki gibiydi; hayal bile edemeyeceği kadar güzel ve garip. Ama kuşkusuz en güzel şey Jeong'un o muhteşem gülümsemesiydi. Gece boyu davetlilerle ilgilenirken nasıl da asil ve karizmatik bir duruşu vardı öyle. Adı gibi biliyordu ki o an ona aşık olmaya çoktan başlamıştı çünkü aşk birden varlığını kabul ettirebilecek bir duygu değildi. İnsanın içine yavaşça işler ve zirveye ulaştığı an etkisi altına aldığı kişinin karşı koyması imkansız hale getirirdi, tıpkı Yuhwa'nın da başına geldiği gibi...
Yuhwa'nın uykuya daldığı sırada Jeong elindeki tabletten haberlere kısa bir göz atıyordu. Sonra aklına gelen şeyle başını kaldırıp uyuyan cadısına baktı 'Keşke Singapur vatandaşı olsaydık aşkım' dedi, gülümseyerek. 'Biliyorsun orada boşanmak yasak'. Yuhwa'nın kendisini duymayacağını biliyordu, her zaman ki gibi cevap alamayacağını bilse de anlatmaktan vazgeçmiyordu.
Vücudu yorgunluk sinyalleri verse de hiç uyumaya çalışmadı. Biliyordu, olmayacaktı. Kesinlikle çok zor günler geçiriyordu, önce Ken'in gelişi -ki hala ne konuşulduğunu ve Yuhwa'nın onunla gidip gitmeyeceği bilmiyordu- cadının sağlığı gibi şeyler ancak asıl zor günler Yuhwa tamamen iyileştikten sonra gelecekti kuşkusuz. Her şey bir yana da boşanma işlemleri için o imzayı atmaya nasıl eli gidecekti hiç bilmiyordu. Zaten boşanma dilekçesi dışında her şey hazırdı: Pasaport, vize, uçak bileti, Oslo'da kalacağı ev ve daha birçoğu. Ancak sadece kendisi hazır değildi bu duruma, düşününce bile kalbi sıkışıyordu.
Sıkıntıyla yerinden kalkıp cam kenarına geçti, yüzünü ovuşturup aklını toparlamaya çalışıyordu. Kendi kendine "Bunu yapman gerekiyor adamım" diye söylendi. Yuhwa'nın mutlu olabilmesi için onun hayatından çıkacaktı, çıkmak zorundaydı. Sırf bunu yapabilmek için ülkesini terk etme kararını bile tereddüt etmeden aldı fakat bu kararı alan kendinden emin aklı, Yuhwa'sız yaşayıp yaşayamayacağı konusunda hiçbir şekilde emin olamıyordu. Üstelik dudakları hala bu kadar tatlıyken, kokusu başını döndürmeye devam ederken iradesinin ondan kilometrelerce uzağa gitmeye izin verip vermeyeceğini bilmiyordu. Yuhwa onun kadınıydı, hala onu öpüyor ve ona sarılıyordu eğer olurda bırakırsa aklını kaybederdi. Acı olan taraf ise eğer kraliçesinin hayatından biran önce çıkmazsa onun kalbini acıtmaya devam edecek oluşuydu.
"Of! Cadı of!" diye söylendi, elini sinirle saçlarının arasından geçirirken. Resmen yaşlanmıştı şu ölüm gibi gelen günler içinde.
O böyle bu gece akrep ve yelkovanın yerine çivilendiğini düşünerek odada volta atıp
dursa da zaman sandığının aksine hızla ilerliyordu, tıpkı sonrasında gelen günlerde de olduğu gibi.
O gece ve ertesinde gelen günler nispeten sakin geçmişti. Jeong, bir yandan haber peşinde koşan gazetecileri ailesinden uzak tutuyor bir yandan da hastaneden ayrılmadığı halde The Queen Project'in açıklanması için yapılan hazırlıkları yönlendiriyordu. Bu projeyi en yakın zamanda yönetim kuruluna sunup Kore ayağını tamamladıktan sonra vekaletini Tae Jin ve ablası Joo Yeon'a bırakıp gidecekti. O zaman gelene kadar bu fikrini kimseye açmamaya kararlıydı, Minah'a uçak bileti ayarlamasını söylerken de sıradan bir iş gezisi izlenimi vermişti. Tabi bunda Tae ile iş için Norveç gezisi yapma planlarının büyük etkisi vardı, bu sayede fazla dikkat çekmeyecekti bu ona iyi bir fırsat olmuştu. Oraya gittiğinde ise oturma iznini alıp bir daha asla Kore'de yaşam kurmayı düşünmeyecekti.Kuşkusuz bu Jeong gibi Seul sevdalısı biri için çok zor bir karardı ancak Yuhwa her şeyden ve herkesten daha önemliydi onun için.
Yapması gereken en zor seylerden biri de bu kararı derhal babasına açıklamak zorunda oluşuydu. Biliyordu ki Bay Kim sürprizlerden hiç hoşlanmazdı.
İlerleyen zamanlarda 702 numaralı hastane odasında geçen şu kış günleri içinde zor kararlar alınıp bir çok şey gözden geçirilirken Yuhwa da yaklaşık 15 gün içinde bedenindeki yaraların çoğunu kapatmıştı. Hastane de geçireceği son gün onu kontrole gelen Doktor Hwang yüzündeki durumdan memnun gülümsemeyle önce Jeong'a sonra da Yuhwa'ya bakıp 'Şunu söylemeliyim ki artık burada kalmanızı gerektirecek hiçbir zorunluluk yok, gerekli kontroller yapıldı. Sonuçlar artık evinize gidebileceğinizi gösteriyor' deyince Jeong'un yüzündeki korkuyla ve mutlulukla karışık yüz ifadesi içinde bulundukları çıkmazı anlatacak en iyi yoldu.
Hwang Seon Hee çıktıktan sonra odada kulakları tırmalayan bir sessizlik olmuştu, duyulan tek şey koridordan gelen kuru gürültüydü. Jeong elini dizlerine koyup ayağa kalktı, cam kenarına geçip saçlarını karıştırdı. Peki şimdi ne olacaktı?
Yuhwa o sırada yatağın köşesinde oturuyordu, aslında Jeong'la aynı şeyleri düşündüğü her halinden belliydi. Gözlerini nerdeyse tüm desenini ezberlediği odanın zeminine dikmiş ne yapacağını düşünürken içinden hiçbir şey için acele etmek gelmiyordu. İşin içinden çıkamayınca bakışlarını kaldırdı, kocasının sırtını izlerken bir anda Jeong kendisine dönünce onunla göz göze gelmek zorunda kaldı, buna hazır değildi.
Jeong eşinin karmaşık gözlerine bakarken bir erkek olarak yapması gerekeni yaptı ve dimdik durup bakışlarına "Merak etme, ben yanındayım" ifadesini yerleştirip 'Sonsuza kadar burada kalacağını sanmıyordun değil mi?' diye sordu ortamdaki gergin havayı biraz olsun gevşetmek adına.
Yüzüne mizah duygusundan uzak bir gülümseme yerleştiren Yuhwa 'Sadece düşünüyorum' dedi, o anda aklına Vivian'ın manidar sözleri gelmişti.
'Eve gidelim de sonrasını konuşuruz' diyerek en azından kısa vadedeki plansızlığı ortadan kaldıran Jeong "Sonra düşünülecekler" listesine eklediği şeyleri düşünme vaktinin geldiğini sıkıntıyla fark etti. Kalan prosedürleri de halletmek için odadan çıkarken asıl amacı Yuhwa'yla gözgöze gelmekten kaçmaktı. Ancak çok geçmeden o işler de bitti, ne yapacağını bilemez bir halde karısının yanına geldi. Kendisini kaçınılmaz sona yaklaştıracak hiçbir hata yapmamalıydı "Sakin ol adamım" diye teskin etti kendini "Sanki her şey yolundaymış gibi..."
Jeong Yuhwa'yla birlikte hastaneden çıkarken San Tae Jin de siyah BMW X5'ini kapının önüne çekmişti.Jeong Yuhwa'nın binmesi için arka kapıyı açarken ikisi de o ona kadar sürdürdükleri sessizliklerini korudu. Jeong öne, Tae'nin yanına oturduktan sonra X5 hareket etmişti.
Tae onları bıraktıktan sonra Jeong'la ayaküstü bir şeyler konuşup tekrar şirkete geçti, şimdi başbaşa kalmışlardı.
Onların geldiğini gören ablası Joo Yeon da evden çıkıp karşıladı. 'Hoşgeldin Yuhwa' dedi gülümseyerek, bu genç kadının sevgili kardeşi için ne derece önemli olduğuna bu süreçte ikna olmuştu.
Hafifçe başını eğip Joo Yeon'u selamlayan Yuhwa 'Teşekkür ederim'
Joo Yeon elini Yuhwa'nın omzuna koyup 'Ben seni yormayayım' dedi ve Jeong'a dönüp 'Artık gitsem iyi olacak, katılmam gereken bir konferans var' dedi ve Jeong'un alnına dökülen saçlarını düzeltip yanlarından ayrıldı. Kullandığı Audi TT'si görevlilerce kapıya getirilmişti zaten, binip konuşma yapacağı üniversitenin yolunu tuttu, geç kalmaktan nefret eden disiplinli bir kadındı Bayan Kim Joo Yeon.
Jeong aniden Yuhwa'yla yalnız kalınca ilk başta afallamıştı. Sonra soğuk hava nedeniyle soluk verdiklerinde oluşan buharı fark edince elini eşinin beline sarıp 'Hadi' dedi evi işaret ederek 'İçeri girelim'
Yuhwa kısık bir sesle 'Peki' derken o eve girince ne yapması gerektiğini düşünüyordu. Jeong sıkıca belinden kavramış tüm varlığıyla onu koruduğunu belli ederken bu genç adamın etkisinde kalmadan sağlıklı düşünebilmek çok zordu çünkü onunla göz göze gelince bile kalp atışları hissedilir derecede artıyordu.
Villanın çelik kapısı metalik bir sesle açılırken Yuhwa bu eve girdiği ilk geceyi hatırladı, o an da böyle yabancı ama içten gelmişti bu lüks yapı. Acaba yabancı olmasını sağlayan kendi düşünceleri miydi yoksa Kim Jeong Hoon mu bilemedi.
Jeong elindeki çantayı girişe koyup Yuhwa'nın yanına geldi, tüm olumsuzluklara rağmen gülümsemeye çalışıp 'Uzun zaman oldu, öyle değil mi?' diye sordu sol elini başının arkasına koyup saçlarını karıştırdı.
Yuhwa Jeong'un bu tatlı görünüşü karşında büyülenmişti sanki, sertçe yutkunup 'Evet' dedi 'Uzun zaman oldu'
Bu sözlerden sonra göz göze kalan ikili, birbirlerinin akıllarını
okumaya çalışıyordu, başarılı olup olmadıklarını ise zaman gösterecekti.
Bu anlar kısa bir süre sonra Jeong'un telefonunun çalmasıyla bozuldu. Elini cebine atıp telefonunu çıkarak Jeong ekranda tanımadığı bir numara görünce konuşmak için dışarı çıktı, gazeteci olduklarına emindi.
O gittikten sonra içinde tuttuğu nefesi birden dışarı salan Yuhwa omuzlarını düşürüp üstündeki kahverengi montun fermuarını açtı. Önce mutfağa yöneldi ama sonra vazgeçip üst kata çıktı, önceden kaldığı odayla Jeong'un odası arasında durup gözlerini kapattı. Nasıl bir denklemin içindeydi böyle? Sanki önünde uçurum, arkasında da azılı düşmanlar vardı. Her iki seçenek de onu ölüme götürecekti, ya bir çıkış yolu bulup kurtulacak ya da kaderine razı olacaktı.
Bir süre öyle kaldıktan sonra gözlerini açtı, biraz daha yürüyüp Jeong'un çalışma odasının önüne geldi. Kapının ahşap oymalı kulpunu tutup sanki içeride birinin olmasından korkuyormuş gibi yavaşça açtı. Pencerenin kenarına gitti, bahçede telefonla konuşan Jeong'u seyrederken son derece sinirli olduğunu görebiliyordu. Anlaşılan telefondaki kişi çok inatçıydı. Kollarını göğsünde birleştirip "Bu kadar sinir kalbe zarar aşkım" diye söylendi. Her şeyi inkar edebilirdi ama ona deliler gibi aşık olduğunu asla kendinden saklayamazdı, ondan boşanmayı planlasa da hatta ihanetine tanık olsa da ne yazık ki bu aşkını köreltemiyordu.
Nedenini kendine de açıklayamadığı bir şekilde odanın sol tarafında bulunan çalışma masasına yöneldi. İlk dikkatini çeken açılmış zarf içinde ucu görünen bir kağıt parçası olmuştu, uzanıp eline aldı. Uzun ince zarfın üstünde yazan tek şey TS Group'un adresi ve Kim Jeong Hoon ismiydi. Fazla üstünde durmadan içindekini çıkardı. Bu; 1 Ocak 2013 tarihinde Oslo'ya gidecek olan uçağın Kim Jeong Hoon adına kesilmiş biletiydi.
Yuhwa kocaman olmuş gözlerle kağıdı evirip çevirirken ellerinin titremesine engel olamıyordu. "Bu olamaz" dedi, tekrar masanın üstüne göz atınca dikkatini siyah bir dosya çekmişti. İçinde gittikçe büyüyen huzursuzlukla dosyayı aldı, kapağını açtığında okuduğu şey göz pınarlarının dolmasına neden olmuştu.

Continue Reading

You'll Also Like

GELECEK By VeraHare

General Fiction

126K 6.3K 17
Tüp bebek merkezinde tüplerin karışması sonucu kocası yerine hiç tanımadığı bir adamdan hamile kalmıştı Mahru. #1İhanet/24.5.2024 #1Mahru/24.5.2024 #...
1M 55.2K 42
Evin ise yediği tokatın şiddetiyle yere düşmüştü. Dudağının kenarı yeni bir darbe alırkende Kazım Ağa saçlarından koparırcasına tutup Evin'i kaldırmı...
166K 11.3K 46
📖Yayınlama tarihi: 06.07.2016 📕Bitiş tarihi: 26.11.2016 ••••Klişeliklerden uzak samimi bir hikaye•••• KHS/1(Kalp Hırsızı Serisi 1) "Kalbim bir pusu...
748 52 20
Çevresi tarafından özenilerek bakılan bir aşk, birbirini inanılmaz seven iki insan, büyük bir tartışma ve uzun süren bir ayrılık.