NARYA

By Suvoltaa

153K 15.2K 7.1K

Savaş nedeniyle başka evrene gönderilen elli genç. Bu evrende hiç beklemedikleri bir türle karşı karşıya kal... More

1.Bölüm: Farklı Dünyalar
2.Bölüm: Acıya alışmak
3.Bölüm: Okul
4.Bölüm: Mühür
5.Bölüm: Unutulan Hayaller
6.Bölüm: Sır
7.Bölüm: Yabancı
8.Bölüm: Mesafe
9.Bölüm: Gerçek Koruyucu
10.Bölüm: Kokundan Kaçamam
11.Bölüm: Kitap
12.Bölüm: Kafa Karışıklığı
13.Bölüm: Işığımın Gölgesi
14.Bölüm: Han
15.Bölüm: Teklif
16.Bölüm: Alfa
17.Bölüm: Beyaz
18.Bölüm: Bir Takım Çabalar
19.Bölüm: Kurtboğan
20.Bölüm: Kaybetme Korkusu
21.Bölüm: Tanışma
22.Bölüm: Bir İhtimal
23.Bölüm: Geçmişe Dayanan Düşmanlık
24.Bölüm: Ölüm Dövüşü
25.Bölüm: Efsanevi Beyaz Kurt
26.Bölüm: Şüphe
27.Bölüm: Sevgili
28.Bölüm: Özlem
29.Bölüm: Alfam
30.Bölüm: Ayrılık
31.Bölüm: Savaş
32.Bölüm: Mete
33.Bölüm: Karmakarışık
34.Bölüm: Kesik Kesik Anılar
35.Bölüm: Seni Seviyorum
36.Bölüm: Duman
37.Bölüm: Yeni Bir Başlangıç
38.Bölüm: Sonsuz Bir Mühür
39.Bölüm: Rüya Ve Gerçek
40.Bölüm: Kısasa Kısas
42.Bölüm: Umut Işığı
Özel Bölüm
43.Bölüm: İçimdeki Dürtü
44.Bölüm: Şifa

41.Bölüm: Karar

2K 214 159
By Suvoltaa

"Han," dedim acı içinde.

"Özür dilerim, çok acıdı mı?" Telaşla eğilip ayağıma baktı.

"Üst üste on kere bastığın için acıdı tabi. Neyseki topuklu ayakkabı giydim de o kadar hissetmiyorum." dedim gülerek. Prova için eşofmanın altına yeni aldığım topuklu ayakkabımı giymiştim, şu an eminim çok saçma duruyordum ama boy farkımızın biraz kapanmış olması da fena olmamamıştı. Artık her yerde topuklu ayakkabı ile mi gezsem acaba?

"Biz bu işten vaz mı geçsek? Ben bu işi beceremeyeceğim."

"Olmaz. Birkaç hafta sonra mezuniyetin var. Mezuniyette dans etmenin senin hayalin olduğunu söylemiştin."

"Bu kadar zor durmuyordu..."

"Kolay aslında, sadece yavaş adımlar atacaksın. Ama sen iki yana yürür gibi adım atıyorsun."

"Keşke dans etmek istemeseydim," dedi huysuz bir tavırla.

"Huysuzlanma hemen. O kadar da zor değil."

"Sen silah kullanmayı öğrenirsin, ben yine dans etmeyi öğrenemem," dedi alayla. Evde, elime silah vermeden duruşumu düzeltmeye çalışmıştı ama becerememiştim.

"Bir günde keskin nişancı olmamı beklemiyordun herhalde?" Bunları beni hırslandırmak için söylüyorsa eğer kesinlikle işe yarıyordu.

"En azından düzgün durmayı öğrenmeni bekliyordum."

"Sen önce dans etmeyi öğren sonra insanları yargıla," dedim ters ters.

Güldü pislik kurt. Bu aralar benimle daha çok uğraşmaya başlamıştı, artık onu gerçekten de vurmak istiyordum.

"Ben sadece böyle dursam." Ellerini belime bağladı. "Sen salınsan, ben de seni izlesem, olmaz mı?"

"Olmaz." Belimdeki ellerini çözüp iki yanımdan tutmasını sağladım. "Mezuniyet neyse de, sen düğünümüzde nasıl dans edeceksin? Ondan kaçışın yok, en az üç kere dans edilecek."

"Çabuk öğrenirsem, hemen evlenir miyiz? Motivasyona ihtiyacım var."

"Tamam evleniriz."

"Bu da çok geçiştirir gibi oldu, istediğim motivasyonu alamadım," dedi memnuniyetsiz bir tavırla.

"Evleneceğiz zaten Han. Bunu illa duymana gerek yok."

"Evleneceğimizi biliyorum da, ne zaman? Bak mezun oluyorum, mezun olur olmaz evlenmem lazım. Tüm şehir üzerimde baskı yapmaya başladı bile. Senin iyileştiğini duyduklarından beri telefonlarım hiç susmadı. Sabah işte de büyükler başımın etini yediler, herkes ne zaman evleneceğimizi soruyor. Bir de tabi ne zaman varis vereceğimi... Hepsini geçtim, ben onları sustururum ama ben de çok istiyorum. Zaten evli gibiyiz. Aynı evde, aynı yatakta uyuyoruz." Kafasını eğip alnını alnıma yasladı. "Evli insanların yaptığı şeyleri de yapıyoruz," diye fısıldadı. Yavaş yavaş dudaklarıma yaklaştı ama birden durdu. Alnı hala alnıma yaslıyken kafası salon kapısına çevirdi. Evet, ilk defa salonda vakit geçirmiştik.

Han'ın baktığı tarafa baktığımda kapıda durmuş bize bakan Mete'ye baktım. Hala dünkü kıyafetleri üzerindeydi. Han duş alması için yardım etmek istemişti ama korktuğu için zorlamamıştı. Elini bile yıkamamıza izin vermemişti, kaçmıştı. Hala üstü başı kir içerisindeydi.

"Uyumadın mı sen?" diye sordu Han. Ama Mete'den yine bir cevap alamadı, dün akşamdan beri bizim evdeydi ancak asla konuşmuyordu, tek kelime dahi etmemişti. "Konuşamıyor mu acaba?" diye sordu Han. "Düştüğünde de sesi çıkmadı, ağlamadı da."

"Konuşabiliyor." Hüzünle Mete'ye baktım. "Ama babasından izin aldığı sürece..." diye fısıldadım. Bir tek bacağıma sarıldığı zaman kendi konuşmuştu.

"Köpek mi yetiştiriyor?! Şerefsiz herif!" Han'ın sinirlenmesiyle Mete birkaç adım geriledi.

"Sakin ol. Çocuğu korkutuyorsun," dedim uyarıcı bir ses tonuyla.

"Sana kızmadım ben," dedi Han hemen. "Sen dans etmeyi biliyor musun?" diye de konuyu değiştirip, ortamı yumuşatmaya çalıştı.

"Eminim senden daha iyi dans ediyordur."

Mete boş boş ikimize baktı. Sonra bize doğru yavaş ve temkinli adımlarla yaklaştı. Bizim yanımıza geleceğini sanmıştım ama o kanepeye doğru ilerledi. Kanepe duran telefonumu eline aldı. Telefonla kamerayı açıp doğrulttu.

"Videomuzu mu çekeceksin?" diye sordum gülerek. O da hafifçe gülümsedi. Dünden beri ilk defa korkmak dışında bir tepki vermişti. Sonra evet anlamında kafasını salladı.

"Bu çocuk üç yaşında değil miydi?" diye sordu Han da gülerek. "Kamerayı açmayı nereden biliyor?"

"Şimdiki çocuklar her şeyi biliyor."

Ellerini yine belime dolandığına yavaşça dans etmeye çalıştı. "Telefonu sürekli yanında taşımaları gerektiğini, biri aradığında da hemen açmaları gerektiğini, eminim senden daha iyi biliyorlardır," dedi imayla. Pislik laf sokmaya da başlamıştı.

"Unutuyorum," dedim hemen kendimi savunmak amaçlı. Telefonumu sesli kullanmayı sevmezdim, sürekli yanımda taşımayı da sevmezdim, bir yerlere koyar sonra nereye koyduğunu da unuturdum. Sessizde olduğu için de bir türlü yerini bulamazdım. Han sürekli sesini açardı ben geri kapatırdım. Sesi açık olunca bildirim sesleri beni rahatsız ediyordu.

"Bu devirde telefonuyla uğraşmayan, telefonunu kaybeden tek kişi sen olabilirsin."

"Olabilir," dedim gülerek. Yine ayağıma basacakken ayağımı çektim. "Yumuşak hareketlerle," dedim uyarıcı bir ses tonuyla. "Ayağını o kadar kaldırma. Asker yürüyüşü mü yapıyorsun?"

"Küçük adımlar atmayı sevmem, ben koşmayı severim." Belimdeki tutuşunu sıkılaştırıp beni kendine çektikten sonra yavaşça belimi kırıp, aşağı doğru eğdi. "Bu hareket kolaymış," dedi çapkın bir gülümsemeyle. Beni öpmek için eğildiğinde bir kıkırdama sesi duyduk. İkimizin bakışı da anında küçük Mete'ye döndü, bu sefer biz baktık diye utanıp bakışlarını kaçırmamıştı, gülmeye devam etmişti.

"Çocuğun yanında yaptığın hareketlere bak," dedim onu itmeye çalışırken.

"Fena mı, öğrenmiş olur işte. İlerde eşine iyi davranır, benden iyi dans eder, babası gibi olmaz. Erlik sürüsünün artık iyi bir alfaya ihtiyacı var." Gülerek bizi çeken çocuğa baktı. "Bak nasıl hoşuna gitti."

"Eminim çok iyi bir alfa olacaktır." Beni geri düzeltip elimi tuttu, biraz kaldırım beni etrafında çevirdi. Topuklu ayakkabı giymeyeli uzun zaman olmuştu, şimdiden ayaklarım biraz acımaya başladı, evde daha fazla pratik yapsam iyi olacaktı.

Beni tekrardan kendine çekip "Bizim çocuğumuz daha iyi olur. Zaten en güçlü alfa da o olacak," dedi.

"Senden daha güçlü olacak. Beni sinir ettiğinde seni dövmesini isterim." Gülerek ellerimi boynuna sardım. Şu an danstan çok, sarılıyor gibiydik.

"Çocuğumuzla kurduğun hayal bu mu gerçekten?" Somurtan yüzüne baktığımda daha çok güldüm.

"Evet. Bence çok güzel bir hayal. Ben vurunca hissetmiyorsun, o vurunca belki akıllanırsın ve benimle uğraşmayı bırakırsın."

"Onunla da uğraşırım."

Zil çalınca, şarkısız kendi kendimize dans etmemiz bölünmüştü. "Kim ki bu saa-" Ben cümlemi tamamlayamadan bir düşme sesi gelince bakışlarım oraya kaydı, küçük Mete telefonu düşürmüş korkuyla bakıyordu bize. Zil bir kez daha çalınca da geri geri adımladı, telaşla.

"Korkma buraya sizinkilerden kimse giremez," dedi Han yumuşak bir ses tonuyla. Ama çocuk çok da rahatlamış gibi durmuyordu, hala korku dolu gözlerle bakıyordu.

"Kapıya sen bak," dedim Han'a. Sonra Han'ın kolları arasından çıkıp Mete'ye doğru ilerledim. Tıpkı onların evindeki son gece yaptığı gibi bacağıma sarıldı. Ellerim saçlarına gitti, hafif dalgalı saçlarını okşarken "Bizim arkadaşlarımız gelmiştir," dedim.

Mete cevap vermedi. Bacağıma sıkı sıkı sarılmaya devam etti. Han da bir şey demeden salondan çıkıp kapıya bakmaya gitti. Birkaç dakika sonra da salon kapısı şiddetle açıldı. Bu sefer korkan tek kişi Mete olmamıştı, ben de yerimden sıçramıştım.

"Yenge!" diye giriş yaptı Kuzey. Heyecanlı bir şekilde bana yaklaştı ama bacağıma yapışan çocuğu görünce adımları durdu, şaşkınlıkla baktı Mete'ye. "Ne ara çocuk yaptınız?" diye saçma bir soru sordu.

"Dün yaptık. Zeren dokuz ay sabredemediği için birkaç saat içinde doğurdu, sabaha kadar da üç yaşına geldi oğlumuz, adını da Kuzeycan koyduk." Han alayla, gülerek salona girdi.

Kuzey ne kadar saçma bir soru sorduğunu fark etmiş olacak ki yüz ifadesini hemen düzeltti. "Heyecandan, saçmalıyorum işte." Yine aynı heyecanlı yüz ifadesine dönüp "Size bir şey söylemem gerekiyor," dedi.

"Sabahı bekleyemedin mi? Saat gece bir, hadi uyuyor olsaydık?" Han ellerini göğsünün altında bağlayıp arkasındaki duvara yaslandı.

"Bekleyemezdim. Öğrenir öğrenmez soluğu burada aldım."

"Ne oldu?" Büyük bir gülümsemeyle bana bakınca benim de yüzümde bir gülümseme oluştu.

"İnci hamile!" diye bir anda bağırdığında, yüzümdeki gülümseme dondu. Han'ın da gözleri büyümüş yaslandığı duvardan hızla doğrulmuştu. Bir süre kimse konuşmadı. Kuzey ikimize de beklentiyle bakıp "Tepki versenize," dedi gülmeye devam ederken.

"Çok sevindim," dedi Han. Onunda yüzünde bir gülümseme oluştu. Bu gülümseme sahte değildi, gerçekten mutlu olmuş olmalıydı. Birkaç adım atıp Kuzey'in yanına gitti, kollarını ona doladığında Kuzey bunu bekliyormuş gibi hemen karşılık verdi. "Benden önce baba olman sinir bozucu ama neyse," dedi Han şakayla karışık.

Ne tepki vereceğimi bilememiştim. Kuzey adına sevindim demek isterdim ama kimse adına sevinememiştim şu an. Aklıma İnci'nin, Kenan ile kuzen olması falan da gelmemişti açıkcası. Benim düşündüğün Çağla'ydı... En zor zamanımızda ben insanlardan kaçmayı, Çağla ise birine bağlanmayı seçmişti. Hayatına devam etmek için bir dayanak bulmak istemişti belki de. O kişide maalesef Kuzey olmuştu. Şu an Kuzey yerine Mete'yi sevmesini bile tercih ederdim, en azından Mete'nin başkasını sevme gibi bir ihtimali yoktu. Bakışlarımı hala bacağıma sarılan çocuğa çevirdim, tabi bir çocuğu olduğunu saymazsak...

"Sen sevinmedin mi Zeren?" Kuzey beklentiyle bana baktığında, daldığım düşüncelerden hızla sıyrıldım. Kendimi gülümsemeye zorladım.

"Şaşırdım biraz kusura bakma. Hızlı olduğunuzu biliyordum da bu kadarını da beklemiyordum," dedim. Yalan değildi, fazlasıyla şaşkındım.

Kuzey, Han'ın yanından ayrılıp hızla benim yanıma geldi, aynı hızla kollarını bana doladı. Ellerimi kaldırıp kısaca ona karşılık verdim. Onun gibi sıkı sıkı sarılmamıştım, çok samimiyetsiz bir şekilde sarılmışım. Ama Kuzey o kadar mutlu görünüyordu ki bunu fark etmedi bile.

Han yanımıza geldiğinde Kuzey de geri çekildi. "İnci aileme söylememe izin vermedi, ikimizin ailesine de birlikte söylemenin daha doğru olacağını düşündü. Ama birine söylemesem heyecandan ölürdüm, birileriyle paylaşmaya ihtiyacım vardı ben de kardeşim ve onun eşinin yanına geldim. İlk size söylemek istedim."

"İyi yapmışsın." Han gülerek elini Kuzey'in omzuna koydu.

"Bak bana söz verdin," dedi Han'a bakıp. "Güzel bir isim seçeceksin. Eğer saçma sapan bir isim koyarsan çocuğuma, tüm kirli çamaşırlarını ortaya dökerim."

"Kız olursa babaannemin ismini, erkek olursa da dedemin ismini koyarız," dedi gülerek.

"Saçmalama," diye isyan etti hemen Kuzey. "Sakın, öyle bir şey düşünme bile."

"Çocuğunun adını neden Han koyuyor ki?" diye sordum.

"Sen bilmiyor musun?" Kuzey heyecanla bana döndü.

"Neyi?"

"Doğan ilk çocukların ismini alfa koyar, yani ben," dedi Han. Bunu da daha önce hiç duymamıştım, bilmediğim daha çok şey vardı ama aklıma o an başka bir şey takılmıştı. Han'ın adını dedesi koymuştu ancak alfa olan babasıydı. Babası herkesin çocuğuna isim verirken, kendi çocuğuna neden isim vermemişti? O kadar mı sevmemişlerdi Han'ı?

"Zeren, sakın kötü bir isim koymasına izin verme. Çocuğumun adının Arife ya da Gazi olmasını istemiyorum."

"Onlar olmazmış gerçekten de," dedim. Dedesinin adını biliyordum ama babaannesinin ismini sormak hiç aklıma gelmemişti.

"Gayet güzel. Siz isimden ne anlarsınız." Ciddi olmadığı her halinden belli olduğu için güldüm. Ancak samimi bir şekilde güldüğümü söyleyemem, hala üzgün ve düşünceliydim.

"Bu arada, bu çocuk kim?" diye sordu Kuzey. Mete hala bacağıma sarılı bir şekilde bize bakıyordu, sessiz bir şekilde durduğundan çocuğu tamamen unutmuştum. "Ve Zeren'in ayağında neden topuklu ayakkabı var? Eşofmanın altına pek olmamış gibi yengecim," dedi alayla.

Ayağımdaki ayakkabıya bakışlarım kaydı. "Mezunuyette dans etmek için prova yapıyorduk."

"Ve bu çocuk da, inanmayacaksın ama Mete'in oğlu küçük Mete," dedi Han.

"Ne?!" Kuzey aniden yükselince küçük Mete korkuyla bana daha çok sokuldu. "Erlik sürüsünün alfası olan Mete'den bahsetmiyorsun herhalde?"

"Ondan bahsediyoruz ve lütfen çocuğun yanında bağırmayın," dedim uyarıcı bir ses tonuyla. Zaten çocuk her şeyden korkuyordu, bir de bunlar korkutuyorlardı.

"Benziyor da aslında," diye mırıldandı Kuzey çocuğa bakarak. "Ve benzemesine rağmen, şaşırtıcı bir şekilde tatlı."

"Değil mi?" dedi Han da ona hak vererek. "Zeren tatlı dediğinde inanmamıştım, Mete'nin çocuğu nasıl tatlı olabilir demiştim ama gerçekten de tatlı."

"Merhaba," dedi Kuzey tatlı bir ses tonuyla ama Mete her zamanki gibi yine cevap vermedi.

"Daha alışamadı," dedim.

"İyi de Mete'nin oğlunun burada, sizin evinizde ne işi var?"

"Dün getirdim. Cadı bölgesindeyken çok şey kaçırdın."

"Ben de onu diyecektim..." Kuzey gülümseyerek, masum bir ifadeyle Han'a baktı. "Cadı bölgesine gidebilir miyim alfam?"

"Lan daha sabah geldin." Han ters ters Kuzey'e baktı.

"Ama şimdi hamile olduğunu öğrendim, gidip bunu kutlamayalım mı? Hem daha ailesi ile de konuşmam lazım. Lütfen Han."

Han'ın bakışları beni bulduğunda omuz silktim. Bundan olabildiğince uzak durmak istiyordum ve duracaktım da. Kuzey'i seviyorum ama Çağla'yı daha çok seviyorum.

"Karnı büyümeden düğünde yapmamız lazım, daha çok işimiz var."

"1 gün," dedi Han. "Git ailesi ile konuş sonra kızı al buraya getir, düğünü birlikte hallederiz."

Umarım halledenler arasında ben yokumdur...

"Mete uykun gelmedi mi?" Gözleri kızarmış çocuğa baktım, çoktan uyuması gerekiyordu. Aslında uyumuştu ancak geri kalkmıştı, korktu mu acaba? Mete evet anlamında kafasını salladığında, onu bacağımdan uzaklaştırıp elini tuttum. "Biz gidiyoruz, Mete uyuyunca gelirim." Gelmeyecektim. Oturup düğün planları yapacak havamda değildim, üzülmem gereken bir arkadaşım vardı. Mühürlendiği zaman da böyle hissetmiştim...

"Tamam," dedi Han. Başka bir şey demelerine de izin vermeden hızlı hızlı, çocuğu da resmen peşimden sürükleyerek salonda çıktım.

Han, Mete'ye iyi davranıyordu ama üçüncü kattaki, odamızın yanındaki odada Mete'nin kalmasına izin vermemişti. Çocuğumuzun odasını kimseye vermem diyip, Çağla'nın burada kaldığında verdiği odada kalmasını istemişti.

Mete'yi odaya götürüp yatağa yatırdım. Hala aynı elbiselerle durması biraz canımı sıkmıştı, çok rahatsız duruyordu, çocuğun yerine ben bunalmıştım.

Mete'nin yatağının yanına bir sandalye çekip oturdum. Ayağımdaki topuklu ayakkabıları çıkardım. Mete zaten yatağa girer girmez gözlerini kapatmıştı. Bir şey demeden o uykuya dalana kadar oturdum. O uykuya daldığında da odaya çıkıp uyudum. Aşağı gidip konuşmalarına dahil olmak istememiştim.



#########




"Evlenmeden çocuk sahibi olmam sorun değil ama İnci'nin ailesi sorun yapabilir. Onun okulunun bitmesine bir sene daha var. Buraya geldiğinde de okuluna devam edemez. Çok mutluyum ama onun hayatını mahvetme düşüncesi de beni korkutuyor," dedi Kuzey.

"Eminim İnci bunu sıkıntı yapmayacaktır," dedi Han imalı dolu bir ses tonuyla. Çocukları olmasına çok sevinmişti ve bunun başka bir sebebi de İnci'nin buraya, kendi şehrine gelecek olması olmuştu. Çünkü İnci burada olursa, doğuma kadar onun cadı bölgesine gitmemesi için bir bahane bulabilirdi, bu sayede Kenan'a yardım etmezdi ve Kuzey'i de bulaştırma ihtimali ortadan kalkardı. Han, Kuzey'in mutlu olmasını, hiçbir sorun yaşamadan bir aile kurmasını istiyordu.

"O da telaşlı, hatta benden daha kötü. İkimiz de bunu beklemiyorduk."

"Bilerek yaptınız zannetmiştim." Han dikkatle arkadaşına baktı.

"Hayır, biz İnci'nin okulunun bitmesini bekleyecektik. İnci ilaç içmeyi unutmuş, yani içmemesine üzüldüğümü söyleyemem... Tek korkum pişman olması."

"Keşke Zeren de unutsaydı," diye söylendi kendi kendine Han. Her türlü olur, Zeren kızarsa ben elimden geleni yaptım, seni o zaman da uyarmıştım demek için vermişti. Şimdi ise kızmasına, günlerce söylenmesine bile razıydı.

"Siz Zeren'le..." Kuzey sesini kısmaya çalışarak ama heyecanını belli eden bir ses tonuyla sordu. "Birlikte uyuduğunuz için Zeren'in tamamen senin gibi koktuğunu zannetmiştim.

"Benden aylar sonra mühürlenip, hemen sevgili olup, üstüne bir de çocuk yapmış herifsin... neye şaşırdın acaba bu kadar?"

"Ne bileyim, sen yakınlaşamıyorsunuz diye fazla sinirliydin. Eğitimde de herkesin burnundan getirdin. Sürekli 'Ben burada, bunlara laf anlatırken nasıl yakınlaşabilirim, daha kızın yüzünü bile doğru düzgün göremiyorum' diye söyleniyordun. Ben Zeren bu kez de seni bu şekilde süründürüyor zannetmiştim. Birkaç sene daha böyle gider diye beklemiştim, şaşırdım."

"Fırsatımız mı oldu?" Han sinirle söylenmeye devam etti. "Buraya ilk geldiğinde ben geberiyordum, iyileşince gitti ama peşinden gidemedim çünkü savaş kararı almıştık, belki daha fazla görebilirim diye buraya getirdim, bu sefer de eğitimden doğru düzgün arayamadım bile, bir saat bile zar zor vakit geçiyorduk, savaştan sonra da başımıza gelenler malum."

"İyileşir iyileşmez de harekete mi geçtin?" Kuzey gülmeye başladığında, Han da sırıttı.

"Amacım oydu ama iyileşmeden oldu, kızgınlığa girdim."

"Kızgınlık mı? Kesin hamile o zaman." Kuzey ses tonunu ayarlayamayınca biraz bağırdı. Zeren duymazdı ama evde küçük bir kurt daha vardı, onu uyandırmamak için sesini hemen geri kıstı. "Umarım çocuklarımızın cinsiyeti farklı olur, zamanı geldiğinde de birbirlerine mühürlenirler. Bizimki biraz büyük olacak ama neyse, umarım sizinki kız olur. Benimki kız olursa mühürlenmeleri hoşuma gitmez gibi... şimdi bir düşündüm de kesinlikle hoşuma girmez. Gerçi sizin oğlunuz ile mühürlenirse alfa eşi olacak fena fikir değil."

"Kafanda senaryo kurma hemen." Han sıkıntılı bir nefes alıp oturduğu kanepede biraz daha yayıldı. "Zeren hamile değil."

Kuzey'in yüzü anında düştü. "Neyse, olsun. Mühürlenmeleri için aynı yaşta olmalarına gerek yok zaten."

"Çocuğum senin çocuğun ile mühürlenmeyecek Kuzey, boşuna hayal kurma. Zaten Zeren beş yıl çocuk istemiyormuş, kızgınlığıma rağmen de hamile kalmadı, daha evlenmedik de... hiçbir işim rast gitmiyor."

"Korunmuş muydunuz?"

"Sabah ilaç içti."

"Ama o ilaç sadec-"

"Kızgınlıkta %20 oranında korur... evet, biliyorum. Siktiğimin %20 oranı tuttu." Düşündükçe siniri bozluyordu Han'ın, düşündükçe ilacı verdiği elini kırmak istiyordu.

"O normal betalar için olan oran, sen alfasın."

"Yani?"

"Alfalarda oran %5'dir. %5'lik oran tutmuş olamaz herhalde?"

"Bak bu daha çok sinirimi bozdu. Bunu öğrenmeden önce daha çok mutluydum. Niye söyledin şimdi sen bunu?" Han sinirle yanında oturan arkadaşına baktı.

Kuzey ise onu hiç umursamadan "Emin misin hamile olmadığına?" diye sordu.

"Eminim. İki gün sonra hastaneye gittik, bilerek test yaptırdım ama temiz çıktı."

"Oğlum sen salak mısın?" Kuzey, Han'ın koluna bir tane vurdu. Kanepede kayıp arkadaşına daha çok yaklaştı. Arkadaşının ona ters ters bakmasını umursamadan "İki günde nasıl belli olsun?" dedi.

Han'ın yüz ifadesi hemen düzelirken "Olmaz mı?" diye sordu.

"Olmaz tabi. Üzerinden biraz zaman geçmesi gerekiyor."

"Ne kadar mesela?" Han içinde oluşan heyecanla yerinden doğruldu.

"Birkaç hafta. Bizimki bir aylıkmış."

"Bir ay beklemem gerekiyor o zaman?"

"İki, üç haftada belli oluyormuş aslında ama sen bir ay bekle, garanti olsun."

"Ben bir ay nasıl bekleyeyim? Bir haftayı geçtik, şimdi belli olmaz mı?"

"Olmuyormuş. İnci hamileyim diyince saçma sapan her şeyi araştırdım. Çocuğun kordon bağını nereye gömeceğimi bile düşündüm."

"Birkaç dakikada mı?"

"Yarım saat," diye düzeltti Kuzey. "İnci kapatınca yarım saat oyalandım, yatamayacağımı anlayınca da buraya geldim. Birine söylemem gerekiyordu."

"Nereye gömeceksin?"

"Buraya."

"Buraya?" Han'ın kaşları havalandı, sorgularcasına baktı arkadaşına.

"Alfa evinin bahçesine. Çocuğum senin çocuğunla evlensin, torunum da geleceğin alfası olsun diye," dedi bilmiş bir tavırla.

"Lan vermiyorum sana çocuğumu, şimdiden sahiplendin."

"Kötü mü olurdu? Dünür olurduk. Yaşlanınca torunlarımız aynı olurdu, hep beraber olurduk."

"Beraber olmamız için dünür olmamıza, çocuklarımızın evlenmesine gerek yok, biz zaten her türlü beraber olacağız. O yüzden..." Han işaret parmağını kaldırıp tehdit eder gibi arkadaşına uzattı. "Çocuğumdan uzak dur."

"Ona büyüdüklerinde kendileri karar verirler," dedi Kuzey gülerek. "Şimdi bana o çocuğun burada ne işi olduğunu söyle."

"Dün sınırdan geçti. Mete'nin telefonlarını açmadığım için böyle bir çözüm bulmuş. Eğer sınırdan kendi geçerse kokusunu bildiğimden gelmeyeceğimi biliyor, o yüzden çocuğunu yanında sürüklemiş. Saçma sapan konuştu, çocuğunu öne sürdü, onun için kabul et falan dedi. Sinirimi bozunca ben de dayanamadım vurdum, gerçi vurduğuma da değmedi."

"Neden?"

"Ayakta bile duramıyordu. Karşılık veremeyince tadı çıkmadı. Kurtboğanla açılan yaraları kapanmış ama gümüş kurşunla açılanlar hala olduğu gibi duruyor. Savaşta ben de gümüş kurşun ile vuruldum, ilk başlarda acıdı ama bir haftaya kalmadan iyileşti, bu herif iyileşmiyor."

"Senin eşin hasta da olsa yanındaydı, onların daha doğru düzgün konuşma şansları bile olmadı. Mühürlenir mühürlenmez ayrı kaldılar, vücudu eşi gelmeden iyileşmeyi reddediyordur."

"Gebersin, şerefsiz."

"Hak ediyor, onun yerinde olmak istemezdim. Peki ya çocuk?"

"Biz kavga edince sınırdan içeriye girdi. Kaçmak istedi sanırım, bilmiyorum. Ben de sınırdan içeriye girmesine izin verdim, Erlik sürüsündekiler engel olmaya çalıştı ama müsade etmedim, üzüldüm çocuğun haline. Bir süre burada kalacak. Çağla gitmek isterse onun ile gönderirim, istemezse de Mete'yi gebertene kadar burada kalır, şehrine döndüğünde de alfa olur."

"Çağla mı? Çağla gitmek isterse eğer gönderecek misin?" Kuzey şaşkınlıkla baktı arkadaşına.

"Evet."

"Saçmalama. Çağla'nın gideceğini sanmıyorum ama giderse Mete iyileşir, planımız onu süründürerek öldürmek değil miydi?"

"Onu daha kötü bir yerden vurmak istiyorum."

"Eşinden mi? Çağla'ya bir şey yapmayacaksın herhalde?"

"Eşinden vuracağım ama onun yaptığı gibi değil..."



##########




Sofraya kısa bir bakış attıktan sonra mutfaktan çıktım. Önce ikinci kattaki, Mete'nin kaldığı odanın kapısını yavaşça açtım, hala mışıl mışıl uyuyordu. Onu uyandırmamak için kapıyı geri yavaşça kapatıp merdivenlere doğru ilerledim. Odamıza girdiğimde Han da hala uyuyordu. Kusura bakma Han ama senin artık uyanman gerekiyor.

"Han," diye seslendim birkaç kere ama hareket bile etmemişti. Yatağa çıkıp tam yanına oturdum. Birkaç kez daha seslendim, dürttüm ama uyanmadı. Yanına uzandım. Yanağını defalarca kez öptüm. "Han, kalk, geç kaldın." Öpmeye devam edince kıpırdandı. Bana arkası dönük bir şekilde uzanıyordu, sırt üstü uzandı ama hala gözlerini açmadı. Gülerek öpmeye devam ettim. "Daha işe başlayalı iki gün oldu ve sen şimdiden geç kaldın. Saat sekizde toplantım var demiştin, şimdi kalkmazsan asla yetişemezsin." Daha çok öpmem için beni kendine doğru çektiğinde kıkırdadım. Gözlerini hala açmamıştı.

"Beni her sabah böyle uyandıracak mısın?" diye sordu boğuk, uykulu sesiyle.

"Önce gözlerini aç," dedim gülmeye devam ederken.

Gözlerini açmak yerine beni kendine daha çok çekti. "Toplantı bekleyebilir. Eğer beni beklemeyeceklerse, niye alfa oldum ki ben?"

Telefonuna kurduğu alarm en az onuncu defa çaldı. "Boşuna kuruyorsun, alarmla uyandığın falan yok."

"Senin dudaklarını hissetmeyince uyanamıyorum," dedi gülerek.

"Öyle mi... Ben yokken kimin dudakları ile uyanıyordun acaba?" Kafamı kaldırıp ters ters ona baktım ama hala gözleri kapalı olduğu için beni görmedi tabi.

"Uyandırmak için Kuzey geliyordu. Onun yöntemi seninki kadar güzel değildi tabi. Bol bol şiddet barındırıyordu."

"Sen de uyanmıyorsun, ne yapsın çocuk? Kaç kere seslendim ruhun bile duymadı, dürtmekten de anlamıyorsun."

"Öpmekten anlıyorum ama. Sen öpünce kalbim hızlanıyor, kalbimin gürültüsüne uyanıyorum."

Gülerek birkaç defa daha öptüm. "Tamam yeter bu kadar, işe gitmen gerekiyor yoksa deden artık evi basacak. Adam kaç aydır bizim yüzümüzden çalışıyor, yazık yorulmuştur."

"Alfan da yoruluyor." Gözlerini kısık bir şekilde araladı, henüz tam olarak açamamıştı, çok komik duruyordu şu an. Onu ilk tanıdığımda yüz ifadesi çok sert duruyordu, insanları korkutacak türden bakışlar atıyordu etrafa ama şimdi sanki başka bir adama dönüşmüştü.

"Alfam daha yorulacak kadar işe gitmedi. Dün bir bugün iki."

"Olabilir. Yine de yorulmuş olamaz mıyım?"

"Benim alfam bir günde yorulacak kadar güçsüz değil." Kolları arasından çıkıp yatakta oturur pozisyona geldim. "Yoksa yaşlandın mı?"

Ne zaman böyle desem inkar ederdi ama bu sefer "Yaşlandım," dedi. Sonra ise beni şaşıtmayarak "O yüzden benimle hemen evlenip, çocuk yapman gerekiyor," dedi.

"Yaşlı biriyle evlenemem kusura bakma." Gülerek yataktan kalktım.

"Aramızda sadece üç yaş var."

"Bence çok."

"Neresi çok?" Gözlerini bu sefer tamamen açtı. "Mete kendinden dokuz yaş küçük Çağla'ya mühürlenmiş, sen üçe çok diyorsun."

"Mete otuz yaşında mı?" Tamam büyük olduğu belli oluyordu da otuz da beklemiyordum. Ah Çağla ah...

"Otuz bir, otuz iki, otuz üç de olabilir, emin değilim."

"Boşver şimdi Mete'nin yaşını, arkadaşıma mühürlenmiş olması bizim için hiçbir şey ifade etmiyor, kendi kendine acısını çekmeye devam etsin. Biz kendi hayatımıza bakalım ve aşağı inip yemek yiyelim sonra ben seni yolcu edeyim işine git."

"Evli gibiyiz zaten, resmileştirsek fena mı olur?"

"Olmaz ama önce Kuzey ve İnci evlensin, onların işi bizden daha acele."

"Çifte düğün yaparız."

"Hayatta olmaz," diye itiraz ettim hemen. "Düğünümde tek gelinin ben olmasını isterim. Benden başka bir gelinin daha olduğu bir düğün ile asla evlenmem."

Gülerek sonunda yataktan doğruldu. "Tüm odağın sen de olmasını istiyorsun yani?"

"Tabi ki. Sonuçta bir kere evleniyoruz, düğünümüzde tüm odağın ikimizde olması gerekiyor."

"Sen kabul etsen de sürüdeki kimse kabul etmezdi zaten... E, ne zaman evleniyoruz?"

"Önce bir mezun ol da, bakarız."

"Birkaç hafta kaldı sonunda, normalde benim çoktan mezun olmam gerekiyordu."

"Yaşına göre mezun olsaydın benim ile karşılaşmazdın."

"Ben merkeze sık sık gidiyorum, yine karşılaştırdık."

"Benim yurttan çıktığım günler sayılıydı," dedim gülerek. O zamanlar insanlarla konuşmak da dışarı çıkmak da işkence gibi geliyordu.

"Olsun, ben bulurdum seni. Ama görüşme şansımız daha az olurdu ve büyük ihtimal sen şu an yanımda olmazdın. Neyse iyi ki erken yaşta alfa olup okula gidememişim, ben Kuzey gibi birkaç hafta ayrı kalamam. İki hafta ayrı kalmaya çalıştım, ölüyordum. Bu konuda dirayetli değilim."

Yatakta oturan sevgilime büyük bir gülümseme ile baktım. Hızlıca yanına yaklaşıp tekrardan öpmeye başladığımda beni hemen kucağına doğru çekti.

Bir insanı bu kadar sevebileceğimi hiç düşünmezdim. Han'ı çok fazla seviyordum, bu zamana kadar kimseyi sevmediğim kadar çok... Başka birini de bu kadar çok seveceğimi hiç zannetmiyorum. Bazen fazla geliyordu bu sevgi, korkularımı arttırıyordu... Başına bir şey gelmesinden ölesiye korkuyordum. Onun başına bir iş gelmesin diye kendimi feda etmeye bile razıydım ama bu durumda da zarar gören o olacaktı. Kendime son zamanlarda çok daha dikkat etmeye başlamıştım, özellikle de büyülendikten sonra. Ama bunu kendi sağlığım için değil de Han için yapıyordum. Doktorlara gidiyor, ilaç içiyordum sebebi Han'dı. Silah kullanmayı istememin sebebi de oydu, onun beni korumak için gücü vardı ama benim öyle bir gücüm yoktu, belki onu bu şekilde koruyabilirim diye düşünmüştüm. Bu konuda Han beni vazgeçirmeye çalışsa da kararlıydım. Han benim kimseyi vuramayacağımı düşünüyordu, birkaç hafta önce ben de öyle düşünüyordum ama birkaç gün içinde tüm fikrim değişmişti. Daha hırslı, daha korkusuz biri haline geliyordum, değişiyordum.

"Seninle günlerce böyle durabilirim ama küçük misafirimiz odanın kapısının önünde bizi bekliyor. Onu daha fazla bekletmeyelim," dedi Han.

Onu öpmeyi bırakıp arkamdaki kapıya çevirdim bakışlarımı. "Uyanmış mı?" Duvardaki saate baktım. "Çocuk senden daha erken uyanmış."

"Erken saatte kalkmak kadar saçma bir şey yok," dedi söylene söylene. "Hep o yaşlı bunaklar yüzünden, sabahın köründe toplantı mı olur? Laftan sözden de anlamıyorlar, bunamışlar iyice."

"Han." Gülerek omzuna bir tane vurdum. "Doğru konuş, kaç yaşında adamlar." En küçükleri yetmiş yaşında olan büyükler topluluğu...

"O yaşa gelmişler hala çalışıyorlar, ben onların yerinde olsam yan gelir yatar, torunlarımı severdim. Hayır, üşenmiyorlar da bu saatte."

"Kalk Han, kalk." Gülerek ayağa kalkıp onu da kaldırmak için elini tuttum.

"Sen niye bu saatte kalkıyorsun? Senin yerinde olsam akşama kadar uyurum."

"İstersen alfalığı bana devret, senin yerine ben gideyim işe, sen de akşama kadar uyu."

"Çok güzel olurdu ama kabul etmezler. Bak şöyle yapalım." Boştaki elimi de tutup beni bacaklarının arasına çekti. "Biz bir çocuk yapalım, ben alfalığı ona devredeyim, biz ikimizde yan gelip yatalım... nasıl fikir?"

"Sanki çocuk doğar doğmaz alfa olacak Han, çok saçma bir fikir."

"On yıl dişimi sıkarım."

"O yıl?"

"Evet."

"Çocuğumuzu henüz on yaşındayken alfa yapmayı falan planlamıyorsun sanırım?"

"On yıl çok. Ben sekiz yaşında dönüşmüştüm, o özel bir kurt olduğu için daha erken dönüşür, dönüşür dönüşmez de alfa olur."

Ellimi çekip birkaç adım geriye adımladım. "Çok beklersin," dedim ters ters.

"Biz de tüm gün birlikte geçiririz işte, fena mı?"

"Fena olur. En az yirmi beş yaşına gelene kadar alfa falan olamaz, izin vermiyorum."

"Niye? Ben on altı yaşımda alfa olmuştum, o benden daha güçlü."

"Güçlü diye küçük yaşta üzerine bir sürü sorumluluk mu yükleyelim? Hayatını yaşadıktan sonra, ne zaman isterse o zaman alfa olur."

Şaşkınlıkla suratıma baktı. "Ben çalışayım ama çocuğumuz kendini hazır hissedene kadar çalışmasın, öyle mi?"

"Öyle," dedim sinirle. Sonra yanından uzaklaşıp kapıya doğru adımladım. Kapıyı açtığımda, kapının biraz ilerisinde küçük Mete'yi gördüm. Utangaç bir şekilde bana bakıyordu. Geri Han'a baktığımda, bıraktığım yerde hala bana bakmaya devam ediyordu. "Çabuk üzerini giyip aşağıya gel, yemekler hep soğudu," dedim ve bir şey demesine izin vermeden odadan çıktım.

"Günaydın," dedim Mete'nin elini tutmadan önce. Mete yine cevap vermedi ama hafifçe gülümsedi. Hiç tepki vermemesinden iyidir.

Mete'nin elini tutup aşağı indik. Şansımı denemek için önce onu tuvalete götürdüm, belki yüzünü yıkamama bir şey demez diye, yüzü hala kir içerisindeydi. Elimi bırakıp tuvalete girdi, kapıyı kapatınca orada bekledim. Bir süre sonra kapıyı geri açtı ama dışarıya çıkmadı, geri lavabonun önüne gidip ellerini uzattı, boyu musluğa yetişmiyordu. Gülerek yanına yaklaştım, ayaklarının altına koyacak bir şey bulamayınca onu kucağıma aldım, musluğu açtım. Mete hemen yanda duran sabunluktan biraz elini sıkıp iyice elini yıkadı.

"Yüzünü de yıkayalım mı?" diye sordum. Mete aynadan önce bana sonra yüzüne baktıktan sonra yavaşça kafasını salladı. Gülümseyerek onu lavabonun önündeki mermere oturtturdum. Kendi ellerimi ıslatıp Mete'nin yüzündeki kiri temizlemeye çalıştım. Kuruduğundan biraz zor çıkmıştı. Mete ise uslu uslu oturup beni bekledi. Hiç şımarık bir çocuk değildi. Yüzünü temizledikten sonra köşede duran havluyu elime alıp nazikçe çocuğun yüzünü kuruladım. Kendi ellerimi de yıkadıktan sonra onu indirdim. Tekrardan elini tutup mutfağa doğru ilerledik. Han bey daha aramıza katılmamıştı.

Tabakladığım yemekleri yeniden asıtmak için tavaya koydum, biraz ısıttıp geri tabakladığımda Han sonunda yanımıza gelmişti. Siyah kumaş bir pantalon ve siyah bir gömlek giymişti. Gömlek de yakışıyordu pislik adama.

Han benim yanağıma kocaman bir öpücük kondurup masaya ilerledi. Mete'nin de saçlarını okşayıp yerine öyle oturdu. Bugün iki çeşit et yapmıştım ve sanırım biraz fazla yapmışım.

Tabakları sofraya koyduğumda Han benim önümdeki yemeğe bir bakış attı. "Bu aralar sen de et yiyorsun, gözümden kaçmadı," dedi.

"Silah kullanmak için güç toplamam gerekiyor," dediğimde güldü.

"Kararlısın yani?"

"Evet." Hırsla önümdeki etten yedim.

"Bugün de gidemeyiz, birkaç gün daha güç toplamaya çalış," dedi alayla.

"Seni vurduğumda da böyle alay edersin."

"Beni vurmakta da kararlısın yani?"

"Evet." Ağzını açıp tam bir şey söyleyecekken, çatalı tehdit eder gibi ona doğrulttum. "Sakın o cümleyi kurma," dedim. Yine Kuzey'in öğrettiği o saçma cümleyi kuracağına emindim.

"Tamam," diyip gülmesi de bunu kanıtlamıştı.

Bir süre sessizce yemek yedikten sonra ilk kalkan ben olmuştum.

"İlaçlarını iç de göreyim," dedi Han.

"İçerim sonra."  Vitaminler sorun değildi de, psikiyatrinin verdiği ilaç ağır geliyordu. Bunu Han'a söylediğimde doktoru aramıştı, ilk başlarda ağır geleceğini ama sonra alışacağımı söylemişti. Umarım öyle olurdu, çünkü içince başım çok kötü dönüyordu.

"İçtiğini görmeden gitmem, hadi." Han yerinden ayaklanacakken, ondan önce davranıp ayağa kalktım. Mutfak dolabında duran ilaçları içtim. İlaçları içtikten sonra, daha başım dönmeden hızlıca sandalyeye geri oturdum. İğrenç bir ilaçtı. Han benim için iç demeseydi asla içmezdim.

"Başın hala dönüyor mu?" diye sordu Han ilgiyle.

"Daha iyi, azaldı." Azaldığı falan yoktu, endişelenmesin diye öyle söylemiştim. Dün hala çok kötü olduğunu söylediğimde işe gitmek istememişti, zorla gönderdiğimde de yüz kere aramıştı ve bulduğu her fırsatta beni kontrol etmek için eve gelmişti.

"Emin misin?"

"Eminim." Gözlerimi kapattım. "Birazdan geçer." Elimi tuttuğunu hissettim ama gözlerimi açmadım. Açınca daha kötü oluyordu, sanki tüm ev etrafımda dönüyormuş gibi oluyordu. Diğer elime de nazikçe dokunan bir el hissettiğimde gözlerimi biraz araladım ancak bunu yaptığına anında pişman olup hemen geri kapattım. Mete oturduğu sandalyeden kalkmış, yanımda elimi tutuyordu.

Baş dönmesi azalana kadar gözlerimi açmadım, ben kendime gelene kadar ikisi de ellerimi bırakmadılar. O an bir erkek çocuğum olsa nasıl olur diye düşünmüştüm, Mete bizim oğlumuz olsaydı... erkek çocukları anneye düşkün olur derlerdi, güzel olurdu...

Gözlerimi aralayıp ikisine de baktım. "İyiyim," dedim gülümseyerek. İkisi de dikkatle bakıyordu suratıma. "Alışmaya başladım sanırım, o kadar uzun sürmedi." İlk içtiğim gün ayakta duramamıştım.

"Başka ilaç mı yazdırsak acaba?" diye sordu Han.

"Böyle bir şansımız varsa iyi olur." Açıkçası işime gelirdi. Bana kalsa hiç içmemeyi tercih ederdim.

"Ben konuşurum."

"Tamam." Bakışlarım duvardaki saatte kaydı. Saattin sekiz olduğunu görünce "Toplantıya geç kaldın," dedim.

"Yarım saat bekleyebilirler," dedi Han umursamaz bir tavırla.

"Ne kadar da sorumluluk sahibi bir alfa," dedim alayla. "Mete sen Han abin gibi olma. Her yere zamanında giden bir alfa ol, tamam mı?"

Mete gülerek kafa salladı. Bu çocuğun alfa olacağı zamanları görmek isterdim. Çok güzel bir çocuktu, eminim büyüyünce de çok yakışıklı olacaktı. Umarım babası gibi bir alfa olmak yerine daha iyi bir alfa olmayı tercih ederdi. Aksi taktirde bizimle düşman olmaya devam edecekti. Onu düşmanım olarak görmek istemezdim, ya da kendi çocuğumla düşman iki alfa olmalarını hiç istemezdim. Daha çok birbirlerini seven iki alfa olmalarını isterdim. Tıpkı Han'ın babası ve Ülgen sürüsünün alfası gibi...

"Mete'nin örnek alabileceği en düzgün alfa benim. Benden daha iyisi daha doğmadı. Ama sen doğurmak istersen de saygı duyarım." Sıratarak bana baktığında gözlerimi devirdim.

Mete'nin boştaki eli karnıma gitti, bakışlarını bana çevirdiğinde ne demek istediğini anlayabilmiştim. Hamile olduğumu sanmıştı. "Hayır, hamile değilim," dedim. Han'a ters bir bakış atıp "Han abin kendi kendine hayal kuruyor," dedim.

"Hayal ama gerçekleşecek," dedi Han da.

Sonra telefonu çaldı ve telefonuna umutsuz bir bakış attı. Kesin dedesi arıyordu. Büyükler her ne kadar Han'ı dinlemeseler de Han'dan biraz çekiniyorlardı. Çünkü Han en ufak şeye tepki veriyordu. Yanındayken konuşmalarına birkaç kez şahit olmuştum, onlara benimle konuştuğu gibi konuşmuyordu, onlarla tam bir alfa gibi konuşuyordu. O yüzden de Han'a söylemek yerine dedesini arayıp şikayet ediyorlardı. Çünkü bir tek dedesi onunla baş edebiliyordu. Han dedesine de ters davranıyordu ama dedesi altta kalmıyordu, o da fazlasıyla ona tepkisini belli ediyordu. Aslında ikisi de karakter olarak birbirlerine çok benziyorlardı, sürekli zıtlaşıp durmaları da baya komikti.

Han bu sefer adamın telefonunu açmayıp direkt meşgule attı.

"Sen git artık, daha fazla bekletme," dedim.

"Sabahın köründe toplantı yapmasalardı beklemezlerdi," dedi umursamaz bir şekilde. Hala elimi tutup gülerek ona bakan Mete'ye baktı. "Seni de göreceğiz," dedi o da gülerek. Dedesi tekrar arayınca yüzündeki gülümseme anında soldu, telefonu açmak için bir hamlede bulunduğunda hemen telefonu elinden çektim. Yine adama kızacaktı.

"Kızma adama. Onun şu an hiçbir şeyle ilgilenmemesi gerekiyor ama kaç aydır bizim yüzümüzden çalışıp duruyor."

"Tamam, gidiyorum." Yerinden ayaklandı. Önce yanağımı öptü sonra "Eğer bir şey olursa beni hemen ara," dedi.

"Tamam ararım."

"Mete bir şey yaparsa..."

"Üç yaşındaki çocuk bana ne yapacak, Han?" Dün de bu yüzden tereddüt etmişti, korumalar yarım saatte bir kapıya vurup bir sorun var mı diye sorup durmuşlardı. Bu sayede diğer korumaların adını da öğrenmiştim.

"Üç yaşında dediğin çocuk muhtemelen senden daha güçlü."

"O kadar da değil, o kadar güçsüz biri değilim ben."

"Emin öyledir." Alayla sırıtıp geri çekildi. "Bir şey olacağını zannetmiyorum ama ne olur ne olmaz ben korumalara haber veririm, kapıyı beş dakika geç açarsan ya da aramalarıma cevap vermezsen direkt eve gelirim."

"Çağla gelecek, ben duymazsam onu ararsın."

"Kimseyi aramam, sen aç."

"Tamam Han," dedim bıkkınlıkla.

"Bu arada dünkü olayı konuşmadık, geleceğim dedin gelmedin de..."

"Konuşmasak daha iyi. Kuzey'i seviyorum, mutlu olmasını da çok isterim. Sen arkadaşın ile ilgilen, destek ol ama lütfen beni bulaştırmayın. Sen kendi arkadaşın ile ilgilen, ben de kendi arkadaşım ile ilgileneyim."

"Tamam. Kuzey'e seni bulaştırmamasını söylerim."

"Tamam."

"Dediklerimi unutma, aradığımda açmayı sakın unutma."

"Tamam. Bir şey olursa sen de haber ver. Sınırda insanlarla kavga etme," dedim. Kimden bahsettiğimi ikimizde biliyorduk.

"Ona söz veremem."

"Yaralanırsan seni eve almam. Adam gibi işine git gel."

"Kimse beni yaralayamaz," dedi bilmiş bilmiş.

"Ben yine de uyarımı yapayım da." İmayla ona baktığımda güldü. Birkaç kez daha beni öpüp gitmek için mutfağın kapısına doğru ilerledi. Yolcu etmek için hemen ayağa kalktım ama başım dönünce geri oturmak zorunda kalmıştım, üç günde nefret etmiştim bu ilaçtan.

Han gittikten sonra biraz daha oturdum. Mete'ye oturmasını söylesem de elimi bırakıp oturmadı, ben de en sonunda kucağıma alıp oturtturdum. Birkaç kez elini alnıma koyup ateşim olup olmadığına baktı, beni hasta sanmıştı sanırım. Umarım hep böyle masum kalırsın Mete...

Başımın ağrısı biraz azalınca Mete'yi kucağımdan indirdim, onu sandalyeye oturtturup sofrayı topladım. Sonra Çağla gelecek diye sütlaç yaptım, Çağla çok severdi sütlaçı. Hafif, sütlü tatlıları severdi, benim aksime... Ben nerede ağır, bol şekerli şeyler var onu severdim.

Dün yaptığım kurabiyelerden çıkardım. Bir tabağa tuzlu, bir tabağa tatlı kurabiye koyup Mete'nin önüne koydum. "Bakalım sen hangisini daha çok seveceksin, dürüst ol tamam mı?" Mete önündeki kurabiyelere şaşkınlıkla baktı. Sonra işaret parmağı ile kendisini işaret etti. "Senin için olup olmadığını mı soruyorsun?" diye sorduğumda kafasını salladı. "Evet, senin için," dediğimde gözleri parladı. Tatlı kurabiyelerden bir tanesini alıp ilk bana uzattı. "Onlar senin için sen ye, hatta dur sana meyve suyu da koyayım, böyle kuru kuru gitmez bunlar." Hemen arkamı dönüp dolaptaki üç çeşit meyve suyunu çıkardım. Üçünüde masaya koyup "Hangisiniden istersin?" diye sordum. Utangaç bir tavırla ortadaki şeftalili olanı işaret etti. "Bence de, ben de en çok onu severim." Diğer ikisini tekrardan dolaba koyup, mutfak dolabından bir bardak çıkardım. Meyve suyunu bardağın içine doldurup ona uzattım.

Mete bu kez de tuzlu kurabiyelerden birini alıp bana uzattı. Önce benim yemeni istiyordur belki diye bana uzattığı kurabiyeyi aldım, küçük bir ısırık aldım. Ben kurabiyeyi yerken dikkatle beni izliyordu. Sonra önündeki tabaktan bir kurabiye aldı, ısırdı. Çiğnemeye başlarken gözleri büyüdü, sanırım beğenmişti. Ağzındakini bitirdikten sonra ısırdığı kurabiyeyi geri tabağa bıraktı. Bu sefer tatlı kurabiyelerden bir tane alıp ısırdı, onu yerken çok tepki vermedi.

"Hangisini daha çok beğendin?" diye sordum merakla. Eliyle tuzlu olanı işaret etmişti. Sanırım tuzlu kurabiye kurtların damak zevkine daha çok uyuyordu.

Mete kurabiyelerini yerken zil çaldı. Yerimden kalkıp kapıya doğru ilerledim, önce delikten bakıp ondan sonra kapıyı açtım. Çağla gelmişti. "Erken geldin." Çağla can havliyle elindeki poşetleri yere fırlattı.

"Tek başıma canım sıkılıyor, evde oturup ne yapacağım? Kalkar kalkmaz buraya geldim." Ayakkabılarını çıkarıp bana sarıldı. "İstediklerini, hatta daha fazlasını aldım. Han bana maaş bağladı." Kahkaha atıp geri çekildi.

Kerem ve Selin okul için merkeze gitmişlerdi. Çağla orada tek kalmıştı. Sürekli sıkıldığından şikayet edince de, Han ona çıkıp gezsin diye kartlarından birini vermişti. Çağla ilk başta kabul etmese de Han'ın zorlamalarıyla kartı almıştı.

"Teşekkür ederim." Yerdeki poşetleri elime aldım, baya ağır olan poşetleri kenara koydum. Ondan bakım ürünleri istemiştim. Yurtta Çağla ile her gün yapıyorduk ama buraya geldiğimden beri pek yapma şansım olmamıştı, cildimin bozulduğunu farkettiğimde de Çağla'dan istemiştim. Çünkü buradaki ürünlerin markaları farklıydı, hangisinin daha iyi olduğunu bilmiyordum ve tek tek incelemek için de fazla üşengeçtim. Üşenmeyecek, hepsini tek tek inceleyecek tek arkadaşım da Çağla'ydı.

"Hoşuma giden her şeyi aldım. Birlikte deneriz bugün. Ayrıca birkaç parça kumaş da aldım, mezuniyet günü için aklımda çok güzel elbise modelleri var." Evet, elbisemi de Çağla dikecekti. Normalde almayı planlıyordum ama güzel bir elbise bulamayınca Çağla'dan yardım istemiştim, Çağla da sanki bunu dememi bekliyormuş gibi hevesle kabul etmişti.

"Dur tahmin edeyim, beyaz."

"Tabi ki," dedi hemen. "Han'ın mezuniyetinde başka bir renk giymeyi planlamıyordun herhalde? O gün onu mutlu etme günü."

"Düşünmüyordum," dedim gülerek. Nasıl başka bir renk giymeyi düşünebilirim?

"Keşke ben de gelebilseydim. Aslında Kerem'in partneri olarak gitmeyi düşünüyordum ama Selin ile gidecek."

"Selin'le mi?" Şaşkınlıkla sorduğum soruya güldü.

"Evet, biraz zor ikna ettim ama başardım." Havalı bir şekilde saçlarını savurdu. "Bir yere oturup öyle anlatayım, valla bu poşetleri taşıyacağım diye belim koptu."

"Salona geçelim mi? Ama mutfakta bir misafirim var tek kalmasın, onu da alalım."

"Kim?" Ben tam cevap verecekken Mete mutfaktan çıkıp önce Çağla'ya baktı, sonra biz daha ne olduğunu anlayamadan koşarak gelip Çağla'ya sarıldı. Bize ve gördüğü diğer insanlara yaptığı gibi ilk başta korkmadı, çekinmedi. Aksine Çağla'nın geldiğine çok mutlu olmuş gibi, yüzünde büyük bir gülümsemeyle, heyecanlı bir şekilde Çağla'nın bacaklarına sarılmıştı.

Çağla şaşkınlıkla ona sarılan çocuğa baktı. "Bu kim?" diye sordu. Çocuk daha sıkı sarılınca da eliyle saçlarını okşadı.

"Mete o," dedim tereddütle.

Çağla'nın eli durdu. Kaşları havalandı. "Mete mi? Umarım onun oğlu Mete değildir."

"Evet, o."

Çağla bacağına sarılan çocuğu omzundan tutup biraz geriye çekti. Mete hemen kafasını kaldırıp ona baktı. Mete'nin gözleri parlıyordu, umutla bakıyordu Çağla'ya. İçim burkulmuştu biraz...

"Bu çocuğun burada ne işi var ki?" Bakışları hala çocuktayken sordu.

"Anlatırım, hadi gelin oturalım."

"Metecim elimi tut da gidelim, biraz daha ayakta durursam düşeceğim," dedi Çağla gülerek. O gülünce Mete'nin yüzündeki gülümseme daha çok büyüdü, hemen kafasını sallayıp Çağla'nın elini sıkı sıkı tuttu. Çağla'nın çocuğu kıracak bir hareket yapmaması beni de gülümsetmişti. "Normalde çocuklar beni ilk başta hiç sevmezler ama Mete sevdi gibi," dedi Çağla.

Cici annesisin diye bir espri yapacaktım ama hemen kelimeleri geri yuttum.

Birlikte salona girdik. Mete kafasını kaldırmış, elini tutan Çağla'ya yüzündeki gülümseme ile bakmaya devam ediyordu. Kanepeye oturduklarında da elini bırakmamış, kafasını Çağla'nın koluna koyarak daha çok ona sokulmuştu.

"Yakıştınız," dedim gülerek.

"O gün dikkat etmemiştim ama baya tatlıymış bu çocuk. Ben de kendime bir kurt buldum galiba." Bir kahkaha atıp çocuğa yanağını sıktı. "Ama niye üstü başı böyle?"

"Değiştirmeye çalıştık ama izin vermedi. Sabah yüzünü yıkayabildim sadece."

"Korktun mu?" Çağla'nın sorusuna Mete kafa sallayarak onayladı. "Bu ablan korkacağın son kişi bile değil, babanın yaptıklarına rağmen sana kin tutmaz."

"Çağla," dedim uyarıcı bir ses tonuyla. "Çocuğun yanında öyle şeyler söyleme."

"Tamam tamam." Tekrardan çocuğa baktı. "Ama Han'dan korkabilirsin, o biraz gıcıktır."

"Hiç de bile." Anında koruma pozisyonumu aldığımda Çağla güldü. "Mete'ye çok iyi davrandı, değil mi Mete." Mete yine kafasını sallayarak onayladı.

"Hala Mete'nin burada ne işi olduğuna bir anlam veremedim. O sürüyle düşman değiller mi?"

Olayları baştan sona hepsini Çağla'ya anlattım.

"İnsan çocuğunu neden düşman olduğu sürünün sınırına getirir? Hadi Han çocuğa bir şey yapsaydı? Han'ın yerinde başka biri olsaydı kesinlikle yapardı bu arada, ya da senin yerinde başka biri olsa bu çocuğun evine girmesine izin vermezdi. Ne kadar sorumsuz, pislik bir adam bu."

"O yaralı," dedim.

"İyi olmuş, kim yaptıysa eline sağlık," diyince Mete'nin yüzü asıldı.

"Babandan bahsetmiyoruz Metecim," dedim toparlamak için.

"Evet, başka bir sürüsünün alfasından bahsediyoruz," dedi Çağla da hemen. O öyle diyince Mete hemen gülümsemeye devam etti.

"Han vurmuş onu." Çağla gümüş kurşunu bilmediği için ayrıntı vermedim. Kubai'nin normal halkı bile bilmiyorken Çağla'ya söylemem doğru olmazdı. "Mühürlendikten sonra hiç konuşma şansınız olmadığı için uğraşıyor. Ve iyileşemiyormuş. Vücudu senin yanına gelmesi için onu zorluyormuş. Günde yüz defa Han'ı arıyor, Han açmayınca da sınırdan çocuğunu geçirmiş. Çünkü Han onun kokusunu biliyor, kendi sınırdan geçse asla Han oraya gitmezdi."

"Üzülmem mi gerekiyordu?" diye sordu Çağla umursamaz bir tavırla. "Çünkü asla bir şey hissetmedim. Daha beter olsun. Sana yaptıklarımdan sonra umarım en kısa zamanda ölür. Küçük Mete eminim ondan daha iyi bir alfa olacaktır."

Ben de üzülmüyordum açıkçası, benim üzüldüğüm kişi Mete'ydi. "Alfa olmak için daha çok küçük, Han biraz büyüyene kadar burada kalmasını istedi."

"Burada kalsın, onu kendi menfaatleri için kullanan bir babadan çok daha iyidir. Siz rahatsız oluyorsanız benimle kalsın, evde tek canım sıkılıyordu zaten."

"Şimdilik burada kalması daha güvenli. Halk onun burada kaldığını bilmiyor, bilirlerse çok hoş karşılamayabilirlermiş. Şimdilik gizli tutuyoruz, birkaç kişi dışında kimse bilmiyor."

"Sizin çocuğunuz gibi," dedi gülerek.

"Daha çok senin çocuğun gibi," dedim ben de gülerek. "Benden çok, seni sevdi."

"Bence Mete'nin bir tercih şansı olsa sizi seçerdi, değil mi Mete? Annen Zeren, baban Han olsun istemez miydin?" diye sordu çocuğa bakıp.

Tam konuşmuyor diyecektim ama Mete birden "Ben babamı seviyorum," diyince kelimeler boğazıma dizildi.

"Konuştu," dedim şaşkınlıkla. "Bugün üçüncü gün, bizimle hiç konuşmamıştı."

"Niye ki?"

"Bilmiyorum. Korktuğu için sanırım."

"Sen benim annem misin?" Mete'nin bu seferki sorduğu soruyla ikimizin bakışları ilk başta ona döndü sonra şaşkın bakışlarımız birbiriyle kesişti.

"Ne alaka?" dedi Çağla telaşla.

"Değil misin?" Mete hayal kırıklığıyla sordu. Üç yaşında olmasına rağmen çok düzgün konuşuyordu, kelimeleri yutmadan söylüyordu. Kesinlikle çok akıllı bir çocuktu. Ediz ondan büyük olmasına rağmen bu kadar düzgün konuşamıyordu.

"Değilim," dedi Çağla. "Beni annesine mi benzetti acaba diyeceğim ama burada benden başka sarışın görmedim. Belki de saçını boyuyordur."

"Boyasa bile beyaz tenli ve mavi gözlü olduğunu zannetmiyorum, tabi cadı değilse," dedim.

"Bak Metecim." Çağla yumuşak bir ses tonuyla konuştu. "Ben doğal sarışınım, buradakiler gibi boyayla boyamadım yani."

"Babam seni gösterdi." Mete, Çağla'ya daha dikkatli baktı. "Babamın eşisin sen."

Çağla gözlerini devirip bana baktı. "Ters bir şey söyleme lütfen," dedim. Çocuğun kalbi kırılsın istemiyordum, Çağla'nın da kalbi kırılsın istemiyordum, aslında kimsenin kalbi kırılsın istemiyordum ama sürekli birileri kırılıyordu.

"Baban kendi kendine hayal kuruyor," dedi Çağla sahte bir gülümsemeyle.

"Han abi gibi mi?" diye sordu Mete masum masum.

"Han abinin hayalleri gerçekleşti ama babanınki gerçekleşmeyecek."

Mete'nin bakışları bana döndü. "Karnında bebek mi var?" diye sordu.

"Ne?!" Çağla'nın sesi fazlasıyla yükselmişti. Heyecan ve şaşkınlık dolu bir tonda bağırdı.

"Yok öyle bir şey," dedim anında. "Mete bizi yanlış anladı."

"Siz..." Devamını getirmedi ama ne demek istediğini anladım.

"Mahremiyet diye bir şey var," dedim ters bir tonla.

"Bebek var mı?" diye sordu Mete tekrardan.

"Yok bebek falan," dedim. Sesim telaşlı çıkmıştı.

"Şüpheli." Çağla gözlerini kısıp şüpheyle bana baktı.

"Öyle bir şey olsa ilk söyleyeceğim kişi sensin Çağla."

"Söylemezsen seninle bir daha asla konuşmam. Dua et çocuk yanımda yoksa sorgulayacağım çok şey var."

"Yok muymuş?" Mete bu sefer Çağla'ya sordu.

"Maalesef yokmuş Metecim," dedi suratını asarak. "Üzülmedim desem yalan olur."

Mete'nin de yüzü asıldı. "Senin karnında bebek var mı?" diye sordu Çağla'ya.

"Kocayı buldum da bebek kaldı," dedi Çağla gülerek. "Yok bende de."

Mete'nin yüzü daha çok düştü. Çağla'nın koluna da çok sarıldı.

"Üzdün çocuğu, hamile olsaydın üzülmezdi." Çağla'nın dediklerini Mete kafa sallayarak onaylayınca güldüm.

"Han bitti siz başladınız, herkes niye benim hamile kalmamı bekliyor acaba?"

"Geleceğin alfasını doğuracağın için olabilir mi?" diye sordu Çağla.

"Olabilir," dedim gülerek. Eminim şimdiki toplantının ana konularından biri de bizim ne zaman evlenip çocuk yapacağımızdı. Bir de beyaz kurt olacağını bilseler bizi asla rahat bırakmazlardı. Kuzey bile bilmiyordu daha.

"Ben senin çocuğunu sevmek için istiyorum."

"Ben de bebek sevmek istiyorum," dedi Mete.

"Size sevecek çocuk veremeyeceğim henüz, kusura bakmayın."

"Han daha evlenme teklifi etmedi mi?"

"Sürekli bahsediyor, evlenmek istediğini söylüyor ama ortada bir teklif yok."

"Teklifsiz evleneceğinizi düşünmüyor herhalde?"

"Hiçbir fikrim yok."

"Asla!" dedi Çağla. "Teklifsiz evlenirsen seni döverim."

"Tamam," dedim gülerek. Pek bir beklentim yoktu aslında.

"Hiç güven verici bir tamam değildi bu. Gel nikah kıyıp evlenelim dese kabul edecek gibisin."

"Evli gibiyiz zaten. Sadece bir nikah kıysak da yeter."

"Koskoca alfa." Çağla bana kınayıcı bir bakış attı. "Ben senin yerine plan yaparım Zerencim sen kendini hiç yorma. Ama önce senin odun alfanın evlenme teklifi yapması gerekiyor."

"Ona kalsa hemen yapar da benim istediğimden emin olmaya çalışıyor."

"İstiyor musun peki?"

"İstiyorum." Evlilerin yaptığı her şeyi yapıyorduk zaten neden istemeyeyim?

"Bunu belli et o zaman, hemen evlenme teklifi eder."

"Önce bir mezun olsun da, zaten mezun olur olmaz evlenmeyi düşünüyor."

"Ben şimdiden ne giyeceğimi kararlaştırayım o zaman. Mete'ye de bir şeyler alalım, çocuğun üstü başı ne hale gelmiş."

"Onu yıkasak da iyi olacak, sen istersen belki izin verir. Han çok çabaladı ama izin vermedi."

Çağla hala kolunu sıkı sıkı tutan çocuğa baktı. "Seni yıkamamızı ister misin?" diye sordu.

Çocuk kafa salladığında güldüm. "Cici annesini dinliyor." Han'ın bana mühürlendiği zamanlar Çağla benimle çok dalga geçmişti, her fırsatta konuyu ona getirerek benimle uğraşmıştı. Sırf ona mühürlenen kişi Mete diye onunla uğraşmıyordum ama dayanamamıştım.

"Zeren," dedi uyarıcı bir ses tonuyla. "Çocuğun aklına öyle şeyler sokma."

"Ben sokmadım ki, babası sokmuş. Herkese korkarak bakan çocuk seni görür görmez sarıldı, geldiğinden beri ilk defa konuştu."

"Keşke babası değil de küçük Mete bana mühürlenseydi... Şu tipe bak. Büyüyünce ne kadar yakışıklı olur bu. Tam bir beyefendi gibi konuşuyor, tane tane. Büyümesini beklerdim ben."

"Babasına benziyor."

"Hayır, neresi benziyor? O herif bu kadar tatlı mı?"

Çağla her ne kadar inkar etse de aynı babasıydı. Adam kendinden bir tane daha yapmış resmen. Konuşma tarzı da benziyordu. O pislik de tane tane ve sakin bir tonda konuşuyordu. Tek farkları küçük Mete masumdu, babası ise pisliğin tekiydi.

"Giyecek bir elbisesi var mı?" diye sordu Çağla.

"Han, Ediz'in elbiselerinden getirdi ama büyükler biraz. Han yenilerini almak istedi ama dikkat çekmemek için almadı." Bakışlarım Mete'ye kaydı. Onun bakışları da hala Çağla'nın üzerindeydi, bizi dinliyormuş gibi durmuyordu. "Han'ın dedesi de vermek istemedi aslında, Han ile tartıştılar biraz."

"Neden?"

"Düşman sürüden birini, hem de bir alfa varisini buraya nasıl getirirsin diye kızdı. Özelliklede eşini öldürecek olan adamın çocuğu diye bağırdı, Han da çocuğun ne suç var diyince zıtlaştılar. Dün akşam Ediz ile birlikte yemeğe geleceklerdi, o kadar şey yaptım ama gelmediler..."

"Adam da kendine göre haklı, başkası olsa asla kabul etmezdi ama..." Ona hayran hayran bakan çocuğa baktı. "Onun da hiçbir şeyden haberi yok, onu suçlamak da doğru değil. Han doğru olanı yapmış, dedesi de anlayacaktır."

"Han umursamadı zaten, yaptığım her şeyi Mete ile birlikte oturup yediler," dedim gülerek. "Sen geleceksin diye pasta, kurabiye ve biraz sarma saklayabildim ama hiç yemek kalmadı. Ben Han'dan daha çok üzüldüm."

"Han zaten bir tek seni takıyor," dedi Çağla da gülerek. "Diğer insanlar adamın umrunda değil."

"Hayır, sadece belli etmiyor. Diğer insanlar umrunda olmasa Mete'yi buraya getirmezdi, yakaladığı an sınırdan geri gönderirdi."

"Doğru... Beni de burada tutmak zorunda değil ama bana bir ev verdi, ihtiyaçlarımı alayım diye bir kart da verdi. Aslında iyi biri, sadece gıcık."

"İnsanları sinir etmeyi seviyor."

"Yine de seviyorum Han'ı, soğuk da olsa bir şekilde kendini sevdirmeyi başarıyor. Kerem bile seviyor." Çağla yanında oturan çocuğu kucağına çekti. "Beş yaşındaki bir çocuğa göre fazla ağırsın sen."

"Üç yaşında," dedim.

"Üç mü?" Kucağındaki çocuğa şaşkınlıkla baktı. "Beş, altı vardır diye düşünüyordum," dedi.

"Boyları uzun diye öyle duruyorlar, alışırsın." Mete hiç üç yaşında gibi durmuyordu gerçekten de. İlk başta ben de beş yaşında olduğunu düşünmüştüm.

"Gidip bu üç yaşında ama beş yaşında gibi duran çocuğu yıkayalım, böyle dolanmasın ilerideki kocam."

"İlerideki çocuğun demek isterdim ama şakası bile çok kötü."

"Bence de." Mete'yi kucaklayıp ayağa kalktı.

Çağla ve Mete'yi alt kattaki banyoya yönlendirip Han'ın getirdiği kıyafetleri almak için Mete'nin kaldığı odaya gittim. Kıyafetleri alıp hemen geri yanlarına indiğimde Çağla suyu ayarlamaya çalışıyordu. Mete kıyafetlerini daha çıkarmamıştı.

"Kendi yıkanmak istiyor," dedi Çağla.

"Üç yaşındaki çocuk nasıl kendi yıkansın?" Tamam güzel konuşuyor, kelimelerini özenle seçiyor olabilir ama tek başına yıkanacak kadar da değil.

"Ben de öyle dedim ama evde hep tek başına yıkandığını söyledi, kurtlara özgü bir şey olabilir mi? Baksana konuşması da çok düzgün, benden iyi konuşuyor."

"Bilmem... Ama o zaman niye Han yıkamak istesin ki?"

İkimizin bakışları da Mete'yi bulduğunda, Mete ikimizin elini de tutup kapıya doğru yönlendirdi. Çocuğun çekişine ayak uydurdum ama uydurmasaydım da bu çocuğun beni sürükleyecek gücü vardı kesinlikle, Han endişelenmekte haklıymış.

Mete bizi kapının önüne kadar götürdüğünde ikimizinde elini bıraktı. "Bir ay sonra dört olacağım," diye tane tane konuşup kapıyı yüzümüze kapattı.

"Büyümüşte geri küçükmüş gibi," diye mırıldandı Çağla.

"Erlik sürüsünün gelecekteki alfası fazla zeki... Benim çocuğumu ezmesin bu?"

"Yapabilir..."

"Hayır, yapamaz çünkü benim çocu-" Aklıma gelen şeyle hemen sustum. Benim çocuğum beyaz kurt, herkesten daha güçlü ve kurnaz olacak diyemezdim. Çağla'ya güveniyordum ama bir kişinin bile bilmesi gelecekteki çocuğumu riske atabilirdi.

"Senin çocuğun ne?"

"Daha zeki olur," dedim.

"Umarım. Yoksa bu çocuk buradaki herkesi yer."

"Babasına çekip bencil olmasın da."

İkimizde bir şey olur diye banyonun önünden ayrılmadık. Mete de içeride uzun bir süre kalmadı, üstünde kendine büyük gelen kıyafetlerle banyodan çıktı.

Saçı hala ıslak olduğundan Çağla bir havlu alıp saçına tuttu, ben de kurutma makinesi ve bir tarak alıp geldim. Çağla saçını tarayıp kuruladığında gülümseyerek, sessizce oturup bekledi. Saçını kurttuktan sonra Mete'nin önünde eğilip, sınırı geçerken düşüp yaraladığı bacağına baktım. Görünürde yara yoktu, tamamen iyileşmişti. Sanırım kurtların en sevdiğim özelliklerinden birisi buydu, çabuk iyileşiyorlardı ve geriye ufak bir sıyrık bile kalmıyordu. Keşke benim bacağımdaki iz de olmasaydı. Bakışlarım Çağla'nın bileklerindeki derin kesik izlerine gitti, fondöten ile kapatmaya çalışıyordu ama izler çok belirgindi. Keşke Çağla'nın bileğindeki izleri de yok edebilsem.

Mete'nin paçalarındaki fazlalığı katladım, çocuğun ayağına dolanmasın diye. Sonra kollarını katladım.

"Bilseydim Mete'ye de kıyafet alırdım."

"Senin alman daha çok dikkat çekerdi."

"Zaten burada olmam yeterince dikkat çekiyor, dışarıya çıktığım an herkesin bakışları bana dönüyor."

"Benim arkadaşımsın diye buradasın sanıyorlar, kimse Erlik sürüsünün alfasının sana mühürlendiğini bilmiyor. Öğrenirlerse seni de burada rahat bırakmazlar."

"Gitmemi mi isterler?"

"Tam tersi. Ben kaçırılmadan önce olsaydı seni burada istemezlermiş. Han ile konuşmuştuk bunu, Selin'e bile söylemeyecekmiş ama seninle ilgilensin diye söylemek zorunda kalmış. Kerem'e söylediği için de Selin'e biraz kızdı." Bunu hastaneden çıktığım da, hafızam yerine geldiğinde konuşmuştuk, rüyalar başlamadan önce. "Seni burada misafir sanıyorlar. Normalde eşlere dokunulmuyormuş, özellikle bizim gibi savunmasızlarsa. Han, eğer Mete'nin bir eşi olduğunu bilirlerse onu rahat bırakmaz kimse dedi. Ben ölüyordum ve ben ölürsem kendi alfaları da ölecekti ve soy bozulacaktı, bu dünyadaki herkesin en çok korktuğu şeyin bu olduğunu söyledi."

"Öğrenirlerse?" diye sordu şaşkınlıkla.

"Tıpkı onun yaptığı gibi soyun bozulması için ellerinden geleni yaparlar."

"Yani beni..."

"Evet," dedim hemen. Cümlenin devamını Mete'nin yanında getirmesini istemedim. Eğer öğrenirlerse hem Çağla'yı hem de Mete'yi öldürürlerdi. Buradaki sistem sertti, kuralları keskindi, intikamcı bir türlerdi... Eğer Çağla benim arkadaşım olmasa, Han bana değer veriyor olmasa ben büyülendiğim gün onu öldürürdü, bunu açık açık söylemişti zaten. Mete'nin de büyüyü bozmak için bu yüzden bu kadar uğraştığını, Çağla'nın arkadaşı olmasam Han'dan korkacak biri olmadığını söylemişti. Küçük Mete'yi de kendine benzetiyordu, bunu bakışından bile anlayabiliyordum, fazlasıyla belli ediyordu.  O alfa Mete ölsün istiyordu, Çağla ve küçük Mete değil.

"Ben burada yaşamaya geri mi dönsem?" Çağla'nın gözleri fal taşı gibi açılmıştı.

"İstiyorsan gel ama dikkat çekmediğin sürece kimse bir şey öğrenmez, bilenleri de Han tehdit etti." Beni tek huzursuz eden İnci'ydi, onun bilmesini beni rahatsız ediyordu. Kuzey kimseye söylemez demiş ama çok güvendiğimi söyleyemem.

"Bunlar hep o pislik yüzünden."

"Bizim eve gel," dedi Mete. Gözlerini açıp beklentiyle Çağla'ya baktı. Babasından bahsettiğimizi anlamamıştı sanırım.

"Baban ölürse eğer gelirim," dediğinde çocuk ellerini kendine doğru çekti, bakışlarındaki hayal kırıklığını net bir şekilde görmüştüm.

"Çağla, ne biçim konuşuyorsun? Öyle söylenir mi çocuğa?" Tavrı bu sefer beni gerçekten sinirlendirmişti. Mete'yi kendime doğru çekip kollarımı bedenine sandığımda gözleri dolmuştu. Ne olursa olsun Mete onun babasıydı, kimse babası hakkında böyle bir şey duymak istemezdi, hem de bu yaşta küçük bir çocuk. Her ne kadar olgun da olsa çocuktu sonuçta.

"Ayyyy," dedi Çağla uzatarak. "Bir an boşluğuma geldi, seni üzmek istememiştim." Çocuğun gözlerinden akan yaşları görünce daha çok pişman oldu, kanepede biraz kayıp bize yaklaştı. "Özür dilerim, şaka yaptım ben."

Mete kollarını belime dolayıp kafasını göğsüme yasladı, dolu gözlerini kaldırıp bana baktı. Benden de onay bekliyordu sanırım. "Çağla ablan hep kötü şakalar yapar, bakma sen ona," dedim.

"Babam ölecek mi?" Konuşurken sesi titredi. "O hasta."

"İyileşecek," dedim hiç iyileşmesini istemememe rağmen.

"Evet, eminim iyileşecektir." Çağla yavaşça çocuğun koluna dokundu.

"Sen gelmezsen ölecek," diye mırıldandı. Gözlerini kapatıp bana daha çok sokuldu. Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladığında Çağla ile birbirimize baktık. İkimizde ne yapacağımızı bilememiştik.

"Tamam ağlama gelirim ben." Çağla'nın bir anda söylediği şeyle çocuğun ağlaması durdu, ikimizinde bakışları anında Çağla'yı bulduğunda sadece omzunu silkti. "Gel, barışalım." Kollarını açıp Mete'ye içten bir gülümseme ile baktı. Mete heyecanla kollarını benden çekip Çağla'ya sarıldı. Çağla çocuğu kendine daha çok çekip ağız hareketiyle 'Ciddi değilim' dedi. Sesi çıkmasa da ne demek istediğini anlamıştım, zaten ciddi olduğunu düşünmemiştim. Çağla öyle tehlikeli birinin yanına gitmezdi. 

O gün tüm gün birlikte vakit geçirdik. Yemek yedik, bol bol bakım yaptık, Mete ile oyunlar oynadık... Akşam Han geldiğinde Çağla'nın burada kalmasını istemiştim ama Çağla gitmek için ısrar etmişti, Han da onu götürmüştü. Birden Çağla'nın morali bozulmuştu, sebebini sorsam da söylememişti.



#########




"Ağlamak istiyorsan ağla, böyle çok tuhaf duruyorsun." Han göz ucuyla kendini tutmaya çalışan kıza baktı.

"Niye ağlayayım?" diye çıkıştı hemen Çağla. Ama sesinin titremesi onu ele vermişti.

"Gördüğünü biliyorum, gözlerim yeterince keskindir."

Çağla cevap vermedi. Gözlerini kaçırıp camdan dışarıya baktı. Bugün Kuzey cadı bölgesine gitmişti. Çağla ve Kuzey hala sosyal medya hesaplarından takipleşiyorlardı ve Kuzey, İnci'yi hastaneye götürdüğü bir fotoğraf paylaşmıştı, karnı açık bir İnci ve elinde  ultrason fotoğrafı tutan Kuzey...

Han, Çağla'nın dolu gözlerini hemen fark etmişti. O sırada televizyon izliyorlardı. Çağla'nın elinde her zamanki gibi telefon vardı, her fırsatta telefonuyla uğraşıyordu, elinden telefon hiç düşmüyordu zaten. Han fark edince kafasını uzatıp telefon ekranına bakmıştı. Kuzey ona aynı fotoğrafı özelden attığı için görmüştü ama paylaştığını bilmiyordu.

"Bir gün böyle olacağı belliydi ama," dedi Han. Yoldan bakışlarını çekip ara ara kıza bakıyordu. Teselli verme konusunda iyi değildi, özellikle de kadınları nasıl teselli edeceğini hiç bilmezdi. Tek kız arkadaşı İlayda'ydı, onu da ne zaman teselli etmeye kalksa İlayda'dan azar işitiyordu. Teselli verirken fazla dürüst oluyordu.

"Biliyorum," diye mırıldandı sessizce. "Gitmek istiyorum."

"Nereye?"

"Merkeze, yurda, okula... hatta mümkünse kendi dünyama."

"Mümkün değil," dedi Han net bir şekilde. Çağla'yı kendi dünyalarına gönderse Zeren onu gerçekten vururdu.

"Burada kalamam." Ağlamamak için kendisini tuttuğu süre zarfı burada sona ermiş, gözlerinden yaşlar hızla akmaya başlamıştı.

"Buradan başka gidebileceğin tek bir yer var." Nereden bahsettiğini ikisi de biliyordu. Çağla için en güvenilir yer Erlik sürüsüydü, burada her şeyi gizledikleri için güvendeydi yoksa burası da onun için tehlikeliydi.

"Oraya gitmeyeceğimi biliyorsun."

"Biliyorum. O yüzden burada kalmaya devam edeceksin." Han'ın farklı planları vardı, bunun için Çağla ile konuşmak istiyordu ama bu konuşmanın bu kadar erken gerçekleşeceğini o da beklemiyordu.

"Burada kalamam." Bebek olduğuna göre yakında evleneceklerdi ve Çağla düğüne gitmese bile ister istemez her şeye şahit olmak zorunda kalacaktı, Çağla bunu istemiyordu. Buradan en kısa sürede gitmek, bir daha da asla geri dönmemek istiyordu.

"Seni merkeze götürsem seni asla rahat bırakmazlar. Erlik sürüsünün betaları rahat bıraksa bile diğer sürüdekiler rahat bırakmaz. Ben Zeren'i bir sürüden zor koruyordum, Erlik sürüsünü seven bir tane bile sürü yok."

"Onun bana mühürlendiğini kimse bilmiyor, öğrenmezlerse bir şey olmaz." Hıçkırıkları çoğalınca, Han tereddütle kıza baktı. Çağla'yı kesinlikle İnci'den daha çok seviyordu, o da Kuzey'in Çağla'ya mühürlenmesini daha çok isterdi.

"Senin merkeze gittiğini öğrenir öğrenmez peşine takılır ve insanlar çok kısa bir sürede sana mühürlendiğini anlar."

"Ben uzak durmasını söylerim, betalarına sahip çıkmasını da söylerim."

Han, Çağla'nın kaldığı evin yolundan sapıp başka sokaklara girdi, konuşmak için daha fazla zaman kazanmak istedi.

"Bir süreliğine uzak durur ama sonra yine peşine takılır. Adam zaten kaç aydır ayrı, üstelik yaralı."

"Ne yapayım o zaman?! Burada kalıp çocuklarını mı seveyim?!" Çağla'nın sesi yükseldiğinde Han arabayı durdurdu. Çağla ona kızacağını sanmıştı ama Han hiç beklemediği bir şey söylemişti.

"Erlik sürüsüne git."

Çağla'nın ağzı ve gözleri şaşkınlıktan açılırken "Ne?" diyebilmişti sadece, ağzından başka bir kelime çıkmamıştı. Aslında o an ne saçmalıyorsun diye bağırması falan gerekiyordu.

"Küçük Mete'yi de al ve git."

"Han..." Şaşkınlıktan cümlenin devamını getiremedi. Onu oraya, o pisliğin yanına mı gönderecekti?

"Bak." Han bedenini çevirip Çağla'ya daha dikkatli baktı. "Kendi dünyana gitmek için henüz doğru bir zaman değil, ne zaman gidebileceğinizi de henüz bilmiyoruz. Merkeze gitsen bir günün bile rahat geçmez. Mete ilk ayını tek başına, acılar içerisinde geçirdi, daha fazla geçirmek istemez. Hadi diyelim ki seni dinledi uzak durmaya çalıştı, en fazla iki hafta durabilir, aynı şeyleri ben de yaşadım. O rahat bıraksa bile betaları daha fazla güçsüz bir alfaya katlanmak istemezler. Ben merkezde seni korumak istesem bile okulda binlerce Erlik sürüsünden öğrenci var, nereye kadar seni koruyabilirim? Mete dayanabilirse, ki hiç zannetmiyorum... iki hafta sonra peşine takılmaya başlayacak ve bu sayede herkes onun sana mühürlendiğini öğrenecek. Onlar öğrendiği zaman herkes seninle uğraşmaya başlayacak, herkes bir anda seni düşmanı olarak görmeye başlayacak. Burada kal, burada kalmak istemiyorsan Erlik sürüsüne git, senin için başka bir seçenek yok."

Çağla ağlamaya devam ederken elleriyle yüzünü kapattı. "Neden bunları yaşamak zorundayım? Şimdi Zeren'i daha iyi anlıyorum," dedi boğuk sesiyle. Her zaman Zeren'i bu konuda yargılardı, Han kötü biri dediklerinde 'Ne var, sana kötü olmayacak sonuçta' derdi. Han kötü değildi ama Zeren'in başıma gelmeyen de kalmamıştı ve onu rahatsız eden sadece iki sürü vardı. Bu durumun çok da hoş olmadığını, kabul edilmesi zor olduğunu anlamıştı. Mete de ona kötü olmayacaktı ama kötüydü işte... Zeren'e yaptıklarını yapmasa bile bir çocuğu vardı. Küçük Mete'yi sevmiş olsa da çocuklu bir adamla evlenmek hayalleri arasında yoktu.

"Zeren'i anlamanı istemezdim..." Zeren'i, Han da anlıyordu, her zaman da anlamıştı zaten ama uzak durmak istese de duramamıştı. Yanında hıçkıra hıçkıra ağlayan kıza baktı, onun da bir suçu yoktu. Bu durumda kalmayı da hak etmiyordu. Mühür karşılıklı olsa, onlarda bizi seçti gibi bir bahaneleri olurdu ama tek taraflı mührün hiçbir bahanesi yoktu. Kendileri beğenmiş ve mühürlenmişlerdi, hiçbir şeyden haberleri olmayan iki kızı da tehlikeye kendileri atmıştı. Han bu konuda hep bir vicdan azabı duyuyordu, bu yüzden de Zeren'i üzmemek için ayrı bir çaba sarf ediyordu, o ne isterse onu yapıyordu. Bunun sebebi sadece mühürlü olması değildi. Zeren'in bir zorunluluğu olmamasına rağmen, az kalsın ölecek olmasına rağmen yanında kaldığı için minnettardı. Ve bu yüzden diğer mühürlü insanlara göre çok daha fazla hassas davranıyordu eşine.

"Anlıyorum ama! Ve bundan nefret ettim. Geri sizin eve dönelim, ondan özür dilemen gerekiyor."

"Şimdi bunun sırası olduğunu hiç sanmıyorum," dedi Han.

"Neyin sırası o zaman?" Çağla'nın ağlaması git gide daha çok şiddetlendi. "Ne yapacağım ben şimdi?"

"Tüm her şeyden kurtulmak ister misin?"

"Beni öldürecek misin?" Her şeyden kurtulmaktan bahsettiğinde aklına başka bir şey gelmemişti.

"Saçmalama. Mete'yi öldürmekten bahsediyorum."

"Küçük Mete ne olacak o zaman?"

"Alfa olur."

"O ölürse merkeze gidebilir miyim?"

"Evet."

"O zaman benim için onu öldürür müsün?" Çağla bunu dediğine kendi bile inanamamıştı. Kimsenin ölmesini isteyebilecek biri değildi ama buraya geldikten sonra herkes gibi o da değişmişti.

"Öldüreceğim. Ama onun o kadar kolay ölmesini istemiyorum."

"O ölene kadar burada kalmak istemiyorum. Zeren anlattı baya acı çekiyormuş, yaralıymışta yetmez mi?"

"Yetmez." Han'ın sesindeki soğukla Çağla da ürpermişti. "Başına daha kötü bir şey gelemez diyordum ama aklıma daha kötü bir şey geldi. Onu daha beter etmeden ölmesine izin vermem."

"Ne istiyorsun?"

"Senin casusluk yapmanı."

"Nasıl yani?" Çağla ağlamayı bırakıp merakla Han'a baktı.

"Erlik sürüsüne git ve onun yakınında ol. Neler yaptığını da tek tek bize bildir. Onun işlerini bozmak o kadar zor bir şey değil, amacım onun ne yaptığını öğrenmek değil, umrumda da değil açıkçası."

"O zaman neden casus olmamı istiyorsun?"

"Eşinin hain olduğunu zannetsin diye. Sırf daha fazla acı çeksin diye. İhanet ölümden çok daha beterdir. Ölmeden önce tüm kötü duyguları tek tek yaşasın istiyordum ve o acı çekerken her şeye şahit olmak istiyorum."

"Yaptığım şeyi öğrenirse beni öldürmez mi?" Çağla dehşete düşmüş gibi Han'a baktığında Han güldü.

"Kimse eşini öldüremez."

"Betaları öldürür."

"Betalarına söylemeye cesaret edemez. Söylese bile alfa eşini öldüremezler, yoksa alfaları da ölür."

"Bu istediğin şey..."

"Çok fazla, farkındayım," dedi Han, Çağla'nın cümlesini tamamlayarak. "İnci'nin hamile olduğunu bilmeden önce düşünmüştüm bunu, bu yüzden onları bahane ederek seni zorlamayacağım. O zaman da sana seçim şansı tanıyacaktım, şimdi de seçim şansı tanıyorum. Ya burada kal ya da Erlik sürüsüne git. Eğer merkeze gitmek istiyorum dersen de seni gönderirim, ama bil ki gidersen çok daha kötü olur. Seni tutup her türlü Erlik sürüsüne götürürler ve her şeyini elinden alırlar, bizi arayacağın bir telefonun bile olmaz. Ben seni götürürsem Mete'ye haber veririm, sana verdiğim hiçbir şeye de sen izin vermediğin sürece dokunmaz, betaları da onun emrine karşı gelmez. Zamanı geldiğinde de ben Mete'yi öldürürüm, sana mühürlü bir kurt da kalmaz. Burada kalmak istersen de istediğin kadar kalabilirsin, sırrını söyleyen bir kişi bile olursa onun kafasını koparırım."

"Buradakiler öğrenirse de ölürüm." Çağla elinin tersiyle gözlerindeki yaşları sildi.

"Sen kabul etmesen de, onunla evli olmadan da Erlik sürüsüne mensupsun. Erlik sürüsünden olan kimseyi burada istemezler, özellikle de son olaydan sonra."

"O adam öldükten sonra burada yaşayabilir miyim? O zaman kabul ederler mi beni?"

"Öğrenmemelerini sağlarım. Ama olurda öğrenirlerse de, onun ölmesine yardım ettiğin için seni kabullenirler."

"Bu dünyada rahat bir şekilde, istediğim yerde yaşamam için onun ölmesi gerekiyor..." diye mırıldandı.

"Evet."

"Sadece onu öldüremez misin?" diye sordu Çağla yalvarır gibi. "Bu olaylara hiç girmeden öldürsen ve ben hayatıma devam etsem? Lütfen Han." Dolu gözlerle baktı Han'ın gözlerine.

"Onu şimdi öldürsem bir şey değişmeyecek. Erlik sürüsünü tamamen yok etmeye gücümüz yok." Savaşta çok fazla gümüş kurşun kaybetmişlerdi ve Han savaş yüzünden diğer dünyaya uzun bir süredir gitmiyordu. Zeren kaçırıldığında ve Mete'yi kurşun manyağı yaptığında da fazla harcamıştı. Erlik sürüsü kalabalık ve büyük bir sürüydü, kazanmak için daha çok kurşuna ihtiyaçları vardı. "Betaların hepsini öldüremem, bir kişi bile sağ kalırsa inkam almak için gelirler. İntikam için ilk senin yanına gelirler, alfalarının senin yüzünden güçsüz düştüğünü ve öldüğünü söyleyip seni öldürdüler. Sonraki hedef de Zeren olur."

"Ben gitsem yine peşime düşecekler, yine beni öldürecekler. Hem o zaman daha sağlam sebepleri olacak, ihanete etmiş olacağım."

"Sen ona acı çektirdiğin süreçte ben gücümü toplayacağım, sadece Mete'yi değil onunla beraber tüm betaları öldüreceğim. Bir tek küçük Mete ve çocuklar kalacak. Küçük Mete'nin ölmesini istemiyorum. Muhtemelen onlarda büyüdüklerinde intikam almaya çalışacaklar, onlarlada bir şekilde baş edeceğiz artık."

"Onun acı çekmesini ben de istiyorum, Zeren'e yaptıklarından sonra onun ölmesini isteyecek kadar ondan nefret ettim ama buna cesaretim yok."

"Ben gücümü toplayana kadar burada da kalabilirsin, dediğim gibi bu konuda seni zorlamayacağım. Daha fazla acı çekmesini her şeyden çok istiyorum ama istemediğin bir şeyi sana zorla yaptıracak da değilim, sana seçim şansı sunuyorum."

"Artık burada kalmak da istemiyorum." Bakışlarını Han'dan kaçırdı. "Burada kalırsam da ben acı çekeceğim."

"Düşün ve kararını ver. Her ne karar verirsen ver saygı duyacağım," dedi Han, daha fazla bu konu hakkında bir şey demek istememişti. Arabayı çalıştırıp sürmeye başladığında da sessiz kaldı. Arabada Çağla'nın iç çekişlerinden başka bir ses yoktu.



























🤍

Continue Reading

You'll Also Like

4.9K 410 6
"Lan bu çok şirin yanımıza alalımmı abi?" Dedi arkadaki adamlardan biri hevesle. Neyi yanına alıyor ki? Arkama dönüp konuşan kişiye şaşkınca baktım b...
15.1K 1.8K 22
"Yayınımızı bir son dakika haberi ile bölüyoruz sayın seyirciler. Son üç yılda adından çokça bahsettiren, bilinen 172 cinayet işleyen Lehep şimdi de...
7.4K 577 26
İki genç kız... Kendilerini, sonundan ölümüne nefret ettikleri o romanın içinde bulurlar. "Ben olsam..." ile başlayan cümleleri, gerçekten bir karşı...
25.1K 1.7K 16
Yaptığın hata affedilmezdi... Kader hiç bir zaman bir hatanın telafisine müsaade edecek kadar iyi olmamıştı. Hata hayatın içinden bir yoldu. Ve geri...