Nazende (bxb)

بواسطة queenhurrem

450K 35.5K 10.8K

Yıllardır beni kardeşi yerine koymuş bir adamda takılı kalacak kadar aşıktım. NOT: Hikaye eşcinsel evlilikler... المزيد

bir
iki
üç
dört
beş
altı
yedi
sekiz
dokuz
on
on bir
on iki
on üç
on dört
on beş
on altı
on yedi
on sekiz
on dokuz
yirmi
yirmi bir
yirmi iki
yirmi üç
yirmi dört
yirmi beş
yirmi altı
yirmi sekiz
yirmi dokuz
otuz
otuz bir
otuz iki
otuz üç
otuz dört
otuz beş
otuz altı
otuz yedi
otuz sekiz
otuz dokuz
kırk
kırk bir
kırk iki
kırk üç
kırk dört
kırk beş
kırk altı
kırk yedi

yirmi yedi

9.1K 748 384
بواسطة queenhurrem

Yazardan,

Sırtını evin duvarına yaslamış sigarasının izmaritini ayakkabısının ucuyla ezen Fırat derin bir nefes verip üzerindeki polo yaka tişörtün yakalarını düzeltti. Baran yanında arabaya yaslanmış duruyordu. Gidip geldiğinden beri durgun oluşu Fırat'ın gözünden kaçmamıştı ancak aralarındaki iletişim birisi bir şey anlatmadan hiçbir şey sormamaya dayalı olduğundan bir şey diyemiyordu.

"Ben Karaca'nın yanına gidiyorum."

Başını salladı.

"Gelmeyecek misin?" dedi şaşkınlığını gizlemeyerek. Kesinlikle Karaca'nın uyarılacağı en ufak konuda bile Baran Fırat'tan önce uyarmak için giderdi çünkü Fırat uyardığında Karaca hem dinlemiyor hem de tartışıyorlardı.

Baran kollarını birbirine geçirirken başını havaya kaldırdı.
"Yok."

"Hayırdır niye?" dedi kaşlarını çatarak.

Birkaç saniye cevap vermekte gecikip tekrar göz teması kurdu Fırat'la.
"İkimiz birden üstüne gitmiş gibi olmayalım."

Garipsedi Fırat. Normalde en ufak konuları bile beraber tartışırlardı ancak Baran Karaca'yı öz abisi olmamasına rağmen kendisinden iyi tanıdığından belki de bu durumda da kendisinin düşünemediği bir şeyi düşünüyor olabilirdi.

"İyi." diyerek içeriye girdi.

Karaca'nın odasına girerken kendine sık sık sakin olması gerektiğini hatırlatıyor ama başarılı olamıyordu. Bir kansızın çıkıp kardeşini kendisinden ayırabileceği ihtimali tüm sinir sistemini bozuyordu. Hele de o kişi aynı mahallede büyüdüğü ve arkadaş olduğu birisiyse... Yine de her ne kadar belli etmese de o da Karaca'nın mutluluğunu istiyordu ancak bu konuda Yusuf'a güvenip güvenmemesi gerektiğini kestiremiyordu.

"Hasbinallah. Allah'ım sen bana sabır ver, karşımdaki mala da akıl ver." diye mırıldanıp odasının kapısını çalmadan açtı.

Karaca kulaklıkları takılı, yatağa yüzüstü uzanmış yine dinlediği Fırat'a göre antin kuntin olan yabancı şarkılardan birisini söyleyip elindeki buzlu kahvenin buzlarıyla oynuyordu.

"Hşş, hop! diye bağırdı.

O bağırana kadar Karaca fark etmemişti abisini. Sırtının üzerinden ona bakıp göz devirerek önüne döndü.

"Ne var?"

"Kapat şunu."

"Abi Allah için çık odamdan ya."

"Kapat lan bir şey konuşacağım."

Oflayarak tabletini kapattı ve bağdaş kurarak abisine döndü.
"Evet başla abi. Niye Yusuf'un arabasındaydım? Ne işim var o adamla? Allah bizi kahretsin! Ben niye onunla konuşuyorum? Niye senden gizliyorum? Niye yalan söylüyorum? Anlat hadi hızlı anlat. Ne söylersem söyleyeyim kendi bildiğini okuyacaksın zaten. Kendi hissettiklerine inanacaksın." dedi yüzündeki yarım gülümsemeyle.

Fırat burnunu çekip söylediği hiçbir şeyi kâle almadan başını başka yöne çevirdi.
"İstiyorsan eğer, hakkında bazı araştırmalar yapmam şartıyla sizi rahat bırakırım." dedi.

Karaca kaşlarını çattı.
"Ne?"

"Dır dır dır başımın etini yedin itin biri için. Madem bir şeyler var bari düzgünce söyle biz de ona göre bakalım yolumuza."

Derin bir nefes verdi Karaca. Şok olmuştu. Abisinin kafasına ya taş düşmüştü ya da Esra yenge gerçekten sözleriyle etkilemişti onu. Ne olursa olsun bu gelişme onu mutlu ettiğinden onunla bu konuda uğraşıp dalga geçerek kızdırmak istemedi.

"Abi Yusuf'la benim aramda bir şey yok." dedi sakince.

"Ne? Yoksa gönül mü eğlendiriyor o namussuz?"

"Hayır abi hiçbir şey yok arada. Siz bu sefer gerçekten kafanızda kurdunuz."

"Düzgün anlat şunu, keyfinden benden küfür yemedi herhalde. Bir şey var belliki."

İlk kez abisiyle böyle konuları konuşacak olduğu için kendini çok stresli hissediyordu. Sanki biraz yanlış konuşsa abisi her an ortalığı birbirine katacak gibi geliyordu. Elini ensesine götürüp saçlarıyla oynadı.

"Ya abi işte. Bir şeyler hissediyormuş ama ikimiz için de ötesi olmadı."

"Niye?" dedi abisi de direterek.

"Olmadı işte. Emin olamadım." diye mırıldandı. Direkt istemedim derse abisi neden istemediğini çok kurcalayacaktı ve zaten stresliyken ağzından yanlış bir şeylerin çıkmasından korkuyordu.

"Allah Allah. Eee?"

"Eee'si o kadar işte. Dün de kafede denk geldik bırakmak istedi ben de hayır demedim."

Fırat bir şey demedi. Aralarına kısa süren bir sessizlik girdikten sonra Karaca'nın masasındaki dudak parlatıcısını elinde çevirirken yine ona bakmadan konuştu.

"Ben anlamam. Bu saatten sonra bir şey olacaksa da ilk ben bileceğim. Bak sana kızmıyorum da. Eyvallah hayatına birisini almak istiyorsan alabilirsin. Tabii benim kontrolümde. İti kopuğu senin yanında gezdirtmem."

"Sağ ol abi." dedi tabletin kılıfıyla uğraşarak.

Başını eğdi hafifçe.
"Başka bilmem gereken bir şey var mı?"

Yusuf'un dağ evine geldiğini bilmese de olurdu. Aynı şekilde Baran'ı da. Bu yüzden başını iki yana salladı. Fırat anladığını belli edip bir şey demeden çıktı odadan.

Kendisiyle baş başa kalan Karaca düşünmeye başladı. Gerçekten Yusuf'tan olur muydu?

————

Adam boş arazinin içine park ettiği arabada öylece otururken gece yarısını geçen saatle birlikte telefonu bir kez daha çaldığında en sonunda kaldırıp ekrana baktı. 'Kardeşim' arıyordu. Cevaplayıp kulağına götürdü.

"Efendim Fırat?"

"Neredesin Baran?"

"Benzin almaya çıktım."

Fırat'a ne zaman yalan söylese kalbi sızlıyordu.

"Bu saatte?"

"Sabah uğraştırmasın biraz erken çıkalım bugün evden diye."

"Senin ben amına koyayım! İnsan beni de bekler."

"Geliyorum şimdi."

"Kapat ya kapat, it. Keyfim kaçtı."

Fırat telefonu yüzüne kapattığında Baran ellerini direksiyona koyup alnını yasladı. Derin bir nefes verirken göğsünün ağrıdığını hissetti.

Hiç iyi değildi. Hayatında anne ve babasından sonra ilk kez bu kadar köşeye sıkıştığını hissediyordu. Suçluluk duygusu, hissettiği duygular, yılların kazandırdığı alışkanlıklar ve yılların aşındırmak için zorladığı durumlar... Kafası allak bullaktı. Hayatı boyunca hep çok yönlü ve sorun çözücü bir adam olmuştu ancak şimdi olmuyordu işte. Vicdanını dinlerken kendinden veriyor, kendinden verdikçe canını yakıyordu.

Yan tarafta duran cüzdanını alıp yüzü direksiyona yaslıyken cüzdanından vesikalığını çıkardı.

"Sessizce yaşayıp gidiyorduk işte kendi halimizde. Ben öğrenmiştim başkasıyla da olmayacağını. Hep tek tabanca devam edecektim. Neden beni vicdanımla kalbim arasında bıraktın?" diye mırıldandı yorgun bir sesle.

En kötü özelliğiydi hislerinden kaçmak, hep başkalarını düşünmek. Hiç ne istediğine bakmıyordu, hep borçlu olduğu insanları düşünüyordu.

Elini yüzüne atıp sıvazladı. Her şey iyice karışık bir hal almaya başlamıştı onun açısından. Yıllardır sırf ayağına bağ olmasın diye bir kenara ittiği ne varsa hepsi birden fırlamıştı ve Baran ilk kez hiçbiriyle başa çıkamıyordu.

Arabayı çalıştırıp eve döndü. Konaktan içeri girerken geç olan saatten dolayı ışıkların birçoğunun kapandığını görebiliyordu. Odasına girdi. Üstündeki kıyafetlerden kurtulup banyoya attı kendini.

Banyodan çıktığında eliyle saçlarındaki suyu dağıtmaya çalışırken dolabını açıp içinden bir eşofman çıkardı. Giyinip saçlarını ıslak halde bıraktıktan sonra yarın giyeceği ütülü gömleklerden birini çıkardı. Koltuğun üstüne koyarken gözleri dolabın en dip köşesinde duran kutuya kaydığında duraksadı. Eğildi. Kutunun üstü yıllardır açılmadığından tozluydu. Baran o gün burayı kapatırken bir daha açılmayacağına da yemin etmişti ancak bazen hayat şartları insanın yeminini bozmaya itebiliyordu.

Omuzlarını düşürüp yeni banyodan çıkmış olmasına aldırmadan tozlu kutuyu çekti. Anahtarının nerede olduğunu hatırlıyordu elbette. Kilitleyip koyduğu günü dün gibi hatırlıyordu.

En alt çekmeceden kutunun anahtarını çıkardı. Kilidin diline sokup bir kez çevirdi ve kutu kendiliğinden açıldı.

Baran bakamayacak gibi hissetti. Başını başka yere çevirdi ancak derin bir nefes alarak baktı ellerinin altındaki kutuya. Kesinlikle bu kutuyu açmak iyi bir fikir değildi ancak bunun geri dönüşü de yoktu.
Önce kutunun içinden bir fotoğraf çıkardı. Çocukluk fotoğrafıydı bu fotoğraf. İkisinin de yüzük parmağında yüzün vardı. Çocuğun kendini yırta yırta yüzükle fotoğraf çekmek istediği günü dün gibi hatırlıyordu.

Güldü.

Yaprakları dökülmesin diye kaldırmadı ancak kutunun altındaki gülle bakıştı. Kitap arasında kurutulmuş bir güldü. Onun kitabının arasından çaldığı güldü.

Kutunun içinde bazı notlar da vardı ancak en ergen dönemlerinde yazdığı için utancından açıp okuyamıyordu bile. Yüzünü buruşturarak güldü. Konser, sinema ve fiş de vardı içinde.

Bir de son mektup. O günü asla unutmayacaktı çünkü onu bugüne getiren gündü o gün. Her şeyin bu hale gelmesine sebep olan gündü.

Dişlerini sıktı. Biletleri bırakıp yazdığı herhangi bir kağıdı ellerinin arasına aldı. Kağıdın üzerinde kuruyan gülün tozları ve kat izleri vardı. İnce bir kağıda yazılmıştı.

Açıp okuyacak gücü kendinde bulamadı. Açarsa bir daha o günlere dönmekten korkuyordu.

Derin bir nefes aldı, elleri titreye titreye ilk katını açtı not kağıdının. Kağıttan çıkan ses bile onu ilk kez katlayıp koyduğu güne gitmesine sebep oluyordu. İlginçti ancak hala o notu yazarken etrafta olan kokuyu duyumsayabiliyordu. Yine ergenliğinin zirvesinde olduğu zamanlar olduğundan karşılaşacağı şeyleri az çok tahmin edebiliyordu. Kağıdın ikinci katını da açarken derin bir nefes alıp sırtını yatağına yasladı. Sonrasında dayanamayıp kağıdı açtı ancak yazdıklarıyla yüzleşecek gücü kendinde bulmak çok zordu. Nihayet başını okumak için eğdiğinde karşılaştığı kendine ait olan çirkin yazı dudaklarının iki yana kıvrılmasını sağladı.

Gülüm'e,

Bugün 14 Şubat. Yine hangi şerefsiz sana not gönderdi şu an bilmiyorum ama bulduğum an onu tuğlayla döveceğim. Sinirlerim bozuk. Sen benim sinirlerimi daha çok bozuyorsun. Ben bilirim sen özgürlüğüne çok düşkünsündür tamam ama herkese de öyle güzel gülünmez be gülüm. Canımı yakma. Zaten bu satırları yazmak bile benim canımı hem yakıyor hem de beni korkutuyor. Her an birinin eline geçecek gibi. Geçerse bir daha seni göremem. Ne bileyim ya... Baran'ım ben kimseden korkmam ama Allah'tan korkarım. Allah annenleri bana aile olsun diye göndermiş onları üzmekten korkarım. Seni üzmekten çok korkarım bir de. Üzülüyorsun kimse Sevgililer Günü'nde sana yazmadı diye ama haberin yok ki ben sana ulaşamadan her şeyi yok ediyorum.

Biliyorum seninle kutlamamız imkansız ama ben yine de evlenme yaşın gelene kadar, karşıma biriyle çıkıp bu adam benim kalbimi ısıtıyor demeden başkasıyla kutlamanı da istemiyorum.

Bana da yazanlar oluyor ha. Ben de öyle sefil değilim. Ama ben gönlümü kaptırdım artık Allah'ın Dilli'sine. Ne yapalım :)

-Baran

Baran elini yüzüne kapatıp sıvazladı. Yazdığı rezilliklere gülmeden edememişti. Çocuk o zamanlar yaptıklarını şimdi bilseydi herhalde değil karşısına çıkmak bir daha yanından bile geçmezdi. Ergenliğin de verdiği bir sahiplenme hissiyle herkesten saklamak istiyordu onu ancak hiç başarılı olamıyordu. Gittikçe güzelleşiyordu oğlan. Herkesin dikkatini çekiyordu. Okulları ortaokul-lise karışıktı bu yüzden o son senesindeyken birden okulda adı iyice duyulmaya başlayan çocuğa uzanan tüm dilleri kesmek istiyordu.

Diliyle dudaklarını ıslattı. Başka bir kağıda uzandı eli. Kararsızlıkla durdu. Bunun sonu yoktu. Okumak istiyordu ama istemiyordu. Bir şeyleri hatırlamak, geri dönmek istemiyordu. Yıllardır başa çıkabildiyse şimdi de çıkabilirdi.

Ama birkaç mektubun da zararı olmazdı.

Kağıda zarar vermek istemedi bu yüzden ellerini yere bastırıp derin bir nefes verdi. Yatağın ucundaki sigara paketinden bir dal sigara alıp tekrar fırlattı paketi. Küllük uzakta kalmıştı ancak kalkamıyordu şimdi. Yne de yaktı sigarasını. Sonra dayanamadı. Dudaklarının arasında dalı sabit tutup mektubu açtı.

Gülüme,

Bugün seni ağlattılar. Sen zaten hep ağlarsın. Seversin ağlamayı. Ben sana ağlamayı yakıştırmam. Gözlerin ıslandığında büyük duruyor, bakacak daha çok alan oluyor biliyorum ama olsun varsın ben bakmayayım sen de ağlama. Sen bugün benim omzumda gerçekten ağladın. Yıl olmuş bilmem kaç hâlâ yarrak kürek konuşabiliyor bu insanlar ya ben de ona hayret ediyorum. Okula etek giyip gitmişsin. Bazı orospu çocuklarının da zoruna gitmiş. (Bu mektuplar benim kutumda hep saklı kalacağı için çok küfür ediyorum.) Ağlatana kadar dövdüm hepsini ama içim soğumadı. Çok içli ağladın. Çok mu canını yaktılar? Halbuki dilin de uzundur senin. Doğru düzgün anlatmadın ki bileyim seni öyle yapacak kadar ne söylediler...

Bugün ilk defa baban bana kızdı. Haklıydı. Karakola götürüyorlardı beni. Ben mahpustan korkmam ama yine de baban kızınca üzüldüm. Benim ona daha iyi bir yeğen olmam gerekiyor. Ona söyleyemedim senin için kavga ettiğimi. Takıştık dedim.

Bir daha sözüm olsun ki kimse sana dilini uzatamayacak gülüm. Sağlıcakla kal.

-Baran

O günü de dün misali hatırlıyordu Baran. Fırat'la beraber dövmüşlerdi çocukları. Zaten Fırat'ın o zaman da birkaç kavgalı olayda parmağı vardı. Peşinde Baran'ın da vardı elbette ama polisler ikisini de sorguya bile almazlardı. Araları iyi sayılırdı.

Notlar içinde notlar, resimler içinde resimler vardı ancak Baran'ın eli son mektuba gitti. Son mektuba...

Bu mektuptan sonra ne bir daha bu kutuyu açmış, ne de bir daha mektup yazmıştı. Bu mektuptan sonra da zaten bu noktaya gelmişti işte. O günün mektubuydu.

Karaca'ya,

Son mektubum. Son kez Gülüm'sün. Bundan sonra üstüme düşen en büyük vazife seni unutmak olacak. Bir daha sana mektup da yazmam, gönlümden de geçirmem. Alınma bana ne olur, sevgisizliğimden değildir vazgeçişim. Hayatımı borçlu olduğum insanların arkasından iş çevirmek zoruma gitti.

Bilirsin ben hayatta en çok abine güvenirim. Ondan sonra da sizin çok uzaktan akrabanız olan Soner'e. Artık sadece abin kaldı.

Soner Abin sana aşıkmış.

Abin duydu. Ben abinin her halini gördüm sanırdım ama bugün büründüğü insan bambaşka bir Fırat'tı. Hep sinirlidir, sen de bilirsin. Ama bu sefer ki sinirden de başka şeylerdi. Kıskançlık krizi de değildi. Çok farklıydı abin. Sanki ben bugün abinle bir kez daha tanıştım.

O benim karşımda Soner'e sayıp söverken, hepsini en derinimde hissettim.

Nankör olduğunu söyledi. Aynı masaya oturduğun, aynı tabaktan yemek yediğin adamın kardeşine kardeş deyip sarkmak adamlığa sığmaz dedi. Çok ağır konuştu ama hepsinde haklıydı. Kendimden biliyorum.

Artık Soner'in mezarına bile gitmez abin. Ben bugün bunu gördüm.

Ne olur beni yanlış anlama. Sana hissettiklerimi bir başka şeyle kıyaslamak istemiyorum ama ben ikinci kez ailesiz kalmak istemiyorum. Senden o anlamda bir şeyler hiçbir zaman beklemedim zaten, derdim de o değil. Abin Soner'i hayatından silerken gözünü bile kırpmadı. Nasıl kavga ettiklerine ben şahittim. Bilirsin, Fırat benim kardeşim. En başta sana yazdığım ilk mektupta da demiştim ya hani Hiçbir şeyden korkmam sizi bana aile eden Allah'tan başka. Sözümün arkasındayım ama ben devam edemem. Bana oğlum derken sesi titreyen bir 'teyzeye', saçlarımı okşayan 'amcaya', yeminim olsun öz olsa bu kadar olmayacak 'kardeşime' bunu yapmak bana ağır geliyor.

Bazen gitmek gerekirmiş, ben buna inanmazdım ancak gidiyorum işte. Zaten bir oluru vardır diye başlamamıştım ben bu mektuplara. Şimdi bana düşen yapabileceğim ilk fırsatta notları yakıp seni içimden silmek. Kimseye zarar vermeden, üzmeden...

Ben sana hep iyi bakacağım ama sen de kendine son kez iyi bak.

Son mektup. Son hisler. Son kalanlar. Son düşünceler. Son sevgiler.

Son olamayan bazı kelimeler.

Her kapanan kapının yeni bir kapının alternatifi olmadığını kabullenmek gerekiyordu bazen. Bazen bazı mevzular kapanırdı ve bir daha açılmaması gerekirdi.

Baran da yıllar önce aslında iradesinin yaşından dolayı en güçsüz olduğu dönemde bastırdığı hislerini, şimdi adamakıllı büyümüşken gün yüzüne çıkarmak ve kimseyi zor durumda bırakmak istemiyordu. Fakat aklı bir yandan ondaydı. Hiçbir zaman hislerine karşılık alacağını düşünmemişti. O zamanlar hayalini kurardı ancak içinde en ufak umut yoktu. Şimdi istese gözünü kırpmadan canını vereceği çocuktan karşılık görüyordu.

Gücü yoktu. Birilerinden korkmuyordu, birilerini üzmekten korkuyordu. Böyle olduğunda onu da üzdüğünü biliyordu ancak aksi halde bir durum olduğunda yine üzülecekti. Bu hikayenin mutlu sonla biten bir tarafını göremezken kimseyi sırf hislerini kontrol edemediği için ateşe atmak istemiyordu.

Tek dileği, Karaca'nın da yıllar önce kendisinin yaptığı gibi bunu içine gömmesiydi. Yoksa herkes için her şey çok farklı olacaktı.

Bu düşünceler zihninden geçerken kapandı sandığı kapının aslında aralık durduğunu ve bu sefer kapının Karaca zorladığı için değil, kendisinin zorlamasıyla açılacağından habersizdi.

————

olayı anlamayan varsa diye özetliyorum; Baran lise zamanlarında yani daha ergen sayılabilecek bir dönemdeyken Karaca'ya bir şeyler hissediyor ancak Fırat başka bir olayda sert tepki verince hissettikleri yüzünden suçlu hissedip bunu ergenlikle, onun yakınlığını yanlış anlamayla bağdaştırıp aşkını içine gömüyor. önemli bir bölümdü, açık uca yer vermemeye çalıştım ama birkaç mektupla da tam anlaşılmadıysa diye bu pasajı yazdım. (pek hoşlanmıyorum bölümleri açıklamaktan ancak Baran kitap başından beri tam anlaşılmadığı için şimdi de öyle olmasını istemedim.)

ilerleyen bölümde biraz daha Baran ağırlıklı gidebiliriz. Karaca ve çevresindekilerin karakter özelliklerini yansıtmayı tam oturtmadan ikinci ana karaktere geçmek istememiştim.

واصل القراءة

ستعجبك أيضاً

781K 49.4K 74
[TAMAMLANDI] Birbirlerine düşman iki akraba ailenin zoraki evlendirilen çocukları Deniz ve Aziz'in hikayesi 🖤 Bu kitap'ın geçtiği evrende eşcinsel e...
ATEŞ HATTI-BXB بواسطة gölge

قصص المراهقين

4.6K 304 12
Asker kurgusudur. bir kibrit ile yok olmak varken bir ateş ile kül olur insan. "nasıl böyle gülebiliyorsun"diye sorduğunda gülümsedim. "size demişti...
372 67 23
Yoo Jimin,lisesinde popüler ama içine kapanık bir kız olarak hayatına devam ederken karşısına çıkan yakışıklı ile nasıl karmaşık bir ilişki yaşayacağ...
1.5M 56.3K 55
DİKKAT: ÖĞRETMEN ÖĞRENCİ KURGUSUDUR +18 VARDIR RAHATSIZ OLACAK OKUMASIN. Lavinia: Sana vermem gereken bir ceza vardı. Defne: Tobe hasa Defne: Ben ned...