NARYA

By Suvoltaa

153K 15.1K 7.1K

Savaş nedeniyle başka evrene gönderilen elli genç. Bu evrende hiç beklemedikleri bir türle karşı karşıya kal... More

1.Bölüm: Farklı Dünyalar
2.Bölüm: Acıya alışmak
3.Bölüm: Okul
4.Bölüm: Mühür
5.Bölüm: Unutulan Hayaller
6.Bölüm: Sır
7.Bölüm: Yabancı
8.Bölüm: Mesafe
9.Bölüm: Gerçek Koruyucu
10.Bölüm: Kokundan Kaçamam
12.Bölüm: Kafa Karışıklığı
13.Bölüm: Işığımın Gölgesi
14.Bölüm: Han
15.Bölüm: Teklif
16.Bölüm: Alfa
17.Bölüm: Beyaz
18.Bölüm: Bir Takım Çabalar
19.Bölüm: Kurtboğan
20.Bölüm: Kaybetme Korkusu
21.Bölüm: Tanışma
22.Bölüm: Bir İhtimal
23.Bölüm: Geçmişe Dayanan Düşmanlık
24.Bölüm: Ölüm Dövüşü
25.Bölüm: Efsanevi Beyaz Kurt
26.Bölüm: Şüphe
27.Bölüm: Sevgili
28.Bölüm: Özlem
29.Bölüm: Alfam
30.Bölüm: Ayrılık
31.Bölüm: Savaş
32.Bölüm: Mete
33.Bölüm: Karmakarışık
34.Bölüm: Kesik Kesik Anılar
35.Bölüm: Seni Seviyorum
36.Bölüm: Duman
37.Bölüm: Yeni Bir Başlangıç
38.Bölüm: Sonsuz Bir Mühür
39.Bölüm: Rüya Ve Gerçek
40.Bölüm: Kısasa Kısas
41.Bölüm: Karar
42.Bölüm: Umut Işığı
Özel Bölüm
43.Bölüm: İçimdeki Dürtü
44.Bölüm: Şifa

11.Bölüm: Kitap

3.6K 370 130
By Suvoltaa


"Ne yapıyorsun? Bırak beni!" İçine son bir kez daha derin bir nefes alıp beni nazikçe yere bıraktı. Beni bırakır bırakmaz hemen ondan uzaklaşmış, aramıza mesafe koymuştum. "Ne işin var burada? Hemen çık git!"

"Yanlış anlaşılmaları düzeltmeye geldim." Birkaç adım atıp bana yaklaştı. Ben hemen arkaya doğru gitsem de, oda küçük olduğundan kaçacak bir yerim yoktu. Camın önünde durduğumda, o beni yanıltarak bana yaklaşmadı. Odanın sol tarafındaki yatağa, bana ait yatağın üzerine oturdu. "Bu senin yatağın, değil mi?" diye sordu.

"Evet. Nasıl bildin?"

"Kokundan." Dedi sanki çok normal bir şey söylüyormuş gibi. Tabi onlara göre gayet normaldi...

"Ben hiçbir şey dinlemek istemiyorum. Git!"

"Niye ayakta duruyorsun, bacağın acımıyor mu? Otursana." Beni umursamadan sakince söylediği şeyle daha çok sinirlenmiştim. "Benim yanıma oturmak istemiyorsan..." Hemen ayağa kalktı. "Ben ayakta dururum. Sen otur." Dedi.

"Benimle dalga mı geçiyorsun?!" Ben bağırdığımda dahi sakindi. Yavaşça yanıma gelip "Otur," dedi.

"Oturmuyorum. Seninle konuşmak da istemiyorum. Hemen git!"

Sakin ve yavaşça ellerimi tuttu. O kadar nazik tutuyordu ki, sanki incitmekten korkuyormuş gibiydi. Yavaşça beni çekip yatağımın üzerine oturttu. "Önce otur. Ve sakinleş." dedi.

Ben sakinleşmek için içime derin nefesler alırken, o ayakta bekliyordu.

"Başımda dikilme de otur." Dedim.

"Yanına oturmamı istemiyorsun. Başkasının yatağına da ben oturmam." Dedi.

"Neden umrundaymış gibi davranıyorsun?"

"Umrumda çünkü." Güldüm.

"Neden birden böyle davranıyorsun Han?"

"Nasıl davranıyorum?"

"İlk konuşmamızda mührü istemediğini, bozacağını söyledin. Ama şimdi istiyormuş gibi davranıyorsun. Bana açıklama yapmak için buraya kadar gelmişsin. Yanlış anlamam neden bu kadar umrunda? Bırak da yanlış anlayayım. Senin için ne farkeder? Zaten bu mühür bozulmayacak mı? İki yabancıdan ibaret olmayacak mıyız?" Durdu. Ne diyeceğini bilememiş gibi bir hali vardı. Bakışlarını benden kaçırdı.

"Ben.." Dedi, ama konuşmanın devamı gelmedi.

"Sen ne? Fikrin mi değişti yoksa? Eğer değiştiyse söyleyeyim, benden yana bir beklentiye sakın girme. Benden seni sevmemi de bekleme. Çünkü böyle bir şey asla gerçekleşmeyecek. Senin tek taraflı mührün benim umrumda değil. Bunu sana ilk gün de söy-"

"Biliyorum!" Diye bağırdı, sözümü keserek. Ani bağırmasıyla irkilmiştim, ancak hemen kendimi toparladım."Biliyorum. Tanrı belamı versin ki biliyorum. Ama kendime hakim olamıyorum anlıyor musun?!" Sinirle arkasını döndü. Ellerini saçlarına atıp hırsla karıştırdı. Daha sonra bana dönüp, "İçim, içimi yiyor benim. Kolay mı sanıyorsun? Kaçmaya çalıştım, kurtulmaya çalıştım olmuyor!" Kafasını eğip yüzünü, yüzüme yaklaştırdı. Yüzü, yüzüme o kadar yakındı ki, artık onun nefesini soluyordum. "Olmuyor." Bu sefer fısıldıyarak söylemişti. Gözlerini, gözlerime sabitledi. Şimdi o güzel, koyu gözlere daha yakından bakıyordum. O an sadece gözlerine bakmak, her şeyi unutmak istedim. Ama kendime hakim olup, ilk çekilen taraf ben olmuş, yatakta biraz geriye kayarak aramıza mesafe koymuştum.

"Ne söyleyeceksen söyle, sonra da git." Bakışlarımı ondan kaçırdım.

"Dedikoduyu benim çıkarmadığımı söylemek istemiştim." Sesindeki hüznü çok net hissetmiştim.

"Söylediğine göre gidebilirsin."

"Bana inanmıyorsun değil mi?"

Camdaki bakışlarımı tekrardan ona çevirdim. "Seni tanımıyorum. Sana güvenmemi beklemeyemezsin." Dedim.

"Tanıtmama da izin vermiyorsun. Çünkü hakkımda saçma sapan şeyler duydun."

"Bak Han. Seni ya da başkasını kırmak istemiyorum. O gün salaklık yapıp ormana geldim, bana mühürlendiğini söylediniz. Mühürün ne olduğu bile bilmiyordum. Mührü bozacağım dedin sana güvendim. Kimseye söyleme dedin, en yakın arkadaşıma dahi söylemedim. Sonra mührü bozmuş gibi davrandın, ona da inandım. Sonra kim olduklarını, benden ne istediklerini dahi bilemediğim bir sürü tarafından hedef gösterildim. Tehdit edildim. Üstüne bir de kaçırıldım. Üstelik beni kaçıran kişi de beni öldürmek için geleceklerini söyledi. Şu an ben tam olarak ne yaşıyorum Han? Tüm bu yaşananlar gerçek mi? Neyin içine düştüm ben?"

"Haklısın. Sana bunları yaşatmaya hakkım yok. Bir dakika.." önümde eğilip, dizlerinin üzerine çöktü. "Tehdit mi edildim dedin?"

"Önemli bir şey değil."

"Ne demek önemli bir şey değil. Bugün mü oldu bu?"

"Hayır. Alışveriş merkezindeyken."

"Kim!?" Dedi dişlerini sıkarak.

"Seninle otoparkta karşılaştığımız gün biriyle kavga ediyordun ya, işte o."

"Tahmin etmeliydim. Ne dedi oruspu çocuğu sana? Niye bana daha önce söylemedin Zeren!?" Ani bağırmasıyla yerimde sıçrayınca, hemen ellerimi tuttu. "Özür dilerim. Seni korkutmak istemedim. Ama böyle bir şeyi neden benden sakladın?" Daha yumuşak bir ses tonuyla sordu.

"Aslında seninle konuşacaktım. Ama beni görmezden geldiğin için cesaret edemedim. Üstelik yanında sürekli sevgilin vardı. Senin yanına gelsem dahi benimle konuşmak istemezsin diye düşündüm."

"Sen bana bir adım atsaydın, ben her şeyi unutup sana koşardım." Gözlerini, gözlerimden çekmeden konuştu.

"Hiç öyle davranmıyordun ama." Dedim yoğun bakışlarından, gözlerimi kaçırarak.

"Aptalım çünkü. Senden kaçabileceğimi sandım. Bu salaklığım yüzünden az kalsın seni kaybediyordum."

"Aras beni öldürmeyecekti."

"Seni öldürmek istemiyorsa neden kaçırsın?"

"Beni öldürmek için kaçırmadığını söyledi. Onun başka bir görevi varmış."

"Neymiş görevi?" Tek kaşını kaldırarak, sorgularcasına baktı. Hala ellerimi tutuyordu.

"Bana mühürlü olduğunu duymuşlar. Onun görevi benimle yakınlaşıp bilgi toplamakmış. Ama ben ona yüz vermeyince uzaktan izlemiş. Birbirimize yakın olmadığımızı görünce şüpheye düşmüş. Dün amacı seni denemekti. Ben mührün bozulduğunu söyledim. Ama bana inanmadı."

"Şerefsiz." Dedi dişlerini sıkarak. "Alışveriş merkezindeki piç ne dedi peki?"

"Beni öldürmenin çok kolay olacağını söyledi."

"Onu orda gebertmeliydim." Karşımda sinirlerine hakim olmaya çalışıyordu. Kendini sıktığı, yüz ifadesinden gayet net belli oluyordu. "Seni nerde gördü, Mert malı yok muydu yanında?"

"Alaz sürüsünün mağazasına girdik. Ben arka taraflara gittiğimde, beni orda gördü. Yanıma gelip saçma sapan konuştu."

"Alaz sürüsünden hiçbir şey almanı istemiyorum!" Bu sefer sesi sert çıkmıştı.

"İstediğim yerden, istediğimi alırım."

"Zeren." Dedi uyarıcı bir ses tonuyla. Bugün onun sesinden, adımı defalarca duymuştum. "Her konuda benimle inatlaş, ama bu konuda asla inatlaşma. Seni tehdit eden Alaz sürüsünün alfası. Aras da o sürünün betalarından biri."

"Beta ne demek?"

"Sürüye bağlı kurtlara denir. O sürüden uzak duracaksın. Hatta bizim sürümüz haricinde hepsinden uzak duracaksın. Hiçbiri güvenilir değil. Belki biraz Umay sürüsüne güvenebilirsin."

"Bizim sürümüz? Bildiğim kadarıyla benim herhangi bir sürüm yok."

"Ben sürüm yani." Dedi hemen düzelterek.

"Yani kusura bakma ama sizin sürüdeki insanlar, yani betalar mı demeliyim? Hepsi ayrı bir gıcık." Gülümsedi.

"Aslında hepsi iyi insanlardır."

"Zannetmiyorum." Dedim ciddileşerek.

"Benim hakkımda hep kötü şeyler duyduğunun farkındayım. Ama inan ki kimseye durduk yere zarar vermedim. Bu zamana kadar kime ne yaptıysam, hepsi öncesinde bana zarar veren insanlardı. Kötü bir miyim, değil miyim? Tartışılır. Ama hepsini kendi sürümü korumak için yaptım. Alfa olarak sorumluluklarım var benim Zeren. İstesem de, istemesem de yerine getirmem gereken görevlerim var. Onları korumaya mecburum. Sizin oralarda nasıl bilemem ama, bizim burada güç önemlidir. Güçlü olan hep zirvede kalır. Farketmişsindir her konuda rekabet içerisindeyiz. Bunun sebebi güçtür. Eğer güçsüzsen, diğerleri yem olursun. Ne sürün kalır, ne de ailen."

"Ben bu olayların içerisinde olmak istemiyorum."

"Biliyorum. Benim yüzümden başın belaya girdi. Özür dilerim. Bende böyle olsun istemedim. Mühürlenmekten de hep bu yüzden korkuyordum. Korktuğum başıma geldi."

"Bu mühür olayını birine anlatmış mıydın, Alaz sürüsü nereden öğrenmiş olabilir?"

"Sadece birkaç arkadaşım biliyor. Onlarda mühürlendiğim zaman ormanda olan kişiler. Onlar hariç kimse bilmiyordu. Bir de Mert." Mert'in adını söylerken yaptığı imaya gözlerimi devirdim.

"Mert'ten mi şüpheleniyorsun." Dedim.

"O gün orada bulunan herkes benim sürüme bağlı. Düşmanlarımıza günahlarını bile vermezler. Onlara güvenim tam. Oradaki tek yabancı Mert."

"Ve ben?"

"Sana da güvenim tam."

"Beni tanımıyorsun bile."

"Tanımaktan daha fazlasına sahibim. Sana mühürlüyüm."

"Mert'e de ben güveniyorum. Sürekli bana yardım etti. Mühür olayını benden çok araştırdı. O yapmaz." Dedim emin bir şekilde. Ondan şüphelenmek aklımın ucuna dahi gelmemişti.

"Mert'e güvenme." Sesindeki soğukluğa şaşırdım. Normalde onun adını duyunca sinirlenir, küfür ederdi. Ama şimdi o kadar soğuk konuşmuştu ki, sesindeki saf nefreti hissetmiştim.

"O da aynı şeyi senin için söylüyor."

"O benim hakkımda daha çok şey söyleyecek, seni bana karşı dolduracak. Ama unutma ki beni öldürmek isteyecek insanların başında Mert geliyor."

"Ne?"

"Boşver. Sen bu olaylara karışma. Ben hepsini halledeceğim. Sen bu süre boyunca kimseye güvenme yeter."

"Olaylara ben karışmıyorum zaten. Ama ne hikmetse kendimi olayların içerisinde buluyorum."

"Özür dilerim."

"Sürekli özür dileme. Sadece mührü boz ve kurtulalım."

"Mühür bozulmayacak Zeren."

"Ne demek bozulmayacak?!" Ani çıkışımla avuçlarının içindeki ellerimi okşadı. Kısa bir süreliğine bakışlarım ellerimize kaydı. Beyaz ellerim, onun büyük esmer elleri arasında resmen kaybolmuştu. Elimi tuttuğunu dahi unutmuştum. Sanki ellerimi tutması çok normalmiş gibi.

"Kitabı okudun mu?" Diye sordu sakince.

"Ne kitabı?"

"Kütüphanede benden aldığın kitap."

"Okumadım. Hem konumuzla ne ilgisi var?"

"Okusaydın, mührün neden bozulmayacağını anlardın." Dedi. Durdum. Bir şey söylemedim. "İstesem de mührü bozamam. Mühür bozmak diye bir şey yok. Sana olan bağım ben ölene kadar devam edecek."

"Ne?"

"Senden beni sevmeni bekleyemem. Hiçbir mecburiyetin yokken yanımda kalmak zorunda da değilsin. Ama en azından bana bir şans vermeni isteyecek kadar da, bencilim."

"Mührü bozacağını söylüyordun. Şimdi niye böyle konuşuyorsun?" Dedim şokla.

"Mühür bozacağımı sandım. Ancak yanıldığımı farkettim. Ve ben sana git gide daha çok bağlanıyorum." Dedikleri daha çok şaşırmama neden oluyordu.

"Nasıl bağlanabilirsin? Seninle herhangi bir muabbetim bile olmadı. Seninle sadece dört kere konuştuk. Onun da ikisi bugün gerçekleşti."

"Mühür hakkında ne biliyorsun?"

"Sadece üç aşamada gerçekleştiğini. Ve kurtlarınızın seçtiğini. Ama biz seninle üç kere karşılaşmadık. Seni o gün ilk defa gördüm." Dedim.

"Karşılaştık."

"Ben niye seni hatırlamıyorum?" Hafifçe gülümsedi.

"Çünkü kurt bedenimdeydim. İlk başlarda bende anlayamadım. Senin o kız olduğunu, diğer evrenden getirilen insanlardan biri olduğunu hatırlayamadım. Mühür olayına o kadar çok korkmuştum ki, mührün tamamlanması için üç aşama olduğunu dahi unuttum. Ama o gün sınıfta söylediğinde seni hemen hatırladım." Gülümsemesi genişledi. "O gün neden garip hissettiğimi, geç oldu ama anladım."

"Beni nerede gördün?"

"Buraya gelmeden önceki geceyi hatırlıyor musun?" Hafifçe kafamı sallayarak cevapladım sorusunu. Nasıl unutabilirdim ki? "O gün seni buraya getiren bendim."

"O siyah kurt sen miydin?" Dedim şaşkınlıkla.

"Evet, bendim. O gün, o görev için gönüllü olmuştum. Sürümün üzerine çok fazla iftira atıldı. Biraz olsun imajımızı düzeltmek istemiştim. O yüzden de bizzat ben ve sürümden özel olarak seçtiğim birkaç kişiyle sizin evreninize geldik. Seni de o zaman gördüm. Yerde baygın bir şekilde yatıyordun. Dikkatimi çektin. Öylece sana çekildim. Ama bunu mühre yormayacak kadar salaktım. Normal bir beğenme diye düşündüm. Yaklaştıkça kokun ilgimi çekti. Daha yakından solumak istedim. Ve ölmediğine emin olmak.. O güzel boynunda soluklandığımda, hemen gözlerini açtın. Ancak ölü gibi yatıyordun. Nefes seslerini işitmesem öldüğünü düşünürdüm. Daha sonra gözlerin kapandı. Şimdi öldü diye düşündüm. İçimde oluşan korkuya anlam veremedim. Kendimi inandırmıştım. Ömrüm boyunca kimseye mühürlenmeyeceğime emindim. Mührün ilk aşamasını orda tamamladığım bile farkında değildim."

Anlattıklarını şaşkınlıkla dinledim. Dün Han'ın kurdunu görmüştüm. Ancak buraya geldiğim gün gördüğüm kurt olduğu aklıma gelmemişti. Aklıma gelen başka bir görüntüyle, "Ormanda gördüğüm kurt da mı sendin?" Diye sordum.

"Evet." Gülümsemesi iyice genişledi. "O da ikinci aşamayı tamamladığım yer. Tabi bunu da sonradan farkettim. Bir daha seni göremeyeceğimi sanıyordum. Ama sen o gün orman da karşıma çıktın. Sonra da okulda. Okulda görmemle de son aşama tamamlanmış oldu."

"Ama beni tanıyamadın. Mühürlenecek kadar beğendiysen tanıman gerekmiyor muydu?" Kendimce mührü yalanlamaya, sanki kaçabilirmişim gibi, kaçmaya çalışıyordum.

"Ormanda gördüğümde seni tanıdım. Ama okulda mühürlendiğimi farkettiğimde gözüm döndü. Hiçbir şeyi düşünmedim. Tek düşündüğüm mührü ortadan kaldırmaktı. Kim olduğun umrumda bile değildi."

"Eğer ilk başta farketseydin, beni yaralı olarak bulduğunda, bana mühürleneceğini farketseydin, beni yine de kurtarır mıydın?" Bu sorunun cevabını çok merak etmiştim. Hayatı boyunca mühürlenmekten korktuğunu, mühürlendiği zaman da bu mührü bozmak istediğini söylemişti. Eğer ilk başta farketseydi ne yapardı, beni öldürür müydü?

"Hayır. Kurtarmazdım." Dedi dürüstçe. İşte o an cevabımı almıştım. Bana hissettikleri sadece mühürden dolayıydı. Mühür olmasa muhtemelen yüzüme bile bakmaz, beni görmezdi. Sadece buna mecbur bırakılmıştı.

"Beni ölüme mi terk ederdin, ya da bizzat sen mi öldürürdün?"

"Bunu söylediğine inanamıyorum." Dedi hayal kırıklığıyla. "Hala seni öldürebileceğimi düşünüyorsun."

"Beni kurtarmayacağını sen söyledin."

"Seni ölüme terk etmezdim, edemezdim. Orada bir sürü kurt vardı. Ama eğer sana mühürleneceğimi bilseydim, kaçardım. O gün ne ormana gelirdim, ne de okula. Mühürü tamamlamamak için elimden geleni yapardım. Ancak kader yine bizi birleştirirdi, tıpkı şimdi olduğu gibi. Tıpkı şimdi senden kaçamadığım için, emin ol zaman da kaçamazdım."

"Peki benden ne istiyorsun, Han?"

"Hiçbir şey. Senden bir şey istemeye yüzüm yok. Burada kaldığın sürece yanında kalmama izin ver yeter." Gözlerimin içine baktı. Önümde diz çökmüş, ellerimi tutmuş, gözlerimin içine yalvarır gibi bakıyordu.

Nazikçe ellerimi tutan ellerinden, ellerimi kendime doğru çektim. "Ben eli kanlı birini yanımda tutamam." Dedim.

Bir süre havada kalan ellerine hüzünle baktı. Yavaşça kafasını kaldırıp bana baktı. "Anladım." Dedi fısıltıyla. Yavaşça dizlerinin üzerinden kalktı. Arkasını döndü. Bir süre öylece ayakta durdu. Ne dönüp bana baktı, ne de bir adım atıp odadan çıktı. Bir süre sadece öylece kapının orda dikildi. Daha sonra bana döndü. Ancak kafasını yerden kaldırıp, yüzüme bakmadı. "Bir daha karşına çıkmayacağım. Merak etme." Dedi. Ve odadan çıktı.

Bakışlarımı bir süre kapıdan ayıramadım. İçimde anlamlandıramadığım bir duygu vardı. Kendimi çok kötü hissetmeme sebep olan bir duydu. Onu kırdığımın farkındaydım. Ancak kendimi de düşünmem gerekiyordu.

Birkaç dakika sonra Han'ın çıktığı kapıdan, Çağla koşarak girmişti.

"Sakin ol bir şey ol-"

"Zeren ben aşık oldum." Dediğinde cümlemi tamamlayamamış, şokla ona bakmıştım.

"Oğuz'a aşık olduğunu söyleme bana."

"Saçmalama. Oğuz'a aşık olsaydım, şimdiye kadar olmuştum. Ben seninkinin arkadaşına aşık oldum. Yani sanırım. Yani umarım sadece bir hoşlantı, beğentidir."

"Bir de başımıza sen çıkma Çağla."







O gece yine uyuyamamıştım. Bir şeye üzdüğünde, kafaya taktığımda, vicdan azabı çektiğimde, sinirlendiğimde, strese girdiğim uyuyamaz, iştahım kesilirdi.

Çağla çoktan uyumuş, ben ise öylece yatağımda oturuyordum. Uzun uzun bugünkü olan olayları düşündüm. Dediklerime pişman değildim. Yine olsa, yine aynı şeyleri söylerdim. Ancak yine de içimdeki huzursuzluğa mani olamıyordum. Tanımadığım bir adam için neden bu kadar üzülüyordum? Bunun cevabını kendime veremiyordum.

Ne kadar çabalasam da uyuyamayacağımı anlayarak ayaklandım. Kütüphaneden aldığım beri yüzüne bile bakmadığım kitabı, çantamın içerisinde çıkarttım. Han'ın dediğine göre mührün bozulmayacağını bu kitaptan öğrenmişti. Şimdi kitabı daha çok merak etmiştim.

Kitaba biraz göz gezdirsem de, tıpkı ikinci kitabında olduğu gibi gayet sıkıcı ilerliyordu. Başında nasıl asker olduğunu, kurt olduğunu herkesten gizlediği falan yazmış, katıldıkları savaşlarda neler yaptığını yazmıştı. Kitabın sayfalarına hızlıca göz gezdirip çeviriyordum. Ta ki biriyle karşılaştığını yazan sayfalara gelene kadar. Kitabın ortalarına geldiğimde bahsettiği kadın ilgimi çekmişti.

Yazarın anlatımından..

1414-1424 yılları arası...

Nasuh herkesten kendini sakladığı için, boş kaldığı zamanlarda ormanda dönüşür, içinde saklı tuttuğu kurdunu serbest bırakırdı.

Bugünde öyle olmuş, katıldığı yorucu bir savaşın ardından kendini ormana atmıştı.

Askerlerin arasında birkaç tane daha kurt vardı. Amaçları hayatta kalmak, para kazanmaktı. Çünkü yaşadıkları dönemde barınmaları çok zordu. Para kazanmak, geçimlerini sağlamak bir yana dursun, yakalanma korkusuyla yaşıyorlardı. Diğerlerinin başına gelen akibetin, bir gün kendi başlarına da gelmesinden korkuyorlardı. Bu yüzden sürekli gizlenmek durumunda kalıyorlardı.

Nasuh etrafta kimsenin olmadığını kontrol edip, kurt bedenine geçiş yaptı. Uzun süredir dönüşmediğinden kendini kötü hissediyordu. Bu onların doğasında vardı.

Uzun bir süre ormanda ordan, oraya koşup durdu. Kurt bedeninin keyfini çıkarttı. Bu ormana sık sık gelirdi. Çünkü bu ormana genelde hiçbir insan gelmezdi. En azından savaşa gitmeden önce durum böyleydi.

Kurt formundan çıktıktan sonra, her zaman yaptığını yapıp, ormanın içindeki şelaleye ilerlemişti. Orada yıkanıp, üstünü giyer öyle eve dönerdi.

Ancak bu sefer onu hiç beklemediği bir manzara karşılamıştı. Suyun içerisinde, kendi gibi çırılçıplak bir kız yüzüyordu. Kızın yüzünü görmese de, kokusundan kurt olmadığını hemen anlamıştı. Bu onun korkmasına sebep olmuştu. Çünkü onu kurt formunda görmüş olabileceğini düşünmüştü. Ancak kız onu görmüş olsa, şimdiye kadar bağırarak kaçması gerekiyordu. Yine de içindeki korkuya mani olamadı. Gerekirse kızı öldüreceğini dahi düşünmüştü.

Ancak kızın kendisine dönmesiyle, ormanda bir çığlık sesi yankılanırken, o gördü açık kahverengi gözlerden, gözlerini alamamıştı.

"Sakın bana yaklaşma." Diye bağırdı kız. Kızın tekrardan bağırması, ancak Nasuh'u kendine getirmişti. O an farketmişti elinde tuttuğu elbiselerini, üzerinin tamamen çıplak olduğunu. Kızın onu yanlış anladığını farkederek ellerini yukarıya kaldırıp, "Yanlış anladın." Dedi.

Ancak kız utançla, elleriyle gözlerini kapatmış, "Çabuk git buradan. Sapık." Diye bağırmaya devam etmişti.

Nasuh ne yapacağını bilememiş, etrafta onun hakkında yapılacak dedikodulardan da korkmuştu. Hemen elindeki kıyafetleri giyerken, "Ben yüzmeye gelmiştim. Seni farketmedim. Afedersin." Dedi.

"Arkanı dön." Diye bağırdı kız. Nasuh hemen arkasını döndü. Su sesinden kızın, sudan çıktığını anlamıştı. "Sakın arkanı dönme." Diye uyardı kız. Nasuh hafifçe kafa sallayarak onayladı kızı.

Kız üstünü giyer, giymez oradan uzaklaşmak adına adım attığında, Nasuh kolundan tutarak kızı durdurdu. "Amacım seni rahatsız etmek değildi. Ben hep burada yüzmeye gelirim. Senin olduğunu bilseydim gelmezdim."

"Buraya kadar çıplak mı gelirsiniz. Yoksa beni çıplak gördüğünüz için mi üzerinizi çıkarttınız." Kız kolunu kendine hırsla çekti.

"Hayır, hayır. Yanlış anladınız. Zinhar böyle bir amacım yoktu. Buraya kimse gelmez diye suya bakmadım bile. Sizi farkettiğimde çoktan kıyafetlerimi çıkartmıştım. Size bir zarar verecek olsam, çoktan vermiş olurdum. Ancak benim yerime başka biriyle karşılaşsaydınız, o size zarar verebilirdi. Hatun başınıza bu tür yerlerde bulunmanız münasip değildir."

"İki yıldır buradayım. Daha önce sizi hiç görmedim. Ben de sık sık buraya gelirim."

"Ben bir askerim." Dedi Nasuh. Gözlerini açık kahverengi gözlerden çekemiyordu. Kız onu fazlasıyla etkilemişti. "Seferden yeni geldim."

"İyi bir daha gelmem." Kız hızla orman yoluna girdiğinde Nasuh, "Adını söylemedin?" Diye bağırsa da, kız onu duymamazlıktan geldi.

Ondan sonra da kızı uzun bir süre görmedi. Sık sık o ormana gitmeye devam etti. Ancak kız bir daha o ormanda da görünmedi.

Aradan birkaç hafta geçti. Nasuh o kızı bu sefer çarşıda gördü. Sanki onca insanın içerisinde parlıyordu. Gözleri ondan başkasını görmek istemedi. İçindeki bazı duyguları gün yüzüne çıkarttı o hatun. Yabancı olduğu duygularını..

Yanına gitmeye çekindi. Ama ayakları kendisinden bağımsız hatunun peşine takıldı. Kız nereye giderse o da oraya gitti. Arasındaki mesafeyi biraz azaltıp, kendisini cezbeden güzel kokusunu soludu. Daha yakından, kızın güzel boynundan koklamayı arzu etti. Kendisine çok zor hakim oluyordu.

Kızı evine kadar onu takip etmişti. Kız orman yoluna yakın bir yerde oturuyordu. Kız evine girince Nasuh geri evine dönmüştü. O kızdan neden bu kadar etkilendiğini anlayamamıştı. Üstüne de çok düşünmemişti.

Birkaç ay sonra kızı bir daha görmedi. Daha sonra sefer emri çıktı. Savaşa katıldı. Bir yıl daha ortadan kayboldu.

Döndüğünde hayatına bıraktığı yerden devam etmişti. Gelir, gelmez yine ormana gitmiş, bir yıl boyunca içinde tuttuğu kurdunu serbest bırakmıştı. Şelaleye geldiğinde yine aynı manzarayla karşı karşıya kalmıştı. Bir daha gelmeyeceğim diyen kız yokluğunu fırsat bilip gelmişti. Kız onu farketmeden üzerini giydi. Yine yanlış anlaşılmaktan korkmuştu.

Yavaşça şaleleye yaklaştı. "Hani bir daha gelmeyecektin." Dedi Nasuh. Kız onun sesini duyar, duymaz korkuyla arkasına dönmüştü.

Kızın ona dönmesiyle Nasuh'un yüzündeki gülümseme dondu. İçinde bir his gün yüzüne çıktı. Gözlerini karşısındaki gözlerden çekemedi. Bacakları kendisinden bağımsız diz çöktü.

Kız korkuyla sudan çıkarken, Nasuh hala kendisine gelememişti. Kız üstünü değiştirip koşarak uzaklaştı, arkasındaki adamı ne halde bıraktığını bilmeden..

Ondan sonraki günler Nasuh için cehennemden farksız geçmişti. Bir daha cesaret edip ne ormana gitmiş, ne de çarşıya çıkabilmişti.

Mühür onun için korkutucu değildi. Onun için korkutucu olan kurt olmayan birine mühürlenmekti. Bunu daha önce hiç duymamıştı. Bir kurtadamın, normal bir insana mühürlendiğine ne şahit olmuş, ne de daha önce böyle bir olay duymuştu.

İlk başta inkar etti. Bu mühür değil, başka bir şeydir, karıştırmışımdır diye kendine defalarca yalan söyledi. Ancak gerçeği en iyi o biliyordu. Çünkü yaşayan kendisiydi.

Kurtlar genelde sürü halinde olurlar, bu sürülerin de kendisine ait küçük köyleri olurdu. Ancak geçim sıkıntısı yaşadıkları içinde içlerinden bazıları şehre gider, para kazanmak için orada çalışırdı. Nasuh da onlardan biriydi. Ailesine iyi bir geçim kaynağı sunmak istemişti. Bu yüzden de asker olmuştu. Nasuh hem kaçmak, hem de bilgili birine danışmak istediği için köyüne gitmeye karar verdi. Gerekirse hiç dönmeyeceğini düşünmüştü. Ancak olaylar hiç de onun beklediği gibi gelişmedi.

Sürüsüne döndüğünde herkes onu çok iyi karşılamıştı. Ancak başına gelen olayı anlattığında aynı şekilde karşılanmadı. Zira kimse böyle bir mührü kabul etmeyeceğini, eğer o kadınla beraber olursa sürüden atılacağını söylemişlerdi. Nasuh için olaylar çok daha fazla karmaşık hale gelmişti. Başka bir sürüye ait birine bile mühürlenmek hoş karşılanmazken, kendisi normal bir insana mühürlenmişti.

Sürüsün alfası ona yardım edeceğini, mührü bozmak için bir yol bulacağını söylemişti. Çünkü Nasuh sürüye büyük katkıları olan bir betaydı. Onu kaybetmek istemiyordu. Ancak normal bir insanı da sürüye dahil edemezdi. Tek çözüm yolu olarak mührü bozmayı düşünmüştü.

Yaşadıkları dönem de göz önünde bulundurulursa, bilgi edinmek oldukça zordu. O yüzden alfa bir cadıyla anlaştı. Cadıdan bu mührü bozmak istediklerini dile getirdiler. Cadı bu anlaşmayı iki kese altın karşılığında kabul etmişti.

Ama işler hiç de bekledikleri gibi olmamıştı. Çünkü cadı ne yaparsa yapsın, Nasuh'un mührünü bozamamıştı. Yaptığı büyüler ona acı çektirmekten başka hiçbir işe yaramamıştı.

Nasuh gün geçtikçe çöküyordu. Hem mühürlü olduğu kişiden uzak kalmak, hem de cadının üzerinde denediği büyüklerin etkisiyle zayıflamış, neredeyse tüm gücünü kaybetmişti. Çok fazla acı çekmeye başlamıştı.

Süründekiler bunun normal olduğunu, mührü bozmanın o kadar da kolay olmadığını söyleyerek, bu işkenceye tam bir yıl devam etmişlerdi. Koca bir yıl sonra ise değişen tek şey Nasuh'un kendisi olmuştu. Artık kendi bile, kendisini tanıyamıyordu. Aynadaki görüntüsünden dahi korkar hale gelmişti.

Nasuh sonunda pes etmiş, bir yılın sonunda direnmekten vazgeçmişti. Yaşadığı işkenceden de yorulmuştu. Ancak hasret, en büyük işkencesi hasret olmuştu. Hem de üç kere gördüğü bir kıza duyduğu, içini günden güne kemiren bu hasret..

Sürüsündeki kurtlar ve alfa normal bir insanı kabul etmeyeceklerini, gerekirse burada kalıp ölmesi gerektiğini söylemişlerdi. Ancak o hiç kimseyi dinlemedi. Bu acıya da, bu hasrete de artık bir son vermek istiyordu. O yüzden sürüden ayrıldı. Adını dahi bilmediği bir kız için omega olmaya karar verdi. Hem de o kadar düşmanı olmasına rağmen.

Nasuh bir yılın ardından kızı göreceğinin mutluluğuyla, ilk işi ormandaki şelaleye gitmek oldu. Kızı orada bulacağını umuyordu. Şehirdeki evinde elinden geldiğince güzel giyinmiş, kötü görüntüsünü biraz da olsa düzeltmeye çalışmıştı. Kendisine ilk defa bu kadar özen göstermişti. Ama şelaleye geldiğinde kızı göremedi. Sonra çarşıya gitti, belki kızı görürüm umuduyla. Ancak kızı orada da görmedi.

En son umut evine gitti. Ancak evine giremeyeceğinin farkındaydı. O yüzden dışarıda günlerce bekledi. Her gün işe giden, kızın babası dışında kimseyi göremedi.

Umutları git gide tükeniyordu. Artık acıdan ölecek duruma gelmişti. Göğüsündeki acı artık kat ve kat büyüyordu. Kızın evde olup, olmadığını dahi bilmiyordu. Onun için her şeyi geride bırakmışken, şimdi onu kaybetmiş olduğu düşüncesi içini kemiriyordu.

Kızı bulma umutları artık tükenmişti. Hergün içiyor, acı içinde sokaklarda geziyordu. Belki bir umut karşılaşmak ümidiyle...

Gün geçtikçe delirmeye başlamış, insanlara saldırmaya başlamıştı. Bu hareketleri yüzünden işini de kaybetmiş, ordudan atılmıştı. Tüm parasını alkol alarak bitirmiş, sefil bir hayatın içerisinde bulmuştu kendisini.

Ama aylar sonra bir mucize gerçekleşmişti. Hiç beklemediği bir mucize. Bu mucize ilk başta çok güzel, daha sonra ise onu kahreden bir mucize olmuştu.

Yine içip kendisini sokaklara attığı bir gün, bedeni artık o kadar zayıf düşmüştü ki, kendisini ayakta tutamamış yere yığılmıştı. Normalde kurt olduğu için dirayetli vicudu, artık en ufak şeyde zarar görüyordu. Üzerindeki büyünün etkisi de aylar geçmesine rağmen üzerindeydi. Kendisini kaldıramadı. Bayık gözlerle etrafa bakıyordu. Sonra bir adam onu farkedip,

"Beyim, iyi misin?" Demesini işitmişti. Ancak bulanık gören gözleriyle adamın suretini görememişti. Daha sonra kendisini karanlığa teslim etti.

Gözlerini açtığında gördüğü ilk şey, aylarca aradığı, görmek için yanıp tutuştuğu gözlerdi. Gördüklerine inanamadı. Hayal gördüğünü, hatta divane olduğunu düşündü. Ancak gördükleri ne hayaldi, ne de divane olmuştu. İki yıla yakındır görmediği kadın, adını dahi bilemeden, suretinde can bulduğu kadın karşısındaydı. Ancak hayal ettiği gibi değil, karnı burnunda bir halde..

O günden sonra kendine çok kızdı. Daha önce gelmeli, şimdiye kadar kendini kıza sevdirmeliydi. Ancak o kaçmayı tercih etti. Ve cahil sürüsü yüzünden aylarca işkenceye maruz kalmıştı.

Onunla konuşmaya yüzü yoktu. Elinde bir şans vardı, onu da kendi kendine mahvetmiş, ondan kaçarak onu başkasına yar etmişti.

Şimdi ondan uzak durmak için daha büyük sebebi vardı. Hatun o yokken evlenmiş, hatta evlendiği adamdan gebe kalmıştı. O adam da onu sarhoş bir şekilde bulup evine getirmişti. Kadın onun berbat bir halde olduğunu farkedince tedavi etmek istemiş, yanına yaklaştığı an Nasuh gözlerini açmıştı.

Nasuh ilk başta onu bulduğu için sevinmişti. Ta ki şiş karnını görene kadar. Canı uzun zamandır yanıyordu. Ancak bu acı hepsinden çok daha fazlasıydı. Bu acının bir tarifi yoktu. Sanki vicudunu ateşe vermişler gibi canı yanıyordu.

Yattığı yerden kalktı ve o evden çıktı. Yine kaçmayı seçmişti. Çünkü onu tamamen kaybettiğini düşünüyordu.

Gün geçtikçe daha da kötü oldu. Acıları katlandı. Konuşamayacak hale geldi. Canının yanmasına katlanabilirdi. Hatta ölmeye bile razıydı. Ancak o gün, ona yaklaştığı zaman kokusunu almıştı bir kere. Bunun geri dönüşü yoktu. Bundan vazgeçmenin bir yolu yoktu..

Zeren bu satırları okurken aklına, Han'ın gece yurdun bahçesine geldiğinde söylediği kelimeler gelmişti. "Kokunu aldım bir kere."

Nasuh o günden sonra uzaktan bakmakla yetinmeye başladı. Tabi bu ona yetmiyordu. Elleri ona dokunmak için uyuşuyor, burnu onun kokusunu solumak için sızlıyordu. Ama uzaktan bakabildiği için bile şükrediyordu.

Eskiye nazaran biraz daha toparlamıştı. Yanında olmadığı için bedeni hala güçsüzdü ama yine de daha iyi durumdaydı. Biraz da olsa kendisini toparlamıştı.

Birçok şeyine uzaktan tanık olmuştu. Başkasını sevmesine, doğan kızına.. aslında görmek isteyeceği çoğu anına tanık olmuştu. Canını yanıyordu. Hem de çok fazla.

Aradan yine aylar, yıllar geçti. Nasuh biraz daha toparlandıktan sonra, çok zor da orduya tekrardan katıldı. Çünkü artık para kazanması gerekiyordu. Mühürlü eşinden daha fazla uzak durmaya başlamıştı. Artık haftada bir gidip görüyordu. Çünkü artık kalbi dayanmıyordu. İlk başlarda onun mutluluğuyla, mutlu olmaya çabalamıştı. Ancak artık onun mutluluğu, Nasuh'a sadece acı veriyordu.

Zaten sefer kararı çıkınca da iki yıl yine sefere katılmıştı. Bu süreçte çok fazla güçten düşmüştü. Belki bir umut onu unuturum diye düşünmüştü. Ancak bunun mümkün olmayacağı gerçeğiyle bir kez daha karşı karşıya kalmıştı.

Döndüğün de ormana gitmek yerine, bu sefer ilk işi onun evine gitmek olmuştu. Ama yine onu hiç beklemediği bir manzara karşılamıştı. Çünkü evden hiç tanımadığı insanlar çıkıyordu. O an beyninden vurulmuşa döndü. Yine onu kaybettiğini, uzaktan olsa bir daha onu göremediğini düşündü.

Koşarak evin kapısından çıkan adamın yolunu kesti.

"Bu evde yaşayan aileye ne oldu?" Diye sordu telaşla.

"Onlar gitti beyim. Zavallı kadın kocası ölünce bu evi satmak durumda kaldı." Dedi.

"Kocası ölünce mi?"

"Evet. Verem olmuş zavallı. Kadın da çocuğuyla kalınca bu evi bize sattı."

"Nereye gittiklerini biliyor musunuz?"

"Yok beyim. Nereden bileyim?"

Nasuh koşarak kızın ailesinin evine doğru yol aldı. Tek umudu onu bulmaktı. İçinde yeşeren umutla koştu. Bu sefer şansın ona güldüğünü, kaderinin döndüğünü düşünüyordu. Belki vicdansızlıktı, ama kadının kocası öldüğü için mutlu olmuştu.

Kızın ailesinin evine geldiğinde, heyecanla uzaktan evi izliyordu. Çünkü kızın içeride olduğunu kokusundan anlayabilmişti.

Birkaç gün orda bekledi. Amacı kız çıkarsa onunla konuşmak, ondan yıllar önce kaybettiği şansı istemekti.

Bir haftanın ardından kadın elinde su bidonlarıyla çıktığında, Nasuh heyecanla kızın peşine takılmıştı. Onun daha sessiz bir yere gidene kadar takip etti. Laf söz olsun istemiyordu. Kadının adına kötü bir laf gelsin istemiyordu. Sahi kadının daha adını dahi bilmiyordu. Öğrenmek için çabalamamıştı. Çünkü adını onun ağzından, o güzel sesinden duymanın hayalini kurmuştu.

Takip ettiği kadın çeşmeye gitmiş, suyu doldurduktan sonra eve dönerken, Nasuh onun yolunu kesmişti. Hatun ilk başka korktu. Birkaç adım geriye çekildi. Ama onu hemen tanımıştı. O gün kocası evlerine getirdiğinde de tanımıştı.

"Korkma." Dedi Nasuh kızın çekindiğini farkederek. "Amacım sana zarar vermek değil."

"Ne istiyorsunuz, beyim?"

"Hiçbir şey. Sadece konuşabilir miyiz?" Kadın tereddütte kalmıştı. Bir gören duyan olursa söz olur, ailesinin kulağına gider diye korkmuştu.

"Ben dul bir kadınım beyim. Laf söz olur."

"Daha sakin bir yere geçelim." Dedi heyecanla. Daha sonra bu heyecanını saklayıp, temkinlice karşısında kıza baktı. "Tabi istersen."

"Burada söyleyin." Bir yandan da etrafı kolaçan ediyordu.

"Adın ne hatun." Nasuh bunu öğrenmek için yıllarca beklemişti. Artık öğrenmek, kalbini ağrıtan kadının ismini duymak istiyordu.

"Hatice."

"Hatice." Diye tekrarladı Nasuh. Dışından bir kez, içinden binlerce kez.. "Hatice hatun. Ben sana uzun süredir meftunum." Bir anda söyledi. Daha fazla düşünmeden. Tereddüt etmeden. Daha fazla zaman kaybetmeden.

"Sen ne dersin beyim?"

"Beni hatırladın mı? Ormanda iki kez karşılaşmıştık. Ben seni o günden beri severim. Sana bunu söylemek için geldiğimde ise bulamadım. Sonra öğrendim ki evlenmişsin. Uzaktan izledim seni yıllardır. Yıllarca seni bekledim."

"Ben dulum ve bir kızım var. Bunları biliyorsunuz değil mi?"

"Biliyorum. Seni de kızını da kabul etmeye hazırım. Sen yeterki he de."

Hatice şaşırmıştı. Yaşadıkları dönemde dul bir kadını, ancak dul çocuklu bir adam kabul ederdi. Ancak karşısındaki adam hiç evlenmemiş olmasına rağmen, dul ve çocuklu bir kadına talip olmuştu.

"Siz ne dersiniz beyim. Görülmüş şey değil."

"Hiç şüphen olmasın. Kızın, kızım olur. Sen kabul ettikten sonra hiçbir şeyin önemi yok benim için."

"Ben.."

"Ben yarın, hatta bu akşam seni istemeye geleceğim. Senin rızan var mı?"

"Siz bilirsiniz beyim." Diyip uzaklaştı oradan Hatice. Nasuh bunu evet olarak kabul etti.

O akşam Nasuh, Hatice'yi istemeye gitti. Kendi ailesi tarafından reddedildiğinden, komutanı ve birkaç arkadaşıyla gitmişti. Hatice'nin ailesi şaşırmış, kızlarım dul ve çocuklu olduğunu bir kez daha hatırlatmışlardı. Ama Nasuh için değil bir çocuk, on çocuğu dahi olsa kabulüydü. Yeter ki Hatice yanında dursun, onu sevsin.

Hatice dul olduğu için çok uzatmadan evlendiler. Hatice ilk başta, Nasuh'tan daha iyi bir kısmet bulamayacağını düşünmüş, o yüzden bu evliliği kabul etmişti. Ama daha sonra o da Nasuh'u sevmişti. Hem de çok fazla. Çünkü Nasuh ona dünyanın en güzel kadınıymış gibi davranıyordu. Onu mutlu etmek için elinden geleni yapıyordu. Kızına da kendi kızıymış gibi davranıyordu.

Nasuh, Hatice'yi bir kere daha kaybetmemek adına, ömrü boyunca yarı kurt olduğunu saklamaya karar vermişti. Ondan korksun, uzaklaşsın istemiyordu. Ona yalan söyleyecek, ondan sır saklayacak kadar çaresizdi. Üstelik doğan iki erkek, bir kız çocuğunu da bu sırra dahil etmişti. Onlarda annelerinden ve ablalarından yarı kurt olduklarını gizlemek durumdan kalmışlardı.

"Zeren, sen uyumadın mı?"

Zeren duyduğu sesle, kafasını sabaha kadar okuduğu kitaptan kaldırdı.

"Mührü bozmanın bir yolu yok." Diye fısıldadı.

Continue Reading

You'll Also Like

14.7K 1K 35
Hayatı, karmaşa ve mutsuzluk içinde sürüp giden Arya, bir gün tanımadığı bir ihtiyardan gizemli bir kitap alır. Kitabı okumaya başladıktan birkaç gün...
7.4K 577 26
İki genç kız... Kendilerini, sonundan ölümüne nefret ettikleri o romanın içinde bulurlar. "Ben olsam..." ile başlayan cümleleri, gerçekten bir karşı...
146K 12.1K 39
Ben 21.yüzyıl Türkiye'sinde 25 yaşında ölen sıradan biriydim. Matematik bölümünü bitirmiştim. Atanmak için sınavlara çalıştığım sıra araba kazası geç...
13K 1K 19
~Bölümden kesit~: Garip bir his vücuduma dolarken gözlerimi kaçırdım. O boz renkli kurt karanlığın içinden bir adım atarak çıktı ve büyük bir sesle h...