Avarya Oyunları

By acimatriyarka

3.3K 643 3.5K

Fransız İhtilali'nden sonra monarşinin temelleri çatırdadı. Halk ipleri eline aldı, demokrasi dünya genelinde... More

I. PAPAZ KAÇTI
I - I
I - II
I - III
I - IV
I - V
I - VI
I - VII
I - VIII
I - IX
I - X
I - XI
I - XII
I - XIII
I - XIV
I - XV
I - XVI
I - XVII
I - XVIII
I - XIX
I - XX
I - XXI
I - XXII
I - XXIII
I - XXIV
I - XXV
I - XXVI
I - XXVII
I - XXVIII
I - XXIX
I - XXXI
I - XXXII
I - XXXIII
I - XXXIV
II. YARIM KONKEN
II - I
II - II
✵ Karakterler

I - XXX

15 3 12
By acimatriyarka

K A T Y A

6 Aralık 2005
Salı
Varnata, Avarya

Hem duruşma salonu hem de adliye koridorları Ekin Başak Partisi'nin mensuplarıyla doluydu. Seçmenler bahçede slogan atıyor, liderleri için adalet istiyorlardı. Katya Saran'ın takipçileri, parti sine-i millete döndüğünden beri ilk kez bu kadar sıkı kenetlenmişlerdi çünkü onlara göre cesur siyasetçi olmadık bir bahaneyle susturulmak üzereydi.

Saat 11'de başlayan duruşmaya Katya, siyah takım elbise ve beyaz gömlekle, zıtlığın şıklığıyla katıldı. Seçim gecesi meclis civarında olmadığına dair delillerini sundu. Ardından görgü tanığı olmayı kabul eden kampçılar yargıcın huzurunda yemin ederek liderin gece boyunca kampta olduğunu, hatta sabahleyin olayı herkesten geç öğrendiğini söyledi. Öğle arasıyla birlikte dört saat süren duruşma sonunda kadının üzerindeki suçlamalar düştü.

Seyirciler ayakta, mahkemenin kararını alkışlarken Katya, avukatına sımsıkı sarıldı. Aslında ilk olarak kızına sarılmak isterdi fakat Devrim okuldaydı. Annesi ise mecbur kalmadıkça kızının okuldan bir gün dahi geri kalmasını istemiyordu.

Güneşin artık ters yönden vurmaya ve gölgeleri uzatmaya başladığı saatte koridorda tanıdıklarıyla tebrikleşirken karnına ağrılar sokan, asla beklemediği kişileri gördü. Yılmaz ve eşi buradaydı.

"Geçmiş olsun," derken Yılmaz'ın kolu karısı Candan'ın omzundaydı.

Katya bir yandan zayıflığını bu insanlara gösterdiği için utanıyor diğer yandan da kendine kızarak öfkesini bastırmaya çalışıyordu. "Senin için Felke'den kalkıp gelmişler," diyordu kendine. "Medeni ol! Nazik davran!"

"Ne kadar da düşüncelisiniz, zahmet etmişsiniz, teşekkür ederim. Bir talihsizlik oldu işte. Neyse ki geçip gitti."

"Ne zahmeti! Varnata'yı özlemiştik. Hazır biz buradayken, Devrim'le ilgili..."

Katya kol saatine bakarak "Bir buçuk saate okuldan çıkıyor," dedi. "Tabii k vakit geçirebilirsiniz."

"Devrim'in velayetini istiyorum."

Birkaç saniye boyunca koridordaki yankılı uğultu hariç hiçbir ses duyulmadı. "Unut bunu," dedi Katya, fısıldar gibi. "İyi günler."

"Burada olmaz," dedi eski eşinin koluna dokunan Yılmaz. Kadın kolunu hızlıca çekmişti. "Bir kafede oturup konuşalım."

"Konuşacak bir şey yok. 'İyi günler,' dedim Yılmaz. Devrim'le okuldan sonra bir baba olarak vakit geçir ve akşam onu evine bırak. Görüş günün olmamasına rağmen izin veriyorum."

"Baba olarak isteğimin senin için hiçbir önemi yok mu?"

"Biz boşanalı kaç ay oldu, biliyor musun? Nereden çıktı velayet meselesi şimdi? Bana sordun mu? Kızına sordun mu? Hatta, eşine sordun mu? Candan, Devrim'den sadece beş yaş büyük. Üvey annelik mi yapacak ona?"

"Evet canım, bana sordu," dedi Candan. Diğeri içinden "Senin canını alırım," diye geçirdi.

"Ona ablalık yaparım. Senin anneliğinden daha iyi olacağı kesin."

Katya dişlerini sıkıp gülümsedi ve Yılmaz'a "Karının ağzını topla yoksa ben toplayacağım," dedi.

"Haklı," dedi adam. "Maddi durumun genç bir kıza bakmak için yeterli değil."

"Bunu da nereden çıkardın?"

Candan söze karıştı. "Çünkü kızının masrafları için kocamdan para isteyip duruyorsun."

Katya sabrının sınırlarını zorladı ve karşıdaki kadının omzuna gelen kızıl saçlarını tutup kafasını duvara sürtmesini söyleyen hiddetini bastırdı. Eski eşine "Sen babasın ve çocuğun 18 yaşına gelene kadar masraflarını benimle eşit oranda karşılamakla yükümlüsün," dedi. "Şahsım için hiçbir şey harcamadım. Her gider kaleminin faturasını gönderdim."

Bakışları Candan'ın mücevherlerine kayarken "Ödemekte zorlanıyorsan lüksünden kısabilirsin," diye ekledi.

"Ben de bazı kalemleri gereksiz buluyorum. Yaşadığınız evin kirasını ödemek zorunda değilim, mesela."

"Çeyreğini ödüyorsun. İki kişi yaşıyoruz, bu yüzden kirayı ikiye bölüyorum, sonra Devrim'in masraflarının yarısı bana ait olduğu için onun payını da ikiye bölüyorum," "yarısı" sözcüğünü vurgulamıştı, "... ve sen sadece kiranın çeyreğini ödüyorsun."

"Varnata'da kiralar uçuk," dedi kollarını bağlayan adam. "Anlamsız bir masraf. Felke'de çok uygun yatılı okullar var."

"Ha, bir de yatılı okula vereceksin kızımı, öyle mi?" dedi sesi yükselen takım elbiseli kadın. "Ben de şaşırmıştım, velayetini alıp yanında yaşatacaksın sanmıştım."

"Yatılı okulun yıllık ücreti, Varnata'daki 12 aylık kira ve servis ücretinden daha düşük. Duygusal değil de biraz tasarruf odaklı düşün."

"Ergenlik çağında, kişiliği oluşma aşamasında bir kız o. Alıştığı bir düzen var, okulu var, arkadaşları var. Psikolojisini hiç mi düşünmüyorsun? Koparamazsın onu düzeninden."

"Notları nasıl peki?" dedi adam. "İkimiz de biliyoruz ki vasatın altında. Demek ki o düzen dediğin kıza bir fayda sağlamamış. Başkentte gezip tozacağına, küçük şehrin yatılı okulunda oturup ders çalışır."

"Okul başarısı senin çıkardığın kavgalar yüzünden mahvoluyordu," dedi Katya. Sesi Yılmaz'ınkinden yüksek çıkıyordu. "Sen çekip gittiğinden beri notları yükseliyor. Hiç endişelenme bu konuda."

"Ne kadar yükseldi mesela? Takdir mi alacak? Üniversitede doğru düzgün bir bölüm kazanamayacak, biliyorsun, değil mi? Minimum masrafla liseden mezun olsun, yeter işte. İş bulur, evlenir, hayatını kurar."

Anne, "Benim kızım okuyacak," diye bağırdığında tüm koridor ona baktı. "Üniversite mezunu olacak. Sevdiği bir işte çalışıp hazır olunca evlenecek. Sakın kızımın geleceğine el uzatma. Sakın."

"O halde benden bir kuruş çalışmaz," dedi omuz silken adam.

"Dava açıp almasını bilirim o kuruşları, merak etme."

Kafasını öne uzatıp yüzünü eski karısının yüzüne yaklaştırdı. "Ben de seni şu koridorlarda süründürerek velayeti almasını bilirim, oldu mu? Ya çocuğa tamamen kendin bakarsın ya da eğer ben masraf edeceksem, söz hakkı da benim olur."

"Beni tehdit edemezsin," diye haykırdı kadın. Etraflarına partililer toplanmaya başladı. Avukatı öne çıkarak "Bir sorun mu var?" diye sordu.

"Hayır, hiçbir sorun yok. Ailevi bir mesele. Devrim'i okul çıkışı alacağım, sonra da Şehir Müzesi'nin yanındaki kafede hep beraber oturacağız, tamam mı?"

Yılmaz, Katya'nın kulağına eğilerek alçak sesle "Hep yaptığın gibi bizi rezil ettin," dedi. Ardından Candan'la birlikte kalabalığı yardı ve merdivenlere yöneldi.

֎

K U R T U L U Ş

Aynı gün
Varnata, Avarya

Kurtuluş, ofisindeki mutat misafirine, Alkan ailesinin Yaz Larende'nin iyiliğini istediğinden şüphelendiğini söylemişti. Birkaç kez "Siz... Siz Alkanlar..." diye cümleye başlayınca Bayan, işaret parmağını kaldırdı. "Tek bir insanı tanımak ve genellemek bile çok zordur, kaldı ki bir aileyi genellemek! Bizler... Yani Alkan soyadını taşıyan herkes... Yaz'a aynı gözle bakmıyor."

"Peki sizin için, bir şahıs olarak sizin için, Yaz kimdir?" diye sordu diğeri.

"Babam için Yaz, Kış Güneşi'nin ta kendisidir," dedi kadın. Bazı tarihçiler ülkeleri kuruluş, gelişme, gerileme ve çöküş devirlerine ayırırdı. "Avarya'nın kuruluşunda babam rol aldı. Altın devrine geçişinde ise Yaz rol alacak, babamın inancı buydu.

Kır saçlı adam "Bahri Bey'in böyle düşünmesine şaşmamalı," dediğinde kadın gülmeye başladı.

"İlahi Kurtuluş Bey, sandığınızdan daha yaşlı olduğumu söylememiş miydim? Bahri Alkan, benim ağabeyim. Babam, Yadigâr Alkan."

"Büyük Bey," dedi Kurtuluş. "Fakat oğlu da ondan farklı düşünmüyordur, değil mi?"

Bayan, bunca zaman kendinden emin duruşuna ters bir tavırla gözlerini kaçırdı. "Maalesef," dedi.

Adamın yüzü, saçları gibi grileşti. "Tahminim doğru," derken kadının işlemeli giysisinin yakasından tutup asılma isteğine güçlükle karşı koyuyordu. İçindeki ateş oturmasına izin vermeyince ayağa kalktı ve koltuğuyla duvar arasında kalan boşlukta döngüsel bir şekilde adımladı. "Avarlar, nesiller boyunca bir masala sığınıp Kış Güneşi'ni bekledi. On üç yüzyıl aradan sonra ilk bağımsız Avar devleti kurulduğunda ufuk doğan güneşi haber verircesine kızardı. Derken göğü bulutlar sardı, ışık, yeryüzüne düşemiyordu artık. Öyle mi? İnsanların inanmak istediği bu. Murat Sındırlı'nın hak ettikleri güneşle aralarına giren bir engel, bir anomali olduğu... Hayır. Işık hiç yoktu. Güneş hiç doğmamıştı. Çünkü her toplum yaşadığı gibi yönetilir ve bizim toplumumuz ne yazık ki içinde ışık taşımıyordu ki dışarıdan gelsin. Erdemimiz ne kadarsa, ahlakımız nasılsa, öyleydi liderlerimiz de."

Dolaşmayı bıraktı ve suyun dibine çöken çamur gibi tekrar koltuğuna oturdu.

"Alkan kardeşler babalarının idealinden uzaktı. Sındırlıların sahip oldukları imkânlara haset ediyorlardı. Ölü doğmuş bir masalın içini korkuluk misali doldurup halkın kolektif bilincindeki vefayı uyandırdılar. Yaz ise 'Kış Güneşi' rolünü canlandırmak için seçilmiş; her hareketi ve sözü önceden belirlenmiş bir aktördü ve hayatının tamamen bir senaryodan ibaret olduğundan habersizdi. Bu makamı gerçekten taşımaya uygun değildi. Çiğdi, hayat ateşinde pişecekti ama size de öylesi gerekiyordu ya!"

Bayan, "Hayır," diyecek oldu ama Kurtuluş ona aldırmadan devam etti.

"Oylarınızı artırdı. Hapisten çıkan devrik ama hâlâ güçlü liderin oklarını üzerine çekti. Hayır, Yaz orada kalamayacak. Bir şekilde o koltuktan indirilecek. Cebir ve hileyle koltuğundan edilmesini hiç istemem ama olacak. Hepimiz biliyoruz. Bahri Alkan da Hakan Vult da... Parti genel başkanı yapıldığı günden beri hepsi biliyordu. Doğal olmayan bir güçle yükseltildi ve düşürülecek. Tek meçhul olan şey, yöntemi ve zamanı." Başını hızlı hızlı iki yana salladı. "Çıldırtıcı bir şey değil mi? Neden kimse bir şey yapmıyor? Neden ben hiçbir şey yapmıyorum? Tek yaptığım, ara sıra kızla konuşup istifa etmesini söylemek oldu ama elle tutulur bir gerekçe veremedim ona. Kıskanç bir kaçık olduğumu düşünüyor. Murat Sındırlı, Yaz Larende'ye bir şey yapacak."

Son sözcüğü "Yapacak yani," diye birkaç kez tekrar etti.

"Şöyle ki..." diyecek oldu Bayan. Normal şartlarda esmer olan teni şimdi mermer gibi beyazdı.

"Anısı Kızıl Elma Partisi'ne yardım eder. O, kanlı canlı bir vücut değil bir efsane olmalı."

"İki ağabeyim için öyle olabilir," dedi kadın. Uzun zamandır nefesini tutuyormuş da bırakmış gibi konuşuyordu. "Babam için değil, Apti ağabey için değil. Benim için değil, Hande için değil. Biz Yaz'ın ruhunu ve bedenini birlikte istiyoruz. Taşıdığı potansiyeli kullanıp bizzat Kış Güneşi olmasını istiyoruz."

Kurtuluş, Alkan ailesini ayrıntılı olarak bilmiyordu fakat aradaki bir isim dikkatini çekti.

"Hande mi?" diye sordu. "Kız kardeşiniz olduğunu bilmiyordum."

"Kimse bilmiyor," dedi Bayan. Bir tilkininkileri andıran koyu kahverengi gözleri dolu doluydu. "Sizinle nasıl mühim bir sırrı paylaşıyorum, bilseniz."

"Hande deyince," dedi omuz silken kır saçlı adam. "Aklıma sadece Hande Bulut geliyor."

"Bulut adını ona laboratuvardakiler verdi, bembeyaz saçları olduğu için," dedi kadın. Bakışları boşluğa dalmıştı. "Rahmetli annemin verdiği asıl adı Hande. Hande 'gülüş' demektir ama 'han' sözcüğünü çağrıştırdığı için ikiz kızlardan birine Bayan, diğerine Hande adı vermek de sık görülür. Bayan Han'a atıf olarak."

Artık nefes almayı durduran Kurtuluş'tu. Çenesinin kontrolünü yitiriyor, gözlerini açıp kapatıyor ve cümleyi ögelerine ayırıp sindirmeye çalışıyordu.

"Ne oldu?" dedi kadın, dudaklarında bir kıvrımla. "Şaşırdınız. Evet, Hande Bulut, ikiz kardeşim. Albinizmle doğdu, onun haricinde çok benziyoruz. Josef Mengele'yi hiç duydunuz mu? Peki, ikizlere olan ilgisini?"

İnsan yeterince şaşırdığında saçmalardı. "Nazi doktoru Mengele'yi mi?" diye sordu Kurtuluş, sanki aynı ismi taşıyan başka biri varmış gibi. "Ama siz ona dek gelmiş olamazsınız, değil mi? Savaştan sonra güney Amerika'da firari olarak yaşamadı mı?"

Bayan gülmeye başladı. "Siz her zaman neşemi yerine getiriyorsunuz. Teferruata sonra gireriz ama konuya dönerek şu kadarını söyleyeyim: İskambil Çetesi diye bir şey yok. Hande, İskambil Olayı'nı tek başına tasarladı."

"Tahminim doğruydu, değil mi?" dedi Kurtuluş.

"Doğru olmasa bu sırrı paylaşmazdım," dedi kadın. "Bütün partiler, bizim partimiz de dahil olmak üzere, ihanet içinde. Ne pahasına olursa olsun güç istiyorlar. Kimse umurlarında değil, genç bir kadın da sekiz milyon kişi de. Herkesi harcayabilirler. Kardeşimi de harcamaya çalıştılar."

"Kardeşiniz neden gizleniyor?" diye sordu adam. "Zilduvar deneyleri gerçek, değil mi? Hande de bu deneklerden birisi ise ortaya çıkıp olup bitenleri anlatabilirdi. Neden dolaylı ve çarpıcı eylemler yapıyor?"

"Birincisi, açık açık anlatsaydı ona kim inanırdı? İkincisi, kendini neden riske atsın? İlçe kaymakamının kemikleri çok yakın bir tarihte bulunmadı mı?"

"Peki, bütün bunlar işe yarayacak mı? Hande, Sındırlı'nın Yaz'a zarar vermesine engel olacak mı?"

"Bilmiyorum," dedi Bayan. Arkasına yaslanıp içini çekti. "Düzenli görüşemiyoruz. Görüşsek de kritik planını anlatmaz. Zihni sonsuz denklemler uzayıdır."

"Biz, Yaz'ı kurtarabilecek miyiz?"

"Elimizde bir istihbarat yok ki..." dedi kadın. "Keşke bir ipucu olsa da bütün gücümü sarf etsem! Fakat dikkat ederseniz, tespitleriniz tıpkı Newton'un Neptün'ü keşfetmesi gibi hesaba dayalı. Yoksa bir kanıt bulmuş değilsiniz."

"Değilim," dedi adam. Masasındaki ağaç desenlerini ilk kez fark ediyordu. "Aksi çok mantıksız, hepsi o kadar. Kanıtım olsaydı Varnata'yı yakardım."

"İşte, benim açımdan da durum öyle," dedi Bayan. "Bahri ağabey aniden istifa etme kararı verdiğinde, yerine Yaz'ı geçirdiğinde ve bunun cezaevi duvarları arasından yıllar sonra ilk kez çıkan Sındırlı'ya güzel bir sürpriz olacağını söylediğinde, anladığımı sanıyordum ama anlamamışım. Siz anlatana kadar taşları yerine oturtamadım. 'Herkes biliyordu,' diyorsunuz ya, ben bilmiyordum. Şimdi anladım. Şimdi her şeyi birleştirdim. Tam da şu an, matematiksel bir kesinlikle Yaz'ın başından bütün ülkenin işiteceği bir olay geçeceğini fark ediyorum ama nedenini, nasılını kestiremiyorum."

Kurtuluş, parmaklarını birleştirip bir süre düşündükten sonra "Neydi o adamın adı?" dedi. "Ha, Uysal! Yaz'ın, söylemeye dilim varmıyor ama özel görüntülerini çekmiş olabilir mi?"

Yorgunluktan dolayı dudak kenarları düşmüş kadının vereceği herhangi bir cevap yoktu. Her şey eşitçe mümkündü.

Adam sesli düşünmeye devam etti. "Ya suikast? Sanmam böyle bir şey. Birini göz göre göre öldürmek onu kahraman yapmaktır. Ölü birinin anısı kontrol edilemeyecek kadar güçlü olabilir. Ah, nasıl aklıma gelmez? İntihar süsü verebilirler. Yok, öyle olsaydı daha önce yapmazlar mıydı? Neden kendisini değil de kardeşini öldürmeye çalıştılar?"

Bayan'ın ise hem dudakları hem de zihni susuyordu.

"Yoksa, Bahar'ın zehirlenmesini Yaz'a yıkmaya çalışmasınlar? Olabilir. Gerçi Larende çıkıp belgelerle açıkladı Taylan Sındırlı'nın fail olduğunu ama diğer ailenin rüzgârı tersine çevirmesi bir sahte rapora, bir de kamuoyu algısını yönetmeye bakar."

"Yeter!" dedi kadın ansızın. "Samanlıkta iğne arıyorsunuz, farkında mısınız? 'Şu olabilir, bu olabilir,' diye hiçbir şey bulamayız. Önce bugün öğrendiklerinizi sindirin. Şu an Avarya'nın tarihine bakış açınızın tamamen değişmiş olması gerekiyor. Zilduvar Laboratuvarı gerçek dedim, duydunuz mu? Ben de çocukluğumda o laboratuvarı gördüm. Kardeşim orada bir denekti. Beni soru yağmuruna tutmanız lazımdı. Siz ise 'Bugün hava yağmurlu,' demişim gibi davranıyorsunuz."

"Evet, haklısınız," dedi Kurtuluş, beyni hafızası sonuna kadar dolmuş ve yavaş çalışan bir bilgisayar gibiydi. "Sindirmeye çalıştığım başka şeyler var. O yüzden söylediğiniz şeyin dehşetini henüz kavrayamadım. Gece Piyadeleri mesela. Yakın dostum sandığım birinin, Hakan Vult'un zıvanadan çıkışını seyretmem ve onu hiçbir zaman tanıyamadığım gerçeğiyle yüzleşmem, mesela."

Kitaplığının alt çekmecesinden bir CD çıkardı. 1998 yılından bir Sarah Brightman albümüydü bu, "Eden". Kırmızı perdeler arasında uzun siyah etekli, kolları tüllü mavi bluzlu, dalgalı saçlı soprano, arka fondaki perdenin örttüğü divan tipi bir koltuğa oturmuş, kolunun üzerine başını yatırmış, gözlerini kapatmıştı.

CD'yi taktı, dördüncü şarkıyı açtı. Başka bir âlemden geliyormuş gibi tınlayan müziğe yabancı dilde sözler karıştı.

"Strade son' cambiate.

Faccie son' diverse.

Era la mia città.

Non la conosco più.

La ora io sono solo

Un' estranea senza patria."

Bayan, şarkının ilk kısmını gözleri yerde dinledi ve sözler sona erince başını kaldırdı. "Ne söyledi?"

"Benim bulamadığım kelimeleri toparlayıp hüznü taşıyan bir melodi giydirerek hislerimi anlattı: 'Yollar değişti, yüzler farklılaştı. Burası benim şehrimdi, artık onu tanıyamıyorum. Şimdi ben sadece yurtsuz bir yabancıyım.' Avarya da böyle değil mi? Burada doğdum ve hep burada yaşadım ama çocukluğumda soluduğum havayı, yürüdüğüm sokakları bulamıyorum. Çok fazla şey değişti ve bir o kadarının da bildiğim gibi olmadığını öğrendim, anormali tespit edebilecek bir referans noktam kalmadı."

"Öyle olsa siz de diğerleri gibi kendinizi akışa kaptırırdınız," dedi Bayan. "Fakat sizi tanıdığımdan beri içten içe bir sorgulama ve kopuş halindesiniz. Demek ki yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunun hep farkındaydınız. Deftere hâlâ yazıyor musunuz?"

"Evet," dedi adam. "Seçim gecesi, Bahri Alkan'ın gidip yerine Yaz'ın gelişinden 'yenilik, ümit' diye bahsetmiştim. Ne ahmakmışım! Avarya siyaseti yıllardır bir kısır döngüydü. Sürekli aynı kişiler, paslanmış koltuklar..."

Bayan, Kurtuluş'un eleştirdiği kişilerden biri olduğunu düşündü. Sonuçta o da uzun zamandır partisinin genel başkanı değil miydi? Fakat bunu yüzüne vurmadı.

"Hayır, ahmak değilsiniz. O bir ümit tomurcuğu," dedi.

"İşte bu yüzden o tomurcuğu yok edecekler."

Onlar susarken şarkı sürdü. Kurtuluş, CD'yi çıkarıp "Hakan'ı durdurmamız lazım," dedi. Gece Piyadeleri ile ilgili bildiği her şeyi anlattı, bu yapıyı derhal ortadan kaldırmaları gerekiyordu. "Yanımızda durabilecek herkesi toplayalım. Bizim partiyle sizin partinizin toplam vekil sayısı, mecliste Hakan'ın dokunulmazlığını kaldırmaya yetecektir. Eminim ki buna göz yummayacak vatansever Altın Taç Partililer de vardır."

"Liderleri aleyhinde oy verecekler."

"Muhtemelen bu işin sonunda rezil olacağım ama bana ne? Öne çıkma ve şöhret arzumuzu, kahramanlığa soylu bir özlemmiş gibi sunan bir yanımız var. Hedef uğruna kahramanlıktan fedakârlık yapabilmelisin."

"Niye rezil olasınız ki?" dedi kadın. Omuzlarını kaldırdı. "En fazla başarısız oluruz ama böyle olacağını da sanmıyorum. Köşeye sıkışmış ki bu denli öfkelenip itiraf etmiş."

Bu cümle, başbakan ve ana muhalefet partisinin son tartışmasına bir referanstı.

"Bize delil gerekiyor," dedi Kurtuluş, cevap vermek yerine. "Bunun için Emniyet yetkilileriyle konuşabiliriz. Aslında İçişleri Bakanının soruşturma başlatması gerekiyor fakat ilk başta onu devreye sokamayız. Çünkü Hakan'a çok yakın bir isim."

"Benim bir tanıdığım var," dedi kadın. Yüzüne kahve köpüğü gibi bir gülümseme yayıldı. "Emniyet'ten."

"Kim? Adı ne?"

Bayan Alkan uzun ceketiyle birlikte çıkmaya hazırlanırken "İşte tekrar soru sormaya başladınız, ne güzel!" dedi. "Sizi en kısa zamanda tanıştıracağım."

֎

D E V R İ M

Aynı gün
Varnata

Şehir Müzesi'nin önü Varnatalıların popüler buluşma alanlarından biriydi. Müzenin iki yanında kıyafet mağazaları ve kafelerin yer aldığı karşılıklı iki iş hanı vardı ve bu üç bina U şeklinde dizilmişti. Yarısı kafelerin masalarıyla dolan karesel alan yemyeşildi ve ortasında bir süs havuzuyla ağzından su fışkırtan balık heykeli vardı.

Süt rengi tabelalı bir kafede Candan, Yılmaz ve Devrim oturuyordu. Kızıl saçlı kadın bir el aynasıyla makyajını kontrol ediyordu. Top sakallı adam bakışlarını müzenin duvarında gezdiriyordu. Annesinin mahkemeye çıkmasından dolayı morali oldukça bozuk olan genç kız ise babasının onu almasıyla da neşelenememiş, montunu sandalyeye asmış ve başını da masaya koymuştu.

Katya on dakika içinde geldi. "Canım," dedi Devrim'in saçına dokunarak.

"Ne var anne?" diyen kız son derece agresifti. Soru sormaya çekiniyor çünkü cevabından korkuyordu. Hapis cezası aldığı için annesinin babasını çağırdığını sanıyordu.

"Bitti," dedi kadın. "Suçlamaların asılsız olduğu ortaya çıktı. Özgürüm."

"Aman ne güzel!" Kafasını kollarına iyice gömdü.

"Aaa..." dedi Yılmaz. "Annene saygılı ol yavrum. O da zor günler geçiriyor."

"Yılmaz," dedi Katya. "Adliyede söylediğin konuyu unut. Olur mu?

"Hangi konuyu?" dedi başını kaldıran Devrim. Arkadan bağladığı saçları tülermiş, cam masaya dayadığı yanağı kızarmıştı.

"Okulun nasıl gidiyor?" dedi baba.

Genç kız gerginleşerek "İyi, nasıl olsun ki?" dedi.

"Notların düzeldi mi biraz?"

"Daha ikinci yazılılara girmedik," dedi çocuk. "Eee, senin işin nasıl gidiyor?" dedi hızlı hızlı.

"Benim işimi boş ver de annenle senin eğitimin için güzel ve ekonomik bir çözüm düşündük."

"Baban tek başına düşünmüş," diye düzeltti Katya.

"Varnata pahalı bir şehir," dedi Yılmaz. "Hem, burada mutsuzsun sen. Baksana haline. Annenden velayetini istedim. Benimle Felke'ye gel diye."

"Anne," dedi kız, dehşetle.

"Ben velayetini falan vermedim. Sana sormadan hiçbir şey yapmam. Babanın teklifini dinlemeni istiyorum, sonrasında sen ne istersen o olacak. Kimse seni bir şeye zorlayamaz."

"Burada eski bir devlet okulunda okuyorsun," dedi adam. "Felke'de ise prestijli kolejler var. Yatılı... Hem ders çalışırsın hem arkadaş edinip anı biriktirirsin."

Devrim "Baba, sen delirdin mi ya?" diye çıkışınca yan masadaki kafalar onlara döndü. "Bakilik Lisesi gibi lise var mı Avarya'da? Yatılı koleje falan gitmek istemiyorum. Benim arkadaşım da var, her şeyim var. Beni çok düşünüyorsan huzurumu bozma, yeter."

"Gözlerim yalan mı söylüyor? Hiç huzurlu değilsin."

"Sayende bozuldu."

Candan kınayıcı gözlerle bakıp "A-aa" derken Katya "İstemiyor işte," dedi. "Konu kapandı."

Yılmaz, yüz ifadesini sertleştirerek "Harçlığını kesiyorum Devrim," dedi. "Eğer annenin yanında kalacaksan sana da tamamen o bakacak. Ben parayı bin bir zorlukla kazanırken Varnata klasmanlarındaki kiraya, servise falan yatıramam. Felke'de mis gibi yıllık 1200 levlik okullar var. Gel, liseyi orada bitir. Ben de cebine harçlığını koyayım."

Devrim montunu da alarak ayağa kalkıp "Koyma be!" dedi. "Buraya çok güzel bir küfür yakışır da... Neyse. Paran sana kalsın. Olur mu? Bu saatten sonra sen versen de ben istemem."

"Annenin yanında kala kala onun gibi sinir küpü olmuşsun," dedi baba.

Omuzları titreyen sarışın kız ise "Bana vereceğin parayla karının boynuna bir kolye daha geçir, oldu mu?" diye cevap verdi.

"Candan ablan hakkında düzgün konuş," dedi Yılmaz, kızgınlıkla ayağa kalkarak. "Böyle hadsizlik görmedim ben!"

"Ne o? Yalan mı söylüyor?" diyen Katya da ayağa kalkmıştı.

"Ya siz..." dedi adam, nefes nefese. "Nasıl olur da bir kadının takılarına karışırsınız? Şuna bak! Benim kızım mı bu şimdi? Ne terbiye ne saygı kalmış! Ne hale getirmişsin onu?"

"İstemiyorum ben bu kızı Yılmaz. Bırak, velayeti annesinde kalsın," dedi Candan, kollarını bağlayarak.

"İstemiyormuş. O sana bayılıyor sanki. Ne varmış benim kızımda? Siz gelene kadar sessiz sakindi. Gelip çileden çıkardınız. Nasıl belalı bir çiftsiniz ki varlığınız bile mutsuzluk saçıyor."

Yılmaz, Candan ve Katya kavga etmeye devam ederken Devrim montunu koltukaltında tutarak sessizce uzaklaştı. Kimse onun gittiğini fark etmedi.

Bulvar boyunca yürüdü Devrim. Orkide'ye ve diğer gece kulüplerine giden yola girdi. Çantasını, dolayısıyla otobüs parasını yanına almayı unutmuştu, bundan dolayı ayaklarına güveniyordu. Hava karardıkça içi kararıyor, göğsüne kara bulut gibi çöken bir sıkıntı geri dönmesini söylüyordu. Kız bu hisse karşı koydu, öfkesini hatırladıkça daha da hızlı yürüdü.

Para kazanmak ve ayaklarının üzerinde durmak zorundaydı. Yaşça büyük, ruhça küçük ebeveynlerine muhtaç olamazdı. Devrim'e göre o, ikisinden de olgundu. Sesinin güzel olduğunu kanıtlamak için şarkı mırıldandı. Kendi kendine meydan okuyordu. Doğuştan gelen yeteneğini niçin kullanmayacakmış? Okulla şarkıcılığı bir arada yürütemez miymiş? Yürütür!

Şehirden uzaklaştıkça tüyleri ürperiyordu. Evler seyrelir, yerine tarlalar gelirken; dört şeritli kaldırımsız yolun kenarından ilerleyen kız, yanından geçen arabaların far ışığından ürperiyordu. Sanki bir araba durup onu içeri çekiverecekti. Ekini biçilmiş tarlalardan her an o filmlerde gördüğü kötü adamlar çıkacak ve kendisine saldıracaktı. Devrim gözlerini yarı yarıya kapatıp yürümeye devam ediyor ve hareketli bir şarkıyı giderek daha yüksek sesle mırıldanıyordu.

Neon ışıklarla süslenmiş Orkide'den yükselen müzik seslerini adımlarca öteden işittiğinde yıldızlar belirmiş, ufukta incecik bir kızarıklık kalmıştı. Genç kız ıssızlığın korkusundan kurtulup rahat bir nefes alarak yorgun bacaklarını hızlandırdı.

Kapıda takım elbiselerinden vücutları taşmış gibi görünen, yakaları açık dev gibi korumalar duruyordu. Olanca soğuk bir sesle "Kimlik?" dedi birisi.

"Kimliğimi unutmuşum." dedi Devrim. Soğuktan etkilenen sesi kedi yavrusuna benziyordu.

"Kimliksiz girilmez küçük hanım."

"18 yaşını geçkinim ben," diye yalan söyledi kız. "Yemin ederim."

"Bakın küçük hanım, belgeniz olmadığı sürece elli yaşında da olsanız fark etmez. Kimliksiz alamıyoruz. Zorluk çıkartmayın lütfen."

Devrim alt dudağını işaret ve baş parmakları arasında hamur gibi yoğurarak bir süre düşündü. "Ahmet Bey'i tanıyorum," dedi.

Korumalar birbirine baktı. Birisi abartılı bir şaşkınlıkla "Demek Ahmet Bey'in tanıdığısın," dedi.

"Evet. Hem de çok yakından."

Dev adamlar kahkaha atmaya başladılar. Eski filmlerdeki kötü karakterler gibi gülüyorlardı. Devrim seslerinden ürktü. İlk konuşan koruma derin bir nefes alıp "Küçük hanım! Sen giderken biz dönüyorduk bu yolları," dedi. "Birincisi, bu tarz yerlere girerken isim sallayacaksan destekli salla. İnternetten araştır. Mesela buranın sahibi Kanber Karayel. İkincisi, okul formanı değiştir. Gözünü seveyim, üzerinde kocaman Bakilik Lisesi arması var, diyorsun ki 'Reşitim ben'. İyi güldürdün bizi. Hadi ağabeyciğim, buralar sana göre değil. Git dersini çalış. Hadi!"

"İş arıyorum," dedi kız, kollarını kendine çekerek. "Patronunuzla konuşabilir miyim?"

"Yok burada iş. Hadi yürü..."

Bu sırada simsiyah lüks bir araba kulübün önüne geldi. Mavi ceketli, dağınık platin sarısı saçlı bir adam arkadan inerek korumalara neler olduğunu sordu. Kaşları ve kirpikleri saçlarının aksine simsiyahtı.

"Patron," dedi bir koruma. "İş arıyormuş bu liseli kız. Yolunu şaşırmış herhalde."

Mavi ceketli adam kızı şöyle bir süzdü. "Kaç yaşındasın sen?" dedi.

Devrim "On do..." diyecekken sözünü kesti.

"Gerçek yaşını soruyorum. Yalanı hiç sevmem."

"On altı."

"On altı..." Kanber'in elleri cebindeydi. "Ne işi arıyorsun bu yaşta sen?"

"Para kazanmak istiyorum," dedi Devrim. "Boyum uzun," dedi, saçının kuyruğunu eline alıp gösterdi. "Saçlarım doğal sarı. Sesim güzel. Kulüpte şarkı söylemek istiyorum."

"Patlat bakayım bir türkü," dedi mavi ceketli adam, belli belirsiz bir gülümsemeyle.

Devrim dudaklarını ısırdıktan sonra nefes aldı. Bildiği bütün türkülerin sözlerini unutmuş gibiydi. "Bir saniye," deyip zaman kazandıktan sonra gözlerini kapatıp düşündü. Hatırlamıştı.

"Evlerinin önü handır aman, yanar da yüreğim külhandır. Görmeyeli çok zamandır aman, ya ben de o güzele yalvarayım mı? Gelmezse karaları bağlayayım mı?"

Kanber bir süre dinledikten sonra elini kaldırıp susturdu. Cebinden bir kartvizit çıkarıp arkasına isim ve numara yazdı. "Bu kişiyi bul, müzik hocasıdır. Selamımı söyle. Şan dersi almaya başla. Haftada kaç saat gerekir, hangi günler olur, ona aranızda karar verirsiniz. 18 yaşına bastığın gün de beni bul."

İçeri girmek üzereydi ki Devrim'in başı öne eğik halde beklediğini fark etti. "Nasıl eve döneceksin?" diye sordu.

"Geldiğim gibi."

"Buradan otobüs geçmez. Yürüyerek mi geldin?"

"Evet ama yine yürürüm," dedi kız. Havanın soğukluğunu, yolun ıssızlığını düşünüyor, en azından eli boş dönmeyeceği için seviniyordu.

"Olmaz," dedi Kanber. "Aç mısın? Bir şeyler yedin mi?"

Devrim utandı ve karnındaki guruldamaya rağmen sustu. Bunun üzerine mavi ceketli adam "Gel içeri," dedi.

Koyu mor, mavi ve kırmızı ışıklarla aydınlanan; ara sıra flaş ışığı gibi parlak lambaların yanıp söndüğü; tuhaf, aromatik kokularla kaplı; kadehlerin ve shot bardaklarının havada dolaştığı, kalabalığın kulakları delen müzikle dans edip kendinden geçtiği salondan bar bölümüne, oradan da arkaya, patronun odasına girdiler. Gösterişli masa ve patron koltuğuyla, misafirlere ait siyah şişme koltuklar tezat oluşturuyordu. Devrim şişme koltuğun ucuna ilişirken mavi ceketli adam bir yeri arayıp ekmek arası köfte ve ayran söyledi. Bu sırada kıza kapının yanındaki sebili işaret ediyordu, susadıysa su içebilmesi için.

Telefon görüşmesinin ardından dışarı çıktı ve bu, Devrim'e daha güvende hissettirdi. Etrafı çekingen gözlerle incelemeye başladı. Bu sırada ortadan kaybolarak annesini ne kadar endişelendirdiğini düşünüyor ve pişmanlık hissediyordu.

Yarım saat sonra Kanber yiyecekleri verip gitti. Genç kız yemeyi bitirene kadar da gelmedi. Nihayetinde de onu arabayla eve bıraktı.

Ağır bulutlar yıldızları örtmüş, yoğun bir yağışbaşlamıştı. Devrim kapüşonunu kafasına çekti, hocanın kartını montununfermuarlı cebine koydu ve annesine nasıl bir açıklama yapacağını kara karadüşünmeye başladı.

Continue Reading

You'll Also Like

249K 17.9K 25
Düşmanlar. Aşıklar. Rakipler. Sırlarıyla, Helbarvest eyaletindeki motosiklet çetelerinin hepsini savaşa sokabilecek bir kadın. Kadının; ruhuna, b...
1.8M 94.4K 30
Cennetteki ırmağı kirleten her kötülüğe... "Vicdan, varlığında tedirgin ederken yokluğunda ağır gelirdi. En savunmasız anınızda içinizde yükselip tüm...
105K 2.7K 30
Doğa Vural'ın babası Kayhan Vural, en büyük düşmanı Karan Karademir tarafından öldürülür ve bunun ardından Doğa Vural'ı tutsak olarak evine kapatır...
596 94 14
Jennie Kim, kardeşinin zorbası olan Kim Taehyung'la başa çıkabilecek miydi? Jennie X Taehyung Yayın yılı: 2024. Yayın durumu: Tamamlandı. Bölüm sayıs...